“Sabahki emrivaki tutmadığına göre, tüm bölgenin duyarlı insanlarının kapıları çalınacak, öğlen saat 12.00’de, sendika binasında geniş bir kitle toplantısı örgütlenecekti. Ne karar alınacaksa orada alınacak, Cemil’ler de herkes gibi orada savunacaklardı önerilerini, kabul ettirebilirlerse”
Aşağıda aktardığımız metin, otobiyografik Mekânsız (Kalkedon Yayınevi-2016 / N. Kımran) romanından alınmıştır. Bu bölüm Gazi başkaldırısının patlak verdiği 1995 12-13 Mart günlerinde Tuzla’da yaşananları anlatır. Olaylar ayniyle vakidir. Durumun nezaketi ve roman türünün gereği olarak isimler değiştirilmiştir.
Birinci bölümdeki perspektiflerin somut deneyimlerle sınanmasına yardımcı olacaktır aşağıdaki metin.
(Aktarılan metin için bkz. Mekansız s.105 ve devamı.)
***
Girişteki küçük holde patırtı kopunca, yüzü tıraş köpüğüyle kaplı halde banyodan fırladı.
“Ne oluyor? Cafo senin ne işin var burda?”
Cafo, nefesini dinlendirmeye çalışırken, ev sahibi Kel Cevat hararetle anlatmaya başlıyor.
“Gazi’de olaylar varmış yoldaş, çok sayıda ölü olduğu söyleniyor.”
“Çabuk, çabuk şu televizyonu açalım.”
Silah sesleri, molotoflar, gecenin karanlığında projektörlerin taradığı buğday tarlaları gibi savrulan kalabalıklar… Yaşlı bir adam, sanki sandalyesinde uyuyakalmış gibi, başı öne düşmüş. Ne yazık ki ölüm uykusu bu, sandalyenin altına kan sızıyor. Dövünen, çığlık atan, saçını başını yolan kadınlar… Bir şeyleri devirip sürükleyerek barikat kurmaya çalışan gençler… “Katiller karakolda!” haykırışları…
Cafo partili değildi. Ama böylesi durumlarda örgütün devreye girmesi gerektiğine inananlardandı. Laf arasında, “senin burada olduğunu tahmin ettim” diyor. Elini omzuna koyarak, “iyi yaptın Cafo, çok iyi yaptın” diyor Cemil. “Bize gelmen çok iyi de, yerimizin örgüt dışından bile kestirilebilir olması kötü. Daha sık yer değiştirmeliyim” diye geçiriyor içinden. Ayaküstü kısa bir harekât planı yaparak dağılıyorlar Çakaldere’deki evden. Kimileri Esenyalı tarafına, kimileri askeriyenin yanından geçen ıssız, tekinsiz toprak yoldan Aydınlıköy’e doğru. Gece boyunca kapıları çalınıyor yoksul konduların. Aydınlıköy’de küçük çarşı meydanında öbekleşmeler, hararetli tartışmalar, öfke… İstanbul varoşları bir uçtan öbür uca kaynıyordu bu soğuk Mart gecesinde. Gazi yanıyordu.
Kavilleştikleri üzere, sabah işçi servislerinin önü kesilerek bir yürüyüş başlatılmaya çalışıldı. Asıl hedef, Deri sanayi ve civardaki fabrikalarda üretimi durdurmak, fiili bir grev başlatmaktı. Olayların gelişimine bağlı olarak gösteriler, kepenk ve kontak kapatma, çocukların okula gönderilmemesi gündemleşebilirdi. Partililerin önayak olduğu sabahki yol kesme girişimine, yapılan konuşma ve çağrılara hiç aldırış etmedi işçiler, fabrikaların yolunu tuttular. Fiyaskoyla sonuçlanan gösteri girişimini elli metre öteden, hırsından delirerek izledi Cemil. Kimseyi suçlamanın anlamı yoktu, yoldaşların gayreti ortadaydı. Durmadan kendini suçlayan mazoşist eğilimden hiç hoşlanmıyordu. “Örgütümüz, bilimimiz, irademiz her şeye kadirdir; şu işçiler de zaten iradeleri ve kişilikleri olmayan heykeltıraş çamuru gibidirler, biz nasıl yoğurursak öyle şekillenirler” kibri ve saçmalığının, tersyüz edilmiş ifadesi sayıyordu “başaramadık, suçluyuz” mazoşizmini.
