Geçen yıl 1 Mayıs evveli bir sendika temsilcisi verdiği röportajda 2023 yılı 1 Mayıs’ı Taksim’de yapılacak demişti. Beklenti erken seçimin olacağı, Erdoğan ve AKP’nin gideceği ve yeni yönetimin Taksim’i emekçilere açacağı yönündeydi. Bugün de aynı beklentilere paralel olarak “Taksim’den önceki son miting” deniyor. Emek hareketi ve sosyalist harekete egemen olan çizgi, işyerlerinde ve sokakta korakor ‘mücadele’lerle kazandığımız 1 Mayıs Taksim alanının şimdi seçim sonuçlarıyla ‘verilmesi’ umudunu taşıyor
Fotolar: 1 Mayıs 1976 ve 2007
3 Kasım 2002 seçimlerinin üzerinden 20 yılı aşkın bir zaman geçti. Önce hükümet olup IMF programlarını uygulayan, neoliberal politikaları ülkemizde olgunlaştıran AKP, yine bu politikaların bir gereği olarak orduyu dizayn etti, yıllar içinde kurduğu ittifaklarla ve çatışmalarla devletin merkezindeki yerini aldı. Bu gerici çizgi, ‘Büyük Türkiye’, ‘Yeni Türkiye’, ‘Yerli ve Milli Ekonomi’ gibi birçok söylemle işçi karşıtı politikaları hayata geçirdi. MÜSİAD, TÜSİAD, TİSK vb. patronların yüzü gülerken ücretler eridi, sendikal hareket ve genel anlamda emek hareketi zayıflatıldı, grevler yasaklandı, kentler rant alanı haline getirildi, doğa talan edildi ve binlerce işçi işyerlerinden eve geri dönemedi. Tabii hepimizin söyleyecekleri var. Kadın düşmanlığından, Kürtlere karşı katliamlara, Irak ve Suriye’yi cihatçı katillerin yuvası haline getirmekten geçim sıkıntısına, gençlerin geleceksizleştirilmesine, soğanın 30 lira olmasına, sabit saat uygulamasıyla karanlıkta işe okula gitmeye, trafikte ayrıcalık istemelerinden üstenci tavırlarına… Yani yaşamımızın her alanına kadar baskı, dizayn etme, boyun eğdirme, say say bitmez…
1 Mayıslar işçi sınıfının uluslararası birlik, mücadele, dayanışma günü olmanın dışında solun ve emek örgütlerinin iktidar karşısındaki güçlerinin tartılması anlamına da gelmektedir. Bu nedenle 1 Mayıs’a dönük devletin tutumu da emek örgütlerinin tutumu da herhangi bir miting karşısındaki tutumla aynı değerlendirilemez. Bu tutumlar (özellikle Türkiye’de) tamamen sınıf mücadelesindeki güç dengelerini yansıtmaktadır. Çünkü 1 Mayıs, basitçe ekonomik taleplerin dile getirildiği bir gün değil, doğrudan siyasal taleplerin dile getirildiği (ya da taleplerin siyasallaştırıldığı) bir mücadele günüdür.
Ayrıca Türkiye’de 1 Mayıs alanı tartışması da politik bir tartışmadır. 1 Mayıs, Türkiye’nin ilerici, sol, demokratik potansiyelinin tamamını buluşturabilen yegane gündür ve Taksim Meydanı’nda buluşunca politik bir kuvvet haline dönüşmektedir; bu nedenle de yasaklanmaktadır. Meydan okumayı, iktidarı zorlamayı hedefleyen bir 1 Mayıs’ın kentin en büyük, en merkezi ve sınıf mücadelesinde tarihsel yeri olan bir alanda yapılması ısrarını “alan fetişizmi, alan takıntısı” olarak nitelemek en hafif deyimiyle işçi sınıfının ve 1 Mayıs’ın tarihine saygısızlıktır. 1 Mayıs ‘yasal’ bir gün değil, kanla koparılmış, işçi sınıfının burjuva ‘yasallığına’ (iktidarına) meydan okuduğu, devrim iddiasının sürekliliğini de simgeleyen bir gündür.[1]
Bu noktada kısaca AKP’li yıllardaki 1 Mayıs eylemlerinin kronolojisine bakalım:
1 Mayıs 2003: DİSK, KESK, Türk-İş ve Hak-İş çağrıcılığında onbinlerce emekçinin katıldığı Çağlayan Mitingi, 1997’den beri bu alanda yapılan son 1 Mayıs mitingiydi de. (Çağlayan, fiziki özelliğinden dolayı kentten izole ve toplanan kitlelerin çayır çimene bağırdığı bir alan olma özelliği taşıyordu.)
