Havaalanından şehir merkezine, parasından pasaportuna, ekonomisinden anayasasına, nereden bakarsanız aslında olmayan, daha doğrusu var olmasına bizzat Türkiye’yi yönetenler tarafından izin verilmeyen bir ülke
Bölünmüş başkentin ortasında artık hiçbir yere açılmayan tarihi Girne Kapısı.
Türkiye’nin emperyalizmin gizli işgali altında olduğuna ya da devletin kendi sınırları içindeki işgalci pratiklerine gönderme yapan ironik bir Türkiye tasviri yapmak değil yazının amacı.
Yönetiminin NATO işbirlikçisi politikaları ve içindeki faşist bileşenler nedeniyle Ukrayna’nın Rusya tarafından işgal edilmesini hayırhah karşılayanlara, o nedenleri bulmak için Ukrayna’ya kadar gitmeye gerek olmadığını hatırlatıp kendi memleketlerinin işgal edileceği bir gelecek tasavvuru sunmak da değil.
Bir vatanın “yavru vatan” dene dene nasıl vatan olmaktan çıkarıldığını, halkının “besleme” denilerek nasıl ekonomisiz bırakıldığını, sözde bir devlet kurularak nasıl devletsiz kaldığını; işgal altında süren yaşamın iklim krizi, pandemi krizi, enerji ve gıda krizi ile katmerlenen bir neoliberal çöküntü altında neye dönüştüğünü gözlerimle görmüşken kısa notlarla da olsa anlatmadan edemedim.
Kuzey Kıbrıslı gazetecilerin sendikası Basın-Sen’in daveti üzerine geçen hafta birkaç günlüğüne Kuzey Kıbrıs’taydım.
Prosedür neredeyse bütünüyle yurtiçi seyahat prosedürü olsa da havaalanında dış hatlardan geçiyor, pasaport kontrol noktasında yeni TC kimliğiniz varsa bedava yok pasaportla geçeyim derseniz de 150 TL’lik yurtdışına çıkış harcını ödeyip uçağa bindikten sonra Türkiye’den başka bir yer ile hava trafiği olmayan Ercan Havalimanı’na iniyorsunuz.
Gece inerseniz denizin karanlığının ortasında ışıl ışıl bir ada karşılamıyor sizi. Adanın kuzeyi biraz karanlık, çünkü elektrik yok. Var da yeterince yok. Mesela aydınlatma direkleri var, üstünde lamba da var ama yanmıyor. Çünkü yolları aydınlatacak kadar elektrik yok. Yerleşim yerlerinde elektrik var ama o da şimdilik günün 24 saati değil, 23 saati veriliyor. Her gün bir saatlik bir elektrik kesintisi, kesintisiz biçimde Kuzey Kıbrıs’taki yerleşimleri dolanıyor. Neden? Çünkü elektrik hizmetleri özel sektörün elinde ve tanıtım sayfasında “KKTC’nin enerji ihtiyacının yaklaşık yarısını tek başına karşılayabilen Santral, ileri teknoloji ürünü kombine çevrim sistemi sayesinde, adadaki en verimli enerji santralidir” diye tanıtılan AKSA Enerji Kalecik Akaryakıt Enerji Santrali taahhütlerini yerine getirmiyor. AKSA’ya sorsanız o da hükümetten yeterince ödeme alamadığı için yeterli yatırımı yapamadığını söylüyor. Gerekçeler yarıştırılabilir ama Kuzey Kıbrıs geceleri karanlık ve yönetim 24 saat elektrik sağlamaktan aciz. Kuzey’in elektriğini 1990’lara kadar sağlayan Güney’in bundan vazgeçmesi, 2000’lerin başındaki çözüm umudunun refah beklentisini ve tüketimi artırması ama çözümsüzlük sürdüğü gibi yeni tüketimi karşılayacak bir altyapının da kurulamaması gibi adaya özgü nedenler var tabiî; ama Teksas’tan Isparta’ya, Cape Town’dan Lefkoşa’ya değişmeyen evrensel bir gerçek var: Özelleştirilmiş enerji sistemleri, parası olmayanı temel bir insan hakkı olması gereken enerjiden mahrum bıraktığı gibi, paranız olsa bile sağlıklı enerji dağıtmaktan aciz. Kıbrıs’ın kuzeyinde de bu yaşanıyor. Ama tek başına değil, kapitalist sistemin neden sonuç ilişkisiyle birbirine bağlanmış başka krizleriyle iç içe yaşanıyor.
Neoliberal toplumsal-ekonomik çöküntünün enerji ayağı kat kat. Yani özelleştirilmiş enerji üretim ve dağıtımının yarattığı çöküntü, COVID-19 pandemisi sonrası dünya ekonomisinin önce daralıp sonra genişlemesiyle açığa çıkan ve Rusya-Ukrayna savaşıyla derinleşen enerji kriziyle birleşip şok etkileri yaratarak ilerliyor.
Karanlık bir manzaraya doğru Ercan Havalimanı’na indikten sonrasıyla devam edelim.
Kıbrıs’ın kuzeyinde toplu taşıma yok. Ulaşım için otomobil sahibi olmak zorundasınız. Yani otomobil bir lüks değil zorunluluk. Bu zorunluluk galerisinden yedek parçacısına, tamircisinden benzinlikçisine, yönetime talip olan hiç kimsenin karşısına almak istemeyeceği bir otomobil lobisi yaratmış. Birkaç bin oyla dengelerin değiştiği adada iktidara talip olan partiler otomobil lobisini karşılarına almamak için toplu taşıma vaadini gündeme almaktan kaçınıyor.
Ama adanın hem elektrik üretiminde hem de ulaşımda bağımlı olduğu ve Türkiye aracılığıyla dışarıdan aldığı akaryakıt fiyatlarındaki tırmanış öyle bir noktaya geldi ki yeterli elektrik üretimi olmadığı gibi arabaya koyacak benzin ve dizel de bulunamayabiliyor. 22 Mart günü pek çok benzin istasyonu akaryakıt sağlanmadığı gerekçesiyle kapandı. Satış yapan ama talebi karşılayamayan sınırlı sayıda istasyonun önünde de uzun kuyruklar oluştu. Müşterilerle istasyon çalışanları arasında yumruklaşmalar, kuyruğa girmeyi gözü kesmeyenlerin araçlarında alarm veren göstergeler…
Bitti mi? Bitmedi.
İklim krizini en azından yaz kış kemiklerimizi ısıtacak bir küresel ısınma hali olarak hayal edenler yaşananlara şaşırıyor olmalı. Artık yazlar yangın, yağış mevsimleri sel, kışlar donma mevsimi. Mevcut evlerimiz, tarımımız, kıyafetlerimiz, bağışıklık sistemimiz yeni iklim koşullarına uygun değil.
Yakın tarihinin en soğuk kışını yaşayan Kuzey Kıbrıslılar da elektrikli ısıtıcılar dışında ısınma ve kış koşullarına uygun yalıtım sistemi bulunmayan evlerinde üşüyor. Paltoluk soğuklar var ama adalılar buna daha önce pek ihtiyaç duymadığı için kıyafet dolapları buna uygun değil. Kabaran faturalar ve elektrik kesintileri durumu daha da içinden çıkılmaz hale getiriyor.
Pandemi yönetiminde “ölen ölür kalan sağlar bizimdir” dönemine geçildiğinden beri Kuzey Kıbrıs’ta da vaka sayıları tırmanışta. Bir yandan COVID-19 bir yandan domuz gribi. Pek çok arkadaşımızla testleri pozitif çıktığı için yüz yüze görüşemiyoruz.
Basın Sen Başkan Ali Kişmir’in ve DİSK Basın İş adına da benim konuşacağımız panel için KTAMS (Kıbrıs Türk Amme Memurları Sendikası) binasına gittiğimizde ise, bina girişinde sendikanın “Talebimizdir; tüm çalışanlara ve emeklilere iki ayda bir hayat pahalılığı ödeneği verilmelidir” yazılı pankartını görüyoruz.
O gün sendikalar olağanüstü gündemli bir toplantı düzenliyor. Gelirin TL, giderlerin İngiliz Sterlini ayarında olduğu ve Türkiye’ye kıyasla maaşlardaki görece yükseklikten daha yüksek oranlı bir yaşam pahalılığının bulunduğu Kuzey Kıbrıs’ta Ankara’ya bağımlılık ve Ankara’nın dayattığı politikalar yaşamı olağanüstü zorlaştırıyor. Elektrik yok, yakıt yok, geçinmeye yetecek maaş yok, kuzey ve güney arasındaki geçişlerin sınırlanması ekonomik durumu daha da kötüleştiriyor ancak Erdoğan’ın gündeminde çözüm girişimi yok, Erdoğan güdümündeki Ersin Tatar’ın da kendi başına bir inisiyatifi yok…
Peki Türkiye’yi yönetenlerce kimi zaman “yavru vatan” kimi zaman da “beslemeler” diye anılan Kuzey Kıbrıs’a ne gönderiliyor? Yasadışı bahis sektörünü elinde tutan Halil Falyalı’ın ölümünün ardından, bu bahis paralarının aklandığı kumarhaneleri işletsin diye bir adet Alaattin Çakıcı. O ekonominin Kuzey Kıbrıs halkının gündelik hayatıyla bir ilgisi yok. Ama Ankara Kuzey Kıbrıs halkını da ihmal etmiyor. Neoliberal ekonomi gereği yerel yönetimlerin birleştirilmesi, dini eğitimin yaygınlaştırılması, camilerin pek de dolu olmadığı yerde daha büyük camiler ve devlet binaları ile vatandaş arasında surların olmadığı yerde saray tipi devlet binaları yapılması gibi birtakım dayatmalar/teşvikler var. Belediye işçileri yerel yönetimlerin birleştirilmesine karşı grevde. Toplumsal huzursuzluk, yaşam pahalılığı, elektrik ve yakıt krizi ile tavan yapmış durumda.
Ama vergi oranları düşük olduğu için içki ucuz, bol mezeli ve yemekli meyhaneler de, en azından efkar dağıtılabilir, diye not almıştım ki, adadan ayrılırken “alkol vergisi”nin de artırıldığı haberini okuyorum: “AKP ve Erdoğan’a olan bağlılığıyla bilinen Maliye Bakanı Sunat Atun, hükümet eliyle batırılan kurumların borçlarını ödemek için çareyi; Kıbrıs kültüründe ve yaşam tarzında büyük yeri olan alkollü içeceklerin fon payını yüzde 60 artırıp halkın cebinden ödemekte buldu.”
Havaalanından şehir merkezine, parasından pasaportuna, ekonomisinden anayasasına, nereden bakarsanız aslında olmayan, daha doğrusu var olmasına bizzat Türkiye’yi yönetenler tarafından izin verilmeyen bir ülke Kuzey Kıbrıs.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Devleti, Türkiye’den başka hiçbir devlet tarafından tanınmıyor. O nedenle bir başka ülkeyle ne ticareti ne trafiği var. KKTC pasaportuyla girebileceğiniz bir ülke yok. Ercan Havalimanı’ndan uçabileceğiniz Türkiye dışında bir yer yok. Kimse tanımasa da güya devlet ama kendi parası yok. Fiyatlar İngiliz Sterlini’ne endeksli ama kendi basmadığı ve kaderini kendisi belirlemediği bir para olan TL’yi kullanıyor Kıbrıslı Türkler. Ankara hükümetinin TL’yi değersizleştirmesi ile birlikte onlar da kendi seçmedikleri bir hükümetin aldığı kararlarla yoksullaşıyorlar. Askeri ve polisi var ama onu da kendi yönetme hakkı yok. 1985 yılında kabul edilen Anayasa’ya eklenen “Geçici 10. Madde” ile Kuzey Kıbrıs polis ve asker gücünü adanın sivil yöneticilerine bağlayan 117. Madde hükümsüz kılınıyor ve onları da TSK yönetiyor.
Diyelim ki bunları da haklı göstermeye çalışacak birtakım gerekçeler buldunuz ve Türkiye’nin adadaki varlığının Kıbrıslı Türklerin onuru ve özgürlüğünü gözettiğini düşündünüz. Tayyip Erdoğan’ın 2011’de Kuzey Kıbrıs’a bizzat dayattığı yoksullaştırıcı neoliberal düzenlemelere yönelik kitle protestoları karşısında sarf ettiği “Ülkemizden beslenenlerin bu yola girmesi manidardır” sözlerindeki “besleme” iması Kıbrıslı Türklerin onurunun hiçe sayıldığının nişanesiydi. Ama sorun sadece Erdoğan’ın dili değil, bu bir devlet politikası. Kuzey Kıbrıs parlamento binasının önünden geçerken anlıyorsunuz ki adadaki asıl devlet Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir. İki karşılıklı bina, biri sade, alçak ve korumasız; diğeri ona göre ihtişamlı, yüksek ve korumalı. İşte o binanın heybetiyle Kıbrıs Türk halkının egemenliğinin üstünde bir başka egemenlik olduğunu anlatan bina Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçiliği.
Gerçi Erdoğan zaten boş kalan camilere dev bir cami eklettiği gibi, ada halkının rahatça girebildiği mütevazı cumhurbaşkanlığı binasının yerine de bir “külliye” dikilmesini önererek Kıbrıslı Türklerin siyasi temsilcilerini yüksek binalara taşımak istiyor ama bu da ada halkının iradesine duyulan saygıdan çok adadaki işbirlikçileri halktan daha da yalıtma hedefine yönelik bir adım.
Dönelim panele. Akaryakıt krizi, COVID ve grip salgını, sendikaların olağanüstü toplantısı derken güç bela gidebildiğimiz panele elektrik kesintisiyle başladık. Jeneratör elektriği ile aydınlanıp Türkiye’de yaşananları Kuzey Kıbrıslılara anlattık. Aslında böyle bir organizasyonu Türkiye’de yapıp Kuzey Kıbrıs’ta yaşananları Türkiye’ye anlatabilmek lazım. Ama orada da engeller var. Basın Sen Başkanı Ali Kişmir’in Türkiye’ye girmesi yasak. Aktarmalı bir uçuş sırasında İstanbul Havalimanı’nda alıkonmuş, böyle bir yasak olduğunu tesadüfen öğrenmişti. Sebeplere ve listenin daha kaç kişiyi kapsadığına dair bir açıklama yok. TİP ve CHP milletvekillerinin daha sonra konuyla ilgili olarak verdikleri soru önergeleri yanıtsız bırakıldı. Ama Ali Kişmir’in, AKP-MHP’nin açık müdahalede bulunduğu 11 Ekim 2020 KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde Türkiye’den giden bir ekip tarafından tehdit edildiği biliniyor.
Kişmir’in aktarımına göre söz konusu ekip şöyle demişti: “Akıncı seçildiği takdirde başına çok kötü şeyler gelecek. Onun için şimdiden çekilsin, alsın biletini Amerika’ya siktirsin gitsin. Türkiye’nin ve KKTC’nin geleceği için Akıncı’nın seçilmemesi gerekir. Akıncı seçildiği takdirde çok kötü şeyler olacak. Başına bir şey gelecek, bu ne olur bilmiyoruz. Zaten şimdi oturduğu koltukta sembolik bir şekilde oturuyor. Görev süresi bitmiş bir heriftir. Seçilsin ya da seçilmesin seçim sonrasında elimizde bir liste var. Bütün Türkiye düşmanları ve ajanlarını biliyoruz. Hepsini Türkiye’ye kaldıracağız.”
Kıbrıslı Türklerin tercih ve iradesinin hiçe sayıldığı bu seçim kampanyasının ardından kendini (haklı olarak) Kıbrıslı Türklerden çok Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli’ye borçlu hisseden Ersin Tatar cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturdu. Şimdi elektrik dağıtamıyor, yakıt dağıtamıyor, sağlık hizmeti sunamıyor, halkın geçim sorununa çözüm bulamıyor ama gündeminde büyük bir cumhurbaşkanlığı külliyesi inşa etmek, kamudaki neoliberal dönüşümü ilerletmek ve alkollü içki fiyatlarını yükseltmek var.
Kıbrıslı Türkler “yavru vatan” edebiyatı ile bir vatan olmaktan çıkarılan, dünyadan izole edilen, kendi kendilerini yönetme ve dünyanın geri kalanıyla eşit ilişki kurma haklarının hiçe sayıldığı ülkelerinde kolay bir çözüm görmüyor. Ama zor diye mücadeleden de vazgeçmiyor. Bir yandan da adanın kuzeyindeki gerçek durumun, başka coğrafyalarda daha iyi bir gelecek için mücadele edenlerce bilinmesini istiyorlar.
Kuzey Kıbrıs’ta aklanan kara paralarla finanse edilen kontrgerilla ağlarının hedefindeki Türkiye toplumsal muhalefeti, enternasyonalizm ve anti-emperyalizm tartışmalarında genellikle kör noktaya düşürülen adayı anlamak için daha fazla çaba sarf etmeli. Rusya-Ukrayna savaşının propaganda cephesinde hoşumuza giden bir safta yer tutmak kadar “eğlenceli” ve güvenli olmayabilir ama bu sorun dönüp bakarsak burnumuzun dibinde, sırtımızı dönersek tam ensemizde…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.