HDP’yi yakından izleyenler, partinin örgütsel ve politik açıdan ciddi sorunlar yaşadığını görüyor. Bilgen’in eleştirileri de mutlaka dikkate alınmalıdır. Ancak uzun yıllar HDP merkezinde yer almış ve hatta ismi sıklıkla eş başkanlık için geçmiş biri olarak Bilgen’in kendisini dışta tutarak, kendisine parti üstü bir misyon biçerek yapacağı hiçbir eleştirinin olumlu karşılığı olmaz
MHP-AKP iktidarının ortak kararıyla, 6-8 Ekim 2014 tarihinde çıkan olaylar gerekçe gösterilerek HDP’ye yönelik kesintisizce devam eden operasyonların amacı çok açıktır: Olası erken seçim geldiğinde bu kilit önemdeki partinin etkisiz kalmasını sağlamak. 2021 yılı içerisinde bir erken genel seçimin sürpriz olmayacağı ve hatta kaçınılmaz olduğu sadece Türkiye’de tartışılan bir konu olmayıp uluslararası düzlemde de yüksek sesle dinlendirilmeye başladı. ABD’deki başkanlık seçimi sonuçlarının Ankara’yı etkilemesinin kaçınılmaz olduğu ve erken genel seçimi tetikleyebileceği de konuşuluyor. AKP-MHP ittifakı önümüzdeki yıl içerisinde politik dengelerin değişme olasılığını dikkate alarak Kürt politik güçlerinin merkezinde olduğu HDP’yi sürecin dışında tutma kararı aldı. HDP’nin politik dengeleri belirlemedeki gücünü kırmak ve partiyi etkisizleştirmek için saldırıların da kesintisizce devam edileceği anlaşılıyor.
HDP’ye yönelik saldırıların ikinci belki de en önemli ayağı da HDP içerisinde kriz yaratmak ve iç tartışmalarla ülke gündeminin dışında kalarak kendi seçmeni karşısında itibar ve güç kaybına uğramasını sağlamak. HDP’nin bir kısım yapısal sorunlarını ve eksiliklerini/hatalarını bilen devlet bütün dikkatini bu sürecin derinleşmesine veriyor.
HDP’ye yönelik operasyonlar karşısında HDP seçmeninin kendi partisini sahipleneceği biliniyor. Seçmen partiye yönelik eleştirilerini yapsa da saldırı karşısında tereddütsüz destekliyor. Devlet de bu gerçeğin farkında olduğu için daha çok HDP’yi iç tartışmalara çekerek güven bunalımı yaratmak istiyor.
Koşullar böyle iken parti içi tartışmaların merkezine Kars Belediye Başkanı Ayhan Bilgen oturdu. Bunun birkaç temel nedeni var.
Birincisi, Ayhan Bilgen, HDP seçmeni tarafından desteklenen ve benimsenen bir politik kimliktir. Karslı olan Bilgen, Türk olmasına rağmen, HDP seçmen kitlesi tarafından genel olarak Kürt olarak biliniyor. Bunun esas nedeni Bilgen’in politik kişiliğinin benimsenmesi ve kabul görmesidir.
İkincisi, Bilgen, İslami gelenekten geliyor ancak politik İslam içerisinde yer almadı tersine hem Kürtleri politik olarak desteklemede önemli bir adım attı hem de demokrasi mücadelesini ilkesel bir tutum olarak benimsedi. Mazlum-Der döneminde yapmış olduğu çalışmalarla ön plana çıktı.
Üçüncüsü, HDP’nin kuruluş sürecinde doğrudan yer alarak politik yönelimini net olarak ortaya koydu. HDP içerisinde kabul gören Bilgen, Grup Başkan Vekilliği ve Parti Sözcülüğü yaptı. Bir başka ifadeyle HDP’nin etkili bir siması olarak kamuoyunda tanındı, ön plana çıktı.
Yakından tanıyanlar Bilgen’in kendisine has bir kısım görüşleri de bulunduğunu bilir.
Bilgen, 25 Eylül’de düzenlenen operasyon sonrası, henüz gözaltındayken “Tutuklansam da serbest kalsam da Kars Belediye Başkanlığı’ndan istifa edeceğim” diye bir açıklama yaptı. Demokrasicilik oyununa alet olmayacağını, Kars Belediye Meclisi’nin birçok konuda oy birliğiyle karar alarak örnek bir model oluşturduğunu, yeni Belediye Başkanı’nı da seçebileceğini belirtti. Kendisinin de eğer serbest kalırsa kurulan kooperatif örgütlenmesini devam ettireceğini belirtti.
