“Türkiye’de solun kendi bağımsız hattını nasıl kuracağı sorusu merkeze konulmalıdır. Sermayeye, emperyalizme, gericiliğe ve liberalizme karşı bağımsız hat kurulamadığı oranda, daha çok yenilgi ve özeleştiri tartışması yaparız. Kemal Kılıçdaroğlu’nun desteklenmesi tam da bu siyasal başlıkları yaralamıştır”
Sosyalist hareket, özeleştiri ve yeniden inşa dosyası kapsamında sıradaki söyleşimiz Türkiye Komünist Hareketi (TKH) Merkez Komite üyesi Kamil Tekerek ile. Tekerek, solun esas gündeminin sermayeye, emperyalizme, gericiliğe ve liberalizme karşı bağımsız hat kurmak olduğunun altını çizerken seçim sürecinde sosyalistlerin ekseriyetinin Kılıçdaroğlu’na destek vermesinin bu başlıkları zedelediğini ifade ediyor.
Sosyalist hareket açısından yenilgiyi nasıl tanımlamalı, nerede aramalı? Neyin özeleştirisi verilmeli, nasıl bir özeleştiri süreci yaşanmalı?
Öncelikle bahsettiğiniz yenilgi psikolojisini elimizin tersiyle itmek gerektiğini düşünmekteyiz. Bunu, sosyalist solun verili durumunun muhasebesini yapmayı perdelemek adına söylemiyoruz. Elbette bugün Türkiye solunun gücü, toplumsallaşma ve emekçi sınıfları örgütleme düzeyi ele alınmalı en sivri okları kendimize yöneltmeliyiz. Ancak verili seçim sonuçları üzerinden yenildiğimizi merkeze koymak ve özeleştiriyi buradan tarif etmek ön açıcı olmayacaktır. En azından biz komünistler böyle bakmaktayız.
Giriş bölümünde de ifade edildiği üzere, Millet İttifakı’nda cisimleşen düzen muhalefeti çizgisi, “Erdoğan’dan kurtulma” ve “güçlendirilmiş parlamenter sistem” söylemleri son tahlilde burjuva restorasyon programının adıydı. Doğal olarak Türkiye toplumunun yarısı açısından karşılığı olduğunu bildiğimiz bu söylem, muhalefet cephesinin de programını ve ittifaklarını belirlemiştir. Bu noktada Türkiye’de sosyalist hareketin kurduğu toplumsal ilişkiler ve düzen partileri ile mesafenin tanımlanmasında kimi zaman sorunlar ya da yanlışlar olabiliyor. Açmak gerekirse, Türkiye sosyalist hareketi AKP iktidarına karşı mücadeleyi yükseltirken, kendini kıyısından, köşesinden ya da göbeğinden düzen muhalefetine bağlanmak zorunluluğunda hissediyor. Biz seçim sürecinde ısrarla altını çizdik ve şunu dedik: Türkiye toplumundaki AKP’ye dönük öfkeyi örgütlü bir güç haline getirmek durumundayız. Ancak bunun sağa karşı sağ çizgisinin temsilcisi Millet İttifakı’na yâr olmasına da seyirci kalamayız. O yüzden sosyalist solun bağımsız hattını örgütlemeli ve ortaya koymalıyız. Bununla birlikte, Millet İttifakı’na da, adaylarına da kefil değiliz.
Bağımsız hattın örgütlenmesi için bildiğiniz üzere Sosyalist Güç Birliği olarak seçimlerin çok öncesinden itibaren bir çalışma yürüttük. Sosyalist Güç Birliği’nin kimliğini veren en önemli başlık CHP ve HDP dışında bağımsız sol bir duruşun örgütlenmesi idi. SGB bu anlamda parlamento seçimlerinde bir ittifak olarak, seçim pusulasındaki yerini almıştır. Bu durum çok önemli görülmeli ve önümüzdeki dönem ittifaklar politikası anlamında da bir yerde durmalıdır. Ancak bununla birlikte Cumhurbaşkanlığı seçiminde SGB’yi oluşturan bizim dışımızdaki Sol Parti ve TKP doğrudan ve açık bir şekilde Kemal Kılıçdaroğlu’nu desteklemiş bulundular. Emek ve Özgürlük İttifakı da dahil olmak üzere Türkiye’de solun önemlice bir kesimi Millet İttifakı’na destek verdi. Kemal Kılıçdaroğlu yenilince ona destek veren sosyalistler de yenik sayıldılar. Bir özeleştiri yapılması gerekiyorsa öncelikle buradan başlanmalı.
Devamında ise Türkiye’de solun kendi bağımsız hattını nasıl kuracağı sorusu merkeze konulmalıdır. Sermayeye, emperyalizme, gericiliğe ve liberalizme karşı bağımsız hat kurulamadığı oranda, daha çok yenilgi ve özeleştiri tartışması yaparız. Kemal Kılıçdaroğlu’nun desteklenmesi tam da bu siyasal başlıkları yaralamıştır. O yüzden önümüzdeki dönem temel görevimiz düzen muhalefetinin orasına burasına takılmadan doğru bildiğimiz yolda yürümek, emekçi sınıfları sosyalist hatta kazanmak ve toplumsal örgütlenmeyi büyütmektir.
