Devrimci Sağlık-İş’e son otuz yıllık mücadelesi boyunca, şayet bir misyon yüklenecek ise bu; neoliberal saldırganlığın bir istihdam biçimi olarak, işçi sınıfına ve sağlık emekçilerine dayattığı; güvencesiz, taşeron çalışmayı elle tutulur şekilde toplumun gündemine, üstelik örgütlü şekliyle taşıması ve onu bu sayede görünür kılmasıdır denilebilir
Sendikanın taşeronlaştırmaya; diğer bir ifadeyle güvencesiz çalışmaya karşı, son otuz yıldan beri verdiği mücadele, temel yönelimi oldu. Tekrar örgütlenmeye başladığı 90’lı yıllar; işçi sınıfının sınıfsal bileşimindeki değişimin, işgücünün metalaşması için yapısının parçalanması başlıca tartışma konularıydı. Bu tartışmalar zenginleşerek halen de devam etmekle beraber, o yıllarda teknolojik değişimin işgücü üstündeki etkisinden başlayarak, hatta bazen ifrata vardırılarak işçi sınıfının varlığı veya yokluğunun tartışılması noktasına gelinmişti. Dev Sağlık-İş bu dönemi teorik olarak doğru yorumladığını fiili mücadelesiyle de ispatladı. Diğer yazılardan da hatırlanırsa; işçi sınıfın ortadan kalkmadığı, aksine sınıf bileşiminin zenginleşerek ve çoğalarak devam ettiği vurgulanmaktaydı.
Başlangıç yıllarında taşeronlaştırma, güvencesizlik süreciyle birlikte ele alınmadan, sadece üretim ve hizmet süreçlerinde ana işin parçalanarak yönetilmesini ifade etmekteydi. Taşeronlaştırmanın, güncel ifadesiyle güvencesiz kılmanın esası neoliberal politikaların dayatılması; bu sayede işgücünün metalaştırılmasının önündeki direnç noktalarının azaltılmasıdır. Güvencesiz kılma sanılıyor ki, sadece yeni bileşenlere hastır. Öyle düşünülmekle beraber, yarattığı tehdit, bugün işçi sınıfının bütününe sirayet etmektedir. Güvencesiz çalıştırma, sendikalaşmanın büyüyememesinin -diğer etkenler yanında- önemli faktörlerinden birisidir.
Devrimci Sağlık-İş’e bu otuz yıllık dönem boyunca bir misyon yüklenecek ise, bu misyon; bir istihdam biçimi olarak dayatılan güvencesiz çalışmayı somut olarak toplum gündemine örgütlü şekilde taşıyarak görünür hale getirmesiyle izah edilebilir. DİSK üyesi bazı sendikalarında dahil olduğu bu yeniden örgütlenme döneminde; üstünden atlanılan, görmezden gelinen, hatta istihza! ile bakılan taşeronlaştırma gerçeğinin, aradan çok zaman geçmeden bütün işkollarını sardığı görülmeye başlandı. Kabul edilmesi gerekir ki, bahsedilen yıllardaki yaklaşımlar bugünkü düzeydeki gibi değildi. Bugün için güvenceli olarak kabul edilen ana işin güvencesinin de artık tehlikede olduğunu bilmeyen kalmamıştır. Bu nedenlerle en fazla sömürülen, hatta prekarya olarak ta tanımlanan bu yeni sınıf bileşenlerinin örgütlenmesinden işe başlamak, ana işi güvencesiz kılmaya karşı da bir bariyer oluşturmaya da hizmet etmektedir.