Öncelikle, doğrudan ve dolaylı olarak, Bilgen’in Kars Belediye Başkanlığı’na aday gösterilmesinin HDP içerisinde etkisizleştirme hamlesinin bir parçası olduğuna dair ileri sürülen görüşlerin politik dedikodu dışında hiçbir maddi temeli bulunmuyor. Tersine HDP, Bilgen’i, kendisinin de talebiyle Kars’ta aday göstererek stratejik bir hamle yaptı. Bilgen dışında kim aday gösterilmiş olsaydı kazanma şansı olmayacaktı.
Olumlu açıdan bakıldığında, Bilgen, istifa açıklamasıyla, iktidarın kayyum atamasının daha önceden hazırlanan bir plan olduğunu deşifre etti. Kars Belediye Meclisinin yetkisini kullanmasını sağlamak istedi. İktidarın, antidemokratik uygulamalarını gözaltındayken boşa çıkarttı. Önemli olanın görevin layıkıyla yapılması olduğu, koltuk sevdalısı olmadığı mesajını vermiş oldu. Negatif yorum ise şudur: “Bilgen gözaltındayken, kendi partisinin kararını beklemeden böyle bir açıklama yaparak, çıktığında belediye başkanlığını bırakacağının mesajını iktidara vermek istemiştir.” Kamuoyunda öne çıkan ilk yorum, Bilgen’in kendisi için, yani kişisel bir hesap yapmadığı şeklindeydi. Ancak cezaevine gider gitmez HDP’ye yönelik yaptığı eleştirilerle, Bilgen’in politik pozisyonunu değiştirme eğiliminde olduğu ve bir bakıma devlete mesaj verdiği algısı öne çıkmaya başladı.
“… Sadece son 2 kongre süreci ve aday belirleme süreçlerine kimin, neden, hangi dayatmalarla müdahale ettiğine bakılırsa sorunun tam da benim ‘tersine Türkiyelileşme’ diye tarif ettiğim kişisel hesaplarla bir siyasi mücadeleyi kontrol altında tutma eğiliminden kaynaklandığı görülür. Kişisel yeteneklerin bir hegemonya kurma çabasına alet edilmesi, Türkiye siyasetindeki hastalıklı davranışlara zemin oluşturmaktadır. (…) Parti içi demokrasinin en büyük güvencesi yatay halk partisi olunabilmesi ve isimsiz kahramanların emek ve fedakarlığı ile bugünlere gelindiğinin farkında olarak hareket edilmesidir. Ahbap-çavuş ilişkileri ile aday belirleme tercihi nasıl partiyi çürütürse müdahalelere de açık hale getirir” diyor Bilgen.
HDP’nin iç örgütsel durumunu yeterince bilemeyiz. Ancak HDP’yi yakından izleyenler, HDP’nin örgütsel ve politik açıdan ciddi sorunlar yaşadığını görüyor. Birçok insan bu tür konularda özellikle kamuoyu önünde pozitif eleştiri ve uyarılar yapıyor.
Bilgen’in eleştirileri mutlaka dikkate alınmalıdır. Ancak Bilgen’in eleştirel açıklamalarının çok farklı olduğu görülüyor. Öncelikle Bilgen, uzun yıllar HDP merkezinde yer almış ve hatta ismi sıklıkla eş başkanlık için geçmiş biri olarak yaptığı eleştirileri kendisine de yöneltmelidir. Kendisini dışta tutarak, kendisine parti üstü bir misyon biçerek yapacağı hiçbir eleştirinin karşılığı olmaz. HDP içerisinde nelerin döndüğünü bilemeyiz ancak kendisi bu partide aday belirleme sürecinin doğrudan muhataplarından biridir.
“İki kongre süreci ve aday belirleme süreçlerine kimin, neden, hangi dayatmalarla müdahale ettiğine bakılırsa” diyen Bilgen’in kendisinin de bu sorunun doğrudan muhatabı olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu partinin ileri gelen çok az sayıda kadrolarından biri olarak bu sürecin doğrudan bir parçası değil mi? Son iki yılını Kars’ta geçirmiş olması, kendisini belirttiği sorunların dışında tutmasının gerekçesi olamaz. Yanılmıyorsam Bilgen, geçmişte aday belirleme komisyonunda yer aldı. Peki, kendisine kim ne dayattı? Dayatmışsa bu görevi neden sürdürdü?
