Toplumsal hareketlerin gelişimini 1789 devriminden bugüne kadar beş ayrı evrede ele alarak inceleyen yazar, bu hareketlerin sınıf ve kimlik eksenlerinde ayrıma tabi tutulmasını eleştirerek kapitalizmin yarattığı farklı ezilme ve sömürülme biçimlerine dikkat çekiyor. Sosyalist parti ve sendikaların güç kaybettiği bir dönemde ortaya çıkan işgal fabrikaları hareketinin klasik örgütlenme ve mücadele araçlarını aşma potansiyeline sahip kurucu bir niteliğe sahip olduğunu savlıyor
“fabrikayı işçiler çalıştırır
İşçileri bir milyoner
Ben diyorum ki size
Fabrikayı işçiler çalıştırır“
Hasan Hüseyin Korkmazgil
İşçi sınıfının eylem repertuarı içerisinde miting, grev, işyeri önü direnişleri nicel olarak öne çıksa da, fabrika işgalleri hem mülkiyeti sorgulaması, hem çalışma ilişkileri üzerindeki dönüştürücülüğü hem de karşı iktidar deneyimleri yaratması bakımından ayrı bir yer tutar. Deniz Gürler’in 2021 yılında Cahit Talas Sosyal Politika Ödülüne layık görülen doktora tezi 20. ve 21. yüzyılda çeşitli ülkelerde yaşanan fabrika işgallerini teorik, tarihsel ve ekonomik arka planıyla birlikte incelerken aralarındaki farklara da dikkat çekerek değişen dünyanın işçi sınıfı hareketine etkisini ortaya koyuyor
İletişim Yayınları tarafından “İşgal, Direniş, Üretim” adıyla yayımlanan kitabın 20. yüzyıl işgallerini ele aldığı bölümünde dönemin komünist parti ve sendikalarını aşarak 1917 Rusya’sı ile 1936 İspanya’sında tepe noktasına ulaşan, 1920 Torino’sunda konsey ve komiteleri doğurduğunda Gramsci’nin parti ve iktidara bakışını etkileyen fabrika işgallerinin ulusal ölçekte takılıp kalmasının ve çabuk sönmesinin bu hareketin ilk dalgasının özelliği olduğunu görüyoruz. 20. yüzyıl işgal hareketinin 1930 ve 1968 sonrası olmak üzere kendi içindeki alt varyantlarına göz atma imkanı bulduğumuz bölümde ABD’de General Motors fabrikasında gerçekleşen işgale yalnızca erkeklerin katılması kararına kızan kadın işçilerin, polisle çatışmanın başladığı andan itibaren askeri biçimde örgütlenmiş 350 üyeli Kadın Acil Tugayı’nın kurulmasının not düşülmesi kitaba mor bir sayfa ekliyor.
İşgal gibi sevimsiz bir ad taşıyan eylemi savunmakta zorluk yaşayabilecekler için kapitalizmin İngiltere’de ortaya çıktığı dönemde Düzleyiciler ve Kazıcılar gibi halk hareketlerine karşı burjuvazinin kendini korumak için özel mülkiyet hakkı kavramını ürettiğini öğrenmek ve mülksüzleştirilen kitlelerin sınıf savaşımının en sert dönemeçlerinden olan 1830 ve 1848 Fransa’sındaki devrimlerde yaşadığı bilinç sıçramasıyla hak mücadelesinin içeriğinin klasik haklardan halkın haklarına doğru genişleyecek şekilde zenginleştiğini bilmek belli bir meşruiyet duygusu sağlıyor. Hala rahatlayamayanlar için kamusallık, toplumsal mülkiyet, müştereklik açılımları devreye giriyor. Başta Gorz ve Foucault olmak üzere çalışma ideolojisi üzerine yapılan eleştirileri bagajına koyan yazar işçilerin uzun saatler boyunca hapsedildiği fabrikalardaki bireysel ya da toplu direnişlerin metalaştırmaya/mülksüzleştirmeye karşı direniş olduğunu göstererek tartışmayı bitiriyor.
Toplumsal hareketlerin gelişimini 1789 devriminden bugüne kadar beş ayrı evrede ele alarak inceleyen yazar, bu hareketlerin sınıf ve kimlik eksenlerinde ayrıma tabi tutulmasını eleştirerek kapitalizmin yarattığı farklı ezilme ve sömürülme biçimlerine dikkat çekiyor. Sosyalist parti ve sendikaların güç kaybettiği bir dönemde ortaya çıkan işgal fabrikaları hareketinin klasik örgütlenme ve mücadele araçlarını aşma potansiyeline sahip kurucu bir niteliğe sahip olduğunu savlıyor.
Kafa emeği ile kol emeği ayrımının ortadan kaldırılmasına yönelik uygulamaların özyönetim ile desteklendiği işgal fabrikalarının sadece üretimin devamının amaçlanmadığı, sistemle her alanda çarpışmanın göze alınarak kapitalizmin hiyerarşik ve rekabetçi kültürünün ortadan kaldırılmasının dert edildiğini gösteriyor.
2001 krizinin yarattığı işsizlik ortamında Arjantin’de ilk örnekleri görülen 21. yüzyıl fabrika işgalleri ise bir önceki yüzyıldaki selefinin aksine yirmi yılı aşacak bir sürekliliği sağlamakla kalmamış, hem başka ülkelere yayılmış, hem de bu fabrikalar arasında dayanışma ilişkileri kurarak bir harekete dönüşmüş. Ancak halefin zayıf yönü ise 20. yüzyıldaki sendikaları ve partileri aşan güce sahip oluşundan değil, sendikaların yokluğunda çaresizlik duygusundan ortaya çıkması. İşçi denetimi ve özyönetiminin kısmen görülebildiği 21. yüzyıl işgal fabrikaları ise geçmişin konsey ve komiteleriyle benzerlik taşıyan örnekler. Neoliberalizme tepki olarak gelişen isyan ve direniş hareketlerinin iktidara taşıdığı Venezüella ve Brezilya’daki sol popülist hükümetlerin kamulaştırma hamleleri kooperatifler aracılığıyla oluşturulan dayanışma ekonomileri bir dönem heyecan yaratmış, kapitalist üretim ve ilişkilerden özerk bölgeler yaratmaya, kapitalist devleti aşağıdan dönüştürmeye çalışan bu girişimler 21. yüzyıl sosyalizmi olarak adlandırılmıştı. Ancak daha sonra hayal kırıklığı yaratan bu uygulamalara getirilen büyük şirketlere taşeronluk, piyasaya bağımlılık, meta üretimi gibi eleştirilere kitapta yer veren Deniz Gürler bilim insanı objektifliğinden ödün vermemiş.
Uruguay, Yunanistan, ABD, Mısır, Balkanlar’daki fabrika işgali deneyimlerinin aktarıldığı kitapta Türkiye işçi sınıfı da Alpagut’tan, Kazova’ya kadar bu militan eylem biçimine yaptığı katkılarla yerini alıyor.
İşçi sınıfı özel mülkiyet hukuku ile yabancılaştığı fabrikalara yeni gelmiyor, geri geliyor. “İşgal, Direniş, Üretim” kitabı sendikal hareketin yeni örgütlenme ve mücadele biçimlerinden, proleter kamusallaşmaya kadar birçok konuda kafa açıcı bir çalışma olarak bize bunu anlatıyor.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.