Bu süreçte gördük ki, bir iş yerinde, bu ister kamu, isterse özel bir hastane olsun, asıl firmada çalışanların yanında; orada ayrıca dört veya beş taşeron firma da hizmet veriyorsa, sanılmasın ki orada sadece güvencesiz olan taşeron işçileridir. Konunun böyle olmadığının somut örneği, 1993 yılında F. Nightingale hastanesi çalışanlarının Dev Sağlık-İş’teki örgütlenmesi sürecinde yaşadık. Çağlayan’daki ana hastanede çalışanlar kendilerini Florance Nightingale Hastanesi çalışanı olarak biliyordu. Ne zamanki sendikalaşma yaşandı, her şey daha net anlaşıldı… Ortaya çıktı ki; hemşirelik, yer hizmetleri, temizlik, hasta bakım, hasta kayıt işlemleri ve yemek hizmetleri başka adreslere kayıtlı taşeronlardan alınmaktaymış. Oysa hastane tek elden, ana işveren tarafından yönetilmekteydi. Adına taşeron firma kurdurulanlar, zaten hastanenin aşçıbaşısı, başhemşiresi, idari personeli vb. kişilerdi. Daha ilginci çalışanlardan birisinin yakını olan pop müziği sanatçısı Kadir Tapucu üzerinde bile kayıtlı taşeron firma çıktı. Ama taşeron resmiyette yoktu, adlarına firma kurdurulanlar fiilen hastaneyi yönetir durumundaki kişilerdi. Her şey muvazaa ve hile üstüne kurulmuştu.
Sendikalaşmayla birlikte, işyerinde bilerek yapılan bu uygulamaya dair düzenlenen evrakların imhası için kalorifer fırının çalıştırılması yanında, evrak imha makinalarının devreye sokulması gerekmişti. Mevsimi olmamakla birlikte kalorifer bacasından yoğun dumanların yükselmesinin nedeninin bu durum olduğu kısa bir süre sonra anlaşılır olmuştu.
Şimdilerde ise aynı işveren taşeronlaştırmayla yetinmeyip, sendikalaşmaya karşı ta başından itibaren tedbirler almaktadır. Şişli, Kadıköy, Gayrettepe ve Göktürk’te bulunan Özel Florence Nightingale Hastaneleri çalışmak için başvuranlara “Herhangi bir sendika üyeliğiniz var mı?” diye soru soruyor. Formda, “bilerek yanlış bilgi verenlerin hiçbir hak iddia edemeden işine son verilebileceği” yazıyor.[1]
Peki, başlangıçta İstanbul Üniversitesi Haseki Kardiyoloji Vakfının kaynaklarıyla beslenip, büyütülen, sonrada ismi değiştirilerek Türk Kardiyoloji Vakfı yapılan ve yaygın deyimiyle üzerine çökülen hastanenin durumu böylede; hemen yanı başımızda bulunan, Topkapı’daki Koç Üniversitesi hastanesindeki taşeron sağlık çalışanlarının; güvencesizliğe, cinsel tacize, mobbinge, düşük ücretlere ve her türlü yasal olmayan uygulamalara karşı Dev Sağlık-İş’e üye olmalarının ardından- üstelik hırsızlık iftirası atılarak– kapı önlerine konulmaları ve hala direnişlerinin devam ettiği hastanede durum Nightingale’den pek mi farklı?!.. [2]
Güvencesizliğe daha yakından bakmakta ve birkaç alıntı ile desteklemekte yarar vardır. Çalışma ve Toplum Dergisinde araştırmacı -yazar ve sosyal güvenlik uzmanı Dr. Murat Özveri konuya şöyle yaklaşmaktadır. [3]
“Güvencesizlik asla kendiliğinden bir durum değildir. En azından insanın toplumsallaştığı tarih kesitinden günümüze kadar kendiliğinden bir durum değildir.
Güvencesizlik, güvencede olanların, güvencede olmasına hizmet ettiği için var edilmiş, verili düzenin korunup sürdürülmesi için bir terbiye aracı olarak kullanılmıştır. Tarihsel sürecin sınırlandırıldığı her zaman ve mekan kesiti içerisinde güçler dengesine bağlı olarak, özellikle yaptırımla güçlendirilmiş kurallara bağlı olarak tariflenmiş, sınırı çizilmiş, meşrulaştırılmıştır. Dolayısıyla bir hukuku vardır, beslendiği bir ideolojik havuz vardır”
“Güvencesizlik, güvence kavramı ile birlikte ele alınmadan anlaşılamayacağı gibi, hukuku olmaksızın varlığını sürdürmesi de olanaklı değildir. Hatta bu hukuk güvencesizlere güvence getirdiğini(!) ileri süren bir hukuk da olabilir.”
