bir feminist olarak, bir komünist olarak, bu köhnemiş, küflü değerlendirmelere karşı çıkarken hiçbir görüşüne saygı duymadığım hilal kaplan’ı değil, kadınların alabileceği nefesleri savunuyorum
geçtiğimiz yirmi yıllık dönemin en önemli politik tartışmalarının bir kısmı cinsiyetle ilgili oldu çünkü akp iktidarı topluma kendi cinsiyet rejimini dayattı. bu ortamda birçok siyasal akım içindeki kadınlar farklı tutumlar aldı; buna akp’nin içindeki kadınlar da dahil. yeri geldi, istanbul sözleşmesi konusunda sümeyye erdoğan’ın kurucuları arasında bulunduğu kadem’in dahi parti merkezinden farklı şeyler söylediğine şahit olduk.
bu süreçte merkez politikalardan bir milim sapmayan kadınlar da vardı. bunların başında hilal kaplan geliyor. şunun altını muhakkak çizmek gerek. kaplan ve eski eşi süheyb öğüt’ün kadınlar, eşcinsellik, boşanma vb. konulardaki görüşleri, akp muhafazakârlığının birçok yönü gibi, esas olarak amerikan muhafazakârlığından ilham almış, bu görüşlere islami bir kıyafet giydirilerek formüle edilmiştir. islam’ın yaklaşımı evladır anlamında söylemiyorum bunu ama çerçeve evangelizmden alınmıştır. bu yazıda yürütmeye çalışacağım tartışma açısından önemli olmadığı için bu noktayı detaylandırmayacağım. suheyb öğüt eşcinsellik üzerine epeyce kalem oynatmıştı, hilal kaplan ise istanbul sözleşmesi konusunda erkeklerin ve iktidarın imdadına yetişti. hem yazıları hem sosyal medya paylaşımları hem de ailenin adı yok ya da neden feminist değilim başlıklı kitabında sözleşmeye karşı çıktı, aile kurumunu savundu, boşanmanın türk aile yapısını falan…
şunun altını çizmek istiyorum. biz feministler, tepki toplayacak şeyleri söylemekten kaçınmayız. bugün bulunduğumuz noktaya bu cüretle geldik.
hilal kaplan, kadınların şiddetten korunmasının ve genel olarak haklarına ulaşmalarının sağlanmasının boşanmaları artırdığını öne sürüyor, bunda bütünüyle haklı. sözleşmeye dayanan 6284 sayılı yasa, yoksul kalma ya da çocuklarının elinden alınması riski ve çaresizlikler sebebiyle şiddet gördükleri eşlerinden boşanamayan kadınların o adamlardan kurtulmasını kolaylaştırır, tabii uygulandığında.
haklı olduğu bir diğer nokta -o bu terimlerle ifade etmese de- eşcinselliğin aile kurumunun çözünmesine sebep olduğu. eşcinsel evlilikleri de hesaba katarak bunun doğru ve iyi bir gelişme olduğunu düşünüyorum.[1] kadınların emeğine, bedenine, kimliğine el konulmasına dayanan bir kurum olarak aile, dağılması gereken bir yapı. yerine bir şey gelmesine de gerek yok, insanlar özgürce eşleşebilir, her ilişki kendi dinamikleriyle şekillenebilir.
şunu söylemeden geçmek istemem. ailenin çözünmesi süreci erkeklerin değil, kadınların daha özgür davranacakları, ailenin onlara verdiği yükümlülüklerden bir bir kurtulacağı bir süreç olabilir ancak. egemenin yani erkeğin alanını genişletmesiyle değil.
milletin/ümmetin/halkın değerleri adı verilen toplumun ikiyüzlülüğü, ahlakı cinsellikle ilgili konulara indirger ve bundan kadını sorumlu tutar. erkek çokeşliliğinin bin bir farklı açıklamayla savunulduğu, hoş görüldüğü ve benimsendiği bir toplumda kadınların çokeşliliğini ahlakla ilgili değerlendirmelere tâbi tutan paradigma her siyasetten muhafazakârlıktan çok farklı değil.
ama hilal kaplan ve onun siyasal fikirsel çerçevesinde yer alanların farklı bir yanı var. onlar farklı sınıflar için farklı yaşam biçimleri öneriyor. eğitim, ücretli çalışma vb. şansına ulaşabilmiş, hele de siyasetin seçkinleri arasında yer alan ya da onlarla temas halinde olan kadınların bu imkânlarla sürdürebildiği hayatı, mesleği, parası, işi olmayan kadınların sürdüremeyeceğinin farkındalar ve ama bu gerçeği değiştirmeyi düşünmüyorlar; muhafaza edilen de bu zaten! o kadınlar ailelerinin seçtiği erkeklerle evlenmek zorunda kalabilir, fiziksel şiddete uğrasa da erkeğe “bir şans daha” verebilir, hakaretleri, aşağılanmayı, ekonomik şiddeti sineye çekebilir.
hilal kaplan’ın, boşandığı eşinin de arkadaşı olan, bir başkasıyla evli ve kendisinden daha genç bir erkekle, ikisi de boşandıktan sonra evlendiğini öğrendik. yeni eşinin eski karısı, görüşmelerinin, iki çift de evliyken romantik bir şekil aldığını iddia etti. burada biraz duralım.
