Nepotizm, kleptokrasi ve mafyokrasiye dayanan yeni faşizmin Türkiye’ye benzeyen bir türünü Macaristan toplumu yaşıyor. 2010’dan beri iktidarda olan Fidesz’in başkanı Viktor Orban, Türkiye’dekinin bir başka versiyonudur. Orban oluşturduğu yolsuzluk ve rüşvet ağıyla damadı ve yakın çevresiyle Macaristan’ı adeta talan etmiştir. Ülkeyi büyük çoğunluğunu elinde tuttuğu parlamentoya ve kararnamelere dayanarak şirket yönetir gibi yönetiyor. Muhaliflerini susturarak kendine yakın iş adamları eliyle kendi medyasını güçlendiriyor
Mafyanın devlet, siyaset ve kapitalist ekonomi ile ilişkisi her ülkenin kendi iç ve dış koşullarına göre şekillenir. Dünyanın en güçlü ya da en demokratik ülkelerinde bile mafya vardır. ABD, mafyanın kumarhaneleri, fuhuşu, yeraltı dünyasını kontrol ettiği ülkelerin başında gelir. Yalnız uyuşturucu ithal etmekle kalmaz, toptancılığından tüketicisine kadar (oteller, barlar, restoranlar, varoşlar) satış zincirini elinde tutar. Organize suç örgütleri demokrasinin görece daha yerleşik olduğu ülkelerde dahi varlığını korur. Sedat Peker’in “Temiz toplum yoktur” sözü yanlış değildir. Mafyanın kapitalizmle birlikte demirden bir süpürgeyle silinip süpürüleceği tek yer gerçek sosyalist ülkelerdir.
Her ülke kendi mafya modelini yaratır. Çünkü, ülkelerin gelişmişlik düzeyleri, sosyoekonomik ve sosyopolitik yapılanmaları, gelenekleri birbirlerinden farklıdır. Türkiye’yi başka ülkelerden ayıran en önemli etken, son yarım yüzyılının sola ve Kürt hareketine karşı şiddetli bir mücadele içinde geçmesidir. Bu açıdan mafyayı devletin ve toplumun faşistleştirilmesi sürecinden, siyaseti ve bürokrasiyi kirli savaştan, sistemi dipten doruğa çürüten bütünsel krizden ayrı düşünmek mümkün değildir.
Sedat Peker’in itirafları bilinmeyen veya tahmin edilemeyecek şeyler değildir. Sadece devlet yapılanmasının sacayağını oluşturan üç temel karakteristiğini gözler önüne sererek yeniden tartışmaya açmıştır: Mafyalaşan devlet, devletleşen mafya ve kontrgerilla devleti. Her birini besleyip büyüten Türk faşizminin ana kollarını oluşturan ırkçı-Turancı faşizm, askeri faşizm ve dinsel faşizmdir. Bunlar yeni faşizm analizlerinde ihmal edilmemesi gereken etkenlerdir.
Nepotizm, kleptokrasi ve mafyokrasiye dayanan yeni faşizmin Türkiye’ye benzeyen bir türünü Macaristan toplumu yaşıyor. 2010’dan beri iktidarda olan Fidesz’in başkanı Viktor Orban, Türkiye’dekinin bir başka versiyonudur. Yani bugün yaşadıklarımız bize özgü bir durum değildir.
Macar liberal siyasetbilimci Balint Magyar, Macaristan Başbakanı neo-faşist Orban’ı “komünizm sonrası mafya” olarak nitelendirir. Magyar’ın “mafya devleti” kavramını, “komünizm sonrası” ülkelerle sınırlı tutmasına ve faşizmi ve kapitalizmi dıştalayarak kullanmasına ve öteki görüşlerine katılmamız mümkün değil elbette. Ancak bu kavram yeni faşizmin bazı türlerinin analizinde bir alt başlık olarak kullanılabilir.
Yazar, Orban’ın, Macar devletini mafya ilkesine göre akrabalık ve sadakat iplerinin yardımıyla piramidi andıran hiyerarşik bir yapı olarak inşa ettiğini ve devletin bir grup yarı mafyanın eline geçtiğini söylüyor.
Piramidal güç hiyerarşisinin başında seçimle gelmiş “milletin babası”, “tek adam” vardır. Böyle bir rejimin önde gelen koşulu, ailenin reisi olma, tüm milletin başı olma hırsına sahip bir liderin varlığıdır. Orban partisinin ve devletin başı olarak siyasetin ve ekonominin iplerini elinde tutmaktadır. Devlet iktidarını ve ulusal kaynakları hem siyasi ailesini zenginleştirmek hem de iktidarını sürekli kılmak için kullanıyor.