“Ahbap-çavuş ilişkileri ile aday belirleme tercihi nasıl partiyi çürütürse müdahalelere de açık hale getirir” diyen Bilgen’in Demirtaş’ın tutuklanmasının ilk aşamasından itibaren, HDP’nin içeriden yönetilmeyeceğine yönelik yaptığı doğru uyarılardan sonra en çok ismi geçen eş başkan adaylardan biriyken, kimlerin önerisiyle ön plana çıktı. HDP içerisinde Bilgen’in eş başkanlığına karşı çıkanlar gerçekten ahbap çavuş ilişkilere göre mi karşı çıktılar, yoksa başka gerekçeler mi vardı? Bilemeyiz. Ya da Bilgen, grup başkan vekilliğine ve parti sözcülüğüne getirilirken hangi ahbap çavuş ilişkileri devreye girdi?
HDP’nin müdahalelere açık hale getirilmesinin nedeni, HDP’nin örgütsel yapısında etkin olan ahbap çavuş ilişkileri değildir. Devletin, önümüzdeki dönemde HDP’yi politik alanın dışında tutarak dengeleri belirleyen bir güç olmaktan çıkartma amacıdır. Yozlaşan ve çürüyen bir HDP’ye devlet dokunmaz, tersine yozlaşmasını teşvik eder.
Bilgen “kişisel yeteneklerin bir hegemonya kurma çabasına alet edilmesi, Türkiye siyasetindeki hastalıklı davranışlara zemin oluşturmaktadır” diyor. HDP’de kim kişisel yeteneklerini kullanarak hegemonya kurma çabasındadır? HDP’nin eş başkanları dahil kimsenin böyle bir çabasının olmadığı görülüyor? Bilgen’in bu değerlendirmesini dikkate aldığımda akla gelen isim HDP seçmen kitlesi üzerinde önemli bir etkinliği ve saygınlığı olan, Türkiye’nin politik sürecine aktif kaktı sunan Demirtaş oluyor. Oluşan algı Bilgen’in kendisini Demirtaş’a rakip gördüğüdür. Böyle bir bakış açısı var mı? Bilinmez. Ancak verdiği mesajlar hatta zaman zaman atmış olduğu tweet’ler böyle bir intiba yansıtıyor.
Bilgen, başka ilginç değerlendirmeler yapıyor: “Hem müdahaleden şikâyet edip hem Kandil ve İmralı için pozisyon belirlemeye kalkmak, kendi pozisyonunun gereğini yapamamakla ilgili bir handikaptır.” HDK ve HDP’nin fikir babasının Öcalan olduğunu devlet dahil bütün kamuoyu biliyor. Türkiye toplumunun bütününe hitap etmek ve demokratik muhalefet alanını genişletmek için yeni bir politik anlayışın geliştirilmesi gerektiğini söyleyen Öcalan’ın, devletle görüşmelerin yapıldığı süreçte kendisiyle görüşen heyete de bu tür öneriler ilettiği kamuoyunun bildiği bir durum. HDP, kuruluşundan sonra Demirtaş’ın liderliğiyle açık bir sıçrama yarattı. Ancak Kandil’in ve İmralı’nın HDP’ye doğrudan müdahale ettiği iddiası başka bir durumu ifade ediyor. Bilgen’in içerisinde yer aldığı operasyonun en önemli gerekçelerden biri de HDP’nin Kandil tarafından yönetildiği iddiasıdır. Dosyada herhangi somut bir delil var mı, bilemeyiz. İddianame açıklandığında bu görülecek. Ancak hem davayı takip edenler avukatlar hem de HDP açıklamalarına bakıldığında böyle bir durumun olmadığı çok net olarak ifade ediliyor. HDP ile Kandil arasında doğrudan veya dolaylı böylesi hiçbir bağın olmadığı belirtiliyor. İktidarın bu tür açıklamaları da iddia olup somut bir bilgi ve delile dayanmıyor. Ancak Bilgen’in “hem müdahaleden şikâyet edip hem Kandil ve İmralı için pozisyon belirlemeye kalkmak” iddiası belki de en çok kendisini ve HDP’yi zorda bırakır. Bilgen, HDP’nin bağımsız politik kimliğini geliştirmesi ve inisiyatif alması gerektiğini belirtiyor ancak yaptığı açıklamayla HDP, hukuki olarak zan altında kalmıştır. Bu açıklamaların kendisi tarafından düzeltilmeye ihtiyacı var.
