Ücret meselesi bu ve bundan birkaç yıl öncesine göre emek cephesi lehine çok daha fazla önem arz etmektedir. Ücret tartışmalarının ana eksenini bütünlüklü bir demokratik bir emek programı üzerinden inşa etme girişimi, emeğin iktisadi alana müdahale etme gücünü arttıracağı gibi siyasal alan yönelik hamle yeteneğini de geliştirilecektir
Kapitalist üretimin genel eğilimi, ücretlerin ortalama düzeyini yükseltmek değil, düşürmektir. (Marx- Ücret, fiyat ve kâr)
Ücret ve ücrete bağımlılık meselesi bugün tipik bir ekonomik indirgemecilik tartışmaları olarak görülmemelidir. Emek mücadelesinde ücret tartışmaları politik bir mücadele alanı olarak değerlendirmelidir. Mücadele başlıkları enflasyonist sürece bağlı olarak artan şirket ve banka kârları, iyiden iyiye derinleşen bölüşüm krizi, örgütlenme hakkı ve çalışma yaşamında emeğin söz ve karar sahibi olduğu demokratik bir çalışma rejimi mücadelesi ile ele alınmalıdır.
28 Mayıs seçimlerinin ardından 2 aylık bir süreç tamamlanmış oldu. Seçim süresi boyunca mevcut iktidar bloku ve muhalif ittifak cephesinde vaat edilen ‘’ücret artışları’’ bu ay içerisinde Meclis’e sunulan torba kanun ile yasallaştı. Ücret artışları; asgari ücret, söz verilen en düşük memur aylığının 22 bin TL seviyesine yükseltilmesi ve emekli aylıklarına resmi enflasyonun 8 puan üzerinde verilen bir zamla gerçekleşti.
Lakin meselenin esas yüzü olan hem kamuda hem özel sektörde ücretlerin açlık ve yoksulluk sınırında eşitlendiği, bundan yaklaşık 13 yıl önce yarım kalan bir hikâye olan tek tip ücret politikasının sözde rasyonel adımlar neticesinde hayata geçirilip bugün kaldığı yerden devam ettiği ise gözden kaçırıldı.
Bugün şeffaflık, kurallar ve sıkılaştırma politikaları diye sunulan yeni ekonomik program tartışmaları, asıl olarak ücrete bağımlı olarak yaşamını idame ettirmeye çalışan milyonlarca emekçinin ücretlerinin baskılanması sürecini beraberinde getirecektir. Yarım kalan hikâye ise yine geçmişte Maliye Bakanlığı sürecinde Mehmet Şimşek tarafından ısrarlı bir şekilde tartışılan “ulusal istihdam stratejisi” programıyla bugün kamu ve özel sektör ayrımı yapmadan emeğin daha ucuz, daha esnek ve daha güvencesiz hale getirilmesi, geçmişten başlayan ve bugüne kadar devam eden “piyasa despotizminin” kuralları işlemeye devam edecektir.
Ücretler üzerinde dolaylı ve dolaysız vergi soygunu artmaya devam ederken, farklı sektörlerde ve farklı meslek gruplarında ücretler üzerindeki baskılanma ve tek tipleşme sürecinin kalıcı hale geleceğini bizlere göstermektedir.
Ücret artışları, enflasyonist süreçten beslenen şirket kârları ve emeğin bu süreç içerisinde daha fazla borçlanması birbiri ile ilişkili bir şekilde ilerliyor. Elbette liberal iktisatçıların alışılagelmiş ve hiçbir tutarlılığı olmayan ücret artışının enflasyonu tetiklediği yönündeki tezlerini de doğrulamayarak.
