Tabandaki mücadele güçlenmedikçe, ve günümüz mücadelelerini hakkıyla koordine edebilecek yepyeni bir profesyonel devrimci kuşağı yetiştirilmedikçe, ittifaklar ve programlar havada kalacaktır. Dolayısıyla sol birliği bir amaç değil araç olarak görmeliyiz
* Bu yazı “Sosyalist hareket, yenilgi ve özeleştiri” dosyası için kaleme alınmıştır. Dosyadaki yazı ve söyleşilerin tamamına ulaşmak için tıklayınız!
Seçimlere çok yanıltıcı bir zafer havasıyla girildi. Ve maalesef sosyalist hareket, (genel olarak) kendini ana muhalefetten ayrıştıramayarak kötü bir sınav verdi. Tek adam idaresinden kurtulmak elbette önemli. Ancak Erdoğan iktidarının düşeceğine bu kadar garanti gözüyle bakmak büyük hataydı. Bunun taktik bir hata olduğunu söyleyebiliriz. Daha stratejik, hatta yapısal hata, birçok sosyalistin kendini “Erdoğan’dan sonra her şey çok daha iyi olacak” havasına (bir parça da olsa) kaptırması oldu. Ana muhalefetin böyle bir hikayeyle kendini avutması birçok açıdan anlaşılabilir bir durum. Ancak sosyalistlerin bu havanın yeniden üretilmesine izin vermesi affedilemez.
Kadim örgütsüzleştirilmemiz ve halktan, sınıftan kopukluğumuz kadar, tahlil hataları da bu yanılsamalara ve yanlış stratejik hatalara yol açıyor. Hegemonik bir sistemin (yani etkin bir zor ve rıza alaşımına dayalı bir sınıf tahakkümünün) ne anlama geldiği çok idrak edilebilmiş değil. Erdoğan’ın tek adam olarak verdiği zararı azımsamak ne kadar büyük bir körlükse, Erdoğan denklemden çıkınca birçok şeyin değişeceğini düşünmek de o kadar büyük bir saflık. AKP’den ya da Erdoğan’dan bir seçimle kurtulabileceğimiz zannı da öyle.
***
2022 sonları ve 2023’ün ilk aylarındaki gelişmeler (ülkücü camia içi kanlı hesaplaşma, JİTEM davasının seyri, Yeşil ve beyaz Toros pankartları) gösteriyor ki, Erdoğan ya da AKP-MHP seçimleri kaybetseydi, devlet bütün güçleriyle büyük bir terör dalgası estirip parlamentoyu yeniden şekillendirecekti. 2015 seçimlerini yaşadıktan sonra, devletin bir AKP-MHP gerilemesine başka şekilde tepki vermesi de beklenemezdi. 2015 deneyimi bu kadar tazeyken, seçimlere aşırı duygusal yatırım yapılması anlaşılabilecek gibi değil.
Ancak artık biliyoruz ki, iş “derin devlet”e bile kalmadı. AKP bir parça geriletilebilmiş olsa bile, aşırı sağ bir blok olarak (hatta daha da sağa kayarak) meclisteki hakimiyetini pekiştirdi. Ne ana muhalefetin, ne sosyalistlerin çoğunun gündeminde, böyle bir senaryonun olabilirliği dahi yoktu. Somut durumun somut tahlilinden ne kadar uzaklaşıldığını gösteriyor bu.
Üç eksik anlaşılan olgu ve süreçten bahsedebiliriz. Bunlar kısa bir yazıda anlatılamayacak kadar karmaşık. Yine de özetleyelim. Birincisi, piyasacı ve refah devletçi politikalar kadar devlet kapitalisti uygulamaları devreye sokan AKP-MHP, maddi temelleri olan bir rıza rejimi kurdu. İkincisi, bu rıza mahalle mahalle, aile aile örülen ağlar ve gündelik ilişkiler tarafından iyice doğallaştırıldı. Üçüncüsü, ana muhalefet ve liberaller kendilerini AB masallarıyla oyalarken, rejim AB-ABD aksının ciddi gerileyişini doğru okudu ve buna yönelik (delüzyonel boyutları da olan) alt-emperyalist bir rota tutturdu. Bu rota, hâlâ zayıf olan devlet kapitalisti uygulamalara da, eski ruhunu yitiren mahalle-aile örgütlenmelerine de taze kan ve umut pompalıyor. Rejimin bu üç ayağı, onu, (sadece) milyonların ayaklanmasıyla ya da on milyonların sandığa gitmesiyle yıkılamayacak bir kıvama getirdi. Böylesi hegemonik bir rejimle, alternatif bir hegemonya kurmadan mücadele etmenin zemini çok uzun zamandır zaten yok ama, artık hiç kalmamış durumda.
Bu söylediklerimden, seçim siyasetinin tamamen bırakılması gerektiği gibi yanlış bir sonuç çıkarmayın. Parlamenter siyaset Türkiye’de o kadar yerleşmiş durumda ki, ne sağcı, hatta neo-faşist bir hükümet, ne de muhalefet seçime yatırım yapmadan yaşayamaz. Bu yüzden, klasik faşizmden farklı olarak, aşırı sağ diktatörlüğünü kurdukça ve kemikleştirdikçe parlamentoyu da yüceltmeye ve korumaya devam edecek. Toplumsal muhalefetin kendini parlamentoda da var etmesi, orada da sesini duyurması zorunlu. Bunu Togliatti’nin İkinci Dünya Savaşı öncesi İtalyan futbol ligi konusundaki stratejisinin 21. yüzyıl izdüşümü olarak düşünebiliriz. Faşistler futbol kulüplerine hakim oldu diye futbolu bırakacak halimiz yok. Biz de orada örgütlenmeye devam edeceğiz. Ama bunun halkı kurtaracağı yanılsamasına kapılmadan.
