Kişiler arası ve aleni olana odaklanmak, transfobinin trans yaşamları üzerindeki ölçülebilir ekonomik etkilerini fark edememeye yol açar. Bu, işçi sınıfından translara yönelik gizli, yaygın ve sistematik şiddetin bir biçimidir
Transfobi bir sınıf sorunudur. Bununla kastettiğim, aynı zamanda derinden transfobik olan sınıflı bir toplumda sınıftan söz etmeden transfobiden anlamlı bir biçimde bahsetmenin mümkün olmadığıdır. Diğer tüm değişkenler sabitken transların işçi sınıfının en çok sömürülen ve ezilen kesimlerinde bulunması natrans akranlarına kıyasla daha olasıdır ve transfobinin herhangi bir transın hayatını ne ölçüde olumsuz etkileyeceği, onun ekonomik sınıfı tarafından şekillenir. Bu yazı, bu konunun her yönünün kapsamlı bir analizini yapmayı değil, bu konu etrafında devam eden tartışmalara katkıda bulunmayı ve trans meselelerine bir sınıf mücadelesi perspektifi sunmayı amaçlıyor.
Transfobi ile kastettiğim, birbiriyle ilişkili iki olgudur:
Bu iki transfobi türü birbirinden kesin bir biçimde ayrı değildir ve genellikle biri ötekine neden olur ya da onu pekiştirir.
Yaygın söylemde transfobi tartışılırken genellikle aleni olan kişiler arası husumetlere ve sokak düzeyinde şiddet içeren nefret suçlarına odaklanılır. Bunlar hakikaten de gerçek ve çok ciddi sorunlardır fakat kişiler arası ve aleni olana odaklanmak, transfobinin trans yaşamları üzerindeki ölçülebilir ekonomik etkilerini fark edememeye yol açar. Bu, işçi sınıfından translara yönelik gizli, yaygın ve sistematik şiddetin bir biçimidir.
2015 tarihli bir AB raporuna göre AB’deki transların en düşük gelire sahip yüzde 25’lik grupta yer alması natrans akranlarına kıyasla daha olasıdır ve transların yaklaşık üçte biri araştırmadan önceki yıl işyerlerinde, benzer oranda trans da ev arama sürecinde ayrımcılığa maruz kalmıştır. Transların işsizlik yaşama olasılığı da işyerlerindeki yaygın ayrımcılık ve genel toplumsal damgalama göz önüne alındığında beklenildiği gibi orantısız bir biçimde daha fazladır. Emma Rundall’ın 2010 yılında doktora tezinin bir parçası olarak translarla yaptığı ankette katılımcıların yüzde 14’ü işsizdi, yani o dönemki ulusal işsizlik oranının yaklaşık iki buçuk katı. Bu bulgu, translar arasındaki yüksek işsizlik oranları hakkında literatürdeki genel eğilimle tutarlılık gösteriyor.
Konut ayrımcılığı, ailelerin reddi ve istismarı, bir bütün olarak LGBTQ’lar için ve özellikle de LGBTQ gençler için yüksek evsizlik oranlarına yol açmaktadır. Albert Kennedy Trust tarafından 2015 yılında hazırlanan bir raporda her dört genç evsizden birinin LGBTQ olduğu ve LGBTQ gençlerin “evsiz genç nüfus içinde aşırı derecede temsil edildiği” belirtiliyor. Rapora göre evsiz LGBTQ gençlerin çoğu, evlerinde maruz kaldıkları ret ve istismarın evsiz olmalarında önemli bir faktör olduğunu söylerken konut sahiplerinin büyük bir çoğunluğu da bu marjinalleştirilmiş topluluğun barınma desteği açısından özgün ihtiyaçları hakkında bilgi sahibi olmadığını söylüyor. Birleşik Krallık’taki translar hakkında spesifik istatistikler bulmak zor, fakat kültürel olarak benzer bir diğer gelişmiş ülke olan Kanada’da araştırma ve topluluk örgütü Trans Pulse’ın ebeveyn desteğinin sağlık durumları üzerindeki etkileri hakkında 16-24 yaşları arasındaki 123 transla yaptığı bir araştırma var. “Güçlü bir aile desteğine” sahip olduğunu söyleyen tüm katılımcılar yeterli barınma imkanına sahipken güçlü bir aile desteğine sahip olmayan ve tüm katılımcıların üçte ikisini oluşturan grubun yaklaşık yarısı, yani katılımcıların üçte biri “yeterli barınma imkanına sahip değildi” (ya evsizlerdi ya da istikrarsız bir barınma durumundalardı).