Fakat moral bozukluğu ağır bir hava gibi asılı kalmıştı Bingöllüler Derneği Lokali’nin basık salonuna. Sabah havalandırılınca, her yere sinen sigara kokusunun daha belirgin hale gelmesi kadar somut, katı bir şeydi az önceki fiyaskonun ağırlığı. Kel Cevat, kelini kıpkırmızı edene kadar ovuşturuyor iri elleriyle, her şeye veryansın ediyor. Yarım Ekmek, her zamanki gibi kayıtsız. Cafo, “lo gardaş, ne oldu böyle ya” diye sayıklıyor, gençler suskun. Bir ara yakında bekleşen kızların yanına gidiyor Cemil. Gülo, Çiğdem, Gülsen kendilerini parçalıyorlar. “Nasıl olur yoldaş ya!?” Olur işte, böyle olur.
“Sakın moralinizi bozmayın, siz elinizden geleni yaptınız. Düşüneceğiz bir şeyler. Kahveye gelmeniz dikkat çekebilir, etrafta, size ulaşabileceğimiz bir yerde olun.”
“Tamam yoldaş.”
“…”
“Başka bir yol deneyeceğiz.”
Tartışa danışa yeni planı şekillendiriyorlar yavaş yavaş. Az sonra, lokaldeki 8-10 kişi, dört bir yana dağılıyorlar; Esenyalı, Güzelyalı, Çakaldere, Tersaneler, İçmeler, Konaşlı, Orhanlı, Tepeören taraflarına doğru. Cemil Tepeören’deki köy evine vardığında, endişeli buluyor evdekileri. Karı kocayı yanına alıp, çalabilecekleri kapıları çalmaya başlıyorlar. Çoğu tersane işçisi bu küçük köyde yaşayanların. Sabahki emrivaki tutmadığına göre, tüm bölgenin duyarlı insanlarının kapıları çalınacak, öğlen saat 12.00’de, sendika binasında geniş bir kitle toplantısı örgütlenecekti. Ne karar alınacaksa orada alınacak, Cemil’ler de herkes gibi orada savunacaklardı önerilerini, kabul ettirebilirlerse.
Öğleye doğru, arı kovanı gibi işlemeye başlamıştı Deri-İş Sendikası’nın lokali. Her taraftan insanlar geliyordu, çağrı bu kez tutmuştu.
Cafo’yu kenara çekti Cemil.
“Bak Cafo, bu toplantıda ne savunacağımızı sabah beraberce kararlaştırdık”.
“Evet?”
“Eveti, şimdi ben burada gösteriyi yönetecek genişçe bir komite kurulmasını önereceğim. Fakat kendimi komiteye önermem yakışık almaz. Burada pek tanınmıyorum da, kimsin, necisin deseler.”
“Anladım Cemil arkadaş, sen hiç merak etme.”
Cafo’nun önerisiyle komiteye seçiliyor Cemil. Tartışmalardaki tavrı etkili olmuş olmalı ki, -bu kez Cafo’nun önerisine gerek kalmadan- komite sözcülüğüne seçiliyor. On altı kişilik komite ve salondaki onlarca gönüllü, bu kez akşamki gösterinin çağrısını yapmak için bölgeye dağılıyorlar. Cemil, İçmeler bölgesini üstleniyor. “Tonton teyzeyi yanıma alarak mahalleye çağrı yapabilirim” diye düşünüyor. Kafasında az önceki tartışmanın uğultuları. Öfkeyle öne atılan işsiz adamın cinneti kulaklarında yankılanıyordu.