***
Fakat ana görevler kesinlikle parlamentonun dışında. Devlet kapitalizmi derinleştikçe sömürü ve talan artacak. Bu da (her zaman grevlerin değilse de) işyeri gerilimlerinin de, doğa katliamının da katmerlenmesi anlamına geliyor. Bu alanlarda daha çok patlama göreceğiz. Sosyalistlerin ilk başta bu mücadeleleri yükseltmesi, fakat bunlara karşı şiddet araçlarının da iyice keskinleşeceğini hesaba katması gerekiyor. İşyeri ve çevre mücadelelerinin birçoğu kısa vadede hezimete uğrayacak. Önemli olan bu mecralarda tecrübe ve kadro kazanılması. Mümkün olan en çok sayıda mücadeleci işçinin, köylünün ve beyaz yakalının kazanılması. Bunun için de çok sağlam kadrolaşma araçlarının geliştirilmesi gerekiyor.
Elbette bunlar yapılırken tansiyonu daha düşük, acilliği daha az mecraları da boşlamamak lazım. Ki bunlar, bahsettiğim kadrolaşma araçlarının geliştirilmesi açısından da çok faydalı olabilir. Bu mecralar mahalledeki imece çalışmalarından okuma gruplarına, sivil toplum kuruluşlarından mesleki örgütlenmelere ve sendikalara kadar uzanıyor. Mesele, bunların devrimci bir şekilde değerlendirilebilmesi.
Tekrar seçimlere dönecek olursak… Sandığın da AKP’yi bir seferde bitirecek bir mecra yerine, yeni bir söylemi, yeni bir ufku yayacak, bir taraftan da kadroları iyice tecrübelendirecek bir mevzi olarak görülmesi daha iyi olur. Seçimlerde başarının ölçüsü AKP’nin ya da Erdoğan’ın yerine onun taklidi olan bir parti ya da lideri getirip getiremediğimiz değil, Türkiye’nin temel meselelerini ne kadar tartıştırabildiğimiz, ne kadar insanın bu partilerden ve liderlerden kopmasını sağlayabildiğimiz olmalı.
Solda birlik meselesini de tüm bu görevler ışığında tartışmak gerekiyor. Türkiye ve Kürdistan’ın çok zengin sosyalist gelenekleri var, ve söz konusu geleneklerin bileşenlerinin yetkin olduğu alanlar kadar, gayet çapsız olduğu alanlar da var. Belirli örgütlerin, tüm devrimci ve demokratik görevleri sırtlanmak yerine, en iyi yaptığı işlere yoğunlaşmalarının kısa vadede çok daha hayırlı olacağını düşünüyorum. Bu tevazunun bir parçası, hepimizin kör noktaları olduğunu teslim edip, birbirimize gereğinden fazla (ve yıpratıcı şekilde) saldırmamak. Karşılıklı eleştiri elzem, ancak bunun yok etme güdüsüyle yapılması her zaman faydalı olmuyor. Bunun basit ve güncel bir örneği HDP ve HDP’ye yakın çevrelerle TİP arasında yaşanan gerilim. Ciddi farklılıklarımız var; bunları inkâr ederek ya da hemen şimdi çözmeye çalışarak değil, gereğinde ittifak yaparak, gereğinde (birbirimizi çiğnemeden) birbirimizi eleştirerek olgunlaşabiliriz ancak.
Elbette köklü bir toplumsal dönüşüm için, farklı sosyalist hatları koordine edecek bir nevi üst-kadro da gerekiyor. Ancak bu üst-kadroyu tanımlayacak 21. yüzyıl parametrelerinin henüz tam şekillenmediğini, ve profesyonel devrimci anlayışımızın hâlâ 20. yüzyılda takılı kaldığını düşünüyorum. Lenin’in Narodnizmi ve Blankizmi soğurup aşması gibi bir sıçrama, henüz yaşanmadı. Bu sıçramanın, şu anda 35 yaşın altındaki kuşağın yeni yüzleri tarafında gerçekleştirileceğini umuyorum.
Yine de bu sıçrama yaşanmadan önce de yapabileceğimiz çok şey var. Yukarıda bahsettiğim mücadeleler derinleştirilirken, (devlet kapitalizmi, diktatörlük ve piyasacı demokrasi dışında) üçüncü bir yol da yavaş yavaş kurulabilir ve bu yönde belirli seçim ittifakları ve (durumu idare eden reformist bir hükümet programı değil de geçiş programı anlamında) programatik adımlar atılabilir, yeni bir kalkınma modelinin köşe taşları oluşturulabilir. Ancak tabandaki mücadele güçlenmedikçe, ve günümüz mücadelelerini hakkıyla koordine edebilecek yepyeni bir profesyonel devrimci kuşağı yetiştirilmedikçe, bu ittifaklar ve programlar havada kalacaktır. Dolayısıyla sol birliği bir amaç değil araç olarak görmeliyiz. Asıl amaç alternatif bir hegemonyayı yavaş yavaş kurmak, bazı aktif mücadeleler (ve hatta seçimler) bu süreci arada bir hızlandıracak olsa da. Solda birlik ancak buna hizmet ediyorsa anlamlı olur, yoksa ayak bağı haline gelir.
Yol yaman, yürüyüş uzun…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.