Son ücret artışları ve Merkez Bankası’nın son enflasyon raporunda ücretlere dair verilere göz atmamız gerekiyor. Merkez Bankası verilerine göre Türkiye’de sanayi sektörünün genelinde yüzde 50, giyim sektöründe yüzde 70, yine tekstil sektöründe yüzde 57’lik emek kesimi asgari ücret ve altı ücretlerle çalışma yaşamında yer alıyor. İnşaat sektöründe ise bu oran yüzde 71. Emek yoğun sektörlerin olduğu bu işkolları aynı zamanda ucuz işgücünün yoğun olduğu sektörlerin başında geliyor. Bu veriler bize işçileşme sürecinin artması ile ücretlerin de yine aynı oranda baskılanması ve tek bir ücret politikasının uzun bir süredir zaten devrede olduğunu göstermektedir. Kamu alanında ise yine aynı durum dikkat çekmektedir. Kamuda ortalama memur maaşı 22 bin 419 TL seviyesine yükselmişken, ortalama işçi ücretleri de 24 bin 968 TL’dir. Yani özel sektörde asgari ücret ve altı seviyesine sabitlenen maaşlar, kamuda da 22 bin ila 24 bin TL arasında sıkıştırılmıştır. Bu durumda özel ve kamu alanında yine tek tip ücret politikasının güdüldüğünü göstermektedir.
Ortalama ücret politikası ücretler üzerinde bir baskı hattı oluştururken, şirketler ise iş piyasasında rekabet edilebilirliği yine düşük ücret politikası üzerinden yürütmektedir. Nitekim enflasyonist süreçte kârlarını maksimize eden şirketler, ucuz emek gücü üzerinden de kârlarını katlamaktadır. Barınma, beslenme, ulaşım, eğitim vb. temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanan ücretli emekçiler, tüm bu ihtiyaçlarını karşılamak için daha fazla borçlanmaktadır. Resmi verilerde sürekli olarak artan kredi ve kredi kartları borcu, çalışanların düşük ücretlere zorunlu olarak rıza göstermelerine neden olmaktadır. Bu durumda ücretler reel olarak artış göstermiş olsa da artmamakta, ücretlerin üzerinde baskı sermaye sahiplerinin kârını arttırmaktadır.
Eylül ayında yeni ekonomi yönetiminin yeni bir ekonomik program hazırlığında olduğu dile getirilmekte. Eski Hazine Bakanı Berat Albayrak tarafından yaklaşık 3 yıl önce gündeme getirilen yeni ekonomik programda kamusal emeklilik sistemine ve kıdem tazminatı yönelik saldırılar yer almıştı. Şimdi yeni dönemin ruhuna uygun bir şekilde açıklanması planlanan yeni ekonomik programda emeğin haklarına yönelik yeni saldırıların planlanması sürpriz olmayacaktır.
Nitekim sözde rasyonel politikaların özünde bu süreçlerin yaşanması emekçiler adına sürpriz olmayacaktır. Yine kamu görevlileri toplu sözleşme sürecinin en nihayetinde iktidarın rasyonel anlayışı çerçevesinde şekilleneceği su götürmez bir gerçektir. Asgari ücretin iş kanununda yılda birkaç defa belirlenebilmesi için tespit komisyonun toplanmasında önünde herhangi bir engel yokken, ortaya çıkan haberlere göre seçim öncesinde yılda iki kez belirlenen asgari ücretin yeni dönemde yılda bir kez belirleneceği öngörülmektedir.
Bu bakımdan ücret meselesi sadece ekonomik boyutu ile ele alınmamalıdır. Ücretlerin baskılanmasında önemli bir engel teşkil eden örgütlenme ve toplu sözleşme hakkı, güvencesiz çalışma ve emeğin elde ettiği gelirin sürekli olarak sermaye lehine aktarılması, yani bölüşüm krizi üzerinden değerlendirilmelidir.
Bu bakımdan ücret meselesi bu ve bundan birkaç yıl öncesine göre emek cephesi lehine çok daha fazla önem arz etmektedir. Ücret tartışmalarının ana eksenini bütünlüklü bir demokratik bir emek programı üzerinden inşa etme girişimi, emeğin iktisadi alana müdahale etme gücünü arttıracağı gibi siyasal alan yönelik hamle yeteneğini de geliştirilecektir. Seçim sürecinde sınıf siyasetinden uzaklaşarak kaba bir kimlik siyaseti etrafına sıkışan sol siyaset içinde kendini yeniden kurma ve inşa etme süreci yine emekçi sınıflar ile kurmuş olduğu temenni ilişkisini gözden geçirmesi ile mümkün olacaktır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.