1 Mayıs 2004, 2005 ve 2006: 2004’te DİSK’in, KESK’in, meslek örgütlerinin ve sosyalistlerin Taksim iradesi sonrası Valilikle yaşanan tartışmalarla birlikte (ilerleyen yıllarda bir moment yakalamak için) Taksim’e en yakın güzergâh olan Saraçhane’de toplanma kararı alındı. Yıllar sonra ilk kez 1 Mayıs fiili olarak yapıldı ve Çağlayan statükosu kırıldı. Yaşanan gerginlikler sonrası Valilik Yenikapı yönüne yürüyüş yapılmasına izin vermek zorunda kaldı. Hak-İş 1 Mayıs eylemlerine katılmayacağını açıklamış, Türk-İş ise zikzaklı bir çizgi sonrası Çağlayan’da miting yapmıştı.[2]
1 Mayıs mitingleri Saraçhane iradesi sonrasındaki iki yıl (2005 ve 2006) Taksim iradesini bir adım öteye taşıyarak 1996 yılından beri yasaklı olan Kadıköy’de, esas olarak DİSK, KESK, TMMOB ve TTB’nin çağrıcılığıyla (ve Türk-İş ve Hak-İş’in de katılımıyla) onbinlerce emekçinin katılımıyla yapıldı.[3]
1 Mayıs 2007, 2008 ve 2009: Bu üç yıl, 1 Mayıs eylemlerini Saraçhane ve Kadıköy’e taşıyan Taksim iradesinin ‘direniş’e sıçradığı ve binlerce kişinin gözaltına alındığı yıllar oldu. DİSK, 1977 katliamının 30. yılında “1 Mayıs alanı Taksim’dir” çağrısını yaptı. 2007 yılında İstanbul’da adeta sıkıyönetim ilan edildi. Şehir dışından gelen otobüsler Kurtköy’de durdurulurken kent içi ulaşım da neredeyse felç edildi. Ancak Dolmabahçe-Mecidiyeköy-İstiklal hattı eylem alanı oldu, Kurtköy’de beş bin kişi TEM’i kapattı, Avcılar bölgesinden gelenler yürüyüşe başladı. ‘Zafer yenildiğin yerde kazanılır’ diyen onbinlerden yaklaşık dört bin kişi Taksim’e girmeyi başardı.
2008 yılında Başbakan Erdoğan ‘Ayakların başı yönettiği yerde kıyamet kopar’ derken Beşiktaş’ta, Şişli’de, İstiklal’de ve Okmeydanı’nda binlerce kişi polisin tomalı, plastik mermili ve coplu saldırılarına karşı direniyordu. DİSK Genel Merkezi ablukaya alınıp gaz bombalarından görünmez hale geldi. (Öyle ki Şişli Etfal Acil Servisi’ne bile gaz bombası atıldı.)
Bu iki yıllık direniş AKP’yi de sıkıştırdı. 2008’in Nisan ayında 1 Mayıs’ın ‘Emek ve Dayanışma Günü’ olarak kutlanması kabul edildi ve 2009 Nisan’ında ise 1 Mayıs resmî tatil ilan edildi. 2009 1 Mayıs’ında Taksim Meydanı’na ‘makul sayıdaki kitlenin girebileceği’ açıklandı. Ancak çatışmalarla polis barikatlarını aşan yaklaşık onbin işçi de Taksim Meydanı’na girdi.[4]
1 Mayıs 2010, 2011 ve 2012: 1 Mayıs alanı olarak Taksim 32 yıl sonra ‘direne direne’ kazanıldı. Onbinlerce işçi Şişli, Şişhane ve Dolmabahçe kollarından yürüdü. 2011 yılında ise DİSK’in “1 milyon emekçi Taksim’e” çağrısı sonrası alan iki kez doldu boşaldı. Küba’dan sonra dünyadaki en kitlesel katılım sağlandı. 2012 yılında da benzer bir tablo ile onbinler Taksim’deydi.