“Sık görülen örneklerden birisi de işyerinde gerçekleştirilen sendikal örgütlenme sonrası işten atılan işçilere, işten atılmayan işçilerin tutumu oluşturur. Bu tutumdan hareketle güvencesizliği; “Güvencesizlik, sendika hakları için mücadele etmenin bedelini işten atılmakla ödeyen arkadaşlarıyla göz göze gelmemek için, servis aracında kafasını eğip ayaklarını seyrederek, gergin bir şekilde, bir an önce servis aracının hareket etmesi için dua etmektir” diye tanımlamak da olanaklıdır.
Keza, Abbasağa Forumu’nda Güvencesizler Çalışma Grubu adına Gaye Yılmaz güvencesizliği şöyle örneklemektedir:
“Biz çağrı-merkezi, market, mağaza ve ticaret şirketleri çalışanları, sanatçılar, sağlık sektörü emekçileri, eğitimciler, öğrenciler, medya ve basın elemanları, banka memurları, fabrika ve atölyelerde çalışan “mavi yakalı” tabir ettikleriniz, ev ve bakım emekçileri, emekliler ve işsizleriz. Biz kendi evlerini ofis ya da atölye olarak kullanan ve bu yolla geçimini sağlamaya çalışanlarız” [4]
Ekonomist Mustafa Sönmez ise, güvencesizlik sorunun ekonomik boyutuna değinerek;
“Artan işsizlik ortamında, çalışanlar kayıt dışılığı kabullenmeyi sürdürecekler. Çok taraftan baskı altına alınmış bir sorunla karşı karşıyayız. Mücadelenin çok yönlü, sabırlı ve uzun soluklu özellikte olması gerekir” vurgusu yapmaktadır.
Aynı sorun Güvencesizler Hareketinin Ulusal İstihdam Stratejisi Paneli Sonuç Bildirgesinde şöyle açıklanmaktadır: [5]
Sendikalar ve diğer işçi örgütleri parçalanmış yapılarıyla, yapısal sorunlarıyla ve iç rekabet nedeniyle mücadelede yetersiz kalıyorlar. Önemli ve anlamlı çabalara rağmen örgütlenmenin sektörel veya bölgesel kalması, ücret sendikacılığı anlayışının devam ettirilmesi sermayenin saldırılarına karşı mücadeleyi cılızlaştırıyor, itirazları marjinalleştiriyor.
Nihai olarak güvenceli iş, insanca yaşam talebi konusunda sendika, dernek, kongre, hareket, vb. isimler alan farklı işçi örgütlerinin ve siyasal yapıların bir arada tek hedefe kitlenerek mücadele yürütebileceği geniş bir emek odağı gerçekleştirilmesi en önemli temenni. Elbette sendikaların ve diğer emek örgütlerinin anti-kapitalist ve ataerkil olmayan bir mücadele yürütmek üzere yerelden ve tabandan örgütlenmesi ile ancak bu sürece karşı bir direniş örgütlenebilir ve bu saldırıyı geri çevirmek mümkün hale gelebilir. Bu da üretim ile yaşam alanını birlikte örgütlemek ile mümkündür.”
Sendikanın, en altta bırakılan güvencesiz çalışanların hakları için atılan ilk adımı 2003 yılında yapılan 6.Genel Kurul Raporunda şöyle açıklanmaktaydı: İşletme biçimine dönüştürülen SSK’nın 9 ildeki hastanelerine, IMF’nin koyduğu kısıtlamalar nedeniyle Hazine’den kadro alınamaması üzerine, o dönemde “çakılı personel” olarak adlandırılan 3280 sözleşmeli personel alınmıştı. Sefalet ücretleriyle işe başlatılan ve hiçbir sosyal hakkı olmayan bu hastanelerdeki çalışanların sendikalaşması için öteden beri Ortak Çalışanlar Yasasını ve Ortak Örgütlenmeyi şiar edinen Dev Sağlık-İş ve Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikasının iş birliği yanında, Tabip Odaları ile kurulan sıcak ilişkilerle birlikte bu statüdeki çalışanların Dev Sağlık-İş’te örgütlenmesi çalışmalarına başlandı. Süren ciddi örgütlenmeler ve yaşanan direnişler sonucunda DİSK, SES ve TTB’nin temsilcileri yanında örgütlenmenin olduğu çeşitli hastanelerdeki işyeri komiteleri tarafından seçilen 12 kişi dönemin Çalışma Bakanıyla bir görüşme yaptı. Görüşmelerin sonunda, çalışanların talepleri kabul edilerek, kadro başta olmak üzere, bütün yasal haklarının kabulü sağlandı. Bu eylem ağırlıkla taşerona kadro sağlamak yanında, taşeronda çalışanların yolunu açan bir eylem oldu.
