Podemos’un 15M’nin işgal altındaki meydanlarından hükümete nasıl geçtiğini gördük. Ancak, belki de biraz farklı bir gerçeklikte, devrimci bir parti kurmak için bir ivme verebilir miydi? Bu salt bir spekülasyon gibi görünüyor. Tüm tarihsel kanıtlar bu sol çatı partilerin kitleleri devrimci fikirlere doğru çekmek yerine, devrimcileri sağa sürüklediğini gösteriyor
Tempest’tan Andrew Sernatinger’e sol çatı partilerle [broad left parties] ilgili polemiğime verdiği düşünülmüş yanıt için teşekkür etmek isterim. Bu tartışma kesinlikle bu karmaşık sorular üzerinde düşünmeme yardımcı oluyor. Jimena’dan bir yanıt yazarak bana katılmasını istedim. Podemos, Syriza ve Arjantin’deki FIT deneyimlerini tartışarak başlamış olsak da, yoldaş Sernatinger’in argümanı gerçekten soruyu ortaya koyuyor: Amerika Birleşik Devletleri’nde sosyalizm için mücadele eden bir işçi sınıfı partisini nasıl inşa edebiliriz?
Bu yanıtta, sol çatı partilerin sınırlarına bakmaya devam edeceğiz ve ardından ABD’li sosyalistlerin çıkarabileceği dersler konusunda daha açık olmaya çalışacağız.
Yoldaş Sernatinger ve ben sınıf bağımsızlığı konusunda bazı temel önermelerde hemfikiriz. Marx ve Engels’e kadar uzanan devrimci sosyalistlerin savunduğu gibi, ne kadar yetersiz olursa olsun, işçi sınıfının siyasi bağımsızlık yolunda attığı her somut adımı desteklememiz gerekir. Her durumda, sayısız taktik ortaya koymalı, ancak her zaman devrimci bir parti kurmaya doğru ilerlemeye çalışmalıyız.
ABD sosyalist hareketinin tarihi bu esnekliğin çarpıcı örneklerini sunmaktadır. Troçkistler 1930’larda yeni bir devrimci komünist parti kurmak için yola çıktıklarında, sadece bir parti ilan etmediler. Bunun yerine, sola kayan bağımsız bir oluşum olan Amerikan İşçi Partisi ile birleştiler. Ardından, reformist Sosyalist Parti içinde kitlesel bir radikalleşme meydana geldiğinde, Troçkistler SP’ye girmek için kendi örgütlerini feshettiler. Gençlerin çoğunu da yanlarına alarak bu partiden ihraç edildiklerinde, CIO (Endüstriyel Örgütler Kongresi, ABD ve Kanada’da endüstriyel sektörlerdeki işçilerin örgütlendiği bir sendika federasyonudur, Ç.N.) içinde bir işçi partisinin kurulmasına ilişkin tartışmalar yaşandı. Troçkistler de devrimci bir azınlık olarak bir işçi partisine katılmaya istekli olduklarını açıkladılar. (Bu hiçbir zaman gerçekleşmedi, çünkü CIO yönetimi sonunda Demokrat Parti ile aynı çizgiye geldi). Sosyalist İşçi Partisi, ABD işçi sınıfının öncü kesimleriyle birlikte yaşanan bu pek çok deneyimin sonucunda nihayet 1938 yılında kuruldu.[1]
Çok daha küçük ölçekte, Left Voice olarak izlediğimiz yol da aynı esnekliği gösterdi. Örneğin bazı yoldaşlarımız Demokrat Parti’den kopma çağrısı yapan ve devrimci sosyalist fikirler için mücadele eden DSA’ya[2] (Amerikan Demokratik Sosyalistleri) katıldı. Tempest’tan çok da farklı değildi. Kürtaj hakları için büyük eylemler düzenlemek üzere Tempest üyeleriyle de birlikte çok geniş koalisyonlar kurduk.
