Jeremy Corbyn ve en kıdemli yol arkadaşları, bunu gerçekleştirmeye yönelik olarak 1970’lerin sonlarında ve 1980’lerin başlarındaki girişimde yer almıştı. 2000 yılında yayımlanan Parlamenter Sosyalizmin Sonu: Yeni Soldan Yeni İşçiye’de, bu girişimin kaydını ve parti içindeki ve dışındaki muhaliflerinin birleşik güçleri tarafından nihai yenilgisinin izini sürdük. Vardığımız sonuç, “sosyalizme giden yol, İşçi Partisi’nden geçmez”di. Bu bizim ümitsizliğe kapılmamıza neden olmadı
Okuyacağınız metin, geçtiğimiz günlerde yaşamını yitiren sosyalist yazar ve akademisyen Leo Panitch’in Colin Leys ile birlikte yazdığı son kitabı Sosyalizm Arayışı’nın önsözüdür.
Geçen yüzyılın üç büyük ekonomik krizinin her biri -1930’lar, 1970’ler ve 2008’den sonraki on yıl- İşçi Partisi’nde bir krize yol açtı. Kriz her seferinde ideoloji, örgütlenme ve birlik gibi temel sorunları gündeme getirdi ve sonunda partinin sol kanadından radikal bir sosyalist milletvekilini liderliğe itti. Her durumda bu, krizin partiyi yeni bir demokratik-sosyalist doğrultuya götürme doğrultusunda sahip olduğu potansiyeli engellemeyi amaçlayan sert bir tepki yarattı. Ve her durumda Britanya’nın Avrupa ile ilişkisi önemli bir rol oynadı.
İlk örnek, 1931’de Büyük Buhran’ın başlangıcında, İşçi Partisi lideri Ramsay MacDonald’ın işsizlere ve çalışan yoksullara yönelik sosyal harcamalarda büyük kesintiler yapmak için bir “Ulusal Hükümet” kurmasından sonra gerçekleşti. Sonraki genel seçimde İşçi Partisi yüzde 30 oy almasına karşın, milletvekili sayısı 287’den 52’ye düştü. Bunun ardından, radikal sosyalist ve pasifist George Lansbury lider seçildi ve parti politikası sola keskin bir dönüş yaptı. Yine de, işsizler tarafından yapılan kitlesel sokak gösterilerine rağmen, geri kalan İşçi Partisi milletvekillerinin çoğu, tamamen parlamento önlemleri haricinde herhangi bir önlem alınmasına karşı çıktı ve Lansbury, giderek daha acımasız bir kemer sıkma dayatması karşısında “kesinlikle çaresiz” hissettiğini yazdı. 1935’te, parti konferansının Avrupa ve Sovyetler Birliği’ndeki gelişmelere yanıt olarak askeri yeniden silahlanmayı onaylamasının ardından Lansbury istifa etti. Ralph Miliband’ın Parlamenter Sosyalizm’de yazdığı gibi, halefi Clement Attlee partiyi “çok daha profesyonel” ve aynı zamanda çok daha “sorumlu” bir ekibin ellerine teslim etti. Bu, daha sonra İşçi Partisi’nin savaş sonrası büyük reformlarını gerçekleştirecek olan ekipti; kapitalist ekonomiyi tartışmadan devletten miras kalan yapıları ve ülkenin konumunu yeni Amerikan imparatorluğuna taşıyacaklardı.
1970’lerde, Harold Wilson ve Jim Callaghan’ın İşçi Partisi hükümetleri yeni bir ekonomik krize Keynesyen refah devletini terk ederek ve sendika militanlığını sınırlayarak yanıt verirken, partiyi demokratikleştirmeye ve radikalleştirmeye kararlı yeni bir İşçi Partisi solu ortaya çıktı ve partinin Margaret Thatcher tarafından 1979’da yenilmesinden kısa bir süre sonra, siyasal formasyonu Lansbury yıllarına dayanan Michael Foot liderliğe yükseldi. Ancak parti birliği adına Foot, İşçi Partisi’nin yeni soluna ve en önde gelen sözcüsü Tony Benn’e karşı parlamento partisinin merkez sağıyla ittifak kurdu ve partinin geleneksel parlamentarizme olan bağlılığını yeniden vurguladı. Bu, 1983’te Thatcher tarafından ikinci bir ağır yenilgiyi önleyemedi. Foot’un halefi Neil Kinnock’un İşçi Partisi’nin yeni soluna uyguladığı acımasız baskı da iki seçim yenilgisini engellemedi. Bunun yerine, “Yeni İşçi Partisi”nin ve Tony Blair ile Gordon Brown yönetiminde neoliberalizmin kucaklanmasının önünü açtı. Bu yıllar boyunca da İngiltere’nin Avrupa ile ilişkisi, partinin iç bölünmelerinin sürekli olarak karmaşık bir boyutu oldu. Yeni İşçi Partisi’nin hükümette 2007-08 finans kriziyle doruğa çıkan çelişkileri, ilk olarak “Kızıl Ed” Miliband’ı liderliğe itti. Ancak Foot gibi, parlamento partisinin birliğini sağlamaya en büyük önceliği vererek 2015’te yine seçim yenilgisine yol açtığında, kriz nihayet -bu sefer partinin tüm üyeleriyle- Jeremy Corbyn’in lider olarak seçilmesine yol açtı. Corbyn’in seçilmesi, ona eşlik eden üyelik artışı ve sendikalardan aldığı destek, nihayet İşçi Partisi’nin yeni sol projesini partinin hükümet gündeminin en üst sıralarına taşıdı. Şimdi soru, direniş ve tarafsızlaşma döngüsünün bir kez daha tekrarlanıp tekrarlanmayacağı ya da İşçi Partisi’nin Birleşik Krallık’ta demokratik-sosyalist ilerlemenin temsilcisi olup olamayacağıydı.