Bu mücadele süreci Dev Sağlık-İş’in 2007 yılında yapılan 7.Olağan Genel Kurul Çalışma Raporunda şöyle açıklanmaktaydı: “Tıp fakültelerinde Maliye vizeli, sözleşmeli olarak veya taşeron firmalara bağlı olarak çalışan sağlık emekçileri sendikal mücadelenin yeni yüzleridir” denilmekteydi. Sendikanın genel kuruldan önce 3000’e varan üye sayısı, yeni örgütlenmelerle binlerden, on binlere ulaşması hedefi konulmuştu. Bu hedefe ulaşmak için sendikaya Haseki’de yeni genel merkez binası tutulmuş, burada eğitim ve örgütlenme çalışmalarına başlanmıştı. Kolektif bir çabanın seferber edildiği bu dönem çalışma raporunda aşağıdaki şekilde açıklanmaktaydı:
“Amacımız; sağlık işkolundaki gelişmeler yanında, AKP’nin çıkardığı ‘Kamu Personel Reformu’ ve ‘Sağlıkta Dönüşüm’ programı kapsamında giriştiği karşı hamlelerin mağduru olacak sağlık çalışanlarına korunabilecekleri örgütsel ilişki zemini yaratmaktır. Tüm gayretlerimizin özü budur. Bu noktada Dev Sağlık-İş kendisini;12 yıldan beri Kamu alanında fedakarlıkla bir çalışma yürüten sağlık emekçilerinin Grevli, Toplu Sözleşmeli Sendikal Hak Arama Mücadelesinin karşısında değil, şimdiden görüleceği üzere ortaya çıkacak boşluğun tamamlayıcısı olarak görmektedir. Bu yeni yönelim sağlık çalışanlarının mücadelesi bakımından bir bütünün parçası görülmelidir”
Bu değerlendirmelerin yapıldığı dönemde Dev Sağlık-İş’in genel sekreteri olan Dr. Arzu Çerkezoğlu sağlık alanında -birçok üniversite hastanesi de dahil olmak üzere- yapılan uygulamaları şu şekilde özetlemekteydi:
“Hastanelerin temizlik, yemekhane, bakım onarım vb. alt hizmetleri ihaleye çıkarılıyor. İhale, alınacak hizmet için saptanan tahmini bedel üzerinden ve teklif usulüyle gerçekleştiriliyor. Hastane yönetiminin belirlediği tahmini bedelde, işçilerin ücreti ‘asgari ücret’ üzerinden hesaplanıyor (tıbbi personel talebi halinde, bu ücrete fazladan cüz’i bir fark ekleniyor); ihale bir yıl süreyle yapıldığı için herhangi bir ‘kıdem tazminatı’ ve kıdeme bağlı diğer haklar için herhangi bir bedel öngörülmüyor; fazla mesai, bayram izni, ikramiye vb. hiçbir sosyal hak da bu hesaplamaya dahil edilmiyor.” [6]
Dünya Bankası, IMF gibi küresel sermayenin uluslararası örgütleri tarafından azgelişmiş ülkelere dayatılan reçetelerin başında da zaten işgücü maliyetlerinin aşağı çekilmesi öngörülmekteydi. Personel ihalelerinde yapılanlar, bu politik dayatmaların gereği idi.
Aynı dönemde, siyasal sürece bakıldığında görünen tabloda işçi ve emekçiler için iç açıcı değildi. Küreselleşme denilen yeni emperyalist politikaların uygulanma süreci, genel ekonomik ve siyasi yapılardan, günlük yaşamın ayrıntılarına varıncaya kadar birçok değişimi ve dayatmayı da beraberinde getirmekteydi;
“Emperyalist hegemonyanın siyasi ve askeri biçimlenişinden, bağımlılık ilişkilerinin tarz ve kapsamına, toplumsal çelişkilerin kendisini gösteriş biçiminden, toplumsal sınıf ve katmanların politik davranış eğilimlerine dek uzanan geniş bir alanda göz ardı edilemeyecek değişimler yaşanmaktadır.”[7] yorumu yapılmaktaydı.