Ama kesin olarak inanıyoruz ki gerçek sınıf bağımsızlığı yalnızca devrimci bir parti biçimini alabilir. Eğer hepimiz işçi sınıfının çıkarlarının kapitalistlerin çıkarlarıyla taban tabana zıt olduğu ve “modern devletin yürütmesinin tüm burjuvazinin ortak işlerini yöneten bir komiteden başka bir şey olmadığı” konusunda hemfikirsek, o zaman yalnızca kapitalistleri ve onların devletini devirmeyi amaçlayan bir parti gerçekten bizim tarafımızdadır. Bu sadece örgütsel olarak bağımsız olmakla değil, aynı zamanda siyasi ve ideolojik olarak da bağımsız olmakla ilgilidir, ki bu da ancak sınıfımız burjuvaziyi devirmek için aktif olarak mücadele ettiğinde mümkündür.[3]
Devrimci bir partiye duyulan ihtiyaç tarih boyunca kendini göstermiştir: kapitalistler tarafından ezilen ya da reformistler ve Stalinistler tarafından saptırılan sayısız devrimci süreç gördük. Devrimci kabarma anlarında, işçi sınıfı içinde belirli bir etkiye sahip devrimci bir örgütün varlığı zafer için belirleyici koşuldur.
Hayatımız boyunca daha fazla ayaklanma ve devrimci kriz yaşayacağımız kesindir. “Tarihin sonu” olarak ilan edilen neoliberal dönem boyunca, devrim tartışmaları çok uzak ve hatta ütopik görünüyordu. Ancak şimdi, yeni küresel çatışmalar ve yükselen sınıf mücadeleleri görüyoruz. Krizler, savaşlar ve devrimler çağının geri dönüşü.
Emperyalist canavarın göbeği olan Amerika Birleşik Devletleri’nde bile sarsıntılar yaşanıyor. Black Lives Matter ayaklanması, yeni işçi hareketi ve DSA’nın büyümesi bağımsız sosyalist siyaset için potansiyel olduğunu gösteriyor. Yine de Demokrat Parti, her zaman olduğu gibi, hareketleri himayesi altına alan bir makine olmuştur. Sınıf bağımsızlığına doğru atılacak bir adım neye benzeyebilir?
İspanya’da Podemos ve Yunanistan’da Syriza deneyimleri ABD solundaki tartışmalarda sürekli gündeme geliyor. Syriza ve Podemos protesto hareketleri sonucunda kitlesel etkiye ulaştı. İspanya’da 2011 yılında meydanları işgal eden Indignados ya da 15M hareketi Podemos’a ivme kazandırırken, Yunanistan’da kemer sıkma politikalarına karşı 32 genel grev Syriza’nın hızla büyümesine yol açtı.
Syriza’nın sol kanadından Stathis Kouvelakis, partisinin “şimdiye kadar mevcut durumda eksik olan siyasi bir tercüme sağlayarak … insanların hayal gücünü ele geçirdiğini” söyledi. Ve toplumsal hareketlerin bu şekilde siyasallaşması tam da sosyalistlerin hedeflediği şeydir. Ancak Syriza, işçilerin ve gençlerin kemer sıkma politikalarını nasıl durdurabileceklerine dair siyasi bir strateji sunmadı. Tam tersine, kitlelerin enerjisini bir “sol hükümet” için seçim kampanyasına yönlendirdi. Syriza ile sağcı bir partinin koalisyonundan oluşan sonraki Yunan hükümeti tek bir kemer sıkma önlemini bile durduramadı. Podemos sosyal demokrasinin küçük ortağı olarak İspanya hükümetine katıldığında da benzeri bir durum yaşandı.
