devrimler tarihi boyunca sosyalistler/komünistler kendileri dışında çeşitli politik güçlerle hatta zaman zaman işçi sınıfı dışındaki sınıfların politik temsilcileriyle ittifak yaptı. bu yüzyılda komünizmin ittifakı feminizm ve lgbti+ hareketi olmalı
politik olarak 20. yüzyıldan 21. yüzyıla geçişin 1990’lı yıllarda başladığını söylemek yanlış olmaz. bu yüzyılın komünist ve devrimci hareketlerinin geçmişteki öncüllerinden öğreneceği şeyler var ama bugünün strateji ve taktiklerini sadece geçmişe, geçmişte benzer durumlarda nelerin yapıldığına bakarak bulmamız mümkün değil.
bugün devrimin ve komünizmin ana hatları neler olabilir?
küreselleşme, geçmişteki tek ülkede sosyalizm/dünya devrimi tartışmasından bağımsız olarak, özellikle türkiye’nin de yer aldığı batı asya/ kuzey afrika bölgesinde, kürt ve arap halklarının farklı ulus devletlerde yaşaması sebebiyle de, birbirine sıçrayacak bölge devrimlerini gerekli kılıyor.
tıpkı geçmişte olduğu gibi, sınıfın güncel haklar mücadelesinden bağımsız bir komünist hat yürütmek mümkün değil.
birçok ülkede, özellikle de seçimlerin dahi baskı ortamında yapıldığı ülkelerde, komünizmin yolu parlamentoya uğrayacak gibi görünüyor. bu, geniş kitlelerin parlamentodan ümidini kesmesi için gerekli bir süreç olacak.
karşımızdaki güç aygıtını hesaba katmadan, onunla baş edecek bir güç oluşturmadan devrimci görüşler savunulabilir, mücadele yürütülebilir belki ama bir devrimin gerçekleşmesi mümkün değil. böyle bir güç, geniş kitlelerin güvenini ve desteğini kazanacaksa, harekete geçmek için son sıçrama ânını bekleyemez.
komünizmin önünü, daha önce olduğu gibi birleşik devrimler açacak. ama bugünün müttefikleri daha farklı.
buraya kadar olan kısmı, kendi bakış açımı ve çerçevemi anlatmak için yazdım. bu yazıda esas tartışmak istediğim ittifaklar.
“yeni” hareketler, “yeni” fark edilen hareketler
şükür, 1990’lı yıllarda çok sık başvurulan “yeni toplumsal hareketler” kavramı geride kaldı. ama yine de şunu hatırlatmak gerek; bu kavramla ifade edilen hareketlerden anarşist ve feminist hareketler komünizmle yaşıt. lgbti+ hareketi daha yeni olmakla birlikte öncülleri var, çevre hareketi kapitalizmin belli bir aşamasında ortaya çıkan hasarla ilintili. bugün bu listeye hayvan hakları hareketlerini de ekleyebiliriz.
biliyorum, bu hareketlerin bir kısmını “kimlik mücadelesi” başlığı altında toplamak, hatta “tekçilik”le mücadele içinde tanımlamak yaygın bir pratik. ancak mesele tekçilik, tek renklilik vb. değil, farklı “kimlikler” arasındaki egemenlik ilişkileri ve toplumun, devletin bunları düzenlemesi. mesele, örneğin tek bir islam istenmesi değil; alevilerin varlığının gayri meşru sayılması, tarihlerinde katliamlar olması, ibadethanelerinin ibadethane sayılmaması vb. gibi baskıya işaret eden şeyler. ama aynı zamanda, dinin bir baskı aracı olarak kullanılabilmesi için herkesin neye, nasıl inanacağının, devlete bağımlı bir merkezden belirlenmesi gerekiyor.
milliyet, din hatta ırk gibi kimliklerin baskı altına alınması evrensel değil. aynı örnekten devam edersek, alevi olmak türkiye’de, suriye’de ve isveç’te aynı sonuçları doğurmuyor.
