Kamer Teyhani kitabında Şehriban Teyhani Devrimci Yol’un sendikal çalışmanın dışındaki diğer siyasal iç tartışmalar üzerinde de yoğun olarak duruyor. Bu konular arasında Fatsa-Tunceli karşılaştırması, 1980 Haziran ayında partileşme açısından önemli bir adım atılmaya çalışıldığı, darbeye Devrimci Yol’un neden hazırlıksız yakalandığı, darbe sonrası siyasal çizgi, mahkemelerdeki savunma çizgisi, Devrimciler Süreci, Tartışma Süreci gibi konular da var
Bu yazıda “Ateşi Çalan Yolcular 1. Kamer Teyhani Kitabı[1]” isimli kitaptan hareketle Devrimci Yol’un işçi çalışması hakkında bazı notlar paylaşılacaktır. Bu mücadelede önemli yeri olan Kamer Teyhani’nin mücadele arkadaşı ve eşi Şehriban Teyhani tarafından yazılan kitap önemli bir boşluğu dolduruyor.
“Ateşi Çalan Yolcular 1. Kamer Teyhani Kitabı” bir sözlü tarih kitabı olarak yayımlandı[2]. Bu kitapta Kamer Teyhani ve Devrimci Yol’un işçi sınıfı çalışmaları ile ilişkisi olmuş olan 17 kişi ile görüşülmüştür. Kitabın ikinci cildinin de hazırlanmakta olduğu anlaşılmaktadır. Görüşülen kişilerden bu ciltte yer alanlar Çetin Uygur, Sedat Şeyhoğlu, İsmet Yılmaz, Mehmet Ünsallı, Doğan Halis, İlbay Kahraman, Kamil Kartal, Erdal Dönmez, Remzi Kılıç, Çeçen Karakoyun, Yasin Nuri Aydınlı, Hasan Basri Çıplak, Zafer Ayden, Ruhsati Yalçın, Hüseyin Gülseven, Tarık Günlü, Necmettin Çobanoğlu’dur. Söyleşilerin içeriklerinden anlaşıldığı kadarıyla görüşmeler 2015 yılı ile 2019 arasında değişik zamanlarda yapılmıştır.
Kamer Teyhani Kitabı, Devrimci Yol’un “işçi sınıfı” çalışmasının ağırlıklı olarak İstanbul işçi çalışması hakkındadır[3]. Ancak, Devrimci Yol’un siyasal örgütlenmesinin durumu ve sorunları, darbe sonrası tutum, cezaevi ve savunma hattı gibi konular da yoğun olarak ele alınmaktadır. Görüşülen kişilerden bir kısmı darbe sonrasında ve halen aktif olarak değişik yerlerde mücadele içinde olan kişilerdir. Bu nedenle daha yakın tarihe ilişkin çalışmalar için söyledikleri de önemlidir. Ancak bu yazıda esas olarak 1985’e kadar olan dönem üzerinde durulacaktır.
1974 yılından itibaren İstanbul’da devrimci gençlik mücadelesi içinde yer almıştır. İYÖKD ve İYÖD’ün kuruluşunda yer almıştır. 1977 yılından itibaren Devrimci Metal-İş Sendikası’nda uzman ve genel sekreter olarak çalışmıştır. Devrimci Yol İstanbul İl Komitesi üyeliği yapmıştır. 1981 Haziran ayından 1986’ya kadar tutuklu kalmıştır. 1988 yılında gerçekleşen Kırşehir Cezaevi firarı sonrasında tekrar tutuklanarak bir süre cezaevinde yatmıştır. 2000 yılında yaşamını yitirmiştir[4].
Kamer Teyhani, İstanbul’daki Devrimci Gençlik grubunun önde gelen kişilerinden olup Devrimci Sol’un, 1978 yılında gerçekleşen, ayrılığında Devrimci Yol’da kalan az sayıda kadrodan birisidir. Ayrılık gerçekleştiğinde Kamer Teyhani bir süredir işçi sınıfı çalışmasında Devrimci Metal-İş’te faaliyet göstermektedir. Devrimci Metal-İş Genel Sekreteri’dir. DS’nin DY’den ayrılma sürecinde İstanbul’daki gençlikteki ve yoksul mahallelerindeki kadro ve kitle ilişkilerinin çok büyük kısmı ayrılanların safında yer almıştır. Ancak işçi, öğretmen ve mühendis çalışmasındaki kadro ve kitle ilişkilerinin önemli bir bölümü Devrimci Yol saflarında kalmıştır. Bu tercihte etkisi olanlardan birisi de Kamer Teyhani’dir. İstanbul ve yakın çevresi, Devrimci Yol’un 1970’lerdeki işçi çalışmasının önemli bir odağı olmuştur.
Kamer Teyhani’nin bazı mücadele arkadaşları onu aşağıdaki şekilde anmaktadır:
İstanbul’daki devrimci gençlik örgütlenmelerinin 1974’ten itibaren içinde bulunan Hasan Basri Çıplak (s. 382): “Kamer benim için gerçek bir gençlik lideriydi. İnsanları hiç incitmezdi. Ben bir kere bile birine bağırdığ��nı görmedim. Bizim örgütte kararlı, mücadeleci, örgütçü ve militan iki üç kişiden biriydi.”
Sendikal alanda birlikte faaliyet gösterdiği Hüseyin Gülseven (s. 428): “Kamer bambaşka bir insandı. Dev-Yol için mücadele eden arkadaşlar anılacaksa mutlaka Kamer’in baş harfi yazılmalıdır. … Çünkü halk tipi bir insandı. Entelektüeldi ama “Marx böyle der, Lenin böyle der” diye değil, onu herkes anlardı. Maksim Gorki’nin Ana’sı gibiydi. Ona yakınlık duyardınız.”
Sendikal alanda birlikte faaliyet gösterdiği Doğan Halis (s. 176-177): “Söz konusu olan Kamer’se, O’nun bir başka rengi vardı. Özetle söylemek gerekirse, Kamer Teyhani samimi ve atılgandı… Bizim zaman zaman aynı evde kaldığımız Cezmi Yılmaz, Halil Pelitözü ve 3 TİP’li arkadaşımız öldürülmüştü. Cenaze, Kocamustafapaşa’dan kaldırıldığı zaman (2 Aralık 1975) Kamer’in oradaki yiğitliğini gördüm. (…) Elini arkasına atıp malzemesini çıkar��p çatışmaktan hiç uzak durmayan bir tutumu vardı. … Gerektiği zaman kendini feda etmekten çekinmeyen bir tutumu vardı.”
Kitap hakkında, Doğan Halis bir yazı yazarak kitabın önemine değindi[5]. Halis görüşmelerin yeterli bir ön hazırlık yapmadan gerçekleştirdiğinin soru ve ara yorumlardan anlaşıldığın ancak kitabın önemi nedeniyle bunun anlayışla kabul edilmesini ve Şehriban Teyhani’nin “eleştirilmesi değil, kutlanması” gerektiğini belirtmektedir. Kitabın önemine katılmakla beraber, eleştiriden sakınılmaması gerektiğini düşünüyorum.
