Özünde zamların geri alınmasına yönelik bir mücadele iktidarın değiştirilmesini içermiyorsa yığınları etkileyemez. Oluşacak, oluşabilecek patlamalar ise kısa süreli olur
Elektriğe gelen her zam haberi ile birlikte elime kalem kâğıt alıp önüme EPDK’nin tarifelerini ve kararlarını koyup görünen ve görünmeyen zam oranlarını anlamaya çalışırım. Birçok uzman, iktisatçı ve gazeteci de benzer bir çalışma yapıyordur.
Bazıları biraz daha ileri gidip eldeki verilerle maliyet hesapları yapıp zammın vatandaşa maliyetini çıkarır. Zam boyutuna göre bir iki hafta gündem olur, sonrasında başka gündemlerin arasında unutulur…
Bir zamanlar Türkiye Elektrik Kurumu’nun (TEK) yayımladığı maliyet analizlerinde üretiminden satışa sunulmasına kadar geçen sürede elektriğin maliyeti 2 ilâ 3¢ (dolar cent) arasında değişmekteydi[1]. Ve o zamanlar maliyetinin üzerine makul bir kâr payı konularak satışa sunulan elektriğe aboneler 4¢ cıvarı bir ücret ödeyerek erişirdi. Ne zaman Dünya Bankası, TEK’e proje kredisi (SECAL) verdi o zaman kredi ön koşulu dolayısıyla aboneler elektriğin kilovatsaat’ini (kwh) 9¢’ten almaya başladı. Bu kredi aynı zamanda TEK’in parçalanmasının, piyasalaşmasının ve zamanla özelleştirilmesinin de habercisiydi. Sektörün ticarileşmesine yönelik ilk adım gene Dünya Bankası’ndan 80’lerin başında alınan enerji sektörüne yönelik program kredisi (SAL) ile atılmıştı. Sonraki süreç bilinenin duyurulmasından ibaretti.
Bilindiği gibi burjuva demokratik devrimini yapamamış, yeterli sermaye birikimi oluşturamamış ve kapitalizmi benimsemiş bizim gibi ülkelerde devlet birikimin aracısıdır. Yağma, yolsuzluk, el koyma ilkel sermaye birikimini temellendirir. Sonrasında da uygulanan politikalar sermaye yoğunlaşmasının katalizörüdür. Yeri geldiğinde kamulaştırma ve tekrar özelleştirme yöntemleri tekelci sermayenin gelişimini pekiştirir.
Günümüzde halihazırda yaşanan krizin de etkisiyle yeniden kamulaştırma veya devletleştirme söylemleri sol/sosyalistlerce dile getirilmeye başlandı. Evveliyatında devletin olan kurumlar özelleştirildikten sonra ihtiyaç duydukları altyapı yatırımları nerede ise hiç yapılmadı ve içleri boşaltıldı, sermaye transferleri yapıldı. Tıpkı Asil Çelik[2], Türk Telekom[3] gibi kamulaştırılmak için hazır hale getirildi.
Özelleştirmeler başlayıp, geliştiği zamanlarda, olan bitene ben ve benim gibi kapitalizm karşıtları (aslında kapitalizmle sorunu olmayıp devletçiliği savunanları da bu tanımlamaya dahil ediyorum) kamulaştırma/devletleştirme söylemleri ile itiraz ettik. Bir kısmımız kurumların kötü yönetimini gördüğü ve bu durumun sistem sorunu olduğunu düşündüğü için model arayışları ile kamulaştırma söylemini geliştirdik. Özelleştirme karşıtı mücadele öz olarak devletin kurumlarının özel ellere geçtiğinde nasıl kötü yönetildiği, bu kurumlardan ne kadar para transfer edildiği, ürettiği ürünlerin kullanıcılara maliyetinin ne kadar arttığını anlattık, kısaca; özelleştirme politikalarının maliyetini halka anlatmaya çalıştık. Sanki, politikaların uygulanmasında halkın bir dahli varmış, sanki yönetenleri gerçekten halk seçmiş, uygulamaları halk benimsemiş gibi halkı uyarmaya, ikna etmeye uğraştık. Gözümüzden kaçan, politikalara halkın desteğinin güçler dengesi ile ilgili olmasıydı. Bizim iktidar olmayacağımızı biliyorlardı. Çünkü iktidar olmak için bir gayretimiz yoktu. Biz, onların gözünde sadece iktidarın yapmak istediklerine engel olmak isteyen muhaliflerdik.
Aslında pekâlâ bildiğimiz ancak, çeşitli saiklerle dikkate almadığımız şey iktidar perspektifi olmayan muhalefetin (toplumsal duruşların) kazanacağı zaferin geçici olacağıdır. Özelleştirme Karşıtı Platformu oluşturma girişiminden önce Enerji Yapı Yol Sen Merkez Yönetim Kurulunda bu konu tartışıldı. Özelleştirmenin siyasi bir tutum olduğu ve ancak siyasi parti ve/veya hareketlerce oluşturulacak bir programla bertaraf edilebileceği tespiti yapıldı. Ne yazık ki gidilen siyasi yapılar (CHP dahil) bu işin sorumluluğunu üstlenme işini sendika ve meslek örgütlerine bıraktı … özelleştirme 15 yıl geciktirilebildi.
Zamlar, enflasyon sermaye yoğunlaşmasının aracı. Yoksunlaştırma ve yoksullaştırma politikaları sadece sömürü için değil aynı zamanda kitleleri etkisizleştirmek -suni dengeyi siyasi iktidar lehine güçlendirmek- için uygulanmaktadır. Karşı duruş ancak siyasi bir duruşla mümkündür. Yani mesele iktidar sorunudur ve suni dengeyi kırmadan çözülebilecek gibi durmuyor.
Özünde zamların geri alınmasına yönelik bir mücadele iktidarın değiştirilmesini içermiyorsa yığınları etkileyemez. Oluşacak, oluşabilecek patlamalar ise kısa süreli olur. Ve sonrasında gelen yıkımın ise apolitikleştirme etkisi daha güçlü olur.
Unutmayalım insanlar zamları yaşıyorlar, uygulanan politikaların kimin yararına olduğunu biliyorlar. Karşı durmayışları cahilliklerinden değil güçsüzlüklerinden…
Dipnotlar:
[1] Maliyetlerde ana etken yakıt olduğu için bugün de aşağı yukarı aynıdır. 300Mw gücünden küçük doğalgaz santrallarında maliyet bu rakamın yaklaşık iki katıdır. TEK zamanında işçiliğin maliyetlerdeki payı %8-12 arasında değişirdi. 90’lı yıllardan sonra maliyetleri şişirmek için yeniden değerlendirme ve amortisman kalemleri ile oynandı. Bir keresinde Keban Barajı’nın amortismanını yeniden değerlendirme ile maliyet hesaplarına katmışlardı.
[2] Asil Çelik defaten devletleştirilip özelleştirilmiştir.
[3] Türk Telekom satın alan firmanın bırakıp kaçması sonucu şimdilik 6 bankanın yönetimine terk edildi. Bir süre sonra altyapı yatırımlarının sağlanması için devlete devredilmesi beklenmeli.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.