Söz almadan ayağa fırlamıştı Cemil:
Öfkeli adam, hırsından ağlamaklı oturuyordu yerinde. Provokatör falan değildi, mahallede herkesin tanıdığı iyi bir emekçiydi. Ama işte öfkesi böylesine yönsüzleşmiş, kendini tüketir hale gelmişti. Ülke gerçekten uçurumun kıyısında, kanlı bir girdaba yuvarlanmak üzereydi. Terör-provokasyon hamasetiyle hedef tahtasına oturtulan devrimcilerse, her yerde bir halklar boğazlaşmasının önüne geçecek tutumlar aldılar. Aydınlıköy’deki toplantıdakine benzer tartışmalar İstanbul’un bütün yoksul semtlerinde tekrarlandı.
Yokuştan aşağı, İçmeler’e doğru sallandığında, birkaç saat içinde yaşanan değişimi düşünüyordu: “Sabah yaptığımız bir tür emrivaki idi, tutmadı. Az önce yaptığımız toplantıda ise, 100-150 insanın gönüllü seferberliği sağlandı. Ne yapacaklarına dair kararlarını kendileri aldılar, şimdi kendi kararlarına hayat vermek için büyük bir şevkle koşturuyorlar. Sabah, fikirlerimize hayat vermek için ileriye atılan 10-15 partili militan ancak vardı. Şimdi hem bizim hem kitlenin olan fikirlere hayat vermek için en az yüz kişi seferber olmuş durumda. Sabahki moralsizlik morale, eylemsizlik atılganlığa, güçsüzlük güce dönüştü. Bunları bir iyice tartışıp sindirmemiz lazım.”
İçmeler’e varınca doğruca tonton teyzenin kapısını çaldı Cemil. Fakat heyhat, tonton teyze mahalleyi gezmeye yanaşmıyor. Cemil bir sigara yakıp, bir süre voltalıyor mahallenin arka sokaklarını. Bir şey yapması lazım, ama ne? Sonunda bir şimşek çakıyor aklında. Doğruca ninenin bakkalının yolunu tutuyor. Mahallenin en işlek bakkalı burası. Ciklet, gazoz sevinciyle mahallenin altını üstüne getiren çocuklar, ellerindeki küçük veresiye defterlerine altı-yedi çizik daha attırarak, bir çanta dolusu ekmekle evin yolunu tutan kadınlar… “Buraya bırakılan haber, şimşek hızıyla yayılır mahalleye, katlanarak büyür” diye geçiriyor içinden. Yaşı belirsizleşecek kadar yaşlanmış nine, “kimlerdensin, şunlardan mısın” derse, “onlardanım” demek en iyisi. Nine, gelen kim olursa olsun sırtını tapışlar, güzel dileklerini eksik etmezdi.
“Nine, duydun Gazi’de olanları?”
“Duydum oğul duydum, elleri kırılsın inşallah.”
“Nine, burada da büyük bir yürüyüş olacakmış bu akşam.”
“Deme!”
“Öyle nine. Herkes ayakta. Biz de Aydınlı’dan bu tarafa doğru yürüyeceğiz.”
“Ah evladım, yazık evladım, hepinizi kıracaklar evladım…”
Dizlerini döven ninenin elini öpüp çıkıyor Cemil. Haberin şimdi tüm mahalleye yayılacağından emin.
Öğleden sonra saat dört gibi, sendikada toplanan birkaç yüz kişiyle Traktörcüler durağına doğru harekete geçiyorlar. Bu tersine yürüyüşe, pek ilgi göstermiyor jandarma. Şöyle bir görünüp kayboluyorlar. Asıl amaç, paydos vaktinde Deri işçilerini ve sanayideki diğer fabrikaların servislerini Traktörcüler durağında karşılamak ve büyük yürüyüşü başlatabilmekti. Deri işçileri, servisler, yukardan Tepeören tarafından gelenler alkışlarla, kesik kesik yankılanan sloganlarla Traktörcüler durağında birikmeye başladılar. Vaktin geldiğini anladı Cemil. Kaşkolunu çenesine kadar yükseltti, kasketini burnunun üstüne düşürdü. Yolun kenarında duran otomobilin üzerine fırlayarak konuşmaya başladı:
“İşçiler, kardeşler!”