şiddet gördüğünü açıklayan kadınların beyanlarını sorgulayan çoğu sosyal medya kullanıcısı bu beyanı sorgulamadan kabul etti ki bir şiddet vakası olmadığı için kadının beyanının esas alınmasıyla ilgili ilkenin geçerli olması bence söz konusu değil! bu kadının anlattıklarının gerçek olup olmaması beni ilgilendirmiyor. ama hiçbir şüpheyle karşılaşmaması ilginç.
hilal kaplan boşanıp yeni bir aile kurmuş. bu süreçte yukarıda aktarmaya çalıştığım ayrıcalıklarıyla düşünmüş olması ihtimali yüksek. buna rağmen kendi çevresinden tepki alacağını tahmin etmiştir. ama ilk evliliğini yaparken -çoğumuz gibi- boşanacağını aklına getirmemiş, daha sonra âşık olmuş ve bu aşkı yaşamaya karar vermiş de olabilir. her iki durumda da çifte standartlarla davrandığını söylemek doğru.
ama evlendiği kişinin de onunla benzer görüşlere sahip olduğunu, boşanmaya karşı olduğunu tahmin etmek güç değil. öyleyse neden hilal kaplan tek başına eleştirilerin ve hakaretlerin hedefi oluyor? tanınmış biri olduğu, fikirlerini yazıya dökmüş olduğu için mi yoksa erkeklere tanınan haklar kadınlara tanınmadığı için mi? erkeklere tanınıp kadınlara tanınmayan çok hak var tabii ama konumuzu ilgilendiren bunlardan ikisi: evliyken bir başkasıyla romantik bir ilişki içine girmek, kendinden genç biriyle ilişki içine girmek.[2]
tekrar edeyim; kendisine tanıdığı bir hakkı başka kadınlara tanımadığı için, hilal kaplan’ın çifte standartlı olmasını eleştirebilirsiniz ama yaşadığı süreci, içinde “ahlak” geçen terimlerle mahkum ediyorsanız onunla aynı düşünce dünyasına mensupsunuz. eğer eski eşi için “boynuzlu” gibi ifadeler kullanabiliyorsanız ya da yeni eşiyle ilgili tek bir sözünüz yoksa, türkiye’de ve dünyanın başka yerlerinde hakim olan toplumsal ikiyüzlülüğün, cinsiyetçi ahlak anlayışının taşıyıcılarından birisiniz ve o cinsiyetçi anlayışı yeniden üretiyorsunuz. çünkü bu toplum ve aile kurumu bu zihniyetle ayakta duruyor, derdiniz sadece politik muarızlarınızla olabilir ama bu fikirleri yaymaya devam ettikçe, onların ideolojisini güçlendirmiyor musunuz?
ilkeler sadece beğendiğimiz insanlar için geçerli değil. örneğin idam cezasına karşıyız, o yüzden ışid’lilerin idamını istemedik, kadın katillerinin idamını istemedik, trans katillerinin idamını istemedik, madımak katillerinin idamını istemedik. bir kadının kendisini döven, CANINI almaya yeltenen kocasını öldürmesini intikam değil özsavunma olarak adlandırıyoruz çünkü intikamın adalet olmadığını biliyoruz.
hilal kaplan -kendi görüşlerine rağmen- cinsel ahlakıyla yargılanmamalı çünkü o değerler ayakta kaldıkça bu ülkedeki başka kadınlar da ‘mahalleli ne der’, ‘ailemin yüzünü indirir miyim’ gibi gerekçelerle boşanmaktan çekiniyor. evliyken ya da bekârken kendinden genç bir erkeğe âşık olan ve aşkı karşılık bulan birçok kadın, sevdasını kalbine gömmek zorunda kalıyor.
yani bir feminist olarak, bir komünist olarak, bu köhnemiş, küflü değerlendirmelere karşı çıkarken hiçbir görüşüne saygı duymadığım hilal kaplan’ı değil, kadınların alabileceği nefesleri savunuyorum.
son bir not da sosyal medyayla ilgili yazacağım. linç teriminin genellikle eleştirileri kastedecek şekilde, fazla cömertçe kullanıldığını görüyorum. bu doğru değil. ama bu benzetme, bazı tutumları açıklamak için yararlı.
sokakta yürürken on kişinin birini dövdüğünü görüyorsunuz, konudan haberiniz yok ama siz de rahatlamak için iki yumruk atıyorsunuz. sokakta yürürken on kişinin, gıcık olduğunuz birini dövdüğünü görüyorsunuz, gün bugündür diye araya girip iki yumruk da siz atıyorsunuz. sokakta yürürken on kişinin tanıdığınız ve sevmediğiniz birini dövdüğünü görüyorsunuz, onu tanıdığınız için zayıf noktasını da biliyorsunuz, dizi sakattır, oraya çalışın diyorsunuz…
bu örnekler artırılabilir, hiçbiri insanlığın gurur anları değil, kendisine yakıştıran o yumrukları atsın tabii. ama bunların hiçbiri tartışma yöntemi değil. ve bugün sizin yanınızda yumruk atanın yarın neler yapabileceğini tahmin etmeniz de güç olmamalı.
dipnot:
[1] aralarında patriyarkal bir egemenlik ilişkisi bulunmayan iki bireyin yani iki kadının veya iki erkeğin evliliği tabii ki bir kadın ve bir erkek arasındaki evlilikle aynı sonuçları vermiyor.
[2] ikincisinin erkeklerin nasıl kıskançlıkla sahip çıktıkları bir hak olduğunu tecrübe etmiş çok kadın arkadaşımız vardır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.