Elektrik üretimini yüzde 100 yenilenebilir enerji ile karşılayan İzlanda’da yine de karbondioksit salımları artıyor. Kapitalizmin gereksiz ihtiyaçlar yaratma zorunluluğu ucuz ve yenilenebilir enerjiyi bile bir sorun haline getirebiliyor
“Buz Ülkesi” anlamına gelen İzlanda, Atlantik Okyanusu’nda, Avrupa’nın kuzeyinde yer alan 102 bin 775 km2 alana sahip yaklaşık 363 bin kişinin yaşadığı bir adadır. Başkenti Reykjavik olup nüfusun önemli bir bölümü burada yaşar.
IX. yüzyıldan itibaren Vikinglerin istilasına uğrar. Daha sonra Norveç’e bağlanır. Arkasından Danimarka işe karışır. XIX. yüzyıl ortası bağımsızlık hareketleri başlar ve 1944 yılında egemen ve bağımsız cumhuriyet olur.
İzlanda, Marc Vuagnet’in de dediği gibi “coğrafik bir paradoks” da sunar. İzlanda ateş ve buz toprağıdır. Ülkenin %11’i buzullarla kaplıdır ama ne yazık ki iklim değişikliği nedeniyle her yıl 40 km2 buzul erimektedir.
İzlanda bağımsızlıktan sonra kısa süre içinde ıssız bir adada uygar bir ülke haline gelmiştir. Bu konuda Maurice Gravier “İzlanda mucizesi”nden söz eder.
İzlanda’dan 2008 bunalımı sonrası yaşadığı mali ve siyasi bunalım, 2010 yılında yanardağ patlaması ile uçak seferlerinin uzun süre aksaması, “Game of Thrones” dizisinin bu ülkede çekilmesi ve 2018 Dünya Futbol kupasındaki başarısı nedeniyle de söz edildiğini duymuşsunuzdur.
Ama İzlanda’nın en önemli başarısı ise yenilenebilir enerji (YE) alanında olmuştur. 1970’li yıllarda petrol bunalımı nedeniyle İzlanda hidroelektrik ve jeotermal enerjiye yönelir. Çünkü ülke ateş toprağıdır. Gayzerleriyle ünlüdür. Gayzer kesintili şekilde sıcak su ya da buharı toprak dışına salan kaynarcadır. İzlanda dilinde geysir, “fışkırtma” anlamına gelir. İşte bu kaynakları enerji ve özellikle ısıtma alanında kullanmak üzere harekete geçirir. Ayrıca barajlara ağırlık verir ve hidroelektrik yatırımları yapar. 2012 yılından sonra ise rüzgâr enerjisine yönelir. %100 YE’ye sahip ilk ülkedir. Bu enerjinin %75’i hidroelektrik, %25’i de jeotermal enerjiden kaynaklanır.
İkinci sırada ise Kosta Rika vardır. 2019 yılında bu ülkenin enerji üretimi 984 GW/saat olup %80,4′ ü barajlardan, %12,9’u jeotermal kaynaklardan, %6,9’u rüzgâr enerjisinden, %0,01’i ise güneş ve biyokütleden elde edilmektedir.
İzlanda ucuz enerjinin ülkesidir. Evlerin tamamı jeotermal enerji ile ısınmaktadır. Tüketilen enerjinin %86,8’i YE’dir ve bunun %70’i jeotermal kaynaklıdır. 2050 yılında tüketimin %100’ünü YE ile karşılamak amacındadır.
İzlanda’nın bir diğer kozu ise turizmdir. Son iki yılda virüs nedeniyle %26 azalma kaydetmiştir ve ulusal havayolu WoWair iflas etmiştir. Ancak 2018 yılında ülkeye gelen turist sayısı 2,3 milyondur. Bu 2010 yılına göre 4 kat artış demektir. Uçak dışında 2018 yılında gemilerle gelen turist sayısı 150 bine yaklaşmıştır. GSMH’nin %10’u ve hizmet sektörünün %40’ı turizmden beslenmektedir. İhracat gelirlerinin %40’ı turizm, %18’i balıkçılık ve %7’si ise alüminyum üretiminden kaynaklanır. İşsizlik %3 olup, kamu borcunun GSMH içindeki payı 2009 yılında %92 iken 2018 yılında %48’e gerilemiştir.
Peki enerji ve turizm alanında önemli avantajlara sahip bu ülkede nasıl bir paradoks vardır?
Yüzde yüz YE üreten ülke önemli ölçüde CO2 (karbondioksit) salmaktadır ki Avrupa ortalamasını yakalamıştır. 2017 yılında İzlanda Üniversitesi İktisadi İncelemeler Enstitüsü’nün yaptığı araştırmaya göre CO2 salımı 2030’da %55’ten %99’a çıkacaktır.
2015 yılında imzalanan Paris İklim Sözleşmesi’ne aykırı olarak İzlanda geçici şeklide CO2 artışı yapabilir.
Vikingler döneminde yok edilen ormanlar için İzlanda çaba sarf etmektedir. IX. yüzyılda %25 olan orman alanı %0,5’a inince ağaçlandırma çabası başlamış olup 2015’ten beri 3-4 milyon ağaç dikmiştir ki bu da salımlara az da olsa engel oluşturacaktır. Bu konuda şaka yollu söylenen söz de şudur: “İzlanda’da ormanda ayağa kalkarsan nerede olduğunu görürsün.”
İşte paradoks buradadır. YE’e karşın CO2 salımı artmaktadır. Peki nedeni nedir?
Ateş ve buzulun bir arada olduğu ülkede karayolu 14 bin km olup kışın ulaşım çok zorlaşmaktadır. Ayrıca YE ile elektrikli otomobil yerine ve turistlere hizmet için çok sayıda 4X4 araçlar kullanılmaktadır. Ülkede tren yolu ve tramvay yoktur. Doğu-Batı ekseninde 500 km ve Kuzey-Güney ekseninde 300 km olan ülkede irili ufaklı 98 havaalanı vardır! Arabayla 6 saatte gidilecek yere uçakla 55 dakikada gidilmektedir. Dolayısıyla araba ve uçak trafiği salımları artırmaktadır. Helikopter de sıkça kullanılmaktadır.
Turizmin gelişmesiyle otel sayıları artmış, betonlaşma artmış ve dolayısıyla araba, uçak, 4X4 ile gezen turist sayısı da artmıştır. Sonuçta CO2 salımları artış göstermiştir.
Ayrıca doğa da zarar görmeye başlamıştır. Doğada çöp miktarı artmış, kimi doğal sitler zarar görmüştür.
Jeotermal kuyuların açılması için yapılan çalışmalar da salımları artırmaktadır. Kuyulardan kükürt yayılmaktadır.
Bir başka neden ise ucuz enerji nedeniyle yabancı firmaların İzlanda’yı seçmesidir. Alüminyum ve silisyum üretimi salımlara neden olmaktadır ve üretilen YE’nin çoğu sanayiye gitmektedir.
Artan CO2 artışına çözüm bulmak amacıyla İzlanda deneme amaçlı olarak Climeworks şirketinin kurduğu ve İzlanda dilinde enerji anlamına gelen “orca” adlı dünyanın en büyük fabrikasını (Direct Air Capture System) kurmuştur ve atmosferden filtreleme yoluyla CO2 yakalamayı amaçlamaktadır. Bu tür teknik genelde kömürle elektrik üretimi yapan tesislerin bacalarına takılmakta ve CO2’yi yakalamaktadır. Her yıl 4000 ton CO2 yakalama kapasitesine sahiptir ve bir kısmı toprak altında saklanırken (belki bir gün yüzeye çıkabilir), bir kısmı da sanayi ve tarıma satılmaktadır. (Bir ağaç ise 50 kg/yıl CO2 yakalar).
Sonuçta demek ki YE’ye geçmek sorunları çözmüyor. Sadece enerji politikasına yüklenmek ve bu politikayı iktisadi ve toplumsal politikalarla ve özellikle ulaşım politikasıyla bütünleştirmemek pahalıya mal oluyor. Salımın artması insan sağlığı için de tehlikeli.
İnsanlar artık enerji ucuz ve YE olduğu için rahatlıkla kullanabiliriz mantığından uzaklaştırılmalı. Ucuz olması fazla tüketmenin koşulu olmamalı. İhtiyaca göre tüketmeli. İhtiyaçların kapitalist toplumda nasıl artırıldığını, nasıl gereksiz ihtiyaçlar yaratıldığını biliyoruz.
Doğayı da düşünmek zorundayız.
İzlanda bu konuda örnek olmalı.
Kaynakça:
Mathilde Mesin: Transport et écologie,Le paradoxe islandais, Libération, 3-4-2019.
J.Paul Tarrieux: La fin du boom du toursime islandais, 12-12-2019 (heg.discipline.ac.lille.fr)
Maurice Gravier: le miracle islandais; un pays moderne dans une île deserte, Le monde diplomatique, Mayıs, 1966.
Marc Vuagnet: Le paradoxe géographique, Le Globe, no: 96, s.5, 1957(persee.fr)
Le fil vert, avec la plus grande usine mondiale de captage de CO2, islande carbure contre le carbone, 20-12.2021
home-kpmg.fr; numerama.com; lepoint.fr; sciencesetavenir.fr; torrefacteur.co; lagedefaire-lejournal.fr.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.