Bilge ve ailesinin salgın nedeniyle Türkiye’ye gelişleri, sekiz ay süresince burada kalışları ve Çin’e dönüşleri son derece sancılıydı. Haliyle koronavirüs salgınının seyrini, alınan önlemleri ve yaşamları nasıl etkilediğini iki farklı coğrafyada bizzat deneyimlemek zorunda kaldılar
Bilge yaklaşık sekiz yıldır yurt dışında yaşıyor. 2013 yılında ilkokul öğretmeni olarak çalıştığı okuldan istifa ederek eşi ile birlikte Amerika Birleşik Devletleri’nin Kentucky eyaletine taşındı. İlk yılında hem dilini geliştirmek hem de oradaki eğitim sistemini daha iyi öğrenebilmek için çeşitli okullarda gönüllü olarak çalışmaya başladı. Daha sonra öğretmen asistanı olarak kısa sureli çalıştığı bir devlet okulundan tam zamanlı öğretmenlik pozisyonu için teklif aldı. Üç yıl aynı okulda ana sınıfından beşinci sınıfa kadar “Dünya Kültürleri” adı altında bir ders verdi. 2018 yılında Çin’in Şangay şehrindeki uluslararası bir okuldan eşiyle birlikte teklif alarak oraya yerleşti. Oğlu Atlas da o yıl Ekim ayında Şangay’da dünyaya geldi. Geçen yıl ocak ayı sonunda Çin’de salgının seyri pek iç açıcı görünmemeye başladığında ve alınan önlemlerin hızla katılaşması nedeniyle oğlu ve eşiyle birlikte ani bir kararla Türkiye’ye geldi. Şubat ayında çevrimiçi eğitime başlayan okuluna Türkiye’den devam etti ve haziran sonunda okulları kapanana kadar öğrencilerine buradan ulaştı.
Bilge ve ailesinin salgın nedeniyle Türkiye’ye gelişleri, sekiz ay süresince burada kalışları ve Çin’e dönüşleri son derece sancılıydı. Haliyle koronavirüs salgınının seyrini, alınan önlemleri ve yaşamları nasıl etkilediğini iki farklı coğrafyada bizzat deneyimlemek zorunda kaldılar.
Bilge merhaba, koronavirüsle kapattığımız yılın ardından koronavirüs hâlâ hayatımızın tam ortasında duruyor. Sen de geçtiğimiz yılı ailenle birlikte hem Çin’de hem de Türkiye’de geçirdin. İnsanın aklına koronavirüsle ilgili sana sorulabilecek pek çok soru geliyor. Bildiğim kadarıyla Türkiye’den Çin’e dönüşünüz de zorlu bir yolculuk oldu. Öncelikle bize dönüş sürecinizi anlatabilir misin? Ülkeye girişte test yaptılar mı ya da tedbir amaçlı bir karantina uygulandı mı?
Türkiye’den Çin’e yolculuk hayatımızın en zorlayıcı, yoğun ve stresli dönemlerinden biriydi. Ülkeye giriş için istenen belgeleri düzenlemek, resmi evraklar ve testlerin zamanlamalarını ayarlamak oldukça karmaşıktı. Bununla birlikte, Çin’deki yaşamın ve ekonominin şu anda pek çok batı ülkesinden daha istikrarlı olmasının nedenlerinden biri de bu aslında. Ne olursa olsun aldıkları önlemlerden taviz vermiyorlar. Çin’e yeniden giriş başvurusu yapmak için bile özel bir vizeye sahip olmanız gerekiyor. Ancak vizenizin olması da bir şey ifade etmiyor. Biz geri döndüğümüz zaman, yani eylül sonunda uçuşumuzdan önceki son 72 saatte (şimdi 48 saat oldu sanırım) bir COVID-19 testi yaptırmak zorunda kaldık. Bu uygulama halen devam ediyor ve buna ek olarak uçuştan önceki son 24 saat içerisinde artı bir de kan testi istiyorlar şimdi sanırım. Testi de her yerde yaptıramıyorsunuz. Her büyük şehirde Çin büyükelçiliği tarafından onaylanmış bir sağlık kurumu var. Testinizi bu kurumlardan