Merkez binadaki, Hergele’deki forumlarda biriken sesler, şimdi de varoşlarda, fabrika önlerinde yankılanıyordu. Cemil’in ve nice Cemillerin sesleri…
Bir adam, belli ki arabanın sahibi, pantolonunun paçasını yakalamış, “in arabadan, çizeceksin” diye çekiştirip duruyordu. İri yarı bir işçi geldi, adamı kenara itti. Paltosunu hırsla çıkarıp, kaputun üzerine serdi. “Bas şunun üzerine, devam et konuşmana!” diye kestirip attı. Cemil paltonun üzerine bastı, tüyleri diken diken, genzinde kamaşma, daha bir tutkuyla sürdürdü konuşmasını: “Aydınlıköy’e yürüyoruz arkadaşlar!”
(Güncel not: O zamanlar okur-yazarı olduğum haftalık gazetenin arşivinde bulunabilir otomobilin üstündeki konuşmacının fotoğrafı.)
Yürüyüşün başına geçecek gençlerden sıkı bir ekip organize edilmişti. Megafonu kaptığı gibi onların yanına fırladı Cemil. Öğlenki toplantıda komite sözcüsü seçilmesi hiçbir tartışmaya, çekişmeye mahal vermiyordu. İşçiler, kendi seçimlerine sarsılmaz bir disiplinle uyuyorlardı. Aydınlıköy girişine vardıklarında binlere ulaşmıştı sayıları. Yol ağzında, köyün dışından geçen yola girmeye zorluyordu jandarma kitleyi. “Buradan yürüyün, burası sizin için daha güvenli” gibi şeyler geveleyen komutanın karşısına dikildi Cemil. Diğer yolu işaret ederek, “hayır, buradan yürüyoruz!” dedi, sertçe… İki adam bir süre dimdik baktılar birbirlerinin gözlerinin içine. Sonunda komutan, “yolu açın” diye talimat verdi askerlere. Yol açıldı, kalabalık Aydınlıköy’ün inişli çıkışlı, bol dönemeçli yollarına akmaya başladı. Sendikanın önündeki tartışmalı duraksamadan sonra yürüyüş yeniden başladı. (Karar, yürüyüşü sendikanın önünde bitirmekti.) Anlaştıkları üzere gençler, “biz yürüyoruz, gelen gelsin, gelmeyen kalsın” diyerek, yürüyüşü yeniden başlattılar. Cemil, sendikanın balkonundan megafonla destekledi çağrıyı ve hiç oyalanmadan gençlerin yanına fırladı. Kitle tereddütsüz uydu çağrıya, mızıldanıp duranları da peşinden sürükleyerek. Aydınlıköy’den İçmeler’e inen yokuşta muhteşem bir kalabalık yürüyordu. Genç, ihtiyar, kadın, çocuk binlerce insan E-5’e doğru akıyordu! İçmeler mahallesinden akın akın katılıyordu insanlar. “Bizim nine iyi çalışmış” diye gülümsedi Cemil. Gelenler sloganlarla, alkışlarla karşılanıyor, coşku ve öfke katlanarak büyüyordu. O gün Gülsuyu, Ümraniye, Sarıgazi, Okmeydanı, Alibeyköy, Esenler, İkitelli gibi İstanbul’un yoksul semtlerinin çoğunda tekrarlanan manzara buydu: On binlerce insan ayaktaydı. Ankara, İzmir, Adana, Dersim gibi kentler de çalkalanıyordu…
Tuzla’da bunlar yaşanırken, Gazi’de ölü sayısı on yediyi bulmuştu.
***
Aktardığımız deneyim pek çok açıdan irdelenebilir. Burada, konumuz bağlamında, aynı birim tarafından denenen iki farklı çalışma/eylem tarzı ve kitle inisiyatifini açığa çıkaran toplantı-komiteleşme tecrübesinin altını çizmekle yetinelim.
Önceki yazı:
Sürecek…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.