“Sosyalist hareketin yenilgisi seçim sonuçlarının ötesinde ele alınmalı. Yenilgi seçim sürecinin öncesinde ve sonrasında bağımsız bir özne olarak var olamamakla tanımlanabilir. Yani sosyalistler kendi kavgasının yolunu örmemiş ve başkalarının kavgasında figüran olduğu için yenilmiştir ne yazık ki”
Sosyalist hareket, özeleştiri ve yeniden inşa dosyası kapsamında sıradaki söyleşimiz Devrim Hareketi sözcüsü Erçin Fırat ile. Fırat sosyalist hareketin yenilgisinin seçim sonuçlarının ötesinde ele alınması gerektiğinin altını çizerek bağımsız bir siyasal hat inşa edilememesine işaret ediyor. Kılıçdaroğlu’na destek verilmesinin de bu hattın inşa edilememesi sürecine katkı sunduğunu ekliyor.
Önümüzdeki süreçte laiklik mücadelesinin büyük bir önem arz ettiğini söyleyen Fırat, bu mücadelenin henüz bir sahibi olmadığı konusunda da uyarıyor. Bu boşluğu dolduracak bir mücadele cephesi ihtiyacına vurgu yapan Fırat, ittifak/birlik konusunun da bunun gibi ortak hedeflerin netleştiği zeminlerde anlam kazanacağının altını çiziyor.
Sosyalist hareket açısından yenilgiyi nasıl tanımlamalı, nerede aramalı? Neyin özeleştirisi verilmeli, nasıl bir özeleştiri süreci yaşanmalı?
Sosyalist hareketin yenilgisi seçim sonuçlarının ötesinde ele alınmalı. Yenilgi seçim sürecinin öncesinde ve sonrasında bağımsız bir özne olarak var olamamakla tanımlanabilir. Yani sosyalistler kendi kavgasının yolunu örmemiş ve başkalarının kavgasında figüran olduğu için yenilmiştir ne yazık ki.
Seçim sürecinin çok öncesinden başlayarak CHP merkezli ciddi bir basınç oluşturuldu. CHP’nin belirlediği adaya destek vermek dışında bir ihtimalin tartışılmasını dahi engellemek üzere kurulan bu basınç başarılı oldu. CHP medyasıyla, bir dönemin ‘yetmez ama evet’çisi şimdi muhalefette köşe başlarına yerleşmiş isimlerle ve hatta ne yazık ki solun önemli bir bölümüyle yürütüldü bu süreç. Daha açık ifade edeyim. Özellikle Cumhurbaşkanlığı seçimi için “Bu referandumdur” tahlili yapılarak ya da “İkinci turda oy vereceğimiz adaya ilk turda neden oy vermeyelim?” gibi ilginç argümanlarla süreç doğrudan örgütlendi. Bu konuda özellikle TİP’in ve SOL Parti’nin büyük payı olduğunu düşünüyorum. Yaklaşık iki yıldır bu fikirlerini ifade ettikleri için açıkça yazmakta sorun yok. Esas olarak bu fikir, yani düzen güçlerinden birinin kazanması ve bu kazanım sonucu “nefes alma” ihtimaline yatırım yapılan strateji solun kendi bağımsız hattını kurmasının önündeki en önemli engellerden birisi. Seçim sonrası oluşan tablonun, kimi zaman doğrudan CHP tezleriyle kimi zaman da aynı tezlerin türevleriyle süreci örgütleyen arkadaşlarımızın bu stratejiyi terk etmelerine vesile olmasını umalım.
Bu fikrin örgütlenmesine katkı sunanların süreçteki rolü ne kadar hatalıysa buna direnemeyenlerin de o kadar hatası var. Bu basınç sosyalistler tarafından durdurulmalı ve sosyalistler cumhurbaşkanlığı seçimlerine bağımsız bir adayla girebilmeliydi. Türkiye uzun süredir iki partili hale getirilmeye çalışılıyor ama bu tabloya sığmayan çok ciddi bir toplumsallık var. Kimi sağ partilerin çıkardığı Cumhurbaşkanı adaylarının dengeleri nasıl değiştirebildiği önemli bir veri bu konuda. Hatta bu adayların yer yer düzenden umudunu kesmiş kitlelere seslenmeyi başarabildiğini bile söyleyebiliriz.