Bu tür partilerin bir model olarak gösterilmesi şaşırtıcıdır. Oysa Tempest, devrimci sosyalistlerin İspanyol devletindeki Podemos’un ve diğer geniş sol partilerin bir parçası olması gerektiğini savunan halka açık bir etkinlik düzenledi. DSA hakkında yakın zamanda düzenlenen bir panelde Reform&Devrim [Reform&Revolution] grubundan Stefan Kimmerle de benzer şekilde İspanyol devletindeki Antikapitalistler [Anticapitalistas] grubunun “diğerleriyle birlikte Podemos’u kurması ve orada Marksist bir yol için mücadele etmesini” övdü. Kimmerle devrimcilerin Syriza’nın da bir parçası olması gerektiğini ekledi. Bu yönelimin “işe yaramadığını” kabul etti ama en azından “Antikapitalistlerin kendilerini inşa ettiklerini” söyledi.
Ancak, açık hedefi emperyalist bir devletin hükümetini yönetmek olan, çok sınıflı, sosyalist olmayan bir parti Podemos’u kurmak ve aynı anda bunun tam tersi Marksist bir çizgide mücadele etmek nasıl mümkün olabilir? Hem Syriza hem de Podemos geleneksel partilerden nefret eden ve toplumu değiştirmek isteyen bir gençlik katmanını kendilerine çekti. Sonuç olarak, bu partilere yönelik somut taktiklere sahip olmak çok önemliydi. Ancak böyle bir politika, yönetimin reformist ve seçimci programına radikal muhalefete dayalı devrimci hizipler inşa etmeyi amaçlamalıydı.
Antikapitalistler hiçbir zaman Podemos içinde devrimci bir muhalefet olarak hareket etmediler, partinin kurucuları ve lideri Pablo Iglesias’ın en hevesli destekçileri arasında yer aldılar. Bu şekilde, toplumsal hareketleri himayesi altına alan ve onları burjuva kurumlara yönlendiren yeni bir partinin yaratılmasına yardımcı oldular.[4]
“Neoreformizm” terimini, bu partilerin klasik sosyal demokrasinin ya da 20. yüzyılın başlarındaki işçi partilerinin bir tekrarı olmadığını belirtmek için kullanıyoruz. Syriza ve Podemos hiçbir zaman işçi partisi olmadılar. Bir sınıfı değil atomize olmuş bir “yurttaşlığı” temsil etmeyi amaçladılar. Sınıf bilincini arttırmadılar çünkü sınıf temelli partiler değillerdi. Elbette bu partiler öncelikle ücretlilerden oluşuyordu. Ancak bu, gelişmiş bir kapitalist ülkedeki hemen her parti için geçerlidir. Sendikalar gibi örgütlü işçi gruplarına dayanmadıkları gibi, programları da işçiler ve kapitalistler arasında temel bir ayrım yapmıyordu. Ayrıca amaçlarının reformist bir yolda bile olsa sosyalist bir toplum yaratmak olduğunu asla söylemediler. Bunun yerine demokrasiyi yeniden tesis etme ve neoliberal politikalara son verme sözü verdiler.
Neoreformist partiler, işçi sınıfı içinde organik bir tabanı olmayan seçim aygıtları olma eğilimindedir. Amaçları, seçimlerde harekete geçirilebilecek pasif destekten oluşan kitle tabanı inşa etmektir. Liderler destekçileriyle öncelikle kapitalist medya aracılığıyla iletişim kurarlar. Örneğin Podemos’un kurucusu Pablo Iglesias kararların çevrimiçi “referandumlar” yoluyla alınmasını seviyordu; ancak Podemos’ta sorunları formüle edebilen ya da olası çözümleri önerebilen tek kişi kendisiydi. Bu işçi demokrasisine hiç benzemiyor, daha çok bir milyarderin Twitter anketlerine benziyor. Neoreformist partiler aslında sosyal demokrat atalarından bile daha az demokratiktir. Ve bu örgütler kesinlikle işçi sınıfının ya da toplumsal hareketlerin öz-örgütlenmesini teşvik etmezler, aksine pasifliği teşvik ederler.