1 Mayıs 2013, 2014 ve 2015: 2013 yılına gelindiğinde gerek İstanbul’un gerek 1 Mayıs’ın simgesi olan Taksim Meydanı’nı yok etmek için AKP, “Yayalaştırma Projesi” adıyla bir inşaat başlattı. Gezi Parkı yok edilecek, tüneller açılacak, cami ve alışveriş merkezleri vs yapılacaktı. Bu noktada Başbakan Erdoğan “Ben istersem izin veririm, istemezsem vermem” diyerek miting için ‘dolgu alanları’ Maltepe ve Yenikapı’yı işaret etti.[5] DİSK binası abluka altına alındı, Galata Köprüsü kaldırıldı, Unkapanı Köprüsü kapatıldı, ulaşım iptal edildi ama bütün bunlara rağmen Beşiktaş, Mecidiyeköy, İstiklal, Şişli ve civarlarında saatlerce direniş yaşandı.
2014 ve 2015 yıllarında “Gezi olayları” bahane edilerek yasak devam etti. Başbakan Erdoğan “Taksim bir ya da birkaç sendikanın değil ki. Kendinize güveniyorsanız, gidin o (izinli) meydanlarda miting yapın,” diyerek 1 Mayıs’ı ‘dolgu alanları’na hapsetmeye çalıştı. Ancak tüm baskılara rağmen yine Taksim’e ulaşmak için metal işçileri köprüyü, eğitim emekçileri E-5’i yürüyerek geçti. Beşiktaş’tan Okmeydanı’na Şişli’den Şişhane’ye de direniş devam etti.
1 Mayıs 2016, 2017, 2018 ve 2019: 2016 yılında önce Taksim açıklaması yapan emek ve meslek örgütleri 1 Mayıs mitingi için “IŞİD saldırıları sonrası güvenlik gerekçesiyle” Bakırköy Halk Pazarı’na çağrı yaptı. Katılım ise önceki yıllara göre oldukça düşüktü. Birçok sosyalist örgütlenme ise saldırılara rağmen Okmeydanı’ndan Şişli’den İstiklal’den Taksim’e çıkmaya çalıştı.
2017 yılında da “Yeni Cumhurbaşkanlığı Modeli” referandum çalışmasının kitlesel devamı gerekçesiyle 1 Mayıs mitingi yaklaşık 50 bin kişinin katılımıyla Bakırköy Halk Pazarı’nda yapıldı. Taksim çağrısı ise daha sınırlı sayıda sosyalist örgütlenme tarafından yapıldı ve onlarca kişi gözaltına alındı.[6]
2018 yılında ise 1 Mayıs mitingi yaklaşık 100 bin kişinin katılımıyla ‘dolgu alanı’ olan Maltepe Meydanı’nda yapıldı. Birleşik Metal-İş ve Nakliyat-İş ise Saraçhane’ye çağrı yaparken yine Taksim Meydanı’nı zorlayan kitleler oldu.
2019 yılında ise adres yine Bakırköy Halk Pazarı’ydı. Yaklaşık 100 bin kişinin katılımıyla gerçekleşti. Yine Taksim’i zorlayan emekçilere saldırılar ve gözaltılar yaşandı.
1 Mayıs 2020, 2021 ve 2022: 11 Mart 2020’de, ülkemizde ilk resmi vakanın bildirilmesi ile aynı tarihte dünyada COVID-19 pandemisi ilan edildi. Bu koşullarda 1 Mayıs kitlesel bir miting olarak yapılamadı. DİSK, diğer emek ve meslek örgütlerinden ayrı tavır alarak temsilciler düzeyinde genel merkezinin önünden Taksim’e yürüme kararı aldı. Gerek DİSK önünde gerek Taksim civarında gözaltılar meydana geldi. Bu 1 Mayıs’ı genel olarak kitleler balkonlarına, camlarına pankart-bayrak asarak kutladı.