Bunları yaklaşık iki yıldır sosyalist Cumhurbaşkanı adayının çıkarılması gerektiğini savunan, bu ihtiyacı örgütlemeye çalışan bir hareketin üyesi olarak söylememin nedeni haklı çıktığımızı vurgulamak değil. Stratejide köklü bir değişikliğe gitmediğimizde, bizim olmayan kavgalarda yenilgilerle devam edecek bir sürecin önüne geçemeyeceğimizi kanıtlayan bir seçim yaşadık. Çünkü seçim dönemi boyunca CHP’yi ve hatta Altılı Masa’yı neredeyse hiç eleştirmeyen siyasi partiler, hareketler seçim dönemi sonrası “Sağcılıkla sağcılık yarıştırırsanız böyle olur” demeye başladı. Her seçim dönemi başlayınca tekrar başa dönüyoruz ve düzen muhalefetini eleştirmek neredeyse suç sayılıyor. Bu süreçlerin tekrar etmemesi için sosyalistlerin kendi kavgalarını örgütlü kılmaya ve büyütmeye odaklanması, Türkiye devriminin stratejisini tartışması gerekiyor. Tek başına bir seçim süreci değerlendirmesi ya da özeleştirisi yetersiz kalır. CHP’nin hamlelerine, HDP’yle yapılan milletvekilliği tartışmalarına dönük değerlendirmelerin ön açıcı olması bir yana sosyalist hareketi daha fazla gerilettiğini deneyimledik.
Seçimin politik toplumsal sonuçlarından hareket edersek, politik rejimden hangi saldırı hamlelerini beklemeliyiz? Sosyalist hareket hangi çatışmalara hazırlanmalı?
Saldırıları yalnızca kendimize yönelecekmiş gibi ele alırsak hata yaparız. AKP bugüne kadar hep topluma, halka saldırarak ilerledi. Sola yönelik saldırıları da aslında işçi sınıfının tarihsel birikimine, yurttaşlık haklarına ve Cumhuriyet kazanımlarına yönelik karşı devrimci harekatın parçası olarak anlam kazandı. Dolayısıyla hazırlık da mutlaka toplumsal olmalı, karşı devrim sürecini sona erdirmeye yönelik bir kitlesel örgütlülüğü ve kitle seferberliğini temel almalı.
Özellikle tarikatlar ve cemaatler konusunu önemsemeliyiz. Eğitimde, sağlıkta devletin birçok kurumunda ciddi anlamda yayılmış olan tarikatların önünün daha fazla açılacağını geçtiğimiz hafta yaşanan gelişmeler de tekrar gösterdi. Toplumsal olarak desteği olmayan ama ciddi devlet kaynaklarına, büyük mali organizasyonlara sahip hale gelmiş bu odaklarla mücadele çok daha yakıcı hale geldi.
Yine enflasyon, zamlar ve ortaya çıkan büyük bölüşüm sorunu düzen açısından kriz yaratıyor. Seçime giden süreçte bankaların rekor kârları, yüzdürülen batık şirketler ve teşviklerle oluşturdukları seçim ekonomisinin yükünü emekçi halka yıkmaya başladılar bile. Bu anlamda hem yoksullaşmaya karşı halk tepkisinin hem de işçi sınıfının zaten var olan mücadelelerinin politikleştirilmesi ve taleplerinin siyasal alana taşınması çok önemli.
Hemen seçim sonrası muhalefete Merdan Yanardağ üzerinden sopa gösterildiğini de not edelim. Bu tip hamleleri sessizlikle kabullenmek önümüzdeki süreçlerde çok daha büyük saldırı hamleleriyle karşılaşmamıza sebep olacaktır. Aynı durum Can Atalay’ın hâlâ hukuksuz biçimde içeride tutulması ve iktidarın stratejisine uygun biçimde Yargıtay’ın tahliye talebini reddetmesi ile de görüldü. Bu saldırıların ve hukuksuzlukların tekil tekil kişilere ya da yalnızca sola yönelik olmadığını, halka karşı yürütülen karşı devrimci operasyonun parçası olduğu akıldan çıkarılmamalı, gidişata karşı güçlü çıkışlar örgütlenmeli.
Sosyalist hareketin krizini aşmak için ne yapmalı; kimle yapmalı, nasıl bir kadro ve kitle politikasıyla yapmalı? Nasıl yapmalı; hangi söylem, araç ve yöntemlerle yapmalı? “Sol birlik” ve “ittifak” meselesine nasıl yaklaşılmalı?