Albert Kennedy Trust tarafından 2015 yılında hazırlanan rapordan
Transfobinin ekonomik etkilerinin yanında transfobi ve sınıfın kesişimi üzerine, yani sınıfın ve transfobinin nasıl bir etkileşime sahip olduğu ve birbirlerinin etkilerini nasıl şiddetlendirdiği üzerine de düşünebiliriz: Orta sınıfın ve patron sınıfının sahip olduğu finansal dirençlilik, zengin transların bazı transfobi biçimlerinden parasını vererek kurtulma yetisi, transların takip etmeye zorlandığı bürokratik süreçlerin sınıfsal doğası ve geniş trans topluluğu içinden ayrıcalıklı kişilerin tüm transların hakiki sözcüsü olarak yüceltilmesi.
Günümüzde transfobinin temel bir bileşeni, transların belirli sağlık hizmetlerine erişebilmeleri için katlanmaya zorlandığı bin bir türlü yarı keyfi meşakkatten oluşan tıbbi kapı bekçiliğidir. Sex Educations: Gendering and Regendering of Women (Cinsellik Eğitimleri: Kadınların Cinsiyetlendirilmesi ve Yeniden Cinsiyetlendirilmesi) yazısında Lisa Millbank, transların belirli sağlık hizmetlerine erişebilmek için kendilerinden cinsiyetlerinde “tam zamanlı” olarak yaşamalarının beklendiği bir zaman dilimi olan gerçek yaşam deneyimini (GYD), trans kadınların “sürekli dik bakışlardan, transfobik tacizden ve olası şiddetten oluşan ve bunlardan sağ çıkmak konusunda natrans kadınlara verilen (iki tarafı son derece keskin bir bıçak olan) eğitimden mahrum bir biçimde bir kamusal ucubelik deneyimine” maruz bırakıldıkları toplumsal olarak dayatılan bir “ihlal” biçimi olarak ele alıyor. Millbank özel olarak trans kadınların deneyimlerine odaklansa da bu durum bir ölçüde diğer transların deneyimleri için de geçerli. Bir kişinin natrans olarak geçme[1] yetisi (yani çoğu insan tarafından, kendisine uygun cinsiyetteki natrans biri olarak algılanması), GYD’nin ne kadar tehlikeli ve potansiyel olarak travmatik bir deneyim olacağını büyük ölçüde etkileyecektir. Natrans olarak geçmek kısmen, son derece sınıfsallaştırılmış (ve ırksallaştırılmış) geleneksel natrans normları icra edebilme biçimini aldığından, bir transın bunu yapabilmesi sınıf statüsüne bağlı olacaktır. Yani bir kişi ne kadar zenginse natrans olarak geçme şansını arttırmak için o kadar çok fazladan ve seçtiği adımı atma şansı olacaktır (geniş kapsamlı epilasyon, belirli cinsiyetlendirilmiş vücut özelliklerini gizlemek ya da öne çıkarmak için özel giysiler vs.) Dolayısıyla orta sınıftan ve patron sınıfından translar, sağlık hizmetlerine erişebilmek için kendilerine dayatılan kapı bekçiliğinin üstesinden daha rahat gelebilir ve transfobik bir toplumda GYD’nin zararlı etkilerinden daha rahat kaçınabilir. Benzer şekilde, transfobi genellikle kurumsal ve ekonomik ayrımcılık ve/veya aile ve toplum tarafından reddedilme biçimini aldığından, tekil bir transın sahip olduğu finansal güvence, tecritle finansal olarak başa çıkma ve zararlı durumlardan (örneğin durmadan tacize uğradığı bir mahalleden ya da reddedildiği ve istismara maruz kaldığı aile evinden) kendisini kurtarma kabiliyeti anlamına gelir ve bu onun transfobik bir toplumda hayatta kalması ve başarılı olması için kilit bir rol oynar. Tüm translar transfobiyi deneyimlese ve ondan zarar görse de bu zararın boyutu kaçınılmaz olarak son derece sınıfsallaşmıştır.