2021 yılında da pandemi devam ederken emek ve meslek örgütleri kitlesel bir 1 Mayıs çağrısı yapmadı. Hükümetin tam kapanma kararı 1 Mayıs’ı da kapsadığı için, 29 Nisan’da sendikalardan belli sayıda katılımcıyla Taksim’e çelenk bırakıldı. Birçok sosyalist örgütlenme ise 1 Mayıs’ta sınırlı sayıda katılımla olsa da gözaltı saldırılarına rağmen Taksim’e yürüdü.
2022 yılında ise adres yine “pandemi sonrası kitlesel bir çıkış” yakalamak için Maltepe Meydanı oldu. Ancak mitinge 20-30 bin kişi katıldı. Yine birçok sosyalist çevre bu tavrı protesto etmek için Taksim’e çıkma kararı aldı ve onlarca kişi gözaltına alındı.
1 Mayıs 2023: Bu yıl 1 Mayıs, emek ve meslek örgütlenmelerinin “Emek Bizim Gelecek Bizim” çağrısıyla Maltepe Meydanı’nda yapılacak. Çağrının içeriğine bakıldığında “14 Mayıs Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento Seçimleri” öncesi emek hareketinin Erdoğan/Saray Rejimi’ne karşı kitlesel bir gösterisi hedefleniyor…
1996 Kadıköy saldırısı ve direnişi sonrası 1 Mayıs mitingleri Çağlayan/Şişli Abide-i Hürriyet güzergâhında yapılıyordu. Bölge merkezi bir konumda olmasına rağmen iki bayır ve otoyol arasında olması nedeniyle ‘insansız’ bir özellik taşıyordu. Açıkçası Okmeydanı yönünden katılan gecekondu halkının engellemelere karşı direnişi olmasa mitingin yapıldığı bile anlaşılmıyordu. 2004 yılında DİSK içinde inisiyatif alan devrimci sendikaların belirleyiciliğinde, Valilik’le yapılan Beyazıt vs. tartışmaların ardından miting yeri olarak Saraçhane’de toplanıldı ve engellemelere rağmen Yenikapı yönüne yürüyüş yapıldı. 7 yıllık Çağlayan geçmişi sonrası bu adım mevcut statükoyu kırdı ve sonraki iki yıl yasaklı Kadıköy Meydanı 1 Mayıs mitinglerine açılmak zorunda bırakıldı, 1 Mayıs tekrar şehir içine taşındı. Tabii bu yıllarda politik olarak Irak işgaline, NATO zirvesine, IMF ve Dünya Bankası’na karşı yapılan eylemler, sürecin itici rolünü oynamıştı.
DİSK’in 2007-2008-2009 Taksim çağrıları her zaman sosyalistlerin de birliğini sağlayan önemli bir belirleyendi. İşte böylece güçlü bir irade Taksim’e yansıdı. Taksim, yasal izinlere bel bağlayarak değil zorlu mücadeleler sonunda kazanılması gereken bir alandı. Taksim direnişleri döneminde “yerellerde kutlayalım, işyerlerinde kutlayalım” diyenler, ‘başka alanlara yönelip’ devrimcileri ‘alan fetişizmiyle’ suçlayanlar belirleyici olsaydı işçi sınıfı 1978’den sonra Taksim’in yüzünü görmemiş olurdu. Diğer yandan bu süreç gücünü Tuzla tersanelerinde iş cinayetlerine karşı yapılan grevlerden, Tekel direnişinden, SSGSS Yasası’na karşı yerel güçlere dayanan HSGGP eylemlerinden, kot kumlamaya ve Davutpaşa işçi katliamına karşı verilen mücadelelerden, taşeron çalıştırılmaya karşı güvenceli iş talebinden ve parasız eğitim-sağlık-enerji-ulaşım-barınma hakkı mücadelelerinden alıyordu. Yani AKP’ye karşı direniş, neoliberal politikalara ve toplumsal yaşama müdahaleye karşı işyerlerinde, sokakta verilen bir direnişti.