Sosyalist solun büyük bölümünde kadroların kitleye dönüştüğünü/dönüştürüldüğünü söyleyebilirim. Zaten bunun farkında olarak bu sorunun yöneltildiğini varsayıyorum. Mevcut durum aslında önceki soruda tartıştığımız sürecin sonucu. Kitleyi ürkütmemek adına ortalama muhalif söylemlere hapsolmak, kadroların da ortalama muhalif kitleye dönüşmesine yol açıyor. Bu durum sosyalistleri kitlelerin sözcüsü falan da yapmıyor, çünkü ortalama muhalif söylem doğrudan düzen muhalefetinin yayın organları tarafından üretiliyor. Yani sosyalistler halkın çıkarlarını savunmak yerine düzen muhalefetinin sosyal demokrat bile olamayacak politikalarını daha “cesur” ve “yüksek sesle” ifade ederek öne çıkmaya çalışıyor.
Sosyalist politikalarla kitleyi harekete geçirmek ve dönüştürmek yerine sosyalist hareketi baştan aşağıya başkalarının belirlediği, dönüştürdüğü bir dönemi yaşıyoruz uzun süredir. Bunun kökeni yine bağımsız hattın yaratılamamasında aranmalı. Bu bağlamda ittifaklar meselesini de tartışabiliriz.
İttifak ortak hedeflerle kurulabilir. Örneğin sadece AKP’ye karşı olmak ittifak için yeterli bir zemin değildir. Türkiye’nin bağımsızlığı, tarikatlara karşı laiklik mücadelesi, sermayeye karşı emeğin tarafında olmak gibi meselelerde ortaklıklarımız yoksa ittifakların sosyalist siyaset açısından politik bir önemi kalmıyor. Örneğin seçim süreci boyunca Emek ve Özgürlük İttifakı içerisinde HDP ve TİP arasında yaşanan tartışmada herhangi bir politik argüman göremedik. Konu tamamen tarafların pragmatik yaklaşımlarına odaklı biçimde ilerledi. Sosyalistlerin kendi fikirlerini, ayrım noktalarını ifade etmeden en çok vekil nasıl kazanılır üzerinden yaptığı karmaşık grafiklerin bize kazandırmak bir yana toplumu seçmene indirgeyen siyaset anlayışını beslediğini düşünüyorum. Yani politik olmayan salt pragmatik ittifakların önümüzdeki süreçte yeri olmamalı.
Bizim de içinde olduğumuz Sosyalist Güç Birliği İttifakı ise yukarıda saydığım temel mücadele alanlarında ortak hedefler belirleyip, mücadele alanları kurma potansiyeli taşımasına rağmen bunu başaramadı. Yine burada en önemli neden seçim konusunda bağımsız bir çıkışı ortak tutuma dönüştürememek oldu diyebilirim.
Yakın vadeli bu iki deneyimden pragmatik ittifakların kesinlikle reddedilmesi gerektiği, ilkelerde anlaşılsa dahi mücadeleyi yükseltemeyen ittifak girişimlerinin ise ilerletici olamadığı sonucunu çıkarabiliriz.
Sosyalistler baştan belirlediği somut hedeflerle, mücadele alanları kurma ve mevzi elde etme amaçlı ittifaklar kurmalı. Hangi konularda anlaşılıp, hangi konularda anlaşılamadığı açıkça belirlenmeli. Bunun başarılamadığı tüm örneklerin sonuçlarını hep birlikte yaşadık.
Önümüzdeki dönemde ittifak oluşturabilecek iki önemli başlık var.
Türkiye’de cumhuriyetçiler, laiklik mücadelesi tam anlamıyla sahipsiz kaldı. Başta tarikat ve cemaatlerle mücadele etmeye niyetli kimse yok. Bu konuda geniş bir mücadele cephesine ihtiyacımız var. Sosyalistler CHP’den umudunu kesmiş, mücadele etmeye niyetli kitleleri böyle bir mücadele cephesinde yan yana getirebilir.
Bir de yaklaşan yerel seçimler var. Sosyalistlerin yarattığı yerel deneyimlerin önemini tarihimizdeki birçok örnekte gördük. Bu seçimlerde Türkiye’nin çeşitli noktalarında yeni örnekler yaratılabilir. Sosyalist belediyeler için şimdiden hazırlıklara başlanmalı. Burada yine HDP ve CHP’den bağımsız olarak sosyalistlerin bir araya gelerek yöntem belirlemesi gerekiyor. Topluma sosyalistlerin nasıl yönettiğini, yönetebildiğini göstermesi açısından önemli bir fırsat var önümüzde. Geçtiğimiz seçimden çıkarılan dersler umarım bu yerel seçimlere giderken CHP ve HDP merkezli gündemlerden çıktığımız ve kendi kazanımlarımıza odaklandığımız bir süreci başlatmamızı sağlar.