Birkaç on yıl önce Avrupa’da hala yüz binlerce hatta milyonlarca işçiyi örgütleyen reformist partiler vardı. Syriza ise ulusal seçimleri kazansa bile hiçbir zaman kağıt üzerinde 30 binden fazla üyeye sahip olamadı. Parti milyonlarca oy alabiliyordu ama Atina’daki gösterilere genellikle sadece birkaç yüz kişilik bir grupla katılıyordu.[5] Reformizmin yaşam döngüsü de çok daha hızlı hale geldi. Eski sosyal demokrat partilerin radikal muhalefetten bakanlık koltuğuna oturması on yıllar alıyordu. Şimdi Podemos ve Syriza gibi partiler, kuruluş ilkelerine, onları formüle ettikten sadece birkaç yıl sonra ihanet ediyorlar. Önce trajedi, sonra da komedi olarak.
Bu küçük burjuvazi merkezli çok sınıflı bir tabana ve kapitalizmi sona erdirmeden kemer sıkmaya son vermeyi vaat eden reformist bir programa sahip sol çatı partiler her zaman işçi sınıfını satacaklardı. Marksistler olarak bu konuda net olabiliriz ve olmalıyız da. Ancak bu tür oluşumlar işçilerin ve gençlerin daha geniş kesimlerini bir araya getirdiğinde, reformizme herhangi bir siyasi destek vermeden onlarla etkileşime geçmek için farklı taktikler kullanırız.
Yoldaş Sernatinger’in iddia ettiğinin aksine, reformist bir parti kurmak başka bir şey, var olan bir partiye devrimci bir muhalefet olarak katılmak ise çok başka bir şeydir. Antikapitalistler Podemos’u kurmak için pek çok altyapı sağladılar ve hiçbir zaman temel bir alternatif önermediler. Partilerinin emperyalist bir hükümete katılmasından sadece aylar sonra Podemos’tan ayrıldılar. Bu devrimci bir kopuş değildi. Bunun yerine İspanya’nın ikinci başbakan yardımcısı Iglesias ile “dostane bir ayrılık” yaşadıklarını kamuoyuna duyurdular.
Eğer amacımız insanları devrimci sosyalist siyasete kazanmaksa, Iglesias’a ve onun reformist projesine karşı olduğumuzu açıkça belirtmeliyiz. Iglesias şu anda işçi sınıfı ailelerinin evlerinden çıkarılmasından, ezilen ulusların kendi kaderlerini tayin hakkının reddedilmesinden ve dünyanın dört bir yanına emperyalist birlikler gönderilmesinden sorumludur. Bu her zaman Iglesias’ın hedefiydi ve devrimcilerin onu destekleyerek kazanacakları hiçbir şey yoktu.
Syriza ve Podemos’un moral bozukluğuna yol açtığı konusunda elbette hemfikir olsak da, yoldaş Sernatinger sol çatı partilerin sınıf bağımsızlığına doğru potansiyel basamaklar olabileceğini savunuyor. Podemos’un 15M’nin işgal altındaki meydanlarından hükümete nasıl geçtiğini gördük. Ancak, belki de biraz farklı bir gerçeklikte, devrimci bir parti kurmak için bir ivme verebilir miydi? Bu salt bir spekülasyon gibi görünüyor. Tüm tarihsel kanıtlar bu sol çatı partilerin kitleleri devrimci fikirlere doğru çekmek yerine, devrimcileri sağa sürüklediğini gösteriyor.
Yoldaş, Friedrich Engels’in New York’ta yeni bir işçi partisine desteğini ifade ettiği 1886 yılına ait bir analoji öneriyor: “Harekete yeni katılan her ülke için önemli olan ilk büyük adım, her zaman işçilerin bağımsız bir siyasi parti olarak örgütlenmesidir.” (Burada önemli bir bölümün altını çizdik.) Syriza ve Podemos gibi partiler, reformist işçi partilerinin on yıllardır ya da İspanya’daki PSOE örneğinde olduğu gibi yüzyılı aşkın bir süredir var olduğu ülkelerde kuruldu. Yeni neoreformist partilerin kurulması işçi sınıfı için daha fazla siyasi bağımsızlıkla mı sonuçlandı? Podemos ve PSOE şu anda emperyalist bir hükümette birlikte yer alıyor. Peki herhangi biri burjuvaziden bağımsız mı?