ama kadın olmak, eşcinsel, biseksüel ya da transeksüel olmak öyle değil. kadınlar, dünyanın her yerinde, tezahürleri farklı olsa da var olan bir sistemin sonucu olarak sömürülüyor ve bunun sürebilmesi için baskı altına alınıyor. eşcinsel, biseksüel ve trans insanlar da aynı sistem tarafından baskı altına alınıyor çünkü o sömürüyü mümkün kılan cinsiyet rejiminin dışındalar.
iki parantez açacağım. birincisi şu; sistemin aynı olması, durumları arasında paralellik olması anlamına gelmiyor. örneğin kadınlar çoğunluk, lgbti+’lar öyle değil. kadın olmak meşru, lgbti+ olmak öyle değil. o yüzden aslında aynı sistemi karşısına alan bu iki kesimin mücadelesi, örgütlenme alanları, örgütlenme biçimleri birbirinden farklı olabiliyor.
ikinci parantez, bu sömürü sistemi yani patriyarkanın işlemesi için ikili cinsiyet sistemine ihtiyaç var ama patriyarka, ikili cinsiyet sisteminin inkârıyla ortadan kalkmaz, tam aksine, patriyarkanın aşınması[1] ikili cinsiyet sistemini de zayıflatır.
patriyarka ile kapitalizmin ilişkisini farklı biçimlerde tanımlayan sosyalist/komünist akımlar var. patriyarka diye bir sistemin var olmadığını, bütün bunların kapitalizmin sonuçları olduğunu düşünenler de var. yazıyı sınırlayabilmek için bu görüşleri tartışmayacağım. ancak birçoğunun geçtiğimiz 20-30-40 yıllık bir tarih içinde, kadın ve lgbti+ hareketleriyle ilgili tutum ve görüşlerini değiştirdiğini hatırlatmalıyım.
galiz ifadelerle mahkum ederek çıkılan yolda bu hareketlerin benimsendiği, yüceltildiği hatta program ve işlevlerinin “üstlenildiği” bir noktaya geldik. sürecin ilk –yani hatta’dan önceki- bölümünün özeleştirisiz ilerlediğine –şaşırmadan- dikkat çekerek şunun altını çizmeliyim. bu hareketler meşruiyetlerini güç ve kararlılıklarından, “sokağı boş bırakmamalarından” değil, taleplerinin haklılığından alıyor. en az bunun kadar önemli nokta, sol hareketlerin, kendilerini farklı hareketlere meşruiyet dağıtan, meşruiyet belirleyen bir noktada tanımlamalarının yanlışlığı ve çarpıklığı! bu tür bir gücün ve zihniyetin muhtemel iktidarından özgürlükçü bir tutum beklemek gerçekçi olabilir mi?
komünizmin hedefleri
komünizmi basitçe, kapitalist sınıfların ortadan kalktığı bir refah toplumu olarak tanımlamıyoruz. köy ve şehrin, kol emeğiyle fikir emeğinin, kadın ve erkeğin arasındaki farkın ortadan kalkmasını da hedefliyoruz.
kadın kurtuluş hareketi ve lgbti+ hareketi sadece kadın ve erkek arasındaki farkın herhangi bir toplumsal sonucunun olmayacağı geleceği inşa etmiyor, kadın kurtuluş hareketinin ev içi emekle ilgili önerileri aynı zamanda kafa emeğiyle kol emeği arasındaki farkın silinmesine de katkı sunuyor. çünkü kadın ve erkek arasındaki, kadınların ücretsiz emeğine dayanan işbölümü aynı zamanda kafa ve kol emeğinin ayrılaşmasını da üretiyor. erkeklerin bugünkü -kadınların ücretsiz emeğine dayanan – yaşam biçiminin bilimin, sanatın gelişmesi için en uygun yaşam tarzı olduğu fikri patriyarka ile kapitalizmin suç ortaklığına dayanıyor. erkeklerin eline toz bezi verip onları bir de mutfağa soktuğunuzda, profesörleri pirinç tarlasına göndermeye gerek kalmaz. herkesin el/kol emeğine başvurduğu bir toplum kurulur.