Kitabın amacının, DY işçi çalışmasının kurucularından Kamer Teyhani anısına, söz konusu işçi çalışmasını aktarmak olduğu ifade ediliyor. Ancak kitabın armağan edildiği Kamer Teyhani’ye ilişkin derli toplu bir bilgi yok ve Kamer Teyhani’nin bir resmi bile yok. Doğum yılı, eğitimi, hangi ilişkiler içinde devrimci olduğu, cezaevi sonrasında içinde yer aldığı siyasal çalışmalar, ölümü vb. gibi, kişiyi tanımlayacak bilgilerin bazıları, kitapta konuşulan şeylerden parça bölük çıkarılabiliyor. Örneğin Kamer Teyhani’nin devrimcilik öncesinde bir kabadayılık geçmişi olduğu bazı söyleşilerden çıkarılabiliyor. Bazı yerlerde birileri tarafından dışlandığı belirtiliyor ancak okur bu dışlamanın neden olduğunu, nasıl sonlandığını vb. bilgiyi bulamıyor.
Söyleşilerin ne zaman yapıldığının yazılması, görüşülen kişilerin güncel siyaset hakkındaki değerlendirmelerinin okuyucu tarafından daha anlaşılabilir olması açısından, yararlı olurdu.
Kitapta “de” ve “ki” seslerinin ek veya bağlaç olarak kullanımı sol yayınevlerinin geneline göre daha yerli yerinde. Ben bu açıdan çok az hatalı kullanım gördüm. Diğer dizgi yanlışları ise, az miktarda olsa da var. Örneğin işçi çalışmasının birbiriyle yakından ilişkili bölgeleri birlikte örgütlemesi gerektiği anlatılırken kullanılan “havza” sözcüğü, muhtemelen Samsun’un Havza ilçesiyle karıştırılarak “yeni Havzalarda”, “Havza’yı dolaştılar” (Sedat Şeyhoğlu söyleşisi, s. 73) şeklinde yazılmış. 1989-92 civarında oluşturulan “Devrimciler” örgütlenmesi birçok yerde cins isim olarak “devrimciler” (örn. s. 104, s. 127) şeklinde yazılmış.
Bant çözümlemelerinin yeterince özenli şekilde kontrol edilmediği kitaptan anlaşılıyor. Örneğin Kamil Kartal ile yapılan söyleşide, 1983 sonrası kurulan sendikalar arasında birkaç kez “Gaz Petkim-İş” ifadesi geçiyor (s. 229). Oysa, işçi hareketiyle az çok ilişkisi olanların bileceği gibi, söz konusu sendika Laspetkim-İş sendikasıdır ve kitapta başka yerlerde bu isim geçmektedir. Yine Kamil Kartal’ın söyleşisinde bir iki yerde soru ile cevabın birbiriyle karıştırılarak yanlış dizildiği (örn. s. 247) anlaşılıyor. Sedat Şeyhoğlu ile yapılan söyleşide “BES görüşmeleri denen görüşmeler vardı” (s. 79) ifadesi geçiyor. Burada “MESS görüşmeleri” sözlerinin yanlış çözümlendiği anlaşılıyor. Eski Kavel işçisi Mehmet Ünsallı ile yapılan söyleşide, işverenle yapılan toplu sözleşme görüşmeleri için hazırlanan taslaktan söz edilirken, “toplu sözleşme taslağı” yerine “toplu seçme taslağı” (s. 156) yazılmış. Yasin Nuri Aydınlı söyleşisinde, faşistlerin ilçe merkezlerini ele geçirip etkinlik sağlamaya çalışmasına karşı, devrimcilerin çevre mahalleleri örgütleyerek merkezi ele geçirmeye dönük bir çalışma içinde olduğu anlatılırken “hasta başı stratejisi” diye bir ifade geçiyor. Muhtemelen burada söylenen söz “Halk Savaşı Stratejisi”dir. THKP-C ve Devrimci Yol açısından temel olan devrim stratejisinin adının kitapta “hasta başı stratejisi” gibi bir ifadeyle karıştırılmasının ciddi bir yanlış olduğu kabul edilmelidir.
Söyleşi yapılanlara sorulan bazı sorularda zaman kayması olduğu izlenimi edindim. Örneğin söyleşi yapılanların bir kısmına “1975-80 dönemi işçi hareketine milli demokratik devrim, demokratik devrim ve sosyalist devrim tartışmalarının önemi ve etkisi” (örn. Sedat Şeyhoğlu söyleşisi, s. 58; Doğan Halis söyleşisi, s. 172; Erdal Dönmez söyleşisi, s. 259) hakkında soru sorulmuş. Ancak sözü edilen tartışma esas olarak 1975-80 döneminin değil, 1971 öncesinin önemli tartışma konusudur. Cevap verenler, muhtemelen söz konusu dönemde bu tartışma ön planda olmadığı için, bu konu hakkında pek yorum yapmamış.
Sözlü tarih çalışmasındaki hatalı aktarımlar bir başka sorun alanını oluşturuyor. İnsanlarla, üzerinden 40-45 yıl geçmiş olaylar konuşulurken, eğer ön hazırlık da yoksa, birçok olayın yanlış hatırlanacağı, olayların ve zamanların karışabileceği açık. Bazı söyleşilerde görüşmelerin, doğal olması için, ön hazırlık olmadan, anlık olarak yapıldığı belirtiliyor. Bu durumda, hem iyi bir ön çalışma ve hazırlık yapılmış olması hem de bazı düzeltmeler yapılması gerekir. Söyleşi yapılan kişilere, önerilen değişiklikleri doğrulatma olanağının olmadığı ve kişilerin anlatımlarına doğrudan müdahale edilmemesinin daha uygun olduğu durumlarda ise en azından açık maddi hataların dipnot vb. açıklamalarla düzeltilmesi yararlı olacaktır. Örneğin söyleşilerin birkaçında, görüşülen kişiler DS ayrılığını bir zaman kayması ile hatırlıyor ve Bildirge tartışmaları sürecinde İstanbul’daki arkadaşların “ilişkiyi askıya aldığını” (örn. Sedat Şeyhoğlu söyleşisi, s. 82; Yasin Nuri Aydınlı söyleşisi, s. 305-306) aktarıyor. Oysa bilindiği gibi, baştan itibaren bazı tartışmalar olmakla birlikte, söz konusu “askıya alma” meselesi Bildirge yayımlandıktan yaklaşık 1 yıl sonra 1978 kış-ilkbahar aylarında yaşanmış ve ayrılan grup bir süre sonra Devrimci Sol adını alarak çalışmalarını sürdürmüştür. Bildirge’nin yayımlanma sürecinde yaşanan ayrılık ise İbrahim Çenet ve arkadaşlarının ayrılığıdır. Yine Yasin Nuri Aydınlı söyleşisinde 1979 yılında “5-0’lık bir kısmi senato seçimi” (s. 322) ifadesi geçiyor. Oysa 14 Ekim 1979’da yapılan seçimler hem boşalmış olan 5 milletvekilliği için yapılan ara seçim, hem görev süresi dolan 50 senatörlük için Senato kısmi yenileme seçimi, hem de boşalmış olan yerel yönetimler için ara yerel seçimdir. 5-0 AP lehine sonuçlanan seçim, senato değil, ara milletvekilliği seçimidir. Senato seçiminde ise AP 33, CHP 12, MSP 4, MHP 1 senatörlük kazanmıştır. Bir başka örnekte, 1991 yılında yapılan infaz düzenlemesiyle çok sayıda kişinin tahliye edildiği süreci Ş. Teyhani bazı yerlerde 1994 olarak (s. 134), bazı yerlerde 1989 olarak (s. 364) anıyor. Okuyucunun yanlış bilgilenmemesi açısından, bu tür maddi hataların yazar veya editör tarafından düzeltilmesi yararlı olurdu.