Seçimin politik toplumsal sonuçlarından hareket edersek, politik rejimden hangi saldırı hamlelerini beklemeliyiz? Sosyalist hareket hangi çatışmalara hazırlanmalı?
Önümüzdeki dönem Türkiye’de yeni rejimin ya da İkinci Cumhuriyet’in tam anlamıyla yerleşmek için adımlar atacağı açıktır. Türkiye’nin ekonomik krizini yönetme konusunda sıkıntılar yaşayacak olan siyasi iktidar emekçilere dönük saldırılarını arttıracaktır. Yaz aylarında KDV artışı ile birlikte ortaya çıkan zam dalgası ile birlikte asgari ücret tartışmalarını ve örneğin emekli maaşlarına yapılan zamları birlikte değerlendirdiğimizde tabloyu bir yanından görmüş oluruz. Ekonomik krizin iki tane temel sonucu olan yoksullaşma ve işsizlik başlıklarında, özellikle önümüzdeki dönem işsizliğin daha da artacağı bir döneme girmemiz beklenebilir. Dolayısıyla esas mücadele düzlemi sermaye ile emek arasında kurulacaktır. İşte tam da bunun politik öncülüğüne soyunan bir sosyalist hareket, emekçi sınıfların örgütlenmesi anlamında da mesafe kaydedecektir.
Bununla birlikte laiklik başlığının ne kadar kritik olduğu en son yapılan “kız okulları” tartışması ile bir kere daha görülmüştür. Siyasal İslâmcı güçler toplumsal örgütlenmelerinin dışında Meclis’te de bir güç elde etmiş durumdalar. Buna Cumhur İttifakı’nda cisimleşen Türk-İslâm sentezi çizgisini eklediğimizde karşı devrimci güçlerin bir blok olarak ülkenin yönetimini ve devleti ele geçirmiş olduklarını görüyoruz. Bu noktada özellikle anti-emperyalist mücadele ve laiklik mücadelesinin önemli iki nokta olduğunun altını çizmek durumundayız. Çünkü karşı devrim çizgisine karşı yurtseverlik ve laiklik mücadelesini yükseltmek önem taşıyacaktır. Bu sesin sosyalistler olarak yükseltilmesi ve bu bağlamda emekçilerin temsiliyetinin üstlenilmesi gibi başlıklara hazırlanmak gerekmektedir.
Sosyalist hareketin krizini aşmak için ne yapmalı; kimle yapmalı, nasıl bir kadro ve kitle politikasıyla yapmalı? Nasıl yapmalı; hangi söylem, araç ve yöntemlerle yapmalı? “Sol birlik” ve “ittifak” meselesine nasıl yaklaşılmalı?
Sosyalist hareketin krizinden ziyade, güç olma ve etki yaratma başlıklarına odaklanmalıyız. Bugün emekçi sınıfların kurtuluş mücadelesinin popülizme, etki yaratmayı ise Meclis kürsüsünde yapılan konuşmalara odaklı bir sosyal medya solculuğu bulunuyor. Bunun gibi olmayanlar ise güçsüz ve etkisiz ilan ediliyor. Bu tespitin yanlış olduğunu ortaya koymak durumundayız. Ve tam da bu yüzden Gezi direnişine bakmak yeterlidir. Gezi’de Türkiye solu mücadelenin içerisinde, kitlelere öncülük etmeye çalışarak, politik söylemlerini de toplumsal mücadeleye yön vermek amacıyla ortaya koymuştur. O günlerde hiç kimse güç ve etki tartışmasını bugün yapıldığı şekilde sosyal medya etkisi, Meclis kürsüsünde yapılan şovlar ya da kimin ne kadar televizyonda yer aldığı üzerinden yapmıyordu. O zaman bugün de bu başlığı doğru eksende ele alalım. Mesele burjuva düzene karşı hattın nasıl örgütleneceğidir. Bunun politik hattına ve nasıl bir ittifak olması gerektiğine dair önceki sorularda bazı vurgular yapmıştık.
Türkiye sosyalist hareketi isterse çok güçlü birliktelikler oluşturabilir ya da ittifaklar kurabilir. Meseleyi öncelikle tek başına seçim endeksli birliktelikler olmaktan çıkarmak gerekir. İkincisi, popülist siyasetin dışında gerçek devrimci seçeneğin yaratılmasına odaklanmak gerekir. Üçüncüsü, düzen muhalefetinin dışında bir cephenin toplumsal karakterde ayağa kaldırılması için herkesin işini yapması gerekir. Seçimlerde milletvekili pazarlıkları yapılarak, sürekli taktikleri ön plana çıkararak sosyalist solun mevzilerinin ilerlemesi ancak sanal bir düzlemde olabilecektir.