Direniş sonuç verdi ve Taksim Meydanı kazanıldı. 2010 yılında başlayan ve üç yıl süren kutlamalar, oldukça kitlesel geçti ve işçi sınıfına, sola güven duygusu aşıladı. Kentsel yaşama ve doğanın tahribatına karşı eylemler (3.Köprü, HES’ler vb) eylemler, taşerona karşı sağlık ve enerji işçilerinin mücadeleleri, uzun yıllar sonra gerçekleşen metal işçilerinin grevleri alanlara yansıdı. Büyüyen kitlesellik ve özgüven AKP’de kaygı yarattı ve bu nedenle 2013 yılında Taksim’i yasaklama yoluna gitti. Ancak mızrak çuvala sığmıyordu ve son on yıldır yukarıda saydığım ‘işyeri işyeri, sokak sokak örülen gerçek mücadeleler’in ortaya çıkardığı enerji patladı. 1 Mayıs direnişini ilerleyen günlerde İstiklal’de yapılan eylemler izledi ve Gezi/Haziran İsyanı ortaya çıktı. 2014 ve 2015 yıllarındaki direniş bu zemin üzerinden devam etti. Faşizme, kent yağmasına, Soma işçi katliamına, kadın cinayetlerine karşı demokrasi, sosyalizm, barış, güvenceli iş ve yaşam hakkı savunuldu.
7 Haziran 2015 seçimleri sonrası HDP’nin yüzde 13,12 oy alması ve AKP’nin parlamentoda çoğunluğu kaybetmesi Haziran İsyanı’nın bir yansıması olurken sosyalist hareket içinde birkaç haftalık bir bayram kutlamasına yol açtı. Yine yaz sürecinde onbinlerce işçinin ‘metal fırtınası’ bu olumlu ortamı pekiştiren gelişmelerdi. Ancak 5 Haziran’da HDP mitingine atılan bomba kitlenin tecrübesiyle bertaraf edilmişse de (2 arkadaşımızı kaybetmiştik), Suruç Katliamı ve ‘Barış Süreci’nin sonlandırılması devlet içindeki çatışmaların, yeniden yapılanmanın ve bu sürecin işçi sınıfına ve halka yapılacak saldırıların üzerinden olacağının bir yansımasıydı. Tam da bu noktada 10 Ekim’de Ankara’da yapılan Barış Mitingi’ne cihatçılar eliyle bombalı saldırı düzenlendi. Diğer yandan Sur, Cizre ve Nusaybin direnişleri devletin şiddetli saldırılarına maruz kaldı. Ancak özellikle 10 Ekim Katliamı birçok kırılmaya yol açtı. Basın açıklamaları ve eylemler, bombalı saldırı ihtimali nedeniyle seyrekleşmeye ve daralmaya başladı. Bir yandan işçi sınıfına ve halka karşı doğrudan bir savaş açılmıştı diğer yandan özel istihdam bürolarıyla kiralık işçilik, kıdem tazminatının kaldırılması ve kent-doğa suçları fiili bir başkanlık rejimiyle hayata geçirilmeye başlamıştı. İşte bu noktada emek ve meslek örgütleri ‘bombalı saldırılara karşı güvenlik’ gerekçesiyle 2016 1 Mayıs’ını Bakırköy’de kutlama kararı aldı. Bu kararın bir gerçekliği yoktu, Bakırköy Mitingi, yürüyüş güzergahı ve toplanma sürecini gören herkes herhangi bir güvenlik sağlanamayacağını görmüştür. Oysa Taksim ısrarı, iktidarı temkinli olmaya itmekte ve muhalefeti diri tutmaktaydı. 1 Mayıs’ta Taksim’de ısrar edilmeyince aslında pazarlık da edilemedi ve bu teslimkar ruh hali Türkiye’de diğer alanlara da yansıdı.