Hem Syriza hem de Podemos her zaman parlamentoda çoğunluğu kazanmak için burjuva partileriyle koalisyon kurmak zorunda kalacaklarını söyledi. Farklı mücadele süreçlerinde yer alan işçi sınıfı destekçilerini burjuvazinin temsilcileriyle birleşmeye çağırıyorlardı – ve bu anlamda sınıf bağımsızlığını zayıflatıyorlardı. Reformistler işçi sınıfını burjuva egemenliğini kabul etmeye çağırdıkları için, en iyi haliyle bile reformizm sınıf bağımsızlığının yalnızca çok sınırlı bir biçimidir.
Tempest ve Reform&Devrim, bu partileri desteklememiz gerektiğini çünkü gelişimlerinin “öngörülebilir bir sonuç ” ya da “kaçınılmaz” olmadığını söylüyor. Biz de karşı çıkacağız: Evet, kaçınılmazdı! Iglesias her zaman majestelerinin hükümetinde bir bakan olma niyetini dile getirdi. Başarılı ya da başarısız olabilirdi, ancak İspanyol devletine karşı devrimci bir mücadeleye liderlik etmeyi bir an bile düşünmedi.
Bunun öngörülecek bir sonuç olmadığını varsayarsak, kritik bir bilanço çıkarmak daha da aciliyet kazanıyor. Antikapitalistler Podemos’un kurulmasına yardımcı olurken, DEA gibi Troçkist gruplar Syriza’nın kurucuları arasında yer aldı. Bu neoreformist partiler sadece ihanet ve moral bozukluğu getirdi. Peki bu gruplar böylesine korkunç bir sonuçtan kaçınmak için neyi farklı yapmalıydı? Çıkarılan tek ders, gelecekte bu tür partilerin daha fazla kurulması gibi görünüyor.
Yoldaş Sernatinger, Left Voice’ü 1919’dan sonra Komünist Enternasyonal’e katılan ultra-solcularla ve özellikle de radikal süfrajet Sylvia Pankhurst ile karşılaştırıyor. Bu samimiyetsiz bir yaklaşımdır. Pankhurst “reformizmden bağımsızlıktan” söz ettiğinde, komünistlerin reformist liderlerle her türlü eylem birliğini reddetmeleri gerektiğini kastetmiştir. Lenin ultra-solculara verdiği yanıtta, komünistleri burjuva parlamentolarında çalışmaya, reformist sendikalarda çalışmaya ve tüm işçi hareketinin birleşik cepheleri için mücadele etmeye çağırıyordu. Biz bunu zaten yapıyoruz ve yoldaş da bunu biliyor; çünkü bunu Tempest ile birlikte sık sık yapıyoruz. Bildiğimiz kadarıyla Lenin hiçbir zaman komünistleri reformist partiler kurmaya ve böylece bu partiler içinde Marksist bir kanat oluşturmaya çağırmadı. Tam tersi, Lenin’in komünistleri reformistlerden ve orta yolculardan tamamen bağımsız partiler kurmaya çağıran yüzlerce alıntısını bulabiliriz.
Yoldaş Sernatinger, Lenin’den, emekçi kitlelerin reformizmin vaatlerini yerine getiremeyeceğini ancak kendi deneyimleriyle öğrendikten sonra devrimci sonuçlara varacaklarını aktarıyor. Bu, şimdi olduğu gibi o zaman da şüphesiz doğrudur. Dolayısıyla devrimcilerin bu deneyime eşlik edecek ve hızlandıracak taktiklere ihtiyacı vardır. Bu da reformist parti ve sendikalarla eylem birliği, sınıf mücadelesinde ortak deneyimler ve reformist liderlerden sınıf mücadelesini ilerletecek cesur taleplerde bulunmak anlamına gelir.