Dev-Sağlık-İş yine bu dönemden başlayarak, Toplumsal Hareket Sendikacılığını savunmaktaydı. Sendikal harekete getirilen bu yeni yorum, aynı çalışma raporunun 82.sayfasından özetlenerek aşağıya alınmıştır:
“Toplumsal Hareket Sendikacılığı, sınıf ve kitle sendikacılığının günümüzdeki ifadesi olarak değerlendirilmelidir. Sınıf ve kitle sendikacılığı; işçi sınıfının dil, din, ırk, bölgecilik, cinsiyet, siyasi görüş ayırımı yapılmaksızın bütün bileşenleriyle birlikte örgütlenmesini ve emekçilerin yaşadığı sorunun kapitalist düzenin egemenliğiyle ilgili olduğu bilinciyle, kapitalist düzenin yerine adalet ve eşitlik üzerine kurulu yeni bir toplumsal düzen için mücadele edilmesi gerektiğini savunur (veya savunulması) anlamına gelir.”
Sendika, 12 Eylül’den kalma yasaklara ve kısıtlamalara karşın örgütlenmesini devam ettirirken, hukuksal mücadeleyi de ihmal etmedi. Dev Sağlık-İş bu dönemde hukuksal mücadeleyi; yalnızca iktidarların, işverenlerin, taşeron şirketlerinin yasaları kendince yorumlamasına karşı değil, aynı zamanda sözde sendikaların işverenlerle girdikleri çıkar ve iş birliğine karşı da vermekteydi: Sayısız işkolu tespit davaları, işe iade davaları, iş kazası ve tazminatı için davaları, sendikal baskılar nedeniyle açılan hukuk davaları, sayısız muvazaalı taşeron sözleşmelerin iptali için açılan davaları; Yargıtay ve Danıştay’a taşeron işçilerin durumu için açılan davalardan, İş hukukuna kazandırılan içtihatlara, İLO Uzmanlar Komitesine İşkolu Barajına karşı 98 sayılı sözleşme gereğince yapılan ihlal başvurularına ve Çocuk Yuvalarında, çocuklara dayak atılması iddialarına kadar azımsanmayacak kadar çok sayıdaki hukuk mücadelesini yürütmüştür. Saydığımız bu hukuk mücadelelerinden çoğunlukla başarılı sonuçlar alınmıştır. Burada başta Av. Mehmet Ümit Erdem olmak üzere, diğer gönüllü hukukçu arkadaşlara ve deneyimi nedeniyle muvazaa davalarının açılmasındaki yorum ve katkıları nedeniyle sendikanın örgütlenme uzmanı Kamil Kartal’a bu çabalarından dolayı teşekkür etmek gerekir.
Dev Sağlık-İş’in önemli başarılarından biriside; ayırım yapılmadan, başta en dipteki taşeron sağlık emekçilerinin hakları için önceki yıllardan beri verilmeye başlanan ve 2007’den 2017’e kadar daha yukarılara taşınan sendikal ve hukuksal mücadelesidir. Bu dönem boyunca, tüm ülkede taşeron işçiliğinin görünmeyen yüzü görünür hale gelmiştir.
28-29 Mayıs 2011 tarihinde Kadıköy Halk Eğitim Merkezi salonunda yapılan Dev-Sağlık-İş’in 8.Genel Kurulunda Genel Başkan Arzu Çerkezoğlu’nun yaptığı konuşmadan alınan aşağıdaki bölüm taşeron işçiliğinin görünen yüzünü iyi açıklıyor:
….
Genç ve yeni bir işçi sınıfı bu…
Seslerini ilkin sağlık, tersanecilik ve tekstil sektöründe yükselttiler. Sonra onların sesine “güvencesizliğe teslim olmak istemeyen” örgütlü işçilerin, Tekel işçilerinin, itfaiye işçilerinin, metal işçilerinin direngen sesi eklendi.
“Gör bizi dünya, görsene bizi” diye haykırdılar dört bir yana.
