Ortaya çıkan dayanışma, halkın kendi sorunlarını çözecek bir biçimde örgütlenebilir. Gelişen potansiyelin iktidarın saldırıları karşısında bir direniş özelliği kazanmasının ve yaşamın yeniden inşasının halk örgütlülüğü ile komiteler ve meclisler aracılığıyla örgütlenmesinin olanakları kendini gösteriyor. Halk kendisini ölüme terk eden devletin karşısında seferber olmuş ve hayatta kalmak, kentini, yaşamını yeniden inşa etmek için mücadele ediyor
Cumhuriyet tarihinin en güçlü depremini yaşadık. Deprem 11 ili etkisi altına alırken, 4 kentte ve komşu ülke Suriye’de büyük yıkıma sebep oldu. Kuşkusuz deprem sonrası içine düştüğümüz felaket ortamının sorumlusu, rant üzerine kendini inşa eden siyasi iktidardır. Üstelik bu yıkıma rağmen “devletin yokluğu” bu tabloyu derinleştiren bir diğer etken olarak karşımızda duruyor. Burada görünüyor ki “devletin yokluğu” dediğimiz aslında bir varlık durumu. Devlet ortada olmayışıyla vardı. Yönetenler insan hayatının ya da herhangi bir canlının hayatının kendileri açısından hiç önemli olmadığını, tek düşündüklerinin kendi çıkar ittifakları ve iktidarları olduğunu açık bir biçimde herkese ilan etmiş oldular.
Bu tablo ülkemizdeki sermaye talanının ve faşizmin resmidir. Yıllarca toplanan deprem vergileri ortada yok, devasa bütçelerle finanse edilen AFAD ortada yok, iş makineleri yok, hilti yok, enkazın altından yükselen çığlıklar ve dışarıdaki çaresiz sessizlik dışında hiçbir şey yok. Kısacası devlet yok! Ama depremin olduğu ilk andan beri, yıllardır AKP-MHP iktidarı tarafından yok edilmek, sindirilmek istenen ilerici muhalefet var, işçiler, sendikalar, odalar var, feministler, insan hakları savunucuları var, Kürt halkı var, devrimciler var, halkın dayanışması var.
Aslında devlet yokluğuyla vardı!
Devleti karşımızda insanları ölüme terk edişiyle, yeterli çadır dağıtmayışıyla, kendi kolluk güçlerini bile kumanyasız bırakmasıyla gördük. Bir kez daha gördük ki faşizm, egemen sınıfların çıkarlarını korumak ve kendi iktidarını güvende tutmak adına en yakınındakinin bile gözünün yaşına bakmıyor.
Gelinen noktada devlet ve devrimciler arasındaki fark açığa çıktı. Evet devlet sahada yoktu. Halkın sorunlarını çözmek yine devrimcilerin yeteneği olarak gelişecekti ve öyle de oluyor. Sahada olan halkın seferberliğine öncülük eden devrimciler bu görevi layıkıyla yapmak için çabaladılar ve çabalamaya devam ediyorlar.
İlk günden itibaren arama kurtarma ekibi kurup canlıları enkazdan kurtarmaya çalıştılar, sağlık ve ilaç sorunu vardı devletten önce çözdüler, revir ve eczane kurdular, gıda sorunu açığa çıktı aşevi kurdular, köylere ve mahallelere gidilmemişti mobil ekipler kurup gittiler. Halk toplantıları örgütlenmeye başladı. Birçok ilden gönüllüler de bu seferberliğin parçası haline geldi. Halk kendisine açılmış savaşa karşı seferber oluyor, dayanışmasını örgütlüyor, yeni kentler ve yeni yaşam inşa etmek için organize oluyor.
Yaşamın inşası ve yıkıntıların arasından filizlenen devrimci özne
Yeni yaşamı inşa etme çabasının önünde, devlet baskısını aşmaya yönelik dayanışma ve hayatın sürdürülebilirliğini sağlamak görev olarak karşımızda duruyor. Dayanışma için bölgeye gönderilen TIR’lara el konuldu, cemevine kayyum atandı, AFAD’ın elinde çadır olmasına rağmen halka yeterince çadır verilmedi. Bu durumun üstesinden gelmek için ortaya çıkan dayanışma, halkın kendi sorunlarını çözecek bir biçimde örgütlenebilir. Gelişen potansiyelin iktidarın saldırıları karşısında bir direniş özelliği kazanmasının ve yaşamın yeniden inşasının halk örgütlülüğü ile komiteler ve meclisler aracılığıyla örgütlenmesinin olanakları kendini gösteriyor. Halk kendisini ölüme terk eden devletin karşısında seferber olmuş ve hayatta kalmak, kentini, yaşamını yeniden inşa etmek için mücadele ediyor.