Magyar’a göre mafya devletinin anahtarı polyarch (demokratik süreçler sonunda seçilerek bütün önemli karar merkezlerini ve kilit niteliğindeki işleri elinde tutan elitin yönetim) terimidir. Polyarch, parlamentoyu, kararnameleri ve kanun çıkarmayı, yargıyı ve yürütmeyi kullanarak ekonomik varlıkları kendisi, ailesi ve çevresi yararına kullanır. Mafya devleti patriyarkal bir görünüme sahiptir. Baba ülkeyi kendi malıymış gibi yönetir. Etrafını kendisine sadık evlatları toplar, sadık olmayanları dıştalar. Medya üzerinde tekel kurar, kendisinden olmayanları bastırır.
Klasik mafya ile mafya devleti arasındaki fark şudur: Mafya, suçlarını gerçekleştirmek için devlete yamanır. Mafya devleti ise güvenlik bürokrasisi dahil devlet kurumlarını kullanmak gibi geniş imkanlara sahiptir. “Yeraltı kuralları”nı resmileştirip, anayasayı ve hukuku çiğneyerek kendisini ve siyasi ortaklarını zenginleştirecek bir sistem kurar. Kamu mülklerine veya göze kestirilen şirketlere “siyasi aile” el koyabilir. Klasik mafya işlerini şiddet, tehdit ve şantajla, mafya devletiyse yasal görünüm altında, devlet imkanlarıyla yürütür.
Viktor Orban oluşturduğu yolsuzluk ve rüşvet ağıyla damadı ve yakın çevresiyle Macaristan’ı adeta talan etmiştir. Ülkeyi büyük çoğunluğunu elinde tuttuğu parlamentoya ve kararnamelere dayanarak şirket yönetir gibi yönetiyor. Muhaliflerini susturarak kendine yakın iş adamları eliyle kendi medyasını güçlendiriyor.
Türkiye’de siyasi iktidar ile çete ilişkisinin kökleri cumhuriyetin kuruluş yıllarına, hatta İttihat ve Terakki’ye kadar uzanır. NATO’ya girildikten sonra 1953’te kurulan Seferberlik Tetkik Kurulu, daha sonra Özel Harp Dairesi Genelkurmay Başkanlığı’na bağlanarak faşist oluşumlara yukarıdan aşağı el atmanın yolu açılmıştır. 12 Mart darbesinin arkasından mafya-devlet ilişkileri yeniden düzenlenmiştir.
Eski günlerin düzen kurbanı, yalnızca bileğine ve yüreğine güvenen geleneksel kabadayı tipinin ömrü 1960 başlarında sona ermiştir. Sermayenin tekelleştiği ve kentsel yaşamın öne çıktığı 1970 sonrasında bunun yerini, polisle az ya da çok ilişkili “baba” diye tabir edilen Sarı Avni, Oflu Osman, Dündar Kılıç, Kürt İdris, Mehmet Nabi İnciler (İnci Baba), Abuzer Uğurlu gibi mafya tipi liderler almıştır. Bunlar güvenlik bürokrasisinin gözetimi altındadır. Yine de karışık etnik kökenleri ve siyasi duruşları bakımından bir geçiş dönemini temsil ederler. Çünkü, içlerinde solla iyi geçinenler kadar Kürt kökenli olanlar da vardır.
Devletin mafyalaşması yolunda asıl köklü adım 12 Eylül cuntası tarafından atılmıştır. Resmî ideolojiye Türk-İslam sentezinin eklemlenmesinde ve cemaatlerle ilişkilerde olduğu gibi, mafyayla ilişkiler de yeniden düzenlenmiştir. Kontrgerilla elebaşları darbeden önce sosyalist sola ve toplumsal muhalefete karşı vurucu güç olarak kullandıkları Abdullah Çatlı, Alaattin Çakıcı, Haluk Kırcı, Nurullah Tevfik Ağansoy gibi eski ülkücüleri yeniden devletin hizmetine almış ve “devletin bekası” adına kullanmışlardır. Çatlı ve ülküdaşları suikastlarda, Çorum, Sivas, Kahramanmaraş katliamlarında genel olarak solun, darbe ertesinde ASALA’nın, 1990’lı yıllarda ise Kürt hareketinin üzerine salınacaklardır. Ne var ki kontrgerillanın kullandığı bu silahşörler tetikçilikle yetinmeyecek, girdikleri tünelden kendi dünyalıklarını da edinip mafya olarak çıkacaklardır.