Ve dünya… ve bizler görmeye başladık…
“Güvencesizliğin” işçi sınıfının birinci meselesi olduğunu artık kimse görmezden gelemez.
Ve güvencesiz işçiler hareketinin işçi sınıfı hareketinin geleceğini temsil ettiğini…
Şimdi sıra bu sürecin ruhunu, dilini ve hayalini keşfetmekte… Örgütlülüğünü ve direncini kalıcı kılmakta…
Güvencesiz işçiliği bu topraklardan silelim diye.
2008 yılında “İnsan İhaleyle çalıştırılamaz, sağlıkta taşeron olmaz” adıyla 3 aylık bir kampanya halinde; toplanan imzalar Meclise taşındı. Çeşitli illerden gelen üye ve yöneticiler Meclisin Dikmen kapısında basın açıklaması yaptılar, sonra Meclisteki siyasi parti temsilcileriyle görüşmeler yaptılar.
Yine bu dönem boyunca; işten çıkarmalara, hak gasplarına, asgari ücretin artırılmasına yönelik eylemler, diğer sağlık meslek örgütleriyle sağlık hakkı için yapılan eylemler, Kızılay örgütlenmesi, Özel Pendik ve Marmara Üniversitesi Hastanesi, Cerrahpaşa Direnişi, Sosyal Hizmet ve Çocuk Esirgeme Kurumu Örgütlenmesi, 1 Mayıs kutlamaları ve sendikalaştıkları için işinden atılan diğer işkolu işçileri için yapılan dayanışma ziyaretleri başlıca eylem ve etkinlikleri olmuştur.
Sağlık çalışanlarının mücadelesinin yeni bileşenleri olarak Diş ve Radyoloji Teknisyenlerinin örgütlenme çabaları, işçi sağlığı ve meslek hastalıkları konusundaki talepleri öne geçen diğer eylemler olarak dikkat çekmektedir. Sayısız eylem, direniş, basın açıklamaları, çalıştay ve benzeri etkinlikler bu yazının doğrudan konusu olmadığı için yazılamamıştır. Ama tüm çabaların boşa gitmeyeceği inancıyla onlara emek verenlere de teşekkür etmek görevimizdir.
Raporda, mücadelenin önünü açan, yol gösteren, araştırmacı ve akademisyenlerin büyük emekle hazırladıkları makaleler sendikanın 2011 yılında yapılan 8.Genel Kurul Çalışma Raporunda; Dünyada ve Türkiye’de İş Gücü Piyasası Üzerine Nicel Gözlemler, Esnekleşmenin Yeni Yaygınlaşma Alanları, Sağlıkta Dönüşümün Tarihsel Arka Planı, Sağlıkta Tehdit: Güvencesizleştirme ve Yeni Bir Sendikal Hareket Çağının Kapısında başlıkları altında yazılmaktadır.
Konusunun uzmanı akademisyenlerin, dayanışma amacıyla hazırladıkları bu makalelerinin yer aldığı çalışma raporunu içeriği; bilinen raporların çok ötesinde, halen de yol açıcı metinlerdir. Bu önemli çalışmaların sadece birisine; Yeni Bir Sendikal Hareket Çağının Kapısında başlıklı makalenin aşağıdaki bölümüne değinmekte yarar vardır:
“Geçtiğimiz 30 yıl içinde Türkiye tarihinin en büyük proleterleşme süreci yaşandı. 30 yıl içinde Türkiye işçi sınıfı niceliksel olarak neredeyse 10 kat büyüdü. Ancak işçi sınıfının bu büyüme süreci, dünyanın birçok yerinde olduğu gibi, paradoksal bir biçimde, politik ve ekonomik mücadele düzeyinde örgütlü işçi hareketinin gerilemesinin toplumsal zeminini oluşturdu. 12 Eylül sonrasının “sol” politik oluşumları, işçileşme(proleterleşme) sürecindeki halk yığınlarıyla, toplumsal konumlarının ve çıkarlarının bilincini kazandıracak bir diyalog kuramadılar.
