27 mayıs’tan 15 temmuz’a

15 temmuz’un yıldönümünde, başımızdaki dertten kurtulmaya sanki biraz daha yakınken hatırlayalım: hedefimiz, aynı siyasi hamlelerin, benzer bir siyasi programın başka oyuncular tarafından gerçekleşmesi olamaz

27 mayıs’tan 15 temmuz’a

vedat türkali, kült romanlarından biri olan bir gün tek başına’da 27 mayıs’a giden süreci anlatır. bunun özellikle önemli olduğunu düşünüyorum çünkü allah affetsin kendisini sosyalizm içinde tanımlayan kimi yazarların da desteğiyle 27 mayıs, sadece yassıada duruşmaları üzerinden tartışılıyor. yassıada’da büyük haksızlıklar ve hukuksuzluklar yapıldığına, üç eski siyasetçinin idamının kabul edilemez olduğuna şüphe yok. ama darbe öncesini demokrasi, demokrat parti’yi demokrat olarak tanımlamak da mümkün değil. o dönemde muhalefete akıl almaz baskı yapıldı, imam hatip okulları, yüksek islâm enstitüleri kuruldu, halkevleri, köy enstitüleri kapatıldı, ekonomide dışa bağımlılık güçlendi, kore’ye asker gönderildi. demokrat parti kuruluşundan itibaren, dini siyasete tekrar davet etti, başta nakşibendiler olmak üzere tarikatlarla iyi ilişkiler içindeydi, tarikatların etkisi türkiye siyasetinde bir daha hiç eksilmedi.

herhangi bir nato ordusu tarafından gerçekleştirilen herhangi bir kalkışmanın abd’den bağımsız olması akla uygun değil ama 1960 darbesinin, emir-komuta zinciri içinde gerçekleşmediğini de hatırlatayım.

1960, türkiye’ye nispeten iyi, en azından emsallerinden iyi bir anayasa armağan etti. 27 mayıs günü, 1982 yılına kadar hürriyet ve anayasa bayramı olarak kutlanıyordu ve tatildi. bu anayasayı değiştiren 12 eylül yönetimi, bayramı da, tatili de kaldırdı.

darbe bayramı

2016 yılından beri, bir başka darbenin yıldönümünü bayram ve tatil olarak idrak ediyoruz; 15 temmuz. 12 martçılar da 12 eylülcüler de buna gerek görmedi, cesaret de edemedi. ikisi de, özellikle ikincisi ülkenin kolektif hafızasında lanetlenmişti.

iki şey çok açık ve sık sık yazıldı, yazılmaya da devam edecek. bunlardan birincisi şu; 15 temmuz kardeş kavgasıdır. birlikte büyümüş, tarih boyunca birkaç kez birbirinin içinden çıkmış iki gücün çatışmasıdır. ikinci noktaysa şöyle; 15 temmuz darbesini gerçekleştiren, darbeyi gerçekleştirmiş olarak gösterilen değil. zaten, o süreç akp iktidarının güçlendiği bir moment oldu.

bugünlerde kayıp silahlar konuşuluyor ve konuşulmalı da. ama konuşulması gerekenler bununla sınırlı değil. örneğin, polisin neredeyse tamamını, ordunun da ciddi bir kısmını denetiminde tutan bir iktidar, silahlı ve silahını kullanmaya hazır olduğunu bildiği bir güce karşı neden halkını sokağa çağırır sorusunun mantıklı ve vicdanlı bir cevabını bulamıyorum. cevabı sonuçta aramaya çalışalım: akp, gezi’nin, muhalefetin tamamını kucaklayan anlatısına karşı kendi “sokak” anlatısını oluşturdu, olağanüstü bir baskı dalgası için gerekçe buldu, ohal’i kalıcılaştırdı, seçmenini, tabanını, kitlesini konsolide etti. orduyu itibarsızlaştırdı,[1] bölgedeki askeri hamleleri için başka askeri güç/güçler oluşturdu.

15 temmuz’un ardından büyük hak ihlalleri yaşandı. böyle cümleler, hatta bu cümleleri destekleyecek rakamlar ihlal terimiyle soyutladığımız şeylerin gerçekliğini ifade etmekten aciz: işkence edilmiş bedenlerin ve ruhların nasıl tahrip olduğunu, açlığa mahkum edilmiş insanların ne hale düştüğünü, kaybedilenlerin ve yakınlarının ıstırabı anlatmak, anlamak neredeyse imkânsız. ama bu dönemi sadece hak ihlalleriyle anlamak mümkün değil.

çünkü akp’nin, artık mhp ile yürütmek zorunda kaldığı iktidarının karşısında bir güç daha var, 2016’dan beri.

dinî cemaatlerin siyasete müdahalesi

devam etmeden şunu hatırlatayım. dinin siyasetin parçası olması bu ülkede yeni değil. demokrat parti’den beri bütün sağ partiler dini araçsallaştırdı ama o aracı kendileri oluşturmadı, zaten vardı, kullandılar. demokrat parti, dinin etkisini toplum içinde zayıflatacak hamleleri sildi ve onu parlamenter siyaset içine yerleştirdi. ancak hem cemaatler hem de hizmet hareketi olarak tanımlanan cemaat, “bizi seçmezseniz dinsizler gelecek” vb. söylemlere başvurmaktan farklı. çünkü siyasal olmayan saik ve araçlarla örgütleniyor ve ama siyasete müdahale ediyorlar. parlamenter siyasetin demokratikliği bence son derece tartışmalı ama parlamenter siyasete, seçmen desteğinin dışında, görünür, açık, tanımlı ve meşru olmayan araçlarla müdahale edebilen her gücün demokrasi dışı olduğu da açık.

türkiye’de ya da başka bir toplumda dinin siyasal bir araç olarak kullanılmasını engellemek kolayca mümkün değil, en azından reel sosyalist ülkelerin pratiği gösterdi ki dinin etkisini azaltmak da öyle kolayına hallolmuyor. ama ne akp’yi ne de cemaat’i islam’la tanımlamak yeterli olur. akp’yi hiç anlatmayacağım ama cemaat’in ayırt edici özelliklerini hatırlatmak istiyorum. türkiye’nin abd’ye ve nato’ya bağlılığı konusunda kararlı, -bunun sonuçlarından biri olarak- mavi marmara eylemcilerini kınayacak kadar israil’ci, her demokratik talebi “terör” olarak yaftalayacak kadar antikomünist ve sömürgeciliğin genişlemesi konusunda ısrarcıdır; afrikalı çocuklara türkçe şarkı söyletmeyi marifet sayacak kadar ısrarcı. işin acısı, afrikalı çocukların türkçe şarkı söylemesi, bu ülke nüfusunun çoğunluğunu mutlu eder. mutlu olmayanların çoğunluğunu da bunu umursamayanlar oluşturur. yani başımızda seçimden seçime harekete geçerek baş edilemeyecek kadar büyük bir dert var.

kucağımızdaki bomba

15 temmuz geride onlarca can, hayatı dağılmış yüzlerce insan, gitgide baskıcılaşan bir rejim, cevaplanmamış sorular, çakma gaziler, geçmiş suçlarını birbirine atan, biri iktidarda olan iki güç, adeta tepemizin üstünde uğuldayan, “silahlanıyorlar” efsanesi ve nezdimizde meşrulaşmaya çalışan yeni bir “muhalefet” odağı bıraktı. o odak kucağımıza bırakılmış bir el bombası, düşmana fırlatmak da mümkün, elimizde patlaması ihtimali de var.

peki, iktidarda kalanlar silahlanmış mıdır? bunun cevabını sedat peker’den duymaya ihtiyacımız yoktu ama suriye’de, cihatçılardan ordu kurmuş bir gücün kendi topraklarında medyayı yönlendirmekle falan yetineceğine inanmak akıl kârı değil.

geleceğimiz kimin elinde?

kardeş kavgası başka kavgalara benzemez çünkü kardeşler birbiri hakkında çok şey bilir. ama kardeş kavgası en nihayetinde aile içindedir. o aileyi nasıl tanımlayabiliriz? bir tarafta iktidarda olmanın olanaklarını hiç görülmediği kadar büyük bir cüretle yalana ve servete dönüştüren bir güç var. bugün karşısında olan kardeşiyse hakimlerden sınavlara denetleyebildiği her şeyi kendi gücü için kullanmış, eli çok yere uzanan, abd’nin bu bölgedeki en güvenilir müttefiklerinden biri. anadolu’nun küçük bir şehrinde din sohbetlerine katılan ev kadınları, belli bir sendikaya üye olması telkin edilmiş olan öğretmenler hapis yatarken yöneticilerinin, zenginlerinin, güçlülerinin tırnağına zarar gelmemiş bir güç. ve ne din sohbetine giden ev kadınları ne sendikaya üye olmuş öğretmenler ne de otobüslerle yenikapı’ya gidenler ailenin mensubu! çünkü bu aile, gücün ve yönetme olanaklarının etrafında büyüdü.

15 temmuz’un yıldönümünde, başımızdaki dertten kurtulmaya sanki biraz daha yakınken hatırlayalım: hedefimiz, aynı siyasi hamlelerin, benzer bir siyasi programın başka oyuncular tarafından gerçekleşmesi olamaz. bizim hedefimiz somut talepler üzerinde şekillenen, farklı bir program olmalı.

şimdilik çatışmalı iki güce bölünen aile yani demokrat parti’nin, adalet partisi’nin takipçileri ve muhalefete talip olan irili ufaklı akrabaları, yakın geleceği geçmişin -eski türkiye’nin- bir tekrarı olarak şekillendirmek istiyor. din sohbeti müdavimi ev kadınlarının, yenikapı’ya ya da adalet mitingi’ne gidenlerin kılıçdaroğlu, akşener, yavaş ve imamoğlu üzerine tartışmasını ve sadece bunu tartışmasını tercih ediyor. bu kurgunun parçası olmamak, bu oyunu bozmak için devletin ve iktidarın sırlarını teşhir etmek yetmiyor.[2] yakın geleceğimize müdahale etmek, emekçiler, kadınlar, lgbti+’lar için temel haklar, herkes için demokratik haklar ve barış içeren bir programla mümkün olur ancak.

dipnotlar:

[1] 2017 yılında, taksim metrosunun girişine asılmış resimdeki korku dolu eri hatırlayanlar vardır. türkiye cumhuriyeti’nin, herhangi bir cumhuriyetin resmi olarak kurgulanmış herhangi bir görselinde rastlanmayacak bir temsil.

[2] hatta o sırlar ortada bırakıldığında korku imparatorluğunu güçlendirebiliyor bile.


Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.

Sendika.Org'u destekle

Okurlarından başka destekçisi yoktur