15 Temmuz 2016’da devlet içindeki güç ilişkileri açık çatışma haline dönüştü. Gücünü pekiştiren AKP ve Erdoğan, akabinde OHAL, KHK’ler, referandum, kayyumlar ve gözaltılarla devleti yeniden yapılandırma sürecine hız verdi. Akademidekiler başta olmak üzere binlerce kamu emekçisi arkadaşımız işten çıkarıldı, işsizlikle cezalandırıldı. Geleneksel işçi sınıfının çekirdeği olan metal, kimya, enerji gibi işkollarında uzun-yoğun-aşırı çalışma koşulları hakim kılındı, sarı sendikalar dahil olmak üzere geleneksel sendikal hareket etkisizleştirildi. Bu süreçte emek hareketinin bağımsız eylem hattı giderek (farklı düzeyler ve dengelerle) CHP ve HDP’nin (günümüzde bu sürece TİP’i de dahil etmeliyiz) parlamenter-siyasi hattına tabi olmaya başladı. İşte bu koşullarda 2017 ve 2019 1 Mayıs’ları Bakırköy’de yapıldı, 2018’de de yıllar boyu kentsel tahribata karşı mücadele edilmesine ve Erdoğan’ın sürekli adres göstermesine rağmen reddedilen ‘dolgu alanı’ Maltepe’ye gidildi.[7]
2020 yılında koronavirüs pandemisi ile birlikte hayata geçirilen saldırılar işçi sınıfının koşullarını daha da ağırlaştırdı. Salgın yönetimi ile birlikte bir yandan ‘evde kal’ çağrıları yapılırken diğer yandan fabrikalarda işçiler geceli gündüzlü kuralsız bir şekilde kapalı-açık devre çalıştırıldı. Çocuklar, kadınlar, göçmenler, kendi hesabına çalışanlar vs hızla işçileştirildi. Bir yandan Kod-29, işsizlik ve ücretsiz izin cenderesine alınan işçiler diğer yandan ölümüne çalıştırıldı. 10 Ekim sonrası gerileyen sendikal hareket pandemi sürecinde adeta felç oldu. Soma maden, enerji, kargo, metal, market, moto kurye, eğitim ve sağlık emekçilerinin “Öyle mi alay komutanı!” meydan okumasında simgeleşen eylemleri ve direnişleri devrimci bir işçi hareketinin filizleriydi ama bir alternatif oluşturacak kadar güce ulaşamadı. İşte bu koşullarda 1 Mayıslar yapıldı.
Geçen yıl 1 Mayıs evveli bir sendika temsilcisi verdiği röportajda 2023 yılı 1 Mayıs’ı Taksim’de yapılacak demişti. Beklenti erken seçimin olacağı, Erdoğan ve AKP’nin gideceği ve yeni yönetimin Taksim’i emekçilere açacağı yönündeydi. Bugün de aynı beklentilere paralel olarak “Taksim’den önceki son miting” deniyor. Emek hareketi ve sosyalist harekete egemen olan çizgi, işyerlerinde ve sokakta korakor ‘mücadele’lerle kazandığımız 1 Mayıs Taksim alanının şimdi seçim sonuçlarıyla ‘verilmesi’ umudunu taşıyor. Bu noktada 2023 1 Mayıs’ında ‘birlik’ vurgusu ön plana çıkarılarak 14 Mayıs seçimleri evveli işçilerin ve solun süreç içindeki gücünün (desteğinin) gösterilmesi hedefleniyor…
Ek Bölüm: 1 Mayıs’ın tarihsel kökeni
19. yüzyılın son çeyreğinde sekiz saatlik çalışma talebi işçi hareketinin temel eksenini oluşturdu. ABD’deki işçi mücadelesi, işçi hareketinin bu talebi en çok dalgalandırdığı ülke oldu. 1871 Paris Komünü yenilgisi sonrası Avrupa’da işçi sınıfı partileri ve sendikaların kurulması ile anarşist tedhiş yöntemlerine sıkışan bir işçi mücadelesi mevcuttu. Oysa ABD’de ise, çoğunluğunu göçmen işçilerin oluşturduğu yeni bir işçi sınıfı oluşmaktaydı. 1 Mayıs ve 8 saatlik çalışma olarak ifade edebileceğimiz buradaki işçi hareketi, proletaryanın burjuvaziye karşı dünya çapındaki savaşımının simgesi haline geldi.