Kitabın yazarı, röportajları yapan Şehriban Teyhani 1974’lerden itibaren bir İDOD’lu (İstanbul Devrimci Ortaöğrenim Derneği) olarak başladığı mücadeleyi sonraki yıllarda Devrimci Yol’da sürdürmüştür. 1990’larda Tüm Bel-Sen kurucuları arasında yer almıştır. Bu nitelikleriyle emek hareketinin diline, hukukuna vb. yabancı olmaması beklenir. Ancak bazı röportajlarda sorunlu ifadeler var. Örneğin o dönemde İzmit’te Petkim’de çalışan Çeçen Karakoyun’a “Sonra Devrimci Metal-İş’e geçti mi oradaki sendika ya da Metal işkolunda mıydı orası?” sorusu soruluyor (s. 282). Oysa orada örgütlü olan sendikanın petrol, kimya ve ilaç işkolundaki Petrol-İş olduğu bu sorudan önce konuşulmuş durumda. Bir başka örnekte, Devrimci Metal-İş Başkanı İsmet Yılmaz ile yapılan söyleşide “işçi işveren düşmanlığı yoktu. İşçi işvereni eşit koşullarda görüyordunuz herhalde” (Ş. Teyhani, s. 144) şeklinde soru sorulmaktadır. İsmet Yılmaz da “İşveren olmazsa işçi olmaz, işçi olmazsa işveren olmaz. Biz işçinin hakkını koruduğumuz gibi işverenin de haklarını koruyorduk.” (Yılmaz, s. 144) şeklinde cevaplıyor. Yılmaz “gariban işçiler”, “ben sendikacıydım” (s. 147) gibi ifadeler de kullanıyor. Söz konusu dönemde devrimcilere sempati duyan ve onlarla birlikte hareket eden bir sendikacı olan Yılmaz’ın bu söylemi sınıf ve siyasal bilincinin zayıf olduğunu ya da geçen yıllardan sonra zayıflamış olduğunu gösteriyor. Yine de, bence, İsmet Yılmaz’ın durumu daha anlaşılabilir iken, kitap boyunca Devrimci Yol’u “sol”dan eleştirme iddiasında olan, Devrimci Yol’un işçi çalışması hakkında kitap çalışması yapan Şehriban Teyhani’nin bu örneklerdeki dili yadırgatıcıdır.
Kamer Teyhani kitabı konusu ve görüşülen kişiler itibariyle çok önemli bir kitap. Böyle bir kitapta, daha özenli olunması gerektiğini düşünüyorum. Sosyalist yayınların ve yayınevlerinin oldukça kısıtlı ekonomik olanaklarla çalışmak zorunda olduğu hepimizin malumu. Bu durum, bazı açılardan yayınlardaki hata ve eksiklere, başka yayınlara göre, daha fazla tolerans göstermeyi gerektiriyor. Ancak, iyi bir editoryal çalışmanın yapıldığı, redaksiyonun titizlikle yapıldığı bir kitabın da okuyucuların güvenini ve benzer çalışmalara olan ilgisini artıracağı da unutulmamalıdır. Bunun da ötesinde, devrimci bir mücadeleyi anlatan kitapların, ekonomik zorunlulukların ötesinde düşünülerek, daha da özenle hazırlanması hepimiz için yararlı olacaktır.
Kamer Teyhani kitabında Şehriban Teyhani Devrimci Yol’un sendikal çalışmanın dışındaki diğer siyasal iç tartışmalar üzerinde de yoğun olarak duruyor. Bu konular arasında Fatsa-Tunceli karşılaştırması, 1980 Haziran ayında partileşme açısından önemli bir adım atılmaya çalışıldığı, darbeye Devrimci Yol’un neden hazırlıksız yakalandığı, darbe sonrası siyasal çizgi, mahkemelerdeki savunma çizgisi, Devrimciler Süreci, Tartışma Süreci gibi konular da var. Bu konular başka birçok çalışmada da tartışılmaktadır ve tartışılmalıdır. Ancak bu kitapta bazı iddialar yeterince desteklenmeden, duygusal tepkilerle ve çelişkilerle yer almaktadır. Bu yazıda, s��z konusu tartışmalardan ikisi olan, “ricat bildirisi” meselesi ve “Fatsa ile Tunceli’ye verilen önemin karşılaştırılması” üzerinde duracağım.
Kitapta yoğun olarak üstünde durulan konulardan birisi “ricat bildirisi” konusudur. Görüşmeleri yapan Şehriban Teyhani, cunta sonrasında DY’nin önce “Rüzgâr eken, fırtına biçecek! Şimdi fırtına ekiyorlar, kasırga biçecekler.” diyen ve genel olarak kır gerillasının geliştirilmesi, şehir gerillasının yaygınlaştırılması, direniş komitelerinin bulunduğu yerde güçlendirilmesi, olmayan yerlerde direniş komitelerinin hayata geçirilmesi içeriğinde bir yazı yayımladığını, bu bildirinin coşkuyla karşılandığını aktarmaktadır. Daha sonra ise, “yanlışım varsa düzeltin” notuyla birlikte “ikinci bir emre kadar silahlarınızı gömün, tüm ilişkilerinizi dondurun, ailelerinizin yayına dönün” diyen ve kadrolarda moral bozukluğuna yol açan bir yazıdan söz ediyor. Yasin Nuri Aydınlı, birebir “ricat” ifadesinin ve Ş. Teyhani’nin söz ettiği ifadelerin geçmediğini, ancak içerik olarak böyle olduğunu belirterek kırdakilere ve şehirdeki savaşçı birliklere “ikinci bir karara kadar kendi iradenizle bir şeyler yapmayın”, kitlelere de “bulunduğunuz yerde kalın, yer değiştirmeyin” mesajı içeren bir yazı olduğunu ve bu ricat kararıyla birlikte kadro ve kadromsuların hareketten uzaklaşmaya başladığını belirtiyor (Ş. Teyhani ve Aydınlı, s. 335-338).