İşçileşme sürecindeki yoksul yığınlar, kendileriyle iletişim halindeki ilerici seçeneklerin değil, bu koşullarda siyasal gericiliğin, ırkçılığın ve siyasal İslam’ın toplumsal tabanı haline getirildiler.” [8]
DİSK, 12 Eylül’den sonra tekrar açıldığı yıllardan başlayarak, taşeronlaştırma ve güvencesiz kılmanın etkilerini, açılış yıllarında yeterli kadar önemsenmese de süreç içinde, muhalif yaklaşımdaki sendikalar başta olmak üzere (bunların arasında Dev Sağlı-İş’te bulunmaktadır) gündeme getirilen; örgütlenme politikaları ve buna bağlı olarak eğitim ve mali kaynakların kullanımı konularındaki öneriler ve DİSK’in değişik tarihlerdeki genel kurullarında alınmış ortak kararlar bulunmaktadır.
Bunların önemli bir kısmı örneğin; “Rollerin değil, kafaların değiştiği bir Türkiye için! DİSK ilkeleriyle büyüyecek” broşürü genel kabul gören metinlerden birisidir.
28-30 Temmuz 2000 tarihlerinde yapılan 11.Genel Kurul’da (daha önceki genel kurullarda alınan kararlar yanında) teyit edilen Yönlendirici Belgeye dayanılarak aşağıdaki başlıklardaki kararlar alınmıştır.
“49. Ancak tek tek işyerlerine yönelik çalışmaların, özellikle organize sanayi bölgelerindeki işyerleri ve kayıt dışı ekonomideki işletmelere yönelik olarak yeterli başarı sağlanamadığı da açıkça görülmektedir. Stratejik anlamda başarı kazanabilmek bakımından örgütsüz, işsiz veya düzenli bir işe sahip olmayan ve çoğu kayıt dışı ekonomide çalışan işçilerin örgütlenmesi büyük önem taşımaktadır. Bu tür işyerlerinde tek tek çalışma yapmak sonuç vermemektedir. Farklı sektörlerde olsalar bile bölgelerdeki işverenlerin sendikalaşma karşısında güç birliği gösterdikleri görülmektedir.”
“51. Bu nedenle eşgüdüm içinde sürdürülen ve aşama aşama planlanmış bölgesel bir örgütlenme anlayışına ihtiyaç duyulmaktadır. DİSK öncülüğünde, kolektif ve demokratik süreçlerde oluşturulmuş kararlar ışığında, bölgelerde çalışma yapan tüm sendikaların ihtiyaçlarını dikkate alarak belirlenecek programlar uygulanmalıdır.”
“54. Öte yandan sendikalarımızın örgüt modellerinde, işletme yapıları ve işçi sınıfında ortaya çıkan değişimlere koşut yeni arayışlar gerçekleştirilmelidir. Bölgesel örgütlenme, örgütlenme biriminin işyerleri ile sınırlı kalmaması ve yaşama bölgelerine yayılması gibi konular sendikalarımızın gündemine girmelidir.”
“55. Örgütlenme mücadelesi sadece üye kazanmak değil aynı zamanda ve esas olarak sınıf mücadelesinde güç kazanma süreci olduğundan, ideolojik mücadele örgütlenmenin vazgeçilmez bir parçasıdır. Bu nedenle sermaye ve hükümetlerin politikaları karşısında seçenekler üretmek ve bunları emekçilere ulaştırmak büyük önem taşımaktadır.”
Devamla 14 Mart 2012’de yapılan 14. Genel Kurulda alınan 52.Karar metni;
“İktisadi ve sosyal haklar mücadelesi örgütlü-örgütsüz, kayıtlı- kayıt dışı, işsiz-çalışabilen tüm emekçilerin ortak sorunlarını içeren ve giderek yoksullaşan kesimleri de kucaklayan bütünleştirici bir zemin sunacaktır. Bu zeminin örgütlenmemizi geliştirebilmek bakımından önemi açıktır”, Gerçek anlamda bir örgütlenme için bu mücadelenin demokrasi mücadelesi ile bütünleştirilmesi zorunludur.”
Fazla söze gerek kalmadan söylemek gerekir ki; DİSK’in 90’lı yıllardan bu yana gelen yeni döneminde “Dervişin fikri başka, zikri başka” olmuştur. Yeterli ve kararlı bir irade konulmadığı için DİSK Genel Kurullarında alınan yukarıdaki kararlar halen sahiplenilmeyi beklemektedir. Ama aradan geçen yıllara yazık!