19. yüzyılın başında oluşan ilk ABD işçileri beyaz ve aristokratik özelliklere sahipti. Oysa 1861-1865 İç Savaşı sonrası yaşanan hızlı sanayileşme ve krizler çalışma koşullarını daha da kötüleştirdi. Bu süreçte yaşanan ağır işsizlik koşulları ve vasıflı işçilerin makineleşme aracılığıyla tasfiye edilmesi sonucu büyük sanayi kentleri oluştu; Chicago, Detroit gibi sanayi kentlerinin varoşlarında yaşamaya başlayan işsizler ve yeni göçmenlerle birlikte işçi hareketinin ilk biçimleri ortaya çıktı.
İşçi hareketinde atılan ilk önemli örgütsel adım 1863’te kurulan Makinist ve Demirciler Sendikası’dır. İç Savaş’tan sonra kurulan ilk ulusal işçi federasyonu Ulusal İşçi Birliği/NLU önderliğinde I. Enternasyonal’e paralel olarak 8 saat talebine yönelik kampanyalar başlatıldı. 1870’lerin sonunda gizli dernekler, sendikalar ve işçi sınıfı partileri ortaya çıktı. 1881’de ilk işçi konfederasyonu Amerikan Emek Federasyonu/AFL kuruldu. 1880’lerin büyük kısmında ise ABD’deki en büyük ve en önemli işçi örgütü, 1884’te kurulan ve 1886’da 700 binin üzerindeki üye sayısıyla Emek Şövalyeleri’ydi. Emek Şövalyeleri hem kalifiye hem de kalifiye olmayan işçileri örgütledi, saflarına siyah işçileri aldı ve birçok kadın üyeyle kadın örgütçü barındırdı. Emek Şövalyeleri üyeliklerini ücretli işçilerle sınırlamadı.
Bu dönemde ABD Sosyalist İşçi Partisi tek kabul gören işçi partisi olmasına karşın, Engels’in deyimiyle Alman göçmenleri kapsayan sekter bir örgüt olması nedeniyle 1880’de New York’tan ayrılan bir grup, Toplumsal Devrimci Kulüp adıyla anarşist bir örgüt kurdu. Toplumsal Devrimci Kulüpler, Boston’dan Philadelphia, Milwaukee ve Chicago’ya; özellikle göçmenlerin olduğu şehirlere yayıldı. Özellikle Chicago, politik işçi hareketini barındırmaktaydı ve ABD ekonomisinin ucuz emek ihtiyacını karşılayan, her milliyetten işçinin toplandığı bir şehirdi. Örgütlü Sendikalar Birliği, 1 Mayıs 1886’da fiilen 8 saat çalışılacağını ve buna uymayan fabrikaların fiilen engelleneceğini ilan etti. 1886 yılı 1 Mayıs’ı, ABD’de emekle sermaye arasındaki en önemli çatışma günü oldu, birçok gösteri ve grevler yaşandı. Grev ve gösteriler, 1 Mayıs sonrasında da devam etti. 3 Mayıs’ta tarım aletleri üretilen McCormick’e ait bir fabrikadan atılan ve grevde olan işçiler miting yaparak, patronun grev kırıcılarını kullanmasını protesto etmek için fabrikaya doğru yürüyüşe geçti. Grevci işçilere ateş açan polis dört işçiyi öldürdü. Bu saldırıyı protesto etmek için 4 Mayıs’ta Haymarket Meydanı’nda miting düzenlendi. Miting dağılırken, kürsünün önüne bir bomba atıldı. Patlayan bomba nedeniyle yedi polis öldü. Yüzlerce işçi asılsız ithamlarla tutuklandı. Eylemler öncesinde basın tarafından hedef haline getirilen işçi önderlerinden Albert R. Parsons, August Spies, Adolph Fischer, George Engel tutuklandı ve göstermelik bir yargılamanın ardından 11 Kasım 1887’de idam edildiler.