Bizler açısından mücadele her geçen gün öğretiyor. Sosyalizmin öğrencisi olmak faşizme karşı direnişi örgütlerken, halkın kendi iktidarını kuracak çalışmaları inşa etmekten geçiyor. Aşevinin yönetiminden mahallenin yönetimine, mahallelerin yönetiminden ilçelerin yönetimine ve ilin yönetimine kadar düşünerek hareket edecek bir perspektifle ikili iktidar olanakları örgütlenebilir. Hemen bulunduğumuz yerden, ayağımızı şu anda bastığımız topraktan bu işe başlayabiliriz.
Savaş bir afet durumu sayılır. Bu savaşın ortasında yaptığımız her hamleyi kendimizi, ayağımızı bastığımız yeri, içinde yer aldığımız örgütümüzü, temas ettiğimiz insanların mücadeleye katılımını yeniden inşa ettiğimizin bilinciyle ve tüm zorluklarını da göze alarak ciddiyetle ele almak, bir filizin boy vermesini sağlayacaktır.
O yüzden yaptığımız hiçbir şeyi küçük görmeyelim. Bir görevler çarkı düşünelim. Yemek dağıtmak, çocuklarla etkinlikler yapmak, alanlarımızı temizlemek, bilgilendirme toplantıları yapmak, sağlık çalışması yapmak, halkın derdine ortak olmak, yaptığımız çalışmaların koordinasyonunu sağlamaya çalışmak, çeşitli illerden deprem bölgeleriyle dayanışmak üzere çalışmalar yapmak, mahallelerde eylemler örgütlemek ve daha sayamadığım birçok iş kalemi bir yük değil, devrimci görevler çarkının bir parçasıdır. Birisi eksik olursa çalışma eksik olur. Ama hepsi bir ciddiyetle ele alındığında ortaya çıkacak tablo yeniden inşanın resmi olur. Aday olduğumuz mesele budur. Bunu yapacağımıza yönelik iddiamız şu an deprem bölgelerinde ve deprem bölgelerinin dışındaki illerde sınanıyor. Devrimciler bu sınavdan geçecek tarihsel deneyimlere sahiptir. Zap suyuna yapılan Devrimci Gençlik Köprüsü, önceki depremlerde devrimcilerin yaptığı çalışmalar, Filistin halkıyla dayanışmaya giden devrimcilerin ortaya koyduğu örnekler bu tarihsel deneyimin ufak bir kısmıdır.
İçinde bulunduğumuz durum dönemin politik devrimci öznesini yeşertecek olanakları önümüze koyuyor. Ayaklarımızı bastığımız ülke 6 Şubat öncesinin Türkiye’si değil. Devrimcilerin sorunsalları da 6 Şubat öncesinin sorunsalları değil. Çözmemiz gereken 6 Şubat öncesinin çelişkisi ve sorunları değil. Çözmemiz gereken 6 Şubat günü açığa çıkan durumun yarattığı krizin devrimci biçimlerde örgütlenmesidir. Diğer bütün sorunlar talidir. Takılıp kalmamak, hedefe yürümek gerekir. Tökezlenir, düşülür ama kalkıp yola devam etmesini bilmek gerekir. Bugünün güncel meselesi faşist iktidarı yıkmak, yaşamı, geleceği inşa etmek ve bunu hedefi gerçekleştirecek özneyi de örgütlemektir.
Savaş örgütü savaş meydanında kurulur
Ortaya çıkan yıkım halka açılmış toplumsal savaşın sonucudur. Kapitalizmin vahşeti tüm açıklığıyla gözler önüne serildi. İnsana ve doğaya hükmetme çabası, yönetenler açısından olmazsa olmazdır. İnsanların ya da herhangi bir canlının hayatını hiçe sayan, doğayı talan edilmesi gereken bir kâr nesnesi olarak gören bu düzen, emeğin karşısında örgütlenmiş bir yapıya sahiptir. Deprem ve sonrasında yaşananlar gösterdi ki artık bu yapı çürümüştür. Karşımızda kâğıttan bir kaplan duruyor.