Kişisel yaşamımda da 1974 yılından beri önemli yeri olan sendikam Devrimci Sağlık İşçileri Sendikası 2023 yılında 50.kuruluş yılına girmektedir. Bu elli yıllık mücadele tarihi belki örgütlenmenin ileri safhalarında daha detaylı olarak irdelenecektir. Ben 48 yıllık sorumluluğum gereği üç ayrı yazıyla mücadeleyi sürdüreceklere bazı notlar ve izlenimler bırakmayı düşünerek yazdım. Devrimci Sağlık-İş’in başta taşeron sağlık işçilerinin ve devamında işçi sınıfının gündemine güvencesiz çalışmanın getirdiği sorunlarla girmesi önemlidir. Güvencesizliğe karşı mücadele halende doğru bir stratejidir. Devrimci Sağlık-İş, siyasi iktidardan doğrudan aldığı saldırılarla belki on binlerce üyesi olan bir sendika olamadı, ama güvencesiz çalışan milyonlarca işçinin örnek alabileceği bir sendika oldu. Bu süreçte yaşanmış çok yoğun çabalar vardır. Ödenen bir kısmı yaşamsal ciddi bedeller vardır.
Başkanlığını 2007 yılında devrettiğim, halende bu sınıfsal görevi, aynı zamanda DİSK Genel Başkanı da olan Uz. Dr. Arzu Çerkezoğlu’nun taşıması, benim için büyük bir şans olmuştur. Ve aynı zamanda isabetli bir karar olmuştur. Çerkezoğlu’nun DİSK gibi tarihsel ve güncel önemi olan bir konfederasyonun başında olması, benim içinde mutluluk ve onur kaynağıdır. Tabii ki, sendikanın son on beş yılında gördüğüm ve eleştirdiğim çok yönleri mevcuttur. Ama o eksiklikleri tekrar genç militanların omuzlarında yükselmeye çalışan sendikamızın yeni örgütlenme süreçlerinde, meşru organlarında ve onların yanı başlarında bulunarak ve fırsat verilirse o zaman diliminde dile getirmeyi ve eleştirmeyi daha anlamlı buluyorum. Devrimci Sağlık-İş, sağlık işçilerinin devrimci sendikal mücadelesinin mihenk taşlarından birisidir. Bana bir gün, “Devrimci Sağlık-İş’in geçmiş dönemlerindeki mücadelesini tek kelimeyle nasıl yorumlarsınız?” denilse, cevabım: “Sonsuz ve karşılıksız özveri” olacaktır.
*Bu yazı, 2023’te 50.kuruluş yılına girecek olan Dev Sağlık-İş’le ilgili olarak yazılan yazıların üçüncü ve sonuncusudur. Üç bölüm halinde yayınlan diğer yazılarda; sendikanın kuruluşu ve ilk mücadele yılları, 12 Eylül’den 11 yıl sonra başlayan ikinci mücadele dönemi ve güvencesiz çalışanları da kapsayan ve halen sürdürülen üçüncü mücadele dönemi olarak adlandırılmıştır.
[1] https://m.bianet.org/bianet/emek/112116-isveren-ise-alirken-sendikali-misin-diye-soramaz
[2] https://sendika.org/2022/12/koc-universitesi-hastanesinde-direnis-15-gununde-673543/
[3] https://www.calismatoplum.org/Content/pdf/calisma-toplum-1413-0064f0c8.pdf
[4] https://sendika.org/2013/07/diren-gucencesiz-abbasaga-forumu-guvencesizler-calisma-grubu-131972/
[5] http://isigmeclisi.org/2217-ulusal-istihdam-stratejisi-paneli-sonuc-bildirgesi-guvencesizler-hareketi
[6] Kamu Hastanelerindeki Taşeron Şirket İşçilerinin Sendikal Mücadele Açısından Konumları Nedir?, 26 Mart 2005,
[7] Dinazorların Krizi,sf.14,Çetin Uygur, Alan Yayınları, İstanbul, 1992
[8] Devrimci Sağlık İşçileri Sendikası 8.Olağan Genel Kurul Çalışma Raporu sayfa 119
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.