Çeçen Karakoyun’a sorulan soru ise şöyledir (Teyhani, s. 284): “Size 12 Eylül’den sonra yayımlanan “Fırtına Eken Kasırga Biçecek” başlıklı bildiri geldi mi? Tam arkasından da, süreyi ben de net hatırlamayabilirim ama bir ay değil, 10-15 gün sonra geri çekilmeye dair bir bildiri geldi. Bunlar sana ulaştı mı o dönem?” Çeçen Karakoyun bu soruya “Ulaştı…” şeklinde cevap vermekte, ancak sıkıyönetim nedeniyle sıkıntılar olduğunu, karar üzerinde çok düşünemediğini, belirtmektedir. Oysa sonraki konuşmalardan anlaşıldığı kadarıyla Karakoyun darbeden 4 gün sonra gözaltına alınıp tutuklanmış ve 2,5 yıl tutuklu kalmıştır. Dolayısıyla Kasım veya Aralık ayında yayımlanmış olan ve içinde “Fırtına Eken Kasırga Biçecek” ifadesinin bulunduğu yazı ve bu yazıdan sonra yayımlandığı iddia edilen “ricat bildirisi” sırasında gözaltında veya tutukludur. Bu nedenle buradaki “Ulaştı…” cevabı bir yanlış anlamaya veya yanlış hatırlamaya dayalı olabilir.
Kamil Kartal ise “ricat” olayını 1982 civarındaki bazı gelişmelerle birlikte anmaktadır (s. 240-241). Hasan Basri Çıplak da darbe sonrası süreci şu şekilde aktarmaktadır (s. 383): “Bildiriler geldi ama biz daha doğru düzgün bir şeyler yapamadan operasyonlarla darbe yemeye başladık. Biz yine kendimize göre çalışmalara devam ediyorduk. Bir müddet sonra arkadaşlarla konuştuk, “biz karanlıkta kurşun sıkıyoruz” dedik. Yaptığımız her şey bumerang gibi bize geri dönüyordu. Biraz yalnızlaştık, örgüt dağıldı, imkânlar sınırlandı. Durma kararı aldığımızda sene 1982’ydi.”
Devrimci Yol tarihinde böyle bir “bildiri” bilmediğim, başka hiçbir anı ve değerlendirmede böyle bir şey geçmediği için bu konuyu biraz araştırdım. Dönemin İstanbul örgütlenmesinde yer alan arkadaşlara sorduğumda, Devrimci Yol tarafından darbenin hemen sonrasındaki aylarda çıkarılan iki değerlendirme dışında bir bildirinin bulunmadığını, belirttiler. Ancak Merkez Komite’nin yakalanmasından sonra, polisin elindeki bilgilerin boyutu bilinmediği ve yapılan hareketlerin kalan örgütlenmeleri de dağıtabileceği için bir süre bekleme yönünde görüşlerin tartışıldığını aktardılar. Bu çerçevede, Ocak 1981’de çıkarılan “Bir Değerlendirme” başlıklı yazının Şehriban Teyhani ve kitapta görüşülen kişilerin bazıları tarafından “ricat” olarak değerlendirilmiş olabileceğini, belirttiler.
Devrimci Yol’un darbe sonrasında merkezi olarak yayımladığı iki değerlendirme bulunmaktadır. Bu değerlendirmelerden birisi “Türkiye’de 12 Eylül Darbesi ve Devrimci Mücadele” başlığını taşımaktadır ve Devrimci Yol Yazıları isimli kitapta “Kasım 1980” olarak tarihlenmektedir[6]. Bu yazı DY’nin 38. sayısı olarak bilinen sayısında yayımlanmıştır[7] ve bu sayı, içeriğinden anlaşıldığı kadarıyla, 13 Aralık’tan (Erdal Eren’in idamı) sonra yayımlanmış olmalıdır. “12 Martçılar “rüzgar” ekip “fırtına” biçmişlerdi. Bunlar ise, “fırtına” ekiyorlar “kasırga” biçeceklerdir…” ifadesi bu yazıda geçmektedir. Ancak bu yazıda direniş komiteleri, kır gerillası gibi konulara değinilmemektedir. Bu konulara değinen yazı ise “Bir Değerlendirme” başlığını taşımaktadır ve Ocak 1981’de çıkarılmıştır[8]. Bu yazıdan kısa süre sonra da Merkez Komite üyeleri yakalanmıştır. Ancak bu yazıda, yukarıda aktarılan görüşmede belirtilen, “ikinci bir emre kadar silahlarınızı gömün, tüm ilişkilerinizi dondurun, ailelerinizin yayına dönün”, “ikinci bir karara kadar kendi iradenizle bir şeyler yapmayın” veya “bulunduğunuz yerde kalın, yer değiştirmeyin” şeklinde değerlendirilecek ifadeler yoktur. Yazıda, önceki döneme göre oluşmuş zaaflı örgütlenmelerin yeni dönemin ihtiyacını karşılayamayacağından bahisle mücadelenin yeni koşullara uygun mücadele ve örgüt biçimleri-taktikleri ile yürütülmesi gerektiği belirtilmektedir. Devamında da sivil faşist saldırıların yerini resmi faşist saldırıların alması nedeniyle Direniş Komiteleri’nin kitleselliğinin daralmaya uğrayabileceği, ancak cuntaya karşı mücadele edecek şekilde örgütlenmesi gerektiği belirtilmektedir. Kırlardaki ve dağlardaki devrimcilerin varlığının önemli olduğu vurgulanmaktadır.
“Bir Değerlendirme” başlıklı yazı bir bütün olarak ele alındığında kitapta anlatılan sonuçların çıkması zor görünmekle birlikte, 1981’in şartlarında, en azından bu röportajdaki arkadaşlar tarafından, “ricat” olarak algılanmış olması bir ihtimaldir. “Ricat” bildirisi olarak belirtilen yazı bu değilse ve başka bir yazı varsa, diğer Devrimci Yolcuların bunu “unutmuş” olabilecekleri söylenebilir. Veya sözlü bazı talimatların “bildiri” olarak akılda kalması diğer bir ihtimaldir. Bu konuyu, belki de, başka anı kitapları veya dönemi yaşayanların değerlendirmeleri biraz daha netleştirecektir.
Kitapta yer alan siyasal tartışmalar içinde üzerinde duracağımız ikinci konu Fatsa-Tunceli karşılaştırması meselesidir. Kitaptaki görüşmelerden ikisinde, Fatsa ve Tunceli’de bağımsız belediye başkanı adayı olmasına karşın Devrimci Yol’un Fatsa’ya güç yığdığı, Tunceli’yi ise yerel çalışmaya bıraktığı belirtilerek buradan Devrimci Yol’un Kürt meselesine yeterli önem vermediği sonucuna ulaşılmaktadır.
Yasin Nuri Aydınlı 1979’daki ara yerel seçimlerde Dersim ve Fatsa’da bağımsız aday çıkarıldığını; Fatsa’da seçimin kazanıldığını ancak Tunceli’de 12 oyla kaybedildiğini belirterek devam ediyor (s. 323): “Seçimin Tunceli’de yeterince sağlıklı değerlendirildiği inancında değilim. O dönem tartışmalardan biri şuydu: Seyit Ali Güneş’in bir aşiret elemanı olması nedeniyle o aşiretin ona oy vermesi, dolayısıyla oradaki gücü Dev-Yol’un organize etmediği ��eklinde eleştiriler vardı soldan gelen. Ama bizim hareketimiz de orada ciddi bir inceleme ve güç aktarımı yapmadı. Nedenini bilenler bilir.”