Jeremy Corbyn ve en kıdemli yol arkadaşları, bunu gerçekleştirmeye yönelik olarak 1970’lerin sonlarında ve 1980’lerin başlarındaki girişimde yer almıştı. 2000 yılında yayımlanan Parlamenter Sosyalizmin Sonu: Yeni Soldan Yeni İşçiye’de, bu girişimin kaydını ve parti içindeki ve dışındaki muhaliflerinin birleşik güçleri tarafından nihai yenilgisinin izini sürdük. Vardığımız sonuç, “sosyalizme giden yol, İşçi Partisi’nden geçmez”di. Bu bizim ümitsizliğe kapılmamıza neden olmadı.
“(H)ayal kırıklığına ilk tepkinin. . . hiç kimsenin kontrol edemediği küresel güçler olarak sunulanlar karşısında kadercilik olduğu”nu kabul etmekle birlikte, bu ruh halinin “er ya da geç kızgınlığa ve öfkeye ve yeni bir sosyalist projenin yanıt vermesi gereken yeniden keşfedilmiş bir eyleme geçme iradesine dönüşeceğini” düşündük. Bunun, eşitsizliğe, militarizme ve neoliberal projenin ekonomik başarısızlığına tepki olarak gerçekte ne kadar sonra olacağını tahmin etmedik; olaylar bir sosyalisti İşçi Partisi’nin liderliğine itecek ve partinin, eylemcilerin saflarına yükselişinin gerektirdiği sosyalist geçişe liderlik edebilecek bir partiye dönüşüp dönüşemeyeceği sorusunu yeniden gündeme getirecekti.
Corbyn liderliğinin ardındaki coşku ve ilk yıllarının başarıları etkileyici olsa da, İşçi Partisi’nin yeni sol projesinin karşılaştığı engeller her zamankinden daha büyüktü. 2019’un başlarında, başarı beklentilerinin ciddi şekilde azaldığı ortadaydı ve dolayısıyla (Corbyn’in) Aralık’taki yenilgisi bir sürpriz değildi. Ülkenin Avrupa ile ilişkisi bunda geçmişe göre daha kritik bir rol oynadı, ancak 1970’lerden bu yana İşçi Partisi’nin yeni sol projesini engelleyen şeydeki süreklilik, her şeyden önce parlamento partisinin içinden ve medyadan gelen şiddetli engel, Aralık 2019 seçimlerinde yenilgiyle sonuçlanan olayların her alanında bir kez daha belirgin hale geldi.
Bu nedenle, önceki kitabı bu kitabın ilk beş bölümü olacak şekilde kısalttık. Takip eden altı bölüm son yirmi yılı kapsıyor. Onları araştırmamıza yardımcı oldukları için, bize verdikleri cömert zaman ve yardım için, bilgi ve içgörülerinden çok şey öğrendiğimiz partideki her seviyedeki insana son derece minnettarız. İşçi Partisi’nin yeni sol projesiyle ilgili tüm çalışmalarımızda, potansiyelini gerçekleştirmenin önündeki engelleri olabildiğince açık bir şekilde analiz etmeye çalışırken, büyük önemine işaret etmeye çalıştık. Ancak, hangi biçimde olursa olsun, demokratik sosyalizm teşebbüsü devam edecek. Bu kitap, İşçi Partisi’nin gerçekten demokratik-sosyalist bir dönüşümün faili haline gelmesini isteyenlerin, toplumsal değişim hakkında istekli bir şekilde düşünme kapasitesini geri kazanmak için çok şey yapmış olanların gaye ve tasavvurlarına bir katkı ve bir övgü olarak tasarlanmıştır.
[Verso Blog’daki İngilizce orijinalinden Diyar Saraçoğlu tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.