Bu sürece destek için Kıta Avrupası’ndan Rusya’ya kadar eylemler gerçekleşti (II. Enternasyonal, kurulduğu 1889 yılında 1 Mayıs’ı uluslararası eylem günü olarak önerdi. AFL de, 1 Mayıs 1890’ı emeğin 8 saati dayatma günü ilan etti ve buna paralel olarak II. Enternasyonal bu kararı kabul etti). ‘8 saat çalışma, 8 saat dinlenme ve 8 saat uyku’ temel prensibine dayanan bu talep; işçi sınıfının toplumsal ilişkiler ve zihinsel gelişimini içeren, daha iyi bir yaşam isteğinin cisimleştiği bir talep oldu. İzleyen yıllarda pazar günü çalışma birçok işkolunda kalktı ve cumartesi günü yarım gün tatil hakkı elde edildi.
8 saatlik çalışma ve işçi sınıfının parlamentoda genel oy hakkı talebi, 19. yüzyıl proletaryasının özgün politik gelişiminin ürünüdür. Ancak işçi partileri ve sendikalar güçlendikçe, gerek toplumsal yaşamdaki etkileri gerek de parlamenter temsilcilerinin etkileri geliştikçe, hareketin sorumluları parlamenter etkinliği mutlaklaştırmak, onu iktidar savaşımının temel aracı durumuna getirmek yönünde bir eğilim gösterdiler. Bu eğilim kendini II. Enternasyonal sürecinde somutlaştırdı…
Dipnotlar:
[1] Faşist teröre rağmen kitlesel 1 Mayıs (2016) – Aktüel Gündem/Sendika.Org
[2] Başta EMEP olmak üzere az sayıda sosyalist grup da “işçilerin ana kitlesinin en acil talepleriyle 1 Mayıs’ın yapılması gerektiği”ni gerekçe göstererek Çağlayan’a gitti.
[3] TKP/Yurtsever Cephe 2006 yılında “1 Mayıs’ın emperyalist merkezlerden yayılan sahte demokrasi ve özgürlük yalanlarına kurban edilemeyeceğini, içeriğine uygun kutlanması gerektiğini” söyleyerek Kartal’da ayrı miting yaptı.
[4] EMEP, “işçilerin katılmasını engelleyecek şekilde bir Taksim sıkıştırması, Taksim ısrarı doğru değildir. 1 Mayısı Taksim’e kilitlemek kabul edilemez.” diyerek Kadıköy’deki mitinge katıldı.
[5] Taksim yasağı sonrası TKP “Reddediyoruz” şiarıyla Kadıköy’de ayrı bir miting düzenledi.
[6] Yukarıda değinmedim ama 2003 ve 2005 yıllarında da Taksim gözaltıları vardı.
[7] Özel olarak bir not düşmek lazım. Devrimciler, on yıl önce güvencesiz işçi hareketlerini ve yoksul halkın taleplerini temel alan mücadele hattını derinleştirmek ve ‘mahir’ mücadele araçlarıyla sıçratmak yerine bir kırılmaya uğradı ve devletin baskılarının da etkisiyle güvencesiz işçi hareketine odaklanan enerji, sendikalarda pozisyon alma hedefine dönüştü. Yoksul halkın hak mücadelelerinde biriken enerji de seçim sarmalına feda edildi. Özellikle 10 Ekim Katliamı’na öyle ya da böyle karşılık veril(e)memesi, sonrasında mücadele merkezine seçimlerin konması esasında bu sürecin önderliğinin de ‘öncü ve savaşçı’ misyonunu yitirdiğini gösterdi ve farklı alanlardaki direnişlerde yetişen genç devrimci kadrolarda güvensizliğe ve yol ayrımına yol açtı. Bugün, genç devrimci kadroların ‘54 yıllık geleneklerine’ sahip çıkarak öreceği ‘mahir bir yol’un filizlendiğini ve önümüzdeki süreçte bu filizlenmeyi somut bir güç olarak göreceğimizi unutmamamız gerekli…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.