Ne yazık ki bu Leninist mantık, devrimci solun on yıllar boyunca geri çekilmesiyle aşamacı bir stratejiye dönüşmüştür. 1990’lardan bu yana pek çok devrimci sosyalist, bir tür sol çatı partinin açıkça devrimci bir örgütlenmeye doğru kaçınılmaz bir ilk adım olacağına karar verdi. (Örneğin eski ISO’nun on yıllar boyunca Yeşil Parti için kampanya yürütmesine yol açan stratejik mantık buydu.) Bu da oldukça tuhaf bir siyasi sonuca yol açıyor: Devrimciler önce kaçınılmaz olarak kitlelere ihanet edecek reformist bir parti inşa etmeli, kitleler de aniden reformist hainleri destekleyen ve onlar için kampanya yürüten aynı devrimcilere dönmeli. Bu korkunç bir plandır ve deneyimler bunu doğrulamıştır. Syriza’nın eski sol kanadı neredeyse tamamen ortadan kayboldu ve Anticapitalistas, İspanyol emperyalizmini yönetecek yeni bir partinin kurulmasına yardımcı olmadan önceki halinden daha güçlü görünmüyor. Anticapitalistas’ın önde gelen üyeleri biraz daha ünlü olabilir, ancak Iglesias’ın arkadaşları olarak biliniyorlar.
Bu bağlamda Arjantin’deki İşçilerin Sol Cephesi-Birlik (FIT-U) örneği önemlidir. On yıldan uzun bir süredir varlığını sürdüren ve ulusal seçimlerde yüzde 5’ten fazla oy alan bağımsız devrimci örgütlerin koalisyonunu işaret ediyor. Jujuy kentinden yerli bir temizlik işçisi olan Alejandro Vilca, özellikle yoksul olan eyaletinde yüzde 23’e varan oy aldı. Myriam Bregman gibi yoldaşlar Ulusal Meclis’te yer alıyor ve sadece kürtaj hakları için mücadelenin ön saflarında yer almakla kalmıyor, aynı zamanda kapitalizmi sona erdirmekten de açıkça bahsediyorlar.
Yoldaş Sernatinger, “Birleşik Devletler’deki tamamen farklı koşullar” nedeniyle FIT-U örneğini kullanmıyor. İspanya ya da Yunanistan’daki koşullar daha mı az farklı? Her ülke farklıdır. Devrimcilerin sınıf bağımsızlığı bayrağı altında milyonlarca insana ulaşabildiği Arjantin örneğine yakından bakmalıyız. Tempest şu ana kadar bir model olarak FIT yerine Podemos’u öne çıkarmayı tercih etti. Umarız yoldaşlar FIT deneyiminden bizim için çıkarılacak dersleri tartışabileceğimiz benzer bir etkinlik düzenlerler. Şili, Meksika ve Brezilya‘da devrimcilerin reformistler olmaksızın sınıf bağımsızlığı temelinde birleştiği örnekler de mevcuttur.
Tempest ile DSA’ya müdahaleleri konusunda birçok anlaşmamız olmasına rağmen, DSA’da da benzer bir şeyi tartışırdık. Birkaç yıl önce devrimcilerin DSA’da oldukça açık bir şekilde çalışabildiği bir dönem vardı. Ancak örgütün sınıf bağımsızlığı konusundaki tutumu her zaman kaypaktı ve neredeyse hiç kimse Demokrat Parti politikacısı Bernie Sanders için kampanya yürütülmesine karşı çıkmadı.[6] DSA’nın kısa süreli radikalizmi her zaman yerini Demokratlar için seçmen kaydı kampanyalarına bırakacaktı. Sanders’ın emperyalizmine yönelik bahaneler, demiryolu grevinde AOC[7] ve Demir Kubbe’de Bowman[8] gibi daha kötü ihanetlere zemin hazırladı. Rosa Luxemburg’un dediği gibi, reform ya da devrim sorunu sosyalist hareketin “olmak ya da olmamak” sorunudur ve DSA uzun zaman önce “olmamayı” seçti. Reformizmden devrime barışçıl bir evrim asla olmayacaktı. En iyi umudumuz devrimci bir kopuştu.
