Bu makale, aşı geliştirme ve dağıtım süreçlerine dair aydınlatıcı bir dizinin ilk bölümünü oluşturmaktadır. Dizinin bu ilk bölümü, aşıların bedenlerimizi hastalık taşıyan mikroplardan korumak üzere nasıl çalıştığını açıklamaya odaklanıyor. İkinci bölüm, aşı içeriklerini ve klinik deneylerin üç aşamasını ele alıyor. Üçüncü bölüm ise aşı yolculuğunun bir sonraki aşamasını ortaya koyuyor: klinik deney aşamalarının tamamlanmasından dağıtıma ulaşan adımlar
Çevremizde ve bedenlerimizde, mikroplar her yerdedir. Direnci zayıf bir kişinin zararlı bir organizmayla teması, hastalık ve ölümle sonuçlanabilir.
Beden, kendisini patojenlere (hastalığa yol açan organizmalara) karşı savunmak üzere pek çok yöntem geliştirmiştir. Deri, mukus, silia (akciğerlerden atıkları uzaklaştıran mikroskobik tüyler) öncelikle patojenlerin vücuda girmesini engelleyen fiziksel bariyerler olarak görev yapar.
Patojen vücudu enfekte ettiğindeyse bedenin bağışıklık sistemi adı verilen savunma mekanizması tetiklenir ve patojene savaş açılır, yok edilir ya da teslim olunur.
Patojenler, vücutta hastalığa neden olan bakteri, virüs, parazit veya mantarlardır. Her bir patojen, genellikle kendisine ve yol açtığı hastalığa özgü çeşitli alt kısımlardan oluşur. Patojenin antikor yapılanmasına yol açan alt kısımlarına antijen adı verilir. Patojenin antijenine karşı oluşturulan antikorlar, bağışıklık sisteminin önemli bir parçasıdır. Antikorları vücudun savunma mekanizmasının askerleri olarak tanımlayabiliriz. Vücudumuzdaki her antikor, ya da asker, belirli bir antijeni tanımak üzere programlanmıştır. Vücutlarımızda binlerce farklı antikor bulunur. Bir vücut bir antijene ilk defa maruz kaldığında, bağışıklık sisteminin karşılık vermesi ve o antijene özgü bir antikor üretmesi zaman alır.
Beden bu süre içinde hasta olmaya açıktır.
Antijene özel antikorlar bir kez üretildiğinde, artık patojenin yıkılması ve hastalığın durdurulması için bağışıklık sistemiyle birlikte çalışırlar. Birbirine çok benzeyen patojenler dışında, bir patojenin antikoru bir diğerine karşı koruyucu değildir. Vücut bir kez bir antijene öncü atak olarak antikor ürettiğinde, aynı zamanda antikorlar patojeni yok ettikten sonra da hayatta kalmaya devam eden antikor üretici bellek hücreleri de oluşur. Beden aynı patojene birden fazla kez maruz kalırsa, bellek hücreleri antijene karşı antikor üretmeye hazır bulunacağından, antikor üretimi ilk seferkinden çok daha hızlı ve daha etkili olur.
Böylece bir kişi tehlikeli patojene gelecekte yeniden maruz kalacak olursa, bağışıklık sisteminin derhal yanıt üreterek hastalıktan koruması mümkün olacaktır.
Aşılar, belli bir organizmanın (antijenin) vücutta bir bağışıklık davranışını tetikleyen zayıflatılmış ya da aktif olmayan bileşenlerini içerir. Yeni aşılar antijenin kendisi yerine antijenin üretilmesi için kullanılan prototipten oluşmaktadır. Aşının antijenin kendisinden ya da vücudun kendisinin antijen üretebileceği prototipten oluşmasından bağımsız olarak, bu zayıflatılmış versiyon aşıyı alan kişide hastalığa yol açmaz, ancak kişinin bağışıklık sistemini tam da patojenin kendisiyle karşılaştığındaki ilk reaksiyonu vermeye teşvik eder.
Kimi aşılar birkaç hafta veya birkaç ay gibi aralıklarla birden fazla doz uygulamayı gerektirebilir. Bu zaman zaman, uzun ömürlü antikorların üretilmesi ve bellek hücrelerinin gelişmesi için gerekli olabilir. Bu sayede beden, gelecekte yeniden maruz kalacak olduğunda süratle savaşabilmek için patojen belleği oluşturarak belirli hasta edici organizmayla mücadele etmeyi öğrenir.
Bir kişi aşılandığında hedeflenen hastalıktan korunma olasılığı çok yüksektir. Ancak herkesin aşılanması mümkün değildir. Bağışıklık sistemini zayıflatan sağlık koşullarına (kanser, HIV gibi) sahip ya da belirli aşı içeriklerine ağır alerjisi olan kişilerin belli aşıları alması mümkün olmayabilir. Bu kişiler, aşılanmış bir topluluğun içinde yaşadıklarında da güvende olacaktır. Bir toplumda çok sayıda kişi aşılandığında, temas ettiği kişilerin çoğunluğu bağışık olacağından patojenin sirküle olması zorlaşacaktır. Dolayısıyla başkaları ne kadar yaygın olarak aşılanırsa, aşıyla korunması mümkün olmayan kişilerin zararlı patojenlere maruz kalma riski bile daha düşük bir olasılık haline gelecektir. Buna sürü bağışıklığı adı verilir.
Bu, yalnızca aşılanamayacak durumdaki kişiler için değil, belki de aşı yoluyla mücadele ettiğimiz hastalıklara daha açık olanlar için de özellikle önem taşır. Hiçbir aşı yüzde yüz koruma sağlamayacağı gibi, sürü bağışıklığı da aşı olamayanlar için tam koruma sağlamaz. Ancak sürü bağışıklığı yoluyla bu kişiler için, çevrelerindeki aşılanmış olanlar sayesinde temel bir koruma sağlanmış olacaktır.
Aşı olmak yalnızca kendinizi korumakla kalmaz, aynı zamanda toplumdaki aşılanması mümkün olmayan kişileri de korur. Eğer sağlık koşullarınız izin veriyorsa, aşı olun.
Tarih boyunca insanlık, menenjit, tetanos, kızamık ve polio (çocuk felci) gibi çok sayıda ölümcül hastalığa karşı aşı geliştirmeyi başardı.
Polio, 1900’lerin başlarında tüm dünyada yüz binlerce insanın felç olmasına yol açan bir hastalıktı. 1950’ye gelindiğinde hastalığa karşı etkili iki aşı geliştirildi. Ancak dünyanın kimi bölgelerinde, özellikle Afrika’da, aşılama uygulaması hala hastalığı durdurmaya yetecek kadar yaygınlaşmamıştı. 1980’lerde polio virüsünü tamamen ortadan kaldırmak üzere tüm dünyada birleşik bir mücadele başladı. Uzun yıllar ve birkaç on yıl geçtikten sonra dünyanın tüm kıtalarında polio aşılaması, rutin bağışıklık kontrolleri ve kitlesel aşı kampanyaları uygulandı. Çoğu çocuk milyonlarca kişi aşılandı ve Ağustos 2020’de Afrika kıtasının, polionun henüz tam olarak yok edilemediği Pakistan ve Afganistan dışında dünyanın her yerinde olduğu gibi poliovirüsten arındırıldığı belgelendi.
[Dünya Sağlık Örgütü web sitesindeki İngilizce orijinalinden Sena Çenkoğlu tarafından Sendika.Org Dergi için çevrilmiştir]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.