Günümüz toplumunda trans olarak yaşamak, bu topluma dayanak teşkil eden çeşitli bürokratik engellerle durmadan karşılaşmak anlamına geliyor; yasal ismini değiştirmek kadar teoride basit şeylerden, herhangi bir transfobi hadisesinin bir tür hesap verilebilirliğini sağlayabilmek adına devlet dairelerinin ya da şirketlerin şikâyet prosedürlerini takip etmeye kadar. Bu, teorik olarak herkesin yapmayı öğrenebileceği bir şey olsa da bu bürokratik kurumlar karmaşık ve dışlayıcı şekillerde tasarlanmıştır ve genellikle orta sınıf insanlara ayrıcalık tanıma işlevi görür. Böylece işçi sınıfından translar bir kez daha transfobiden kaynaklanan ek bir zahmete katlanmak zorunda bırakılır.
Transların büyük olasılıkla yoksulluk içinde yaşadığı ve transfobinin en kötü etkilerinden en çok işçi sınıfından insanların etkilendiği düşünülürse, bunlar neden medyanın translar hakkındaki söylemlerinin bir parçası değil? Neden transların medyadaki önde gelen sözcülerinden bazıları Caitlyn Jenner gibi varlıklı ve sağcı figürler? Bu elbette kısmen transfobinin son derece sınıfsallaşmış olmasından kaynaklanıyor; yukarıda ele aldığımız gibi, zenginler daha kolay bir şekilde “geçecek” ve profesyonel medya sözcülerinden beklendiği şekliyle cis-heteronormatif standartlara uyum sağlayacaktır. Aynı zamanda orta sınıf ve zengin transların medyada önemli bir mevcudiyete sahip olabilmek için gerekli bağlantılara sahip olması da daha olasıdır. Olur da anaakım söylem transların sorunlarına dair translara söz hakkı verirse, bu söylemlerde çoğu zaman transların genelini temsil etmeyen bir azınlık olan varlıklı, beyaz, orta sınıf trans kadınların sözleri hakimdir. Burada bariz bir ironiden söz etmezsem hata etmiş olurum; zira zengin olmaktan epey uzak olsam da beyaz bir lisansüstü öğrencisi olarak ben de transların çoğunluğunu temsil etmekten oldukça uzağım, fakat böyle bir iddiam da yok.
Translar olarak bizi etkileyen sorunları gündeme getirme veya bir topluluk olarak bize zarar veren kurumları ya da kamusal figürleri eleştirme girişimlerimizi boşa çıkarmanın yaygın bir yolu, bizi ayrıcalıklı kişiler olarak resmedip önemsizleştirmektir. Translar, yalnızca şikâyet edecek bir şeyler arayan bir grup orta sınıf veledi veya varlıklı üniversite öğrencileridir. Örneğin, ünlü gazeteci Suzanne Moore’un, makalelerinden birindeki ifadelere yönelik eleştirilere yanıt olarak Twitter’da ettiği tuhaf transfobik veryansından sonra meslektaşı Julie Burchill, başta Observer’da yayımlanan ancak sonra yayından kaldırılan, sonra da Spiked tarafından tekrar yayımlanan ve büyük ölçüde bir dizi transfobik hakaretten oluşsa da bu ideolojik eğilimi mükemmel bir biçimde gözler önüne seren bir yazı yazdı. Burchill, kendisinin ve diğer transfobik gazetecilerin “eskiden Fleet Street[2] olarak anılan yerde başarılı olabilmiş işçi sınıfı kökenli kadınlardan oluşan küçük bir azınlığın parçası” olduğunu iddia ettikten sonra transları, “sallanan kocaman doktoraları” olan ve “semantik” tartışmalarla işçi sınıfından natrans kadınları susturmaya çalışan akademisyenler olarak tasvir ediyor (buradaki semantik tartışma da Moore’un, yüksek düzeyde yoksulluk ve şiddetten muzdarip bir topluluk olan “Brezilyalı transseksüelleri” gelişigüzel bir aşağılama kalıbı olarak kullanması). Trans akademisyenler elbette vardır, fakat transların çoğunluğu olmaktan, hatta trans aktivistlerin çoğunluğu olmaktan oldukça uzaklardır ve Burchill’in iddia ettiği kadar ayrıcalıklı da değillerdir. Transfobikler işçi sınıfından transları bu şekilde görünmez hale getirerek hem transfobinin yukarıda tartışıldığı şekildeki ciddi maddi etkilerini önemsizleştiriyor hem de transları retorik olarak işçi sınıfının dışına atıyor.