Şehriban Teyhani de karşılaştırma yapıyor (s. 323): “Fatsa’daki çalışmayı biliyoruz. Şenliğiyle, kadrosuyla Türkiye’nin birçok yerinden aktarım oldu. Dev-Yol bütün gücünü Fatsa’ya verdi. Ama aynı gücü Dersim��e vermedi. Tunceli, oradaki yerel güçleriyle yaptı bu işi. … orada bir il söz konusu, öbür tarafta da bir ilçe.”
Bu soruya verilen cevapta Yasin Nuri Aydınlı, Fatsa’nın geçmişinden (Ahmet Atasoy) dolayı oraya önem verildiğini belirtmekte ve devam ediyor (s. 323): “Burada şu sorulabilir “Tunceli’de yok muydu?” Vardı, ama demek ki hareketimizin o dönemde Kürt meselesiyle ilgili çok ciddi bir gözlemi, konjonktürü kavrayan bir bakış açısı yoktu. Devrimci Yol dergilerinde Kürt meselesiyle ilgili yazılar yazılmıştır ama bunlar Türkiye’nin genel sorunları içerisinde çok küçük parçalar halinde görülebiliyor. Bundan dolayı Dersim’e yoğunluk verilmediği düşüncesindeyim. Yoksa öbürü yoruma açık bir şey olur, birilerini suçlamak zorunda kalırım.”
Benzer konu Hasan Basri Çıplak röportajında, Devrimci Yol’un Kürtler içindeki örgütlenmesi konuşulurken Ş. Teyhani tarafından bu konu dile getiriliyor (s. 397-398): Bizim Fatsa ile ilgili kitaplar dolusu anlatımız var. Aynı dönem Seyit Ali Güneş de Tunceli’de belediye başkan adayımız ve 17 oyla kaybetti. Fatsa bir ilçeydi. Tunceli bir ildi. Dışardan hiçbir yardım gitmedi. Sadece Dersimli, Tuncelili olanlar orada çalışma yürüttü. Fatsa’ya da bütün gücünü verdi Dev-Yol. Ben doğal olarak soruyorum, niye Fatsa’ya gösterilen özen Dersim’e gösterilmedi?”
Bu konudaki soruyu Hasan Basri Çıplak “Biz Fatsa’ya Fikri seçildikten sonra yüklendik. Fatsa Şenliği düzenlendi, buradan oraya insanlar götürüldü. Oraya kadro gittiyse de yine etrafından Karadeniz’den gitmiştir.” (s. 398) diyerek cevaplıyor.
Öncelikle bu iki seçim aynı zamanda gerçekleşmemiştir. Yani aynı dönemde olan ve hareketin desteği açısından karşılaştırılabilir iki seçim söz konusu değildir. Kitapta sözü edilen, Tunceli’deki bağımsız adaylık 11 Aralık 1977’deki yerel seçimlerde olmuştur. Bu seçimde CHP adayı 635, Devrimci Yol adayı Seydali Güneş 610, eski Belediye Başkanı Süleyman Kırmızıtaş 428, Halkın Kurtuluşu adayı 256, Halkın Yolu adayı 214 oy almıştır[9]. 1979 Ekim ayında yapılan ara yerel seçimlerde Devrimci Yol Fatsa’da Fikri Sönmez’i aday çıkarmış ve seçimi kazanmıştır. 1980 Şubat ayında da Malatya’da belediye başkanı adayı göstermiştir[10].
İkincisi de Fatsa’daki şenlik seçimi kazanmadan önce değil kazandıktan sonraki belediye çalışmaları sırasında yapılıyor. Yani güç kaydırma, dikkat yoğunlaştırma işi kazanılmış bir yere yapılıyor.
Fatsa-Tunceli arasında yanlış bir karşılaştırma yapılıyor ve konu DY’nin Kürt sorununa duyarsızlığına kadar götürülüyor. DY’nin Kürt sorununa bakışı ayrıca tartışılabilir ama burada bahsedilen karşılaştırma o konu açısından yanlış bir zemin oluşturuyor[11].
Sosyalist hareket açısından işçi sınıfı içindeki örgütlenme önemli bir gündemdir. Çünkü Marksist sosyalizm anlayışı “işçi sınıfının ideolojisi” olma iddiasındadır ve sosyalizm “işçi sınıfının iktidarını kurmayı” hedefler. Sosyalist hareket, işçi sınıfının yanı sıra yoksul köylülük, öğrenciler, küçük-burjuvazi ve bazı ara katmanlar gibi diğer halk kesimleri içinde de örgütlenir. Sosyalist hareketler, ülkede öngördükleri devrim aşamasına (milli demokratik devrim, demokratik halk devrimi, sosyalist devrim) ve benimsedikleri stratejinin gereklerine uygun ittifakları kurmaya, halkın işçi sınıfı dışındaki diğer kesimlerini de devrim mücadelesine kazanmaya çalışır.
Ancak sosyalist bir örgütlenme açısından işçi sınıfı merkezi önem taşımaktadır. İşçi sınıfının tek örgütlenme alanı işyeri, tek örgütlenme gündemi ekonomik sorunlar değildir. İşçi sınıfı ülkenin ve dünyanın siyasal gündemiyle ve işyerleri yanında yaşam alanlarında da örgütlenmeye çalışılır. Öte yandan işçiler arasındaki örgütlenmede de işçilerin “işçi” kimliğiyle yani üretim sürecindeki örgütlenmesi, mahallede yerel sorunlar veya örneğin faşizme karşı savunma temelinde örgütlenmesi yanında, özel bir önem taşımaktadır. Çünkü bu alan emek-sermaye karşıtlığının, diğer alanlardaki daha dolayımlı görünüme göre, üstünde örtüler olsa da, en açık hâliyle yaşandığı alandır.
Üretim sürecindeki örgütlenmenin ise kitlesel, yaygın ve uzun vadeli biçimi sendikal örgütlenme olarak hayat bulmaktadır. Sendikal örgütlenme dışındaki işçi örgütlenmeleri (dernekler, partilerin işçi örgütlenmeleri, gizli örgütlenmeler vb.) devrimci hareketin gelişimi açısından önemli olmakla birlikte Türkiye’de genel olarak oldukça zayıf kalmıştır. Bu durumda sosyalist hareketlerin ve dolayısıyla DY’nin işçi sınıfı içindeki örgütlülük düzeyini değerlendirirken bakılacak yerlerden birisi sendikal hareket içindeki durumu olmaktadır.
Kitapta sözü edilen işçi çalışmasının, şimdiki anlayışımıza göre, sınıfın bütününe değil işçi statüsünde yer alanlarla sınırlı olduğunu başta ifade etmek yararlı olacaktır. İşçi sınıfının üretim sürecindeki örgütlenmeleri açısından söz konusu dönemde öğretmen (TÖB-DER), memur (TÜM-DER), mühendis ve mimar (TMMOB ve odalar), teknik elemanlar (TÜTED) örgütlenmeleri de bulunmaktadır[12]. Kamer Teyhani kitabı bu tabakalardan öğretmen ve memur (TÖB-DER, TÜM-DER) çalışmalarına da temas etmekle birlikte esas olarak “işçi çalışması” hakkındadır.