Kapitalist sistemin ve onun uygulayıcılarının halka vaat edecek herhangi bir şeyi kalmamıştır. Dönem sosyalizmin dönemidir. Bugün sosyalizm gerçek pratiklere ihtiyaç duyuyor. Bizler su verdikçe büyüyecek olan bir filiz gibi sulanmayı bekliyor. Kimi zaman halkın sorununu gidecek dayanışmayı üreterek, kimi zaman sorunlarımızı talep haline getirip iktidarla dövüşerek, kimi zaman da sosyalist alternatifini yaratarak iktidar mücadelesini büyütecek olan özne de işte bu savaşın içinde büyüyecek ve çelikleşecektir.
Deprem bölgelerindeki dayanışma faaliyetlerinin yanı sıra, diğer kentlerde süren eylemler iktidar karşıtı bir devrimci direniş cephesi olarak örgütlenebilir. Bu sınav savaş örgütünü sınayacak, ona gerçek biçimini verecek olan momentlerde gerçekleşecektir. Öfkeyi, iktidar kavgasına dönüştürecek olan şey de bu sınavlardan geçecek olan devrimci öznenin iradesi ve topyekûn saldırılar karşısında, topyekûn direnişi örgütleyecek ve karşı saldırıya çevirebilecek bir kabiliyeti kazanmasıdır. Bu süreç kendini açığa çıkartacak ve hatta dayatacaktır.
Yine depremle ve sonrasında olan gelişmelerle diyebiliriz ki egemenler ile halk arasında gerçekleşen kavga en çetin anlarına yaklaşıyor.
Egemenlerin safında; devasa holdingler, patronlardan, AFAD’a, Kızılay’a kadar uzanan bir avuç zengin azınlığın karı için uğraşan bir suç düzeni var. Halkın safında ise, inşaat işçileri, sağlıkçılar, madenciler, itfaiyeciler, deprem bölgelerine gitmek için seferber olan gönüllüler ve daha niceleri var. Bir avuç azınlığın karşısında, büyük bir halk kitlesi var. Bu halk kitleleri harekete geçtiğinde iktidarın saraylarında gerçekleşen depremin sonuçları, yönetenler için bugünden çok daha ağır olacak. Halkın artık tek seçeneği kendi iktidarını kuracak bir devrimci çizginin en görünür şekliyle örgütlenmesidir.
Dayanışma ve yeniden inşa
Tüm bu yaşanan tablo seçim ortamında yaşanıyor. Doğal olarak insanlar var olan siyasal iktidardan kurtulmak için seçime bel bağlayabiliyor. Fakat yine aynı insanlar sadece seçimler yoluyla her şeyin çok güzel olmayacağını da görüyor. O yüzden devrimciler felaket kapitalizmi karşısında, seçime politika üretirken, halkın örgütlü gücünü seferber edebilecek, halk kitlelerini harekete geçirebilecek adımları da planlamak zorundalar. Yaygınlaştırılmaya çalışılan anma etkinlikleri bir süre sonra iktidar karşıtı ve hatta iktidar talebiyle gerçekleşecek olan kitlesel eylemler şeklini almalı. Halkta biriken öfke hedefe yöneltilmelidir. Bu hedef iktidardan başka bir şey değildir. Bugün açısından devrimcilerin yaptığı irili ufaklı tüm çalışmalar iktidar hedefine bağlı olarak gerçekleştirilmelidir. Bunun aksi durumlar düzenin sınırları içerisinde hareket etmemize sebep olur. O sınırları aşacak dayanışma bir toplumsal seferberlik halinde kendini gösteriyor.
Dayanışma basitçe ihtiyaç giderme çalışması değildir. STK’ci değiliz. Dayanışma ihtiyacı gidermek, yeni yaşamı kurmak için, diğer bir ifadeyle sosyalizmi kurmak için birlikte hareket edecek bir toplumsal seferberliği geliştirmektir. Bu zemin açığa çıkmıştır. Dayanışma bir sınır değildir. Yeni bir yaşamın inşasını gerçekleştirecek biçimde geliştirilebilir ve örgütlenebilir.