2008’de yayımlanan ‘Liberal Multiculturalism is the Hegemony – Its an Empirical Fact’ – A response to Slavoj Žižek (‘Liberal Çokkültürlülük Hegemonyadır – Bu Ampirik Bir Gerçektir’ –Slavoj Žižek’e bir cevap) isimli harika makalesinde Sara Ahmed, ırkçılığın genellikle beyaz işçi sınıfına atfedildiğini ve aleni bağnazlığın liberalce yasaklanışının, yalnızca bağnazlığı marjinalleşmiş bir ötekine ait bir özellik olarak ele alma işlevi gördüğünü belirtiyor. Benzer bir süreci transfobide görüyoruz. Translara karşı bağnazlık açık bir biçimde işçi sınıfında konumlandırılıyor; dolayısıyla işçi sınıfından transların varlığı tanım gereği imkânsız ilan edilip görmezden gelinebiliyor. İyi maaşlı bir Observer gazetecisi, translarla kimlik siyasetine takıntılı orta sınıf veletleri diyerek topluca alay edebilir zira herkes bilir ki gerçek işçi sınıfı beyaz, natrans, heteroseksüeldir ve beyaz, natrans, heteroseksüel olmayan herkese düşmandır. Elbette gerçek şu ki bu “olağan” işçi sınıfı imgesi bir fanteziden ibarettir; işçi sınıfı garip, olağanüstü ve çeşitliliğe sahip bir sınıftır ve ancak sömürüyü ve ezilmeyi birçok farklı şekilde nasıl deneyimlediğimizin farkında olan bir siyaset, ezilmeyi ve sömürüyü sona erdirecek ve nihayetinde bizzat sınıfı ortadan kaldıracak bir hareket inşa etmemize olanak tanıyabilir.
[1] Passing: Deniz Gedizlioğlu’nun (2020) hazırladığı sözlükte “passing” şöyle tanımlanıyor: “(“Bir engele takılmadan geçmek” ifadesinde olduğu gibi.) Trans kişilerin, benliklerine atfedilmesini arzu ettiği cinsiyette okunması durumudur. Çoğunlukla ikili cinsiyet bağlamında kullanılır. İngilizce trans literatürünün bir dönem sık kullanılan kavramlarından biri olan “passing” tabiri, “cis olarak görülme arzusuna” yorulduğundan giderek kullanımdan çıkmaktadır. Türkiye’de buna en yakın kavram, lubunca “alıktırmamak” sözcüğüdür.” Metin boyunca “passing” anlamındaki geçmek ifadesi italik yazılmıştır.
[2] Fleet Street: Geçmişte İngiliz ulusal gazetelerinin birçoğunun üzerinde bulunduğu Londra’daki cadde. Günümüzde de “İngiliz gazetecilik sektörü” anlamında kullanılmaya devam etmektedir.
[Anarchasteminist’teki İngilizce orijinalinden Tara Bilgin tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir.]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.