Bugün “işçi sınıfı” kavramı ile hem İş Kanunu’na tabi çalışanların hem de Devlet Memurları Kanunu’na tabi çalışanların (üst düzey yöneticiler, devletin zor aygıtlarında görevli olanlar vb. dışındaki) büyük kısmını, hiçbir yasal güvenceye bağlı olmadan kayıtsız olarak ücretli çalışanları, lümpen proletaryanın parçası haline dönüşmemiş olan işsizleri, emeklilerin önemli kısmını ve işçi sınıfının bu farklı tabakalarının ailelerini, her bir tabakanın özgünlüklerini de değerlendirerek, birlikte ele almak gereklidir. Farklı yasalara tabi olmak, farklı çalışma şartları, iş güvencesindeki farklılıklar, işyerindeki konum farklılıkları ister istemez işçi sınıfının farklı tabakalarının üretim alanındaki örgütlenmelerinde farklı biçimleri, örgütleri gerektirmekle birlikte bunların bütünü aynı sınıfın örgütlenmesinin parçası olarak değerlendirilmelidir. Ancak Türkiye devrimci hareketi, genel olarak, 1990’lara kadar memurları (kamu çalışanlarını)[13], mühendisleri, beyaz yakalılar gibi ücretli çalışan kesimleri, işçi sınıfının parçası olarak değil, “küçük burjuva” olarak veya daha genel bir ifade olan “halk”ın parçası olarak değerlendirmiştir[14]. Bu değerlendirmede, Dünya’da egemen olan sosyalizm anlayışının yansımaları yanında, 12 Mart sonrasında yapılan yasal düzenlemelerle memurların sendikalaşmasının yasaklanması, mühendislerin işyerlerinde mavi yakalı işçilere göre yönetici konumunda olmaları ve daha yüksek ücretler almaları gibi nedenler de etkili olmuştur. Bu kitapta da görüşülenlerin bazılarında söz konusu dönemin literatürünün etkileri görülmektedir. Ayrıca söz konusu dönemin örgütlenmeleri yukarıda ifade edilen ayrımlara göre şekillenmiştir. Bu kitapta ele alınan örgütlenme için bazı görüşmeciler “işçi kesimi” ifadesini kullanmaktadır (Şeyhoğlu, s. 61; Kahraman, s. 202; Çıplak, s. 375). Ancak geçmişte solda daha yaygın kullanılan bu ifade günümüzde genellikle, sınıf ideolojisine uzak sendikalar, kişiler vb. tarafından kullanıldığından dolayı, yanlış anlamalara yol açmamak için, bu yazıda kullanılmayacaktır. Aktarılan işçi çalışmasının ana ekseni sendikal çalışmadır. Bu yazıda “sendikal çalışma” ifadesi de kullanılabilir olmakla birlikte, Devrimci Yol’un bu alana yaklaşımı sendikal çalışmayla sınırlı olmadığı için, “işçi çalışması” ifadesi kullanılacaktır.
1963 yılında çıkarılan 274 sayılı Sendikalar Kanunu ve 275 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu işyeri sendikalarına da olanak sağlayan kanunlardı. 12 Eylül darbesi sonrasında sendikal hareketi kontrol altında tutabilmek için getirilen işkolu ve işyeri barajları, 274 ve 275 sayılı kanunlarda yoktu. Bu “serbestlik” işçilerin sendikalarda örgütlenmesi için bazı kolaylıklar sağlarken, sendikal harekette çok sayıda küçük sendikanın oluşmasını ve patronlar tarafından, gerçek anlamdaki sendikalaşmanın önüne geçilmesi için, işyeri sendikaları kurulmasını da daha kolaylaştırmaktaydı. 1970’li yıllarda bu türden çok sayıda sarı, gangster, polis sendikası kurulmuştur. Öte yandan sosyalist gruplar da, örgütlenebildikleri bir veya birkaç işyerini kapsayan çok sayıda sendika kurmuşlardır. Bu sendikaların küçük bir kısmı değişik işyerleri ve şehirlerde örgütlenme başarısını gösterebilmiştir.
Türkiye’de sendikaların üye sayıları hakkında sağlıklı bilgiye erişmek oldukça zordur. 12 Eylül darbesi öncesinde üye kayıtlarını sendikalar kendileri tutmaktadır ve açıkladıkları rakamlar abartılıdır. Yıldırım Koç, 1980 yılında sendikaların üye sayısının 5,7 milyon olduğunun iddia edilmesine karşın söz konusu dönemde Türkiye’de yasal olarak sendika üyesi olabilecek olan sigortalı işçi sayısının 2,2 milyon, sendikalı işçi sayısının ise 1,5 milyonun biraz üzerinde olduğunu belirtmektedir[15].
DİSK’in, Aziz Çelik’in bir çalışmasına atıfla, yaptığı hesaplamaya göre 1980 yılında sendikalı işçi sayısı 925 bin ve sendikalaşma oranı %41’dir[16]. Bu çalışmada sendikalı işçi sayısının, 1980 yılındaki toplu iş sözleşmesi kapsamı dikkate alınarak, yaklaşık olarak hesaplandığı belirtilmektedir.
1970’lerdeki işçi sınıfı çalışması ve mücadelesi söz konusu olduğunda, DİSK öncülüğünde yürütülen DGM direnişini ve 1 Mayıs’ları anmamak eksiklik olur. MC hükümetinin meclise getirdiği DGM yasa tasarısına karşı DİSK “Genel Yas” ilan etmiş, DİSK dışındaki sendikaların bazıları da direnişe katılmış, binlerce işçi işten atılmasına karşın 1976 Ekim ayında zafer kazanılarak, yasa tasarısı meclis gündeminden çıkarılmıştır. Bu direniş Türkiye işçi sınıfının mücadele tarihinde politik talepli önemli bir direniştir. Yine, TKP’nin yönlendirmesindeki DİSK’in 1 Mayıs’ı 1975 yılında salonda, 1976’dan itibaren ise meydanlarda kutlaması işçi sınıfı hareketi açısından önemli köşe taşları olmuştur. Oligarşi ise işçi sınıfı ve kitle hareketinin yükselişine karşı birçok saldırının ardından 1 Mayıs 1977 katliamıyla saldırısını kitle katliamları düzeyine çıkarmıştır. 1 Mayıs’lar, saldırı ve baskılara rağmen, işçi sınıfının kendisini sınıf kimliğiyle ifade etmesi açısından önemli bir aşama olmuştur. 16 Mart 1978’deki İstanbul Üniversitesi katliamından sonra 20 Mart’ta gerçekleştirilen “Faşizme İhtar” eylemi, Tariş Direnişi, Kemal Türkler’in katledilmesinden sonra yapılan iş bırakma eylemleri de işçi sınıfının önemli anti-faşist eylemleridir.