öyleyse komünistler ne yapmalı?
haklılığına, kendi tarihlerinin bir aşamasında ikna oldukları kadın ve lgbti+ hareketlerini örmeye mi çalışmalı?[2] yani o talepleri, mücadeleyi, hedefleri ve mücadele biçimlerini kendi programlarının parçası haline mi getirmeli?
doğru tutumun bu olmadığını düşünüyorum. sol siyaset, esas olarak ücretli emeğin kurtuluşuna odaklanır; odaklanmalı. çok zengin ve karmaşık sonuçları olan bu odak, güncel mücadelede başka öncelikler, mücadele ve örgütlenme alanları ve aynı zamanda uzun vadeli bir hedef olarak, üretim araçlarının özel mülkiyetinin siyasal bir devrimle ortadan kaldırılmasını gerektirir.[3] o yüzden bu hareketlerle bir ittifak ilişkisinin daha doğru ve gerçekçi olduğunu düşünüyorum. devrimler tarihi boyunca sosyalistler/komünistler kendileri dışında çeşitli politik güçlerle hatta zaman zaman işçi sınıfı dışındaki sınıfların politik temsilcileriyle ittifak yaptı. bu yüzyılda komünizmin ittifakı feminizm ve lgbti+ hareketi olmalı.[4] ancak bu ittifaklar yol arkadaşlığından ibaret değil, kurucu süreci de kapsayacak.
ama hepsi bu değil bence. ittifak aynı zamanda bir öğrenme ve dönüşme ilişkisi. kadınların ve lgbti+’ların devrimci sürecini bırakın benimsemeyi, anlamış bir hareket eskisi gibi olamaz.
şunun altını çizmek gerek. özellikle türkiye’de, 8 mart feminist gece yürüyüşleri ve onur yürüyüşleri farklı sebeplerle önemli. kürtajın yasaklanmasına karşı yürütülen kampanya ve eylemler, istanbul sözleşmesi’nden çıkılmasına karşı yürütülen kampanya ve eylemler çok çarpıcı ve önemli oldu. onur yürüyüşleri, kararlılığın yanı sıra, görünmez kılınmaya çalışılan kimliklerin, “dolaba”, eve kapatılmaya çalışılan insanların görünürlüğü bağlamında da önemli. ama bu iki hareket, sokak eylemlerinden ibaret değil. [5] o yüzden tek ve en önemli talepleri sokakta şiddete maruz kalmadan, rahatça eylem yapmak değil. bu hareketler demokrasi de talep etmiyor; asgari talepleri onu çok aşan eşitlik ve özgürlük. bu ne anlama geliyor?
her şeyden önce şunu görmek gerek. cinsel yönelim cinsel pratikten ibaret değil. eşcinseller, biseksüeller ve heteroseksüellerin eşitliği, hem hayatın her alanında eşit haklara sahip olmaları hem de ilk ikisinin bu yönelimlerini tıpkı heterolar gibi olağan yaşayabilmeleri anlamına geliyor. mesele “yatakta” ne yapıldığı değil, işyerinde, evde, kafede, lokantada ne yaşandığı… diğer yandan, bu aynı zamanda hemcinsler arasındaki cinsel pratiklerin de olağan sayılması anlamına geliyor. dolayısıyla, eğer iki erkeğin cinsel pratiği size olağanüstü, tahammül edilmez, iğrenç vb. geliyorsa, bu kelimenin en saf anlamıyla homofobi ve ifade edilmesi değil, utanılması, aşılması gereken bir durum. aynı şey, örneğin memeleri ve penisi olan bir bedenle kurduğunuz ilişkide de geçerli. böyle bir bedeni arzulanamaz, olağandışı vb. saymak da içselleşmiş, kemikleşmiş transfobi ve kendisini lgbti+ hareketinin müttefiki sayanlar için aşılması gereken bir durum. çünkü hepimizin gayet iyi bildiği gibi, arzu da başta olmak üzere duygular politik.
bir diğer önemli nokta şu: eşcinsel ve trans düşmanı propaganda üreten, bu propagandadan gelir ve çıkar sağlayan insanlar arasında eşcinseller var ve bu ikiyüzlülük eleştiriyi, mahkum edilmeyi hak ediyor. ancak bu hak, bir eşcinselin, transın ya da biseksüelin ve aynı zamanda bir kadının, hayatta/ayakta kalmak için başvurduğu bazı taktikleri, cinsiyet kimliği, cinsel yönelimi veya hayat tarzıyla ilgili henüz açılmaya hazır olmamasını yargılama hakkı olarak anlaşılmamalı!
erkekliği aşmak
şunu biliyoruz; kapitalizm sadece üretim araçlarının mülkiyetiyle ilgili bir şey değil. servetin yüceltilmesi, bir sınıf için yeryüzü kaynakları konusunda savurganlığın olağan olması, şiddet tekelini elinde bulunduran devletin hukuksuzluğu, adaletsizlik gibi onlarca farklı sonucu ve en önemlisi güçlü ideolojik araçları var. kapitalizmden kurtulmadan bunlardan da kurtulmak tabii ki mümkün değil ama bir sosyalist hareket, kapitalizmin ideolojisinden mümkün olduğunca uzak durmaya, bundan arınmaya çalışır. aynı şey erkeklik için de geçerli.[6] erkek, toplumsal olarak egemen; erkekliği yücelten her şey, o egemenliğin parçası. bir politik hareket, kadın ve lgbti+ hareketlerinin müttefiki olacaksa, erkeklikten de arınmak zorunda. bu, kadınların temsilini güçlendirerek, programa yeni talepler ekleyerek, farklı şeyler söyleyen metinler üreterek olacak bir şey değil. devrimci pratiği ve kültürü toptan değiştirmeyi gerektiriyor. bu da cinsiyetçi ifadelerden uzak durmakla, kelime ve ifade ayıklamakla olacak bir şey değil. örneğin eğer kadın hareketinden öğreniyorsanız, erkek kültürünün zirvelerinden biri olan maço[7] tutumları benimseyemezsiniz, dayatma ve tehdide bir tartışma aracı olarak başvuramazsınız. cesaretin, kahramanlığın, gururun, onurun tanımını değiştirmek zorundasınız, tek mücadele biçimi olarak meydan okumaktan vazgeçmek zorundasınız. delikanlı gibi değil, kadın gibi, eşcinsel gibi, trans gibi direnmek, mücadele etmek zorundasınız! ki bunun nasıl da sonuç aldığını görüyoruz.
biliyorum, insanlar özellikle erkekler bir sol harekete erkek egemen zihniyetle donatılmış halde geliyor. ama aynı zamanda kapitalizmin ideolojisinin etkisini de kırmış olmuyorlar. o etkiden, çok büyük ölçüde hareket içinde uzaklaşıyorlar. yani bu bir öncelikler meselesi. öğrenebiliriz, yapabiliriz.
çünkü birleşik devrimimiz, kadın, proleter ve lubun olacak, bunların hiçbir anlamı kalmayana dek.
Dipnotlar:
[1] kadın devrimi bir sürekli devrim olduğu için “ortadan kalkma” yerine “aşınma” ve/veya “sönümlenme” kavramlarını tercih ediyorum.
[2] “tarihin bir aşamasında ikna olma” türkiye’ye mahsus bir durum değil. uzun zaman eşcinselliği yasaklayan küba’da geçtiğimiz günlerde gündeme gelen yeni aile yasası önergesi için bknz. https://sendika.org/2022/06/cogul-aileler-leidys-maria-labrador-herrera-granma-umut-gazetesi-659642
[3] bunun hayatiliği, tek başına, sosyalistleri, komünistleri diğer hareketlerden üstün, onların yol göstericisi falan kılmaz.
[4] çevre hareketlerini, esas olarak kapitalizmin sonuçlarına karşı mücadele ettikleri için hareketin parçası olarak görmek doğru.
[5] aslında, sömürülen ve/veya ezilen herhangi bir toplumsal kategoriyi temsil etme iddiasındaki hareketlerin varlığının, varoluşunun, eylemliliğinin o hareketin odağında bulunması yani hareketin kendisini sınıfın/toplumsal grubun yerine koyması, yani ikamecilik doğru bir tutum değil.
[6] biyolojik bir kavram olan eril yerine toplumsal bir kavram olan erkek kullanmayı tercih ediyorum.
[7] latin amerika kökenli olan bu terim, iddialı ve saldırgan bir erkeksiliğe, erkeklikle saldırgan bir biçimde övünmeye işaret ediyor.