Bilgen’in “HDP kurulurken planlanan Türkiyelileşme ile Türkiye toplumunun Kürtler dışındaki farklı mağduriyet sahibi kesimleriyle empati yapılması ve ortak mücadele yürütülmesi hedefleniyordu. Bu konuda başlangıç düzeyinde bir adım atılmış olsa da istenen düzeyde mesafe alınmaması yeniden masaya yatırılmalıdır” değerlendirmesi HDP yönetimi tarafından mutlaka dikkate alınmalıdır. Ayrıca “Parti içi demokrasinin en büyük güvencesi yatay halk partisi olunabilmesi ve isimsiz kahramanların emek ve fedakârlığı ile bugünlere gelindiğinin farkında olarak hareket edilmesidir” uyarısı da önemlidir. Yine yaptığı bu uyarılar konusunda kendisi de HDP’de üst düzeyde görev almış biri olarak özeleştiri vermelidir. Çünkü bu sorunlar Bilgen görevdeyken de vardı, şu an da var.
HDP’de birçok kişi sıklıkla Cumhuriyet’in kuruluş dönemindeki Meclis’e atıfta bulunuyor. Sorunların çözümünde 1920’leri esasen alan bir ‘kurucu meclisin’ kurulmasını önerisi Bilgen tarafından gündeme getiriliyor. Bu önerilerin sosyolojik, sosyo-politik ve tarihsel bakımdan bir geçerliliği yok. Ne devlet bakımından ne de Kürtler bakımından uygulanabilir bir süreçtir. Aradan 100 yıl geçmiş ve bütünüyle birbirinden farklı iki tarihsel süreç var. 21. yüzyıldayız ve dünya küresel bir sistem içerisinde ilerliyor. Uluslararası ilişkiler bütünüyle farklılaşmış bulunuyor. Lokal sorunlar, doğrudan küresel çaptaki uluslararası ilişkilerin bir parçasıdır. Türkiye, küresel güç ilişkilerinin bir parçası olduğu gibi Kürt sorunu da bölgesel olmaktan çıkıp küresel çapta değerlendirilen bir konu haline geldi. Bu nedenle yüz yıl önceki politik ilişkiler baz alınarak sorunları çözmeye çalışan, aslında devletle uzlaşma mesajları içeren önerilerin bir etkisi olmayacağı açıktır. Tersine bugünkü politik-toplumsal-diplomatik ilişkilerin şekillendiği tarihsel süreci doğru okuyarak en azında ‘yeni’ bir anayasa yazımı için politik stratejiler geliştirilmelidir.
HDP kitlesinin büyük bir kesimini Kürt Politik Hareketine gönülden bağlı olanlar oluşturuyor. Bu gerçeği en başta devletin kendisi biliyor. Bu nedenle HDP’nin şiddete karşı ve sistem için politik çözümü talep eden politik pozisyonu ile Kürt Politik Hareketine tutum almasını beklemek veya böyle bir tercihe zorlamak hiçbir şekilde gerçekçi değildir.
Geçmişte 6-8 Ekim olayları nedeniyle yargılanan Bilgen mahkemede şunları belirtmişti: “Hayatım boyunca silah ve şiddete muhalefetim. Barış aktivistiyim.” Bilgen politik perspektifleri ve yönelimleri bakımından sorunların çözümünde ‘şiddete’ ilkesel olarak karşıdır. Bu bakış açısını da yüksek sesle dillendiren, HDP içerisindeki nadir politikacılardan biridir.
Bilgen daha önce aynı gerekçelerle yargılandığı davada “6-8 Ekim’de bu ülkede bir iç savaş denemesi yapılmıştır. Bu çatışmalarda kimin ne kadar rolü olduğu araştırılmalıdır. Bu kişilerin 15 Temmuz’da seçilmiş hükümeti devirmek isteyen kişilerden olup olmadıkları araştırılmalıdır” demişti.
Bilgen, daha önceki savunmada ne demek istediğini yapacağı yeni savunmasında açıklığa kavuşturması kamuoyu açısından önemlidir.
Perinçek ve Metiner gibilerinin Bilgen’e ‘sahip’ çıkmak gibi bir görüntü oluşturmaları Bilgen’in itibarını sarsma eylemidir. Bilgen bunlara dikkat etmeli ve öncelikli olarak eleştirilerini telaşla kamuoyuna değil partisine iletmelidir.
HDP, bu süreci sessiz kalarak aşmaya çalışsa da HDP’nin iç gündemini kaçınılmaz olarak meşgul edecektir. HDP’nin bu süreci soğukkanlı davranarak, duygusal refleksler göstermeden, süreci doğru okuyarak, eleştirilerden de ders alarak, iktidara malzeme vermeden aşması gerekir. Aksi takdirde kriz HDP’yi bütünlük olarak sarar.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.