Oya Baydar DİSK’in 1980’e gelindiğindeki üye sayısının “sadece resmi beyan değil gerçek rakkam olarak da” 500 bini aştığını belirtmektedir[17]. DİSK Tarihi kitabının birinci cildinde (1967-1975), DİSK Genel Kurulu’nda sendikaların DİSK’e aidat ödedikleri 1.000 üye için bir delegeyle temsil edilmesinden hareketle, DİSK’in aidat ödeyen üye sayısı 1970’te 40 bin, 1972 sonunda 50 bin ve 1974 sonu-1975 başlarında ise 120 bin civarında hesaplanmaktadır[18]. Bu tahminler, sendikaların DİSK aidatlarını ekonomik güçlerine göre gerçek üye sayısının altında veya üstünde ödeme ihtimali nedeniyle, kesin bir tespitten çok, yaklaşık bir tahmin sunmaktadır. DİSK Genel Kurul delege sayısı 1975’te 138 (118 seçilmiş delege, 20 doğal delege), 1976 Ekim ayında toplanan Olağanüstü Genel Kurul’da 292, 1977 sonunda toplanan 6. Olağan Genel Kurul’da 361 (326 seçilen delege, 35 doğal delege), 1980’de toplanan 7. Genel Kurul’da 454’tür (423 seçilen delege, 30 kadar doğal delege)[19]. Bu verilerden hareketle DİSK’in aidat ödenen üye sayısının 1980 başı itibariyle 420 bin civarında olduğu hesaplanabilir. Aşağıdaki tablo DİSK’e bağlı sendikaların kendi alanlarındaki etkinlikleri hakkında fikir verebilmesi açısından sunulmaktadır.
Sendika | Delege Sayısı | Üye Sayısı | Yönetimdeki Hâkim Eğilim |
Genel-İş | 145 | 121.500 | CHP |
Maden-İş | 61 | 98.500 | TKP |
Tekstil | 45 | 62.000 | CHP |
Bank-Sen | 30 | 42.000 | TKP |
Oleyis | 27 | 40.500 | CHP |
Dev Maden-Sen | 9 | 12.500 | Kurtuluş |
Yeraltı Maden-İş | 9 | 11.800 | Devrimci Yol |
Keramik-İş | 5 | 6.200 | — |
Devrimci Sağlık-İş | 2 | 4.300 | Devrimci Yol |
İlerici Deri-İş | 1 | 2.900 | SVP |
Sine-Sen | 1 | 600 | Devrimci Yol |
DİSK TOPLAM (29 sendika) | 423 (Seçilen delege) | 523.700 | — |
Kaynak: Sendika delege sayıları Canan Koç ve Yıldırım Koç, 2008, s. 605. Üye sayıları Petrol-İş 88 Yıllığı, 1989, s. 167’den aktaran Canan Koç ve Yıldırım Koç, 2008, s. 636. “Yönetimdeki Hâkim Eğilim” sütunu yazar tarafından oluşturulmuştur.
Dönemin Dünya solundaki parçalanmışlığının ve kutuplaşmanın da yansımasıyla, sol içi ilişkiler oldukça gergin ve çatışmalıdır. Sosyalist gruplar ve bu gruplara yakın sendikal örgütlenmeler arasındaki çatışmalar zaman zaman silahlı saldırılara, çatışmalara ve ölümlere neden olacak boyuttadır. Sendikalardaki hâkim eğilimler, sık sık, üyelik engellemelerle, tasfiyelerle, görevden almalarla diğer grupların varlığını engellemeye çalışmıştır. Bu ilişki tarzı DİSK’te de etkili olmuştur. DİSK’in TKP etkisinde olduğu dönemde diğer sol siyasal eğilimlere yakın olan sendikalar engellemelerle karşılaşmıştır.
DİSK’in 1977 Aralık ayında yapılan 6. Olağan Genel Kurul’unda Abdullah Baştürk, Kemal Türkler karşısında seçimi kazanmıştır. Böylece 5. Genel Kurul’da DİSK düzeyinde kurulan TKP hegemonyası kırılmış ve yönetim ağırlığı CHP’ye geçmiştir. TKP’nin hâkim olduğu Maden-İş, Bank-Sen, Bay-Sen gibi sendikalar yönetime karşı muhalefete geçmiştir. Bu sefer Baştürk yönetimi bu sendikaları ve Yeraltı Maden-İş’i DİSK’ten geçici olarak ihraç etmiştir. 1980 yılında yapılan 7. Genel Kurul’da ise TKP ve CHP’liler bir uzlaşma sağlamıştır. Bu genel Kurul’da DİSK’in içinde daha solda bulunan 7 sendika (Yeraltı Maden-İş, Deri-İş, Nakliyat-İş. Limter-İş, Devrimci Sağlık-İş, ASİS, Sine-Sen) ortak bir bildiri yayımlamışlardır. Bu sendikalar diğer 5 sendikayla (Basın-İş, Keramik-İş, Dev Maden-Sen, Dev Yapı-İş, Taper-İş) birlikte Genel Kurul’un son günü toplantıyı terk etmiş ve Genel Yönetim Kurulu’na seçilen üyeleri de bu organlardan istifa etmiştir[20].
12 Mart döneminde sosyalist hareket içinde işçi çalışmasına yönelmiş bir damar vardır. Bu damarın önemli bölümü darbeden çıkış döneminde TKP’de yer almıştır. 1970’li yıllarda işçi sınıfının sendikal mücadelesinin başını çeken örgüt DİSK, bu alanda en etkili sosyalist güç ise TKP’dir.
Devrimci Yol önceki dönemden önemli bir işçi çalışması deneyimi devir almamıştır. THKP-C’ye giden yolda, henüz ASD içindeyken, işçi çalışmalarında bulunan Necmettin Giritlioğlu Aliağa’daki rafineri inşaatında yapılan grev sırasında 22 Ağustos 1970’te öldürülmüştür. Birlikte faaliyet yürüttüğü Bingöl Erdumlu ise sonraki aylarda oluşturulan ve THKP-C’yi kuran, Geçici Genel Komite’de işçi çalışmasıyla ilgili üye durumundadır. Bingöl Erdumlu 12 Mart dönemi sonrasında TKP’ye yakınlaşır ve hatta 1977 yılında TKP’nin Yeraltı Maden-İş’i ele geçirme girişiminde yer alır. Kocaeli bölgesinde işçi sınıfı içinde çalışma yürüten S��rrı Öztürk THKP-C öncesindeki süreçle ilişkidedir, ancak sonradan dışında kalmış ve farklı bir rota izlemiştir. 12 Mart darbesinden ve Maltepe firarından sonra THKP-C içinde çıkan ayrılıkta İstanbul ve işçi örgütlenmesinin çoğunluğu Küpeli ve Aktolga grubuyla birlikte kalır. Dolayısıyla Devrimci Yol’u oluşturan ilişkiler içinde önceki işçi çalışmasından gelen çok az kişi bulunmaktadır. Bunlardan birisi olan, THKP-C İşçi Kesimi davasından yargılanan, İETT çalışanı Kamil Sevinç[21] İETT’deki örgütlenmede önemli katkı sağlar (Kartal, s. 238).