Tempest ve Left Voice, sosyalistlerin Demokratlardan kopmak için kampanya yürüterek DSA içinde radikal bir muhalefet olarak çalışabilecekleri konusunda genel hatlarıyla hemfikir. Her iki yayın da DSA Demokrat Parti’ye daha derinden yerleştikçe bu yönelimin sınırlarından açıkça bahsetti. Bu nedenle, sosyalizm için mücadele eden bir işçi sınıfı partisi için bir kampanyayı tartışmanın zamanının geldiğine inanıyoruz. Bu Syriza ya da Podemos gibi bir sol çatı parti ile aynı şey olmayacaktır. İşçi sınıfının merkezde olduğunu ve sosyalizm hedefini vurguluyor olacağız.
Bu partiyi inşa etmek için gördüğümüz yol basitçe “kızıl bayrağı yükseltmek” değil. Bu kötü bir başlangıç olmasa da sınıfımızın mücadelelerini birleştirmek ve siyasallaştırmaktır. Bu, kemer sıkma politikalarına, emperyalizme, sistemik ırkçılığa, sağa ve onun saldırılarına karşı mücadele etmek ve işçilerin sendikalaşma hakları, herkese parasız sağlık hizmeti ve eğitim, göçmenler için bütün haklar ve çok daha fazlası için mücadele etmek anlamına gelmektedir. Devrimcilerin buradaki rolü, sınıf mücadelesinin her sürecine müdahale etmek, öz örgütlenmeyi zorlamak ve bunu farklı bir toplum inşa etme perspektifine bağlamaktır.
Aynı analojiye dönecek olursak: 1886’da Engels New York’ta yeni bir işçi partisine desteğini ifade etti. Bugün, 137 yıl sonra, New York işçileri arasında heyecan verici yeni örgütlenme ve radikalleşme süreçleri görüyoruz. Starbucks, Amazon, UPS vb. şirketlerdeki her grevi ve sendikalaşma kampanyasını destekliyor ve bu işçileri siyasi taleplerde bulunmaya teşvik ediyoruz. Aynı ruhla, Black Lives Matter’da öz örgütlenme için, STK’laşmaya ve Demokrat Parti tarafından himaye altına alınmasına karşı da mücadele ediyoruz. Bunlar, U Kuşağı’nın enerjisini siyasi bir sese dönüştürmek için atılacak gerçek adımlar olacaktır.
DSA, sendikalaşan ve işyerlerinde baskıya karşı mücadele eden gençlik kesimlerini temsil ettiği ölçüde hala dinamik bir olgu olabilir. Ancak yakın zamanda düzenlenen bir panelde Sernatinger yoldaş, DSA üyesi Demokrat Partili politikacıların devam eden ihanetlerinin örgütün tabanını nasıl demoralize ettiğine dikkat çekti. Bir zamanlar milyonlarca genç insan için bir kahraman olan Bernie Sanders, şimdi Biden yönetimiyle işbirliği yapıyor. Bu demoralizasyona karşı, DSA içindeki gençlerin düşüncelerini radikalleştirmek için mücadele etmeliyiz ki geniş kesimler Demokrat Parti’den kopuşun mümkün ve gerekli olduğu sonucuna varabilsin. Devrimci bir program için ajitasyon yaparken, DSA Boise ve Red Labor Caucus’un çağrısı gibi bu yöndeki her adımı destekliyoruz.