Doğru Yol Partisi Genel Başkanı Tansu Çiller’in başbakanlık (1993-1996) yılları mafyalaşan devletle, devletleşen mafyanın iç içe geçtikleri ve kaynaştıkları en önemli dönüm noktasıdır. “Terörle mücadele”nin her alanında şahinler işbaşındadır. Faili “meçhul” cinayetlerle anılan bu dönemde Mehmet Eymür MİT’e döner, Emniyet Genel Müdürlüğü’ne tayin edilen Mehmet Ağar, ABD’de anti-terör eğitimi görmüş İbrahim Şahin’i Özel Harekât Daire Başkanlığı’na, Korkut Eken’i ise Polis Özel Harekât Timlerinin başına getirir. Askeri kanadı oluşturan JİTEM’in kumandasında Arif Doğan, Veli Küçük, Cem Ersever ekibi, Yeşil takma adlı Mahmut Yıldırım (MİT’ten Jitem’e geçen) vardır. Ülkücü mafya ayağında ise Abdullah Çatlı, Haluk Kırcı, Nurullah Tevfik Ağansoy, Alaattin Çakıcı, Sedat Peker (vb.) vardır.
Yukarıda adı geçen/geçmeyen resmi ve sivil kontralar Kürt hareketine karşı adam kaçırma, işkence, öldürme, kaybetme gibi yöntemlerle gayrinizami harp yürütmüşlerdir. Yüzlerce “faili meçhul” cinayet işlemekle kalmayacak, gayri resmi mafyanın alanına da el atarak “örtülü operasyon” adı altında uyuşturucu kaçakçılığı, cinayet, haraç ve fidye gibi işlere karışacaklardır. Bu dönemde Kürt mafyasından Behçet Cantürk ve iş adamı Savaş Buldan faili meçhul cinayetlere kurban gitmişlerdir. Böylece istenmeyen mafya babaları adım adım tasfiye edilmiş, kontrol Sedat Peker, Alattin Çakıcı, Kürşat Yılmaz, Drej Ali gibi ülkücü mafyanın eline geçmiştir. Ülkücü mafyanın yeraltına hâkim olması devlete rağmen değil, devlet politikasıyla önünün açılması ve elinden tutulması sonucu olmuştur.
Zaman Demirel’in, “Devlet bazen rutin dışına çıkar”, Ağar’ın “Bin operasyon yaptık”, Çiller’in “Devlet için kurşun atan da şereflidir, kurşun yiyen de şereflidir,” dediği zamandır.
3 Kasım 1996 tarihinde Susurluk ilçesi yakınlarında meydana gelen trafik kazası devletlü mafyayı kamuoyunun gözleri önüne sermiştir. Kazada ölenlerden Mehmet Özbay kimlikli Abdullah Çatlı, Çorum, Sivas, Malatya ve Kahramanmaraş katliamlarında rol oynamış, MİT-Emniyet bağlantılı eski bir ülkücüdür. Diğeri arabayı kullanan İstanbul Emniyet Müdür Yardımcılığı yapmış Hüseyin Kocadağ’dır. DYP Şanlıurfa Milletvekili, aşiret reisi Sedat Bucak ise kazadan yaralı olarak kurtulmuştur. Kaza içlerinde Mehmet Ağar gibi İçişleri Bakanlığına kadar yükselecek polislerin, özel harekatçıların, MİT’çilerin, JİTEM’ci generallerin, milletvekillerinin de bulunduğu ilişkiler zincirini ortaya çıkarmıştır. Pandoranın Kutusu açılınca cinayetler, tetikçiler, bürokratlar, mafya babaları, şantajcılar, kaçakçı iş adamları bir bir ortaya dökülür. Abdullah Çatlı kazada ölmüş, Cem Ersever iç hesaplaşmada temizlenmiş, Yeşil lakaplı Mahmut Yıldırım kayıplara karışmıştır. İstifa eden Mehmet Ağar, İbrahim Şahin, Korkut Eken, Ayhan Çarkın, Ayhan Akça, Ziya Bandırmalıoğlu ve diğer 13 kişi “cürüm işlemek için oluşturulan silahlı teşekkülün faaliyeti kapsamında insan öldürmek” suçundan yargılanmışlardır. Sonunda sanıkların tamamının tutuksuz yargılanmasına karar verilmiştir. Bazı istifalar, yargılamalar, kısa süreli hapis yatmalar ve raporlarla sonuçlanan Susurluk olayı, üzerine gidilip derinleştirilmeden üstü kapatılacaktır.
Barış masası devrilip, Kürt ulusal hareketine karşı savaş açıldıktan sonra Mehmet Ağar, Korkut Eken, Engin Alan gibi Susurlukçular yeniden aktifleşerek harekete geçtiler.
Sedat Peker, AKP iktidarı döneminin parlayan yıldızıydı. Yıllar boyunca iktidarın resmi mafyası olarak açık faaliyet gösterdi. “Hayırsever iş insanı” rolünde Saray düğünlerinde boy gösterdi. İş adamı ödülü aldı. Kültür ve Turizm Bakanlığı desteğiyle düzenlenen bir etkinlikte “Türklük Hakanı” unvanı verildi. Cihatçılara TIR’lar dolusu yardım, Erdoğan’a destek mitingleri, sola/Kürtlere/Barış Akademisyenlerine ve Erdoğan’a diktatör diyenlere tüyler ürperten tehditler, sağa silahlanma ve 2018 seçimlerinde AKP ve MHP’ye oy çağrıları görünen yüzüdür. Bir eliyle kurt, öteki eliyle rabia işareti yaparak polis korumalarıyla meydan meydan dolaştı. Bu, Peker’in legal yanıydı. Mehmet Ağar’ı videolarında “derin devlet”in başı olarak suçluyor, ama kendi işlediği suçların da ondan geri kalır yanı yoktu: “10 tane polisin, 10 tane çılgın başçavuşun, 10 tane kadar da subayın düşündüğü, cesaret ettiği ve yapmış olduğu eylemleri öyle pipolarla, purolarla oturduğu yerden fularlar bağlayıp güzel kıyafetler giyip öyle ‘Derin devletten derin devletten’… Ben bunların göbeğinde yaşadım. Ben bunların içinde yaşadım gençliğimin ilk yıllarından beri. Bu ülkede hemen hemen olan birçok şeye ya şahit oldum ya içindeydim zaten.”
Sedat Peker’in videolarında ifşa ettiği isimler ve olaylar üzerine çok yazılıp çizildiği için burada özetlemem gerekmiyor. Sadece itiraflarında konu ettiği kişilerin adlarını anmamız yeterlidir: Sedat Peker, Süleyman Soylu, Pelikancılar, Mehmet Ağar, Korkut Eken, Engin Alan, Veli Küçük, Tolga Ağar, Halil Falyalı, Kutlu Adalı, Yeldana Kaharman, Mübariz Masimov, Sezgin Baran Korkmaz, Guli (Nadir Salifov), Erkam Yıldırım, Emir Sarıgül, Feridun Öncel, Reşat Hacıfazlıoğlu, Ali Faik Hacıoğlu, Metin Külünk, Mustafa Çalışkan, Hadi Özışık, Süleyman Özışık, Erdoğan Demirören, Hasan Berk Işık, Sadık Soylu, Abdurrahim Boynukalın, Hakan Çalışkan, Cavit Çağlar vb., vb…
Bunların her biri bir dosya tutacak boyuttadır.
Eski ve yeni bakanlar, milletvekilleri, emniyet müdürleri, emekli subay ve polisler, medya patronları, gazeteciler, mafya babaları, kaz gibi yolunmuş iş adamları yan yana. Muhalif medyada yayımlanan fotoğraflar bile çok şey anlatıyor. İçlerinde hangisi devlet görevlisi, hangisi mafya, hangisi siyasetçi ayırt etmek artık eskisi kadar kolay değil. Birbirleriyle iç içe geçip kaynaşmışlar.
Devlet, siyaset, mafya üçgeninin omurgası adı konmamış kontrgerilladır. Devlet mafyadan, mafya devletten, devlet ve mafya faşizmden beslenmektedir. NATO’ya bağlı eski gladyonun yerini, “yerli ve milli” gladyo almıştır.
Şimdi Susurluk zamanındaki gibi kriz geçiriyor, içten içe çatışıyorlar. Fakat bu defaki rejimin topyekûn kriziyle birleştiği için çok derindir.
Saldırgandırlar, çünkü zayıf oldukları için akıbetlerinden korkuyorlar.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.