Önceki dönemden örgütlü işçi ilişkileri çok sınırlı olarak kalmasına rağmen, THKP-C’nin mücadele mirasının sağladığı geniş sempati, süreç içinde Devrimci Yol’u oluşturan çevreye öğrenciler, öğretmenler, mühendisler ve diğer halk önderleri arasında önemli bir zemin sağlar. 1975 yılında kurulan Yeraltı Maden-İş, DG/DY çevresinin işçi çalışmalarında başı çeker. Yeraltı Maden-İş sendikası Yeni Çeltek, Hekimhan, Aşkale, Murgul, Divriği, Şırnak, Trakya gibi yerlerde örgütlenerek önemli direnişlerle ve işyeri komite ve konseyleriyle özgün bir sınıf çalışması örneği oluşturur. Kuruluşunun hemen ardından DİSK’e üyelik başvurusu yapan Yeraltı Maden-İş, dönemin DİSK yönetimi tarafından üye yapılmaz. Ancak, DİSK Genel Başkanlığı’na Abdullah Baştürk seçildikten ve DİSK’teki TKP hegemonyası kırıldıktan sonra, 1978 Şubat ayında üyeliğe kabul edilir. Devrimci Sağlık-İş de DİSK’in bazı engellemelerine maruz kalır.
Devrimci Yol Bildirge’de “işçi sınıfı içinde çalışma” önerisi aşağıdaki şekilde değerlendirilmektedir[22]:
“Yaygın bir düşünce eğilimi şudur; ‘ bugün bütün sol gruplar işçi sınıfından kopuktur ve hiçbirisi işçi sınıfını temsil etmezler. O halde işçi sınıfı içinde çalışmak gerekir. İşçi sınıfı içinde-işçi sınıfının bilinçlenmesi için mücadele etmek gerekir. İşçi sınıfının bilinçlenmesi ve onun “öncü bilinçli unsurlarının’ ortaya çıkmasıyla ancak gerçek proleter partisi ortaya çıkacaktır.
İlk bakışta mantıki görünen bu gibi düşüncelerin hatalı olduğunu belirtmek gerekir. Pratik bir çözümsüzlük ifadesi olarak kabul edilebilecek olan bu gibi eğilimlerin hatalı olduğuna kuşku yoktur. İşçi sınıfına bilinç götürmek; evet ama hangi siyasi bilinç? Hangi siyaseti (ve nerede?) örgütlemek için “bilinçlenen işçileri” kim ve hangi siyaset örgütleyecektir?
Kuşku götürmez bir biçimde ortadadır ki bu biçimde işçi yığınlarına “kendiliğindenci bilinç” ötesinde bir şey götürülemez. Elde edilecek şey de kendiliğinden mücadelenin “günlük pratik dehlizleri” içerisinde büyük bir olasılıkla yeni bir bıkkınlık ve kararsızlıktan başka bir şey olmayacaktır.
Proletarya partisi ile işçi sınıfı arasındaki ilişkilerin niteliği (başlangıçta) objektiftir. Sınıfla örgüt arasındaki örgütsel bağların durumu tayin edici değildir, ikincildir. Önde gelen örgütün izlediği siyasi çizgidir. Sınıfla örgüt arasındaki bağ ikinci adımda tayin edici bir öneme ulaşır. Bir örgütün proletaryanın öz örgütü olmasının ideolojik-politik ve örgütsel bütünlükteki içeriği (ki bu doğrudur) mekanik olarak içinde bulunulan süreçten, somut durumdan kopuk olarak yorumlanılmamalıdır. Doğru bir ideolojik ve siyasi hat elbette yetmez; ve elbette böyle bir hatta sahip olan bir örgütün sınıfla bütünleşmesi-kaynaşması o örgütün kelimenin gerçek anlamıyla proletaryanın öz örgütü olması için zorunludur. Ama herşeyden önce doğru bir ideolojik- siyasi hat! Yoksa, böyle bir ideolojik-siyasi birlik olmadan sınıfla bütünleşme hiçbir şey ifade etmez.
Elbetteki bugün işçi sınıfı ve emekçi halk yığınları içinde çalışmak önemlidir. Proleter bir siyasi hareketin oluşturulması elbette iki yönlü bir süreçten geçecektir. Emekçi halk yığınları ve özellikle işçi sınıfı içinde çalışma, teorik ve siyasi bir birliğin oluşturulması çabaları ile diyalektik bir bütünlük içinde yürümek zorundadır; ama burada önemli olan birincinin ikinciye (temel siyasi göreve) bağımlı olduğunun kavranılmasıdır.”
Devrimci Yol’un bu yaklaşımı “işçi çalışması”nı dönemin gerektirdiği siyasi çizgiye tabi olarak ele alma yaklaşımını yansıtmaktadır. Bu yaklaşım dar pratikçi, ekonomist bir örgütlenme anlayışının karşısında yer almaktadır. Devrimci Yol, söz konusu dönemde “anti-faşist mücadele tayin edici önemde bir mücadele olarak kavranmak zorundadır” tespiti yapmaktadır. Buna bağlı olarak da önceliklerini “Politik arenada anti-faşist mücadelenin gereklerini yerine getirmek ve diğer mücadele alanlarında (ideolojik, ekonomik-demokratik) çatışmayı anti-faşist mücadeleye bağımlı kılmak gerekmektedir.” (Devrimci Yol Bildirge, 1977, s. 20) şeklinde ifade etmektedir. Bu yaklaşım siyasal faaliyet içinde işçi çalışmasını geriye itmektedir. Bu perspektife dayanan mücadele anlayışı sonucunda DY’nin sendikal alandaki etkisi, diğer mücadele alanlarındaki etkisiyle karşılaştırıldı��ında, nispeten zayıf kalmıştır. Ancak yine de darbe öncesinde sendikal alanda TKP’den sonra en etkin sosyalist güç olduğunu ifade etmek yanlış olmayacaktır.
“Bu Tarih Bizim” [23] adlı geçmiş değerlendirmesinde DY’nin işçi sınıfı içindeki çalışmaları “neredeyse sadece ve tek başına anti-faşist çatışmanın tek bir boyutuyla sınırlı kalınması” ifadeleriyle eleştirilmektedir. Söz konusu dönemde yerel ve alan çalışmalarında işçi alanında önemli adımlar atılmasına karşın DY merkezinin işçi çalışmasına katkısının “yok denecek kadar sınırlı” olduğu belirtilmektedir.
Devrimci Yol’un işçi örgütlenmesinin kurucularından Sedat Şeyhoğlu önemli bazı fabrikalarda örgütlenildiğini ancak bunun yine de oldukça sınırlı kaldığını belirtiyor.
“Türkiye çapında diyelim ki 40 bin tane işyeri varsa, bizim varlığımızın, çalışmamızın olduğu ne dersen, biz 50 deriz, başka bir devrimci güç “benim 300 der” der, dolayısıyla sınıf içerisindeki etkinliğimiz çoktu veya kentlerdeki etkinliğimiz çoktu gibi genellemeler sakıncalıdır.” ifadeleriyle belirtiyor. (Şeyhoğlu, s. 48)
Tüm İktisatçılar Birliği (TİB) kökenli kadrolar işçi çalışması politikasının oluşturulmasında etkili olurlar. TİB’in işçi dilinde yazılmış, görsellerle desteklenen