Ancak radikalleşme Demokratlardan kopmaktan daha fazlasını ifade eder. Podemos ve Syriza’nın reformist politikalarının neden her zaman bir çıkmaza yol açacağını da açıklamamız gerekiyor. Bunun yerine, çok farklı türde bir parti için mücadele ettiğimiz konusunda net olmalıyız.
[1] ABD Troçkist tarihine genel bir bakış için Left Voice podcast yayını All That’s Left’in son bölümünde tarihçi Bryan Palmer ile yapılan söyleşiye bakabilirsiniz.
[2] (Ç.N.) Amerikan Demokratik Sosyalistleri bir siyasi parti değil. Kendi üyeleri veya desteklediği adayların çoğunlukla Demokrat Parti listelerinden seçilmesi için çalışan bir grup. Bernie Sanders’ın aday olması için çalışan grup daha önce Obama’yı da desteklemişti.
[3] Örneğin Lev Troçki şöyle yazmıştır: “Proletarya ancak kendinde bir toplumsal sınıftan kendi için siyasi bir sınıfa dönüştüğü anda bağımsız bir role bürünür. Bu, bir parti dışında kanalla gerçekleşemez.” “Bir sınıfın sınıf bilincine doğru ilerlemesinin” “proletaryaya önderlik eden devrimci bir partinin inşası” ile eşanlamlı olduğunu da eklemiştir.
[4] Syriza’nın ihanetinin nedenlerine ilişkin daha uzun bir tartışma için bkz. Matías Maiello ve Emilio Albamonte, “Marksizm ve Askeri Strateji,” Left Voice, 16 Temmuz 2018.
[5] Evet, Vikipedi’ye bakarsanız, Syriza şu anda 100 binden fazla üyesi olduğunu iddia ediyor, ancak bu sadece herkesin internette kaydolmasına izin verdiği için. Syriza hiçbir zaman kitlesel bir işçi partisi olmamıştır.
[6] Çok az sayıdaki istisnadan biri New York City DSA bünyesindeki Sosyalist Feminist Çalışma Grubu’dur.
[7] (Ç.N.) DSA desteğiyle seçilen ve emek yanlısı olarak sunulan Alexandria Ocasio-Cortez (AOC olarak kısaltılarak da anılır) greve de çıkan demiryolu işçileriyle ilgili görüşmede AOC ve Jamaal Bowman’ın da bulunduğu çok sayıda ilerici Demokrat ise Biden’ın sözleşmeyi olduğu gibi dayatma çağrısına karşı çıkarak anlaşmanın işçilerin taleplerini karşılamadığına söyledi. Ancak oylama zamanı geldiğinde, AOC ve Bowman’ın da aralarında olduğu Demokratlar, Biden’ın dayatması lehine oy kullandı.
[8] (Ç.N.) DSA’nın desteklediği Demokrat Parti’den Kongre Üyesi seçilen Jamaal Bowman, seçim kampanyası sürecinde kendini Filistin gündeminde ‘ilerici’ olarak sundu. İsrail’in sistematik şiddetine tepki duyan gençlerin yanında olan Bowman, 2021 Temmuz sonunda, DSA kongresinin açılışında konuşmadan iki gün önce, Bowman İsrail’e 3,3 milyar dolarlık askeri yardım yapılması ve Eylül ayında ise Demir Kubbe füze sistemi için 1 milyar dolar fon sağlanması lehinde oy kullandı.
Not: Yazının orijinal spotu yerine içeriği daha iyi özetlediğini düşünerek yine yazının içinde geçen kendi seçtiğimiz bir bölümü koyduk. Yazının orijinal spotu ise şöyle:
ABD’li sosyalistler Syriza, Podemos ve diğer sol çatı partilerin [broad left parties] deneyimlerinden ne gibi dersler çıkarabilir? Left Voice’tan Nathaniel Flakin ve Jimena Vergara, Tempest’tan Andrew Sernatinger’e yanıt veriyor.
[Left Voice’te yayımlanan İngilizce orijinalinden Tankut Serttaş tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir.]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.