birinde yaptırmanız ve aldığınız sonucu Çin konsolosluğuna onaylatmanız gerekiyor. Uçağa binişte bu belgeyi beyan ediyorsunuz. Bizim için bu, uygun bir yer bulup test yaptırmamız, sonuçları ve daha sonra da konsolosluğun onayını beklememiz, dolayısıyla tüm bunların ancak uçuştan 12 saat önce hallolabileceği anlamına geliyordu. Kuşadası’nda konsolosluğun onayladığı bir sağlık kurumu olmadığından, test için Kuşadası’ndan İstanbul’a gitmemiz (uçuşumuz İstanbul’dan olacağı ve tüm sürecin belirli bir zaman diliminde hallolması gerektiği için en mantıklı seçenek buydu), sonuçlar için havaalanına yakın bir otelde kalıp beklememiz, sonuçları Çin konsolosluğuna göndermemiz, zaman aralığını tutturabilmek için iyi hesap yapmamız, iade edilme olasılığı olmayan biletlerimizin yanması riskini göze almamız gerekiyordu. O zamanlar biletler 3000 ila 15.000 dolar arasında değişiyordu. Eylül ayı sonuna kadar dönmememiz durumunda işimize son verileceği için dönmemek gibi bir şansımız da yoktu.
Çin’e vardığımızda, tüm belgeler hükümet yetkilileri tarafından sıkı bir şekilde kontrol edildi. Ülkeye girişten sonra da takip edilmek üzere telefonumuza bir uygulama indirerek bir seyahat ve sağlık beyanında bulunduk. Havaalanı personelinin tamamı koruyucu giysiler giymişti. Havaalanında, ülkeye giren herkese yapıldığı gibi bize de zorunlu bir COVID-19 testi yapıldı ve ardından karantina oteline giden otobüsleri bekledik. Kendi başımıza havaalanından dışarı çıkma gibi bir ihtimal söz konusu değildi. Attığımız her adım sıkı bir şekilde kontrol edildi. Karantina otobüsüyle götürüldüğümüz otelde evraklarımız tekrar sisteme işlendi ve yine yetkililer tarafından burada on dört gün boyunca kalacağımız odaya götürüldük. Karantina otelinde kaldığımız süre içerisinde bize iki zorunlu test daha yapıldı. Otelde bulunduğumuz süre boyunca tam koruyucu giysileriyle odamızın kapısına gelen sağlık görevlileri günde iki kere ateşimizi kontrol etti. Odaya dışarıdan yemek ya da market siparişi verebiliyorduk ancak sipariş verebileceğimiz şeyler oldukça kısıtlıydı. Örneğin süt ürünleri, çiğ sebze, taze ekmek ve et gibi şeyler sipariş veremiyorduk. Odaya paket servisi konusunda da oldukça sıkı bir kontrol vardı.
Salgının ortaya çıktığı yer olarak bilinen Çin’de takip edebildiğimiz kadarıyla uzunca bir süredir vaka sayıları çok düşük seyrediyor. Salgının şu an orada ne durumunda olduğundan, gündelik yaşama olan etkilerinden söz edebilir misin?
Burada çok uzun zamandır hayat nispeten normale dönmüş durumda. Bunda devletin ve vatandaşların başından beri ihtiyatlı davranmalarının ve ciddi önlemler alınmasının rolü büyük tabii ki. İnsanlar hâlâ çok dikkatliler, pek çoğu zorunlu olmayan yerlerde de hâlâ maske takıyor. Yüksek riskli görülen toplu taşıma araçları, hastaneler, bankalar, devlet ofislerinde maske takmak halen zorunlu. Burada da yeni vakalar oluyor tabii ki ama diğer ülkelere kıyasla, hele de nüfus oranlarına bakılacak olursa yok denecek kadar az. Bu vakaların çoğu Çin’e dönen uçaklardaki yolcularda oluyor. Ancak ülkeye girişteki kontroller o kadar sıkı ki vakalara anında müdahale edilebiliyor.
Son birkaç haftadır burada da (Şangay) vaka sayıları artmaya başladı. Son duyumlarımıza göre toplamda altı vaka olduğu söyleniyor. Son bir haftadır da vakaların yoğun olduğu bölgelerdeki okulların bazıları çevrimiçi eğitime geçti bile. Buradaki bir hastanenin tamamen, koronavirüs kapmış ya da kapma şüphesi olan hastalara ayrıldığı söyleniyor. Biz bu bölgeden çok uzak olduğumuz için şu an halen yüz yüze eğitime devam ediyoruz ancak öğrenciler ve veliler her an çevrimiçi eğitime geçilebileceği konusunda bilgilendirildi. Biz de buna göre hazırlıklarımızı tamamladık. Şimdi iki haftalık bir tatile giriyoruz (Çin Yeni Yılı) ve bu tatil Çinlilerin ailelerini ziyaret ettikleri, ülke içinde çok yoğun bir yolcu trafiğinin olduğu bir tatil. Hükümet önlem olarak Çin genelinde tüm okulların tatil dönüşü en az iki hafta süre ile çevrimiçi devam etmesine karar verdi. Yüz yüze eğitime tekrar geçildiğinde tüm okul çalışanları ve öğrenciler seyahat ve sağlık beyanında bulunmak zorundalar tabii yine.
Eylül sonunda Şanghay’a dönüp karantina süremizi tamamladığımızdan beri özgürce dışarı çıkıp sosyalleşebiliyoruz. Oğlum rahatlıkla akranlarıyla oynayabiliyor, endişe duymadan parka gidebiliyoruz. Oradayken dışarı çıkmak, markete, pazara gitmek bile çok stresliydi bizim için. Çoğu insanın önlem almıyor oluşu, bizim almaya çalıştığımız önlemlere anlam verememeleri ya da “abartılı ve gereksiz” bulmaları, en yakınımızdakilere bile durumun ciddiyetini anlatma konusunda yaşadığımız sıkıntı bizi biraz yıldırmış ve yormuştu açıkçası. Hatta biraz alay konusu da olmuştuk.
Sence Çin salgınla başa çıkmada gerçekten “başarılı” mı? Hastalığın merkez üssü konumundayken şimdi pek çok kişinin bu konuda gıpta ettiği bir yer. Gözlemlerinden hareketle sen ne düşünüyorsun bu konuda?
Hastalığın seyri burada da aynı, ancak alınan önlemler ve müdahale adımları diğer ülkelere göre çok farklı ve inanılmaz bir disiplinle çalışılıyor. Hastalık şüpheniz varsa ya da virüsü kapmışsanız bunun bilinmemesi gibi bir olasılık neredeyse yok ve o anda bireysel özgürlük gibi bir şey söz konusu değil. Toplumun geneline uzun vadede vereceğiniz zarar düşünülerek söz söyleme hakkınız kalmıyor o aşamada. Önlemler neyse onu takip etmek zorundasınız ve bunu sizin inisiyatifinize bırakmıyor devlet. Biri pozitif çıktığında derhal önlem alınıyor ve hasta tamamen iyileşinceye kadar sürekli gözetim altında tutuluyor. Bu hastanın uzaktan ya da yakından temas halinde bulunduğu herkese çok hızlı bir şekilde ulaşılıyor, virüslü olduğu anlaşıldıktan sonra sanırım testin yapıldığı günden 14 gün geriye gidilerek girip çıktığı her yer tespit edilip takip ediliyor, insanlar bilgilendiriliyor.
Ülkenin güçlü ekonomisi, rejimin getirdiği disiplin, insanlar arasındaki işbirliği, açık ve net bir şekilde belirlenmiş kurallar, daha önce SARS salgınında yaşanılan acı deneyimler ve tecrübe, devletin yetkili makamları tarafından yapılan sıkı takipler sanırım salgınla başa çıkmada Çin’in başarılı olmasının en önemli nedenlerinden diyebilirim.
Çin’in salgınla başa çıkmada gözetim ve denetimi sert bir şekilde uyguladığı hem Batı medyasında hem de Türkiye’de konuşuluyor. Gerçekten öyle mi sence? Orada da “Hayat Eve Sığar” gibi bir mobil uygulama var bildiğim kadarıyla, değil mi? Bize gündelik hayattan bazı örnekler verebilir misin?
Hükümet, ekonomiyi veya genel nüfusu etkilememek için yeni vakaları ciddi ve hızlı bir şekilde yönetiyor. Bir örnek, birkaç ay önce dokuz milyon nüfuslu bir şehirdeki bir grup vaka idi. Hükümet derhal tüm şehri kapattı ve karantina altına aldı. Beş gün içinde, dokuz milyon kişinin tamamına test yapıldı. İnsanlar iki hafta karantinada kaldılar, kimsenin evlerini terk etmesine izin verilmedi ve iki hafta sonra hayat normale döndü. Bu, diğer ulusların salgını nasıl ele aldığıyla tam bir tezat oluşturuyor.
Söylediğim gibi virüsü kapmışsanız ya da şüpheliyseniz bunun yetkililer tarafından bilinmemesi gibi bir şey söz konusu değil. Böyle bir durumda da herhangi birileriyle temas kurmanıza izin verilmiyor kesinlikle. Siz hastanede kontrol altındasınız, temasta bulunduğunuz herkes sıkı bir takibe alınıyor testleri yapıldıktan sonra ve bu dönemde girip çıktığınız her yer belirlenerek insanlar bilgilendiriliyor.
Evet, burada da “Hayat Eve Sığar” benzeri bir uygulama var salgının en başından beri. Bu uygulamayla size yeşil, sarı ve kırmızı kodlar veriliyor. Bu kodlar olmadan hastane, okul, banka, devlet daireleri ve benzeri yerlere giremiyorsunuz. Yeşil kodu alabilmek için ise uygulama içindeki bazı soruları yanıtlamanız gerekiyor. Bu sorulara yanlış beyanda bulunmak gibi bir riski kimsenin alacağını düşünmüyorum burada. Çünkü yanlış beyan insanların sosyal kredilerini etkilediği gibi çok ciddi para ve hapis cezalarına da sebep oluyor. Son 14 gün içerisinde riskli sayılan bölgelerde bulunmuşsanız (1 vaka bile olsa bir bölgede orası riskli bölgeler kategorisine giriyor), COVID-19 pozitif çıkan birileriyle yakın ya da uzaktan temasta bulunduysanız, 37,3 derece üzeri ateş de dahil olmak üzere, COVID-19 virüsünden şüphelenilmesine neden olabilecek herhangi bir belirtiniz varsa yeşil kod alamıyorsunuz.
İşleyişin nasıl olduğunu da merak ediyorum. Mesela belirti gösteren biri için süreç nasıl işliyor? Telefonla mı ilk olarak hizmet alıyor? Test yaptırmak için kendisi mi hastaneye gidiyor? Sonrasında hastalığı tespit edilen kişinin takibi nasıl yapılıyor?
Duyumlarımıza ve haberlere göre yeni vakaların çoğu Çin’e yurt dışından gelen uçuşlardaki yolculardan çıkıyor. Bu durumda da zaten ülkeye inişten evlerine gidene kadar bu yolcular çok sıkı bir şekilde kontrol altında tutuluyorlar. Havaalanına iner inmez sizi tam korumalı giysileriyle ekipler karşılıyor. Uçağa binmeden önce gelmiş olduğunuz ülkede yaptırmış olduğunuz ve sonucunu Çin konsolosluğuna onaylattığınız testinizi ibraz ediyorsunuz. Daha uçaktayken ya da iner inmez bir seyahat/sağlık bildirim formu dolduruyorsunuz (yeşil kodu almada ilk adımlardan biri). Daha sonra yetkilileri takip ederek zorunlu COVID-19 testi yapılacak olan alana geliyorsunuz. Testin ardından Çin’de yaşadığınız bölgelere göre sizi gruplara ayırıp farklı masalara götürüyorlar. Burada sizi bekleyen yetkililer açık adresinizi ve iletişim bilgilerinizi alıyor tekrar. Bir karekod tarayarak yeniden bir sağlık/yolculuk beyanında bulunuyorsunuz. Bizim yaşadığımız yer okula ait bir lojman olduğu için evimizde karantina yapma seçeneği bize sunulmadı ama bazıları için havaalanında yapılan testin sonucu çıkınca bu mümkün olabiliyor. Ancak ne olursa olsun testin sonucunu götürülecekleri karantina otelinde beklemeleri gerekiyor. Genelde de sonuçlar 24 saat içerisinde çıkıyor. Yaşadığınız apartman/ev uygunsa ve sonucunuz negatifse yetkililer tarafından otelden evinize götürülüyorsunuz 14 günlük karantina sürecinizi bitirmeniz için. Bu süre bitmeden testlerinizin sonucu negatif olsa da, riskli bir bölgeden gelmiyor olsanız da, şüphe uyandıracak bir belirtiniz olmasa da yeşil kodu alamıyorsunuz. Evinizde karantinaya izin verildiyse bu durumda evinizin kapısına alarm ve bazı durumlarda kamera yerleştirilebiliyor. Çöp atma ve yemek sipariş verme gibi ihtiyaçlarınızın saatleri belli, bu saatler dışında evinizin kapısını açamıyorsunuz. Günde iki kere görevliler gelip ateşinizi ölçüyor ve her gün herhangi bir belirtiniz olup olmadığı soruluyor. Beşinci ve on üçüncü günlerde yine test yapılıyor. Test sonucu negatifse pek çok bölgede 14. günün sonunda normal hayata dönebiliyor insanlar. Bazı bölgelerde ise yumuşak geçiş diye bir şey var. 14 gün sonunda evden dışarı çıkabiliyor ancak okula, işe, kalabalık alanlara giremiyorsunuz ekstra bir ya da iki hafta boyunca daha. Bu süreçte açık alanlara çıkmanız serbest.
Yerel vakalarda ise eğer bir şüpheyle hastaneye gidiyorsanız sadece “fever clinic” dedikleri hastanelere gidebiliyorsunuz. Ateşiniz 37,3’ün üstündeyse, herhangi şüphe uyandırıcı durumunuz, üst solunum yolu rahatsızlığınız varsa da bu klinikler dışında bir yere zaten gidemiyorsunuz. Burada test yapılıp da pozitif çıkarsanız anında temasta bulunduğunuz herkesin haritası çıkarılıp hepsi karantina altına alınıyor. Virüsü kapmış olduğunuz tarih aralığı tespit edilerek bu süreçte girip çıktığınız yerler haritaya işlenerek, geçici süreyle kapatılabiliyor.
Biraz da salgının en çok etkilendiği alanlardan biri olan eğitimden konuşalım istiyorum. Uzaktan eğitim için Türkiye’de kullanılan EBA sisteminde hem var olan eşitsizlikler nedeniyle hem de sistemin altyapısından kaynaklı pek çok sorunla karşılaşılıyor. Orada okullar nasıl eğitim veriyor şu durumda, uzaktan eğitim var mı buradaki gibi?
Çin dünyanın en büyük devlet eğitimi sistemine sahip olmasının yanında, 6-12 yaş arası 180 milyona yakın öğrenci ile dünyanın en kalabalık öğrenci nüfusunu da içinde barındırıyor. Çin İnternet Ağı Bilgi Merkezi’nin verdiği sayılara göre karantina sürecinde 280 milyona yakın öğrenci yılın ilk yarısında çevrimiçi eğitime geçmiş.
Aslında çevrimiçi eğitim zaten Çin’de hâlihazırda altyapısı olan bir sistem ve bu alanda çok önceden beri devletin ve Çin’deki özel EdTech şirketlerinin ciddi yatırımları var. Karantina başlamadan önce özellikle devlet okullarında çevrimiçi platformlar pek tercih edilmese de okulların programları çevrimiçi uygulamalara kolaylıkla adapte olabilir şekilde yapılandırılmış. İnternet kullanıcı sayısının da özellikle çalışan ya da okuyan genç nüfus yoğunlukta olmak üzere 800 milyonun üzerinde olduğu söyleniyor. Bildiğim ve okuduğum kadarıyla İnternet erişimi olmayan pek bir yer yok gibi ülkede ancak bazı yerlerdeki ağların pek verimli olmadığı söyleniyor ve yavaşlığından şikâyet ediliyor. Bu durumda da pek çok öğretmen, veli ve öğrencilerine telefonlardaki WeChat ve QQ gibi uygulamalarla ulaşıyor. Bunun yanında eğitim için ayrılmış, her sınıf düzeyi için ayrı televizyon kanalları da gün içinde yayınlarına devam ediyor.
Yüz yüze eğitimde çoğu devlet okulu çok erken saatte başlayıp 12 saat eğitim verirken çevrimiçi eğitimle bu saatlerin biraz esneklik gösterdiği söyleniyor. Televizyondaki eğitim kanalları yine yüz yüze eğitimde olduğu gibi sabah sporu ile başlayıp diğer derslere geçiyor ve öğrenciler kendi okullarının platformuna ve öğretmenlerinin kullandığı telefon uygulamalarına yönlendiriliyor. Her öğrencinin, öğretmenleri ve okulları tarafından dağıtılan takip etmek zorunda oldukları günlük programları olduğunu ve programda gün içerisinde göz egzersizleri, yüz masajı ve esneme gibi rahatlatıcı etkinliklere de yer verildiğini biliyoruz. Çoğu okulda öğretmenler verdikleri ödevlere, projelere ve sunumlara da eş zamanlı geri bildirim veriyor.
Burada da pek çok okul, öğretmen, veli ve öğrenci yüz yüze etkileşimin daha değerli olduğunu ve bundan tamamen kopulamayacağını düşünüyor. Çevrimiçi eğitimin pek çok olumlu yanı olduğunu, sonsuz bir kapı araladığını yadsımamakla birlikte tamamen çevrimiçi eğitime geçmenin insanın doğasına aykırı olduğunu düşünenlerdenim ben de. Bir gülüşü hep birlikte paylaşmak, aynı ortamda birbirimize destek olarak bir problemi çözmeye çalışmak, canımız sıkıldığında kapıyı açıp birlikte bahçeye çıkmak, saksıya bir tohum ekip onun gelişimini izlemek, panolarımızı, öğrenme ortamlarımızı birlikte tasarlamak, sabahları oturup derse başlamadan birbirimizin gözüne bakarak sohbet etmek, atıştırmalıklarımızı paylaşmak, öğlen yemeği yerken uzun teneffüs için oyun planları yapmak, birbirimize küçük gizemli notlar yazıp posta kutularımıza bırakmak, hep birlikte patlamış mısırlarımızı elimize alıp film izlemek ve daha pek çok şey hep özlendi karantina süresince.
Tabii koronavirüs bahsini açınca konu ister istemez aşı gündemine geliyor. Takip etme imkânın oluyor mu bilmiyorum ama aşı konusu Türkiye’de çok yoğun bir şekilde tartışılıyor. Hangi aşının daha güvenli olduğundan, hükümetin aşı politikasını nasıl belirlediğine dair pek çok soru herkesi aklında. Türkiye, Çin’deki Sinovac firmasının geliştirdiği CoronaVac aşısını satın aldı ve sağlık çalışanlarından başlayarak uygulamaya başladı. Orada aşıyla ilgili gündem ne durumda? Aşılama çalışmaları başladı mı?
Aşı konusu burada pek konuşulan bir şey değil. Yalnızca yüksek riskli bölgelerde çalışanlara (canlı hayvan halleri, sağlıkçılar gibi) bir süre önce aşı yapılmaya başlandığını duyduk. Sorduğum insanlardan da bize henüz bir mesaj gelmedi, devlet bize ne zaman mesaj gönderirse o zaman olacağız diyenler de var, mart ayı itibariyle Çin’de aşı olmayan kalmayacak diyenler de var. Bazı kurumların çalışanlarından gönüllü olanlara aşıyı temin ettiğini duydum. Aşı olanlara sorduğumda da yoğunlukla Sinovac olmak üzere iki marka duyuyorum hep. İki doz şeklinde veriliyor Sinovac’ın aşısı. Diğer marka ise Sinopharm ama Sinovac’ın geliştirdiği aşının etkililik oranının daha yüksek olduğu söyleniyor. Tabii bunları duyumlarımdan yola çıkarak paylaşıyorum.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.