İklim Hareketleri içerisinde yer alan gruplar, fabrikadaki işçisinden üniversitedeki akademisyenine dek geniş kesimleri kucaklayabilmiştir. Ve en önemlisi de aksatılmadan dökümü yapılan bilimsel verilerle birlikte, dünyanın dört bir yanında sürdürülen sömürgeciliğin teşhir edilmesine muazzam katkılar sunabilmiştir
26-28 Haziran tarihlerinde Almanya’da gerçekleşecek olan 48. G7 Zirvesi’ne Almanya (Olaf Scholz), Fransa (Emmanuel Macron), İngiltere (Boris Johnson), İtalya (Mario Draghi), ABD (Joe Biden), Kanada (Justin Trudeau), Japonya (Fumio Kishida), AB Komisyonu (Charles Michel ve Ursula von der Leyen) ile birlikte grup üyelerinin davetlisi olarak Ukrayna da (Volodimir Zelenski) katılacak.
Zirve gündemlerinin üç ana başlığı ise şöyle: İklim politikası, COVID-19 pandemisiyle mücadele ve dünya çapında uluslararası işbirliği ve demokrasiyi güçlendirmek[1].
14 Haziran 2022 Salı günü, AB Parlamentosu’nun çevre ve ekonomi komitelerinin üyelerinin çoğunluğu, fosil gaz ve nükleer enerjiyi “iklim dostu” ilan etti. Ve bu enerjileri edinimi daha kolay ve daha kârlı bir hale getireceklerini açıkladı.
Hemen ardından dünyanın en büyük doğalgaz tekeli Gasprom’un, Baltık Denizi boru hattı ‘Nord Stream 1- Kuzey Akım 1’ üzerinden gerçekleşen gaz akışını üçte birden daha fazla bir azaltıma gittiği duyuruldu. Buna karşı Alman Federal Hükümeti, bir Alman yan kuruluşu olan Germania’yı daha yoğun bir devlet kontrolü altında tutacağı ve şirketin adını değiştireceği kararını açıkladı.
Gaz aktarımındaki bu aksaklık basına, “Rus gaz tekeli Gasprom daha önce hatlardaki basıncı kontrol eden bir kompresör istasyonunda ‘teknik sorunlar’ olduğunu bildirmişti. Siemens Grubu tamir edilen parçaları zamanında teslim etmedi. Bu boru hattı, her zamanki 167 milyon metreküp yerine, artık günde sadece 100 milyon metreküpü taşıyabiliyor. Siemens ise Kanada’nın ihracat yaptırımları nedeniyle Kanada’da takılı kalan kontrolden geçirilmiş bir türbini rapor ediyor. Ancak bu türbinin şimdi değiştirilmesi gerekip gerekmediği belirsizliğini korumakta”, biçiminde yansıdı[2].
“Artık kendimizi bu kötü Rus gazından bağımsız hale getiriyoruz ve bu iklim açısından da olumlu bir adım olacak” gibi söylemlerle birlikte, alternatif olarak Katar gazı transferine başlanacağı bildirildi[3]. Bir yandan nükleer enerji santrallerinin kapatılacağı ve kömürden vazgeçileceği duyuruları yapılırken, diğer yandan ise Fransız Hükümeti’nin “nükleer santral stoklarımızı genişleteceğiz” açıklamalarının yapılması, Almanya’nın Fransa’daki hareket alanlarının azalmayacağının sinyallerini de verdi.
Zirve öncesi durumu çok ama çok kısa bir şekilde özetleyecek olursak; Ukrayna’ya ağır ve teknik olarak muazzam sistemlere sahip silah transferlerine devam edilecek, savaş devam edecek ve Rusya’yla sınırlanan ilişkiler TAŞERON ÜLKELER aracılığıyla yürütülmeye devam edecek. G7 ülkeleri arasındaki enerji-tarım odaklı “dünya çapında uluslararası işbirliği” temelinde ele alınacak olan gündem, bu ülkelerle sınırlı kalmayacak, Afrika’dan Asya’ya, Latin Amerika’dan Kafkaslar’a dek büyük bir coğrafyayı bağlayacak nitelikteki kararlara da tanıklık ettirecek.
G7 Zirvesi gündemlerinin esas başlıklarından biri “sürdürülebilir gezegen-küresel ısınma; iklim politikaları” iken ve BM Genel Sekreteri Antonio Guterres sık sık küresel ısınmaya dikkat çekerken, önümüzdeki günlerde bizleri ne tür önlemlerin beklediğine kısmen de olsa bir göz atalım:
Uganda’da bir petrol boru hattı tasarlanıyor: EACOP (East African Crude Oil Pipeline) boru hattı. Tek başına EACOP projesi neredeyse yarım gigaton karbondioksit (CO₂) üretecek bir proje. Bu proje ham petrolü Uganda’daki Hoima pompa istasyonundan Victoria Gölü boyunca 1.444 kilometrelik bir kanalla Hint Okyanusu’ndan geçirerek, Tanzanya’daki Tanga petrol terminaline taşımak üzere tasarlanıyor[4].
“Küresel ısınma durdurulacak. Artık atmosfere mümkün olduğunca yavaş ve az CO₂ salımını mümkün kılan önlemler alıyoruz” denilirken, bazı şirketlerin ve hükümetlerin neden hâlâ bu kadar yoğun CO₂ salımı kesin olan projelere, yani “Doğu Afrika Ham Petrol Boru Hattı” gibi hatlar geliştirmeye bel bağladıkları hakkında ise verilen tüm soru önergelerine rağmen tek bir ciddi açıklama dahi yapılmıyor.
Diğer bir örnek Hindistan: Reuters’e göre Hindistan, savaşın patlak vermesinden bu yana yalnızca haziran ayının başına kadar yaklaşık 62,5 milyon varil Rus petrolüne sahip oldu.
Hindistan’ın (Türkiye gibi) Rusya’dan petrol alımını önemli ölçüde artırdığı bilinirken, son beş ayda farklı ülkelere yaptığı akaryakıt sevkiyatının yüzde 15 arttığı görülüyor. AB’ye yapılan günlük teslimatların önceki teslimatlara göre üçte bire düştüğü, ABD’ye yapılan teslimatların ise yüzde 43 arttığı belirtiliyor. Ve bu teslimatlarda kayda değer bir fiyat artışı gözleniyor.
Nihayetinde, “İsrail denizcilik veri sağlayıcısı Windward ile paralel bir şekilde GPS cihazlarını kapatan Rus petrolü taşıyan gemilerin sayısı, Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle birlikte fırladı. Bu taktik, nakliye rotalarının takip edilmesini ve dolayısıyla petrol sevkiyatlarının menşei hakkında bilgi edinilmesini zorlaştırmaktadır”[5].
İklim Aktivisti olan bir Sol Parti Milletvekili bu konuyla ilgili şöyle bir basın açıklaması yaptı: “Hindistan, uluslararası pazarda serbestçe ticaret yapma hakkına sahip olduğu için bu uygulamanın eleştirilecek bir yanı yoktur. Ve Hindistan’ın Küresel Güney’de bir ülke olarak gelişme hakkı olduğu da yadsınamaz. Bu ticaret Hindistan halkını da ekonomik sıkıntılarından kurtarmaya yarayabilir.”
İklim Aktivisti ve Gençlik Kolları’nın en önde gelen isimlerinden olan diğer bir Sol Parti Milletvekili’nin açıklaması ise şöyle: “Uganda’da bir petrol boru hattı döşenmesi, o bölgedeki toprak parçasının yağmalanmasına ve büyük felaketlerin yaşanmasına yol açacaktır. Bunu parlamentoya taşıdık ve Almanya bu projeden çekildi.”
Yine İklim Aktivisti bir Yeşiller Milletvekili’nin açıklaması: “EACOP projesi 2025 yılında Uganda’yı Tanzanya’ya bağlayacak ve bu proje iki ülkedeki yoksulluğu hafifletmeye yardımcı olabilir.”
Ve nihayetinde Almanya bu projeden çekildi. Ancak Deutsche Bank, Fransa kanalları aracılığıyla bu projeye destek vermeye devam edecek. Bu projeden en büyük kârı ise Fransız enerji şirketi Total Enerji sağlayacak.
İşte büyük bir savaş sırasında ve önemli bir Zirve öncesinde en “ileri” olan kadın parlamenterlerin vitrin açıklamaları, Hollanda’dan Danimarka’ya, Almanya’dan Fransa’ya dek bu yöne doğru esmekte. “Savaş var, savaş var” nidaları atılsa da Ukrayna, Afganistan ve Ortadoğu’nun her bir parçasında yeryüzünün talanı sümen altı edilerek “küresel ısınma” böyle dile getirilmektedir.
Uluslararası işbirliğiyle kastedilen “kalkındırılması gereken evlatlık ülke topraklarını deşmek” iken, Türkiye de bu statüde ele alınmaktadır. Türkiye’deki enflasyon artışı, yoksulluk ve ifade özgürlüğü sınırlamaları, radyo programlarında neredeyse her gün Haber Türk programlarına katılan Dr. Ersan Şen’in açıklamalarıyla delillendirilmektedir!
“Toprak üzerinde yürütülen her proje bölgesel bir kontrol aracı haline gelmiştir.”
Dr. Sergio Prieto Diaz: “Güney Meksika’daki bu bölge, orada yaşayanların iradesine karşı işleme konulan bu büyük ölçekli projelerin fizibilitesi açısından bir tür küresel laboratuvar işlevi görüyor. Ve bu sayede böylesi projeler aynı zamanda bölgesel kontrol araçları haline geliyor. Tren Maya Projesi böyle bir projedir. Bu sadece Meksika’ya özgü ya da Meksika’daki bir kaynak çıkarma sorunu değildir. Genel olarak bu sorun, bölgelerin hareketlilik bölgeleri olarak yönetimi ve dolayısıyla bu bölgesel yeniden düzenleme projelerinin, sınırların geleneksel işlevlerini nasıl etkilediği sorunudur.
Küreselleşen günümüzde hâlâ var olan sınırların tek geleneksel işlevi, insanların geçişini kontrol etmektir. Devletlerin egemenliği altındaki tek boşluk, esasta sınırlarda yatıyor. Çünkü sermayenin ve ürünlerin pratik olarak serbestçe hareket edebildiği tek yer sınırlar. Ancak tabiri caizse devletlerin girmek, çıkmak veya girmemek için hâlâ kontrol edebildiği biricik kaynak insan kaynağıdır.[6]”
Öncelikle “İklim Hareketleri” olarak anılan grupların hepsi, Fridays For Future (Gelecek İçin Cumalar) çatısı altında toplanarak ‘Dünya İklim Grevi’ olarak anılan grevleri gelenekselleştirebilmiştir.
Bu gruplar içerisinde bulunan partilerin gençlik örgütlülüklerinin kaptırıldığı rüzgâr, yukarıda milletvekillerinden alıntılarla kısaca aktarmaya çalıştığım sahne gibidir. Ve tam da bir savaş sırasında ve bir Zirve öncesindeki bu tablo, kendi yayınlarındaki köşe yazılarında dahi; “Neredeyse yarım asırdır süren İklim Hareketleri geleneğinin bizi hiçbir yere vardıramadığı açıktır. Esas olan toplumsal sorunları kucaklayabilmektir” biçimiyle özetlenebilmektedir.
İklim Hareketleri içerisinde yer alan gruplar, fabrikadaki işçisinden üniversitedeki akademisyenine dek geniş kesimleri kucaklayabilmiştir. Ve en önemlisi de aksatılmadan dökümü yapılan bilimsel verilerle birlikte, dünyanın dört bir yanında sürdürülen sömürgeciliğin teşhir edilmesine muazzam katkılar sunabilmiştir.
Türkiye’yle kıyaslayarak tasvir edecek olursak:
Bu hareketler; Boğaziçi’ndeki akademisyenlerdir, öğrencilerdir. Bergama’da direnen köylülerdir. Karadeniz’deki tütün üreticileridir. G(ö)rev başında olan Türk Tabipleri Birliğidir. “Geçinemiyoruz, barınamıyoruz” diye haykıranlardır. Akademik-demokratik mücadeleler veren üniversite öğrencileridir. “İfade özgürlüğü engellenemez” diyenlerdir. Onur Yürüyüşü’nü düzenleyenlerdir. Feminist hareketlerdir. Sabancı Center önünde direnen EnerjiSA işçileridir. Barınma, beslenme, sağlık ve eğitim başta olmak üzere, asgari düzeyde de olsa insanca yaşama koşullarını sağlamak üzere verilen her türlü mücadelede yer alanlardır. Sanatçılar, yazarlar, gazetecilerdir. Paylaşım Savaşları’na ve sömürüye karşı çıkanlardır. Ve bu mücadelede ifade özgürlüğünden tutalım da Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Kanunu’nun değişimine ve polis şiddetini meşrulaştıran yasal düzenlemelere dek her türlü anti-demokratik uygulamaya karşı kenetlenmeyi başaranlardır.
Bu hareketler, medyanın karikatürize ederek yansıttığı gibi, “yeryüzünün ısınma derecesi” uyarısıyla yetinmemiştir. Evet yüzbinlerin katılım sağladığı grev sahneleri bu gerçek tehlike ve genel talep etrafında kenetlenebilmiştir. Ancak her yıl gerçekleşen yüzlerce eylem ve yüzlerce toplantı, bu yüzbinlerin toparlanmasında tutkal işlevi görebilmiştir.
Medyanın sürekli umutsuzluk tohumları atmak üzere püskürttüğü “bakalım bir sonraki greve kaç kişi katılacak, hangi ülkeler katılacak” manşetleri, başta Fridays For Future aktivistleri olmak üzere tüm aktivistler tarafından ve ısrarla, “Biz Twitter sayıları kadarız. Bakın! Sanal değil, gerçeğiz!” biçimiyle yanıtlanmaya devam etmektedir.
Bu hareketler, başlangıçta çok çeşitli polemikler yürütseler de eyleme katılımda ortaklaştıkları noktaları kaybetmemeye çok büyük bir özen gösterdiler. Özellikle devrimci-komünist hareketlerin gençlik örgütlülükleri tarafından “emperyalist-kapitalist sisteme vurgu yok, hayali bir talep peşindeler” değerlendirmeleri yapılsa da dünyadaki gelişmelere paralel katılımda sağlanan sürekliliği, yani geniş kesimlerin katıldığı grevleri hiçbir grup sekteye uğratmadı. “Anti-kapitalist Blok” olarak anılan grup, bu hareketlilik içerisinde nitel ve nicel olarak büyük bir gelişim sağladı.
Ortak e-mail dağıtım ağları oluşturuldu. İsteyen katılımcılar bunlara üye oldu. Özel gündemli tartışmalar için geçici e-mail dağıtım ağları oluşturuldu. Her İklim Grevi öncesinde, mesleki örgütlenmeler de dahil olmak üzere tüm örgütlenmeler ya da tek tek kişiler grevin amacını-şiarını tartışmak üzere bu sayfalara davet edildi. Grevlerin tarihi belli olur olmaz, e-mail dağıtım ağlarına kayıtlı olan herkese en az üç kez ve 16-20 yaş grubu gençler tarafından davetiyeler gönderildi.
Bu hareketler; ortak eylemleri sırasında, herhangi bir sebeple gözaltına alınan ya da tutuklanan her katılımcıyı sahiplendi. Bu nokta, görüş ayrılıkları noktasındaki “KIRMIZI ÇİZGİ”nin büyük bir çaba ve özveriyle aşılmasının işareti oldu. “Radikal sol da aranızda. Dikkatli olun. Yollar yürüyerek fethedilmez!” gibi, bizzat milletvekilleri tarafından taciz edilseler de bu saldırılara prim verilmedi.
Küçük şehirlerde dahi, yeri geldi 250 kişilik katılım sağlanabildi, yeri geldi güncel gelişmelerin yakıcılığına paralel 2 bin kişilik katılımlara tırmanıldı. Ve katılımcılar “bu grev hep devam edecek” noktasında bir gelenek edinebildi.
Ve şimdi! Dünya tarihi açısından nitel dönüşümlerin gerçekleştiği böylesi bir süreçte G7 Zirvesi’ne karşı alternatif bir Zirve örgütlendi. 6 Haziran’dan itibaren yürüyüşler ve toplantılar organize edilmeye başlandı. Her örgütlenme, her kurum tıpkı şimdiye dek olduğu gibi kendi eylem ve toplantılarını gerçekleştirmeye devam ediyor. Ve ardından Yukarı Bayern Eyaleti’nin Elmau beldesinde 26-28 Haziran tarihlerinde toplanacak olan G7 Zirvesi’ne alternatif bir Zirve olarak da toplanacaklar.
Alternatif Zirve’nin çağrısı şöyle: “Bizim için en önemlisi, bu yeryüzü talanından en çok etkilenen toprakların temsilcilerinin seslerini duyabilmek ve sesimizi onlarla birleştirebilmektir. Yaklaşık 20 bin polisin görev yapacağı bu beldede toplanmamızın esas sebebi budur. G7’yi adil, demokratik ve iklim dostu görmüyorsanız siz de gelin. Biz G7 değil, yaşam için buluşuyoruz.”
G7 Zirvesi’nin hemen öncesinde 24 Haziran Cuma günü Münih’te, Fridays For Future çatısı altında bir İklim Grevi gerçekleştirilecek.
24-28 Haziran tarihleri arasında gerçekleştirilecek olan Alternatif Zirve’de Tren Maya Projesi başta olmak üzere Latin Amerika, Ortadoğu ve Afrika ülkelerinde tasarlanan projeler ele alınacak. Bu toplantılara esasta, büyük yürüyüşlerde kendisini ‘Anti-kapitalist Blok’ olarak ifade eden onlarca grup katılacak.
Ve 28 Haziran günü, tüm bu grupların ortak organize ettiği bir protesto yürüyüşü gerçekleştirilecek.
“İklim Hareketleri” olarak anılan hareketin içerisinde yer alan Toprağın Sonu, Tankta Şeker gibi gruplar yaz aylarında da bir araya geliyorlar.
Yaz kampları olarak organize ettikleri faaliyetlere yüzlerce insan katılıyor.
Bu kamplar en az iki merkezi eylem gerçekleştirilebilecek bölgelerde kuruluyor. Ağaçlar kesilerek otoban inşaatına başlanılan bölgeler ya da kömür transferi yapılan limanlar merkezi protestoların gerçekleştirildiği noktalar oluyor. Bu protestolarda yoğun polis saldırıları ve gözaltılar da yaşanabiliyor.
Temmuz ve ağustos aylarında gerçekleştirilecek olan kamp ve eylem programları şimdiden yapılmış vaziyette. Ve tüm bu faaliyetler gerek yazılı gerekse görsel dökümanlar haline getirilerek tüm örgütlülüklerle uluslararası düzeyde de paylaşılıyor.
Tam da G7 Zirvesi öncesi derlenen bir kitabın adı bu. Kitap, “Tankta Şeker[7]” adlı organizasyonun 60 İklim Aktivisti ile gerçekleştirdiği röportajlardan derlenmiş.
Ve “Onlar kim?” sorusunun cevabını kısacık da olsa onlardan dinleyelim:
“Aktivistler, türlerin yok olması, küresel kıtlık ve savaşlar gibi tüm ‘yan etkileri’ ile yaşanmakta olan iklim felaketlerini önlemeye ne politikacıların izlediği yolun ne de gösterilen hızın uygun olduğunu biliyorlar. Bu yüzden Hambacher veya Dannenröder Ormanı gibi ormanları işgal ediyorlar. Lusatia veya Garzweiler’deki maden ocağı kazıcılarını durduruyorlar. Kömürle çalışan elektrik santrallerine erişim yollarını kapatıyorlar. Lützerath gibi köyleri korumak için savaşıyorlar. Yolcu gemilerinin önüne atlıyorlar.
Çünkü insanların büyük çoğunluğu için yaşamaya değer bir şimdiyi ve geleceği sürdürmek ya da yaratmak, yalnızca radikal olarak farklı bir küresel bir arada-ortak yaşamla ve ortak bir ekonomik faaliyetle mümkündür. Onlar, işte bu sebeple dünya çapındaki sömürü koşullarına karşı çıkıyorlar. Öfkelerini ve protestolarını doğrudan kömürle çalışan elektrik santrallerine, sanayileşmiş tarım veya yaşamı yok eden diğer ekonomik sektörlerin olduğu sokaklara taşıyorlar.
İçinden geçtiğimiz zamanların, kelimenin tam anlamıyla her şey hakkında olduğunun farkında olun.”
Dipnotlar:
[1] Bu gündemler çerçevesinde Almanya’nın hazırladığı program şu linkten okunabilir: https://www.g7germany.de/g7-de/g7-gipfel/g7-praesidentschaftsprogramm
[2] Süddeutsche Zeitung, Michael Bauchmüller, 13 Haziran 2022.
[3] Der Freitag: Brüksel’de gerçekleşen AP toplantısına katılan Eric Bolse’nin bildirimiyle, 15 Haziran 2022.
[4] Junge Freiheit, 13 Haziran 2022.
[5] Berliner Zeitung, 13 Haziran 2022.
[6] Dr. Diaz, G20 İklim Zirvesi protestolarına hazırlık döneminde Almanya’ya gelen 160 kişilik Zapatista Heyeti’ne destek veren ve Tren Maya Projesi’nin uluslararası düzeyde duyulmasına katkı sunan bir öğretim görevlisidir. Tren Maya Projesi bir altyapı projesidir. Bu projenin kapsayacağı rota, Meksika’nın güneydoğusunda Palenque’den Cancún’a giden ve Chiapas, Tabasco, Campeche, Yucatan ve Quintana Roo eyaletlerini birbirine bağlayan 1.500 kilometrelik bir güzergâhtır. Bu güzergâh aynı zamanda en merkezi göç güzergâhıdır. Bu proje direk Meksika Ordusu ve Alman Demiryolu Şirketi tarafından yürütülmekte ve 150 milyar pesoya (6 milyar avronun üzerinde) mal olduğu belirtilmektedir. Proje gerçekleştirilirken göç yollarında olan binlerce insan engellenmiş, onlarca insan katledilmiştir. Dr. Diaz’dan alıntı, bu projeyle ilgili tüm bilgileri ve halkın protestolarını, bu protestolar sırasında uğradıkları saldırıları-katliamları içeren 70 sayfalık döküman niteliğindeki “Tren Maya Projesi” adlı kitapta kendisiyle yapılan röportajdan aktarılmıştır.
[7] Şeker benzinde veya dizelde çözünmeyen bir madde. Ancak yine de tanka şeker veya diğer yabancı maddeler döküldüğünde, bu küçük parçacıklar yakıt filtresine veya enjektörlere ciddi hasar verebilir. Bu yüzden organizasyon kendisini “Tankta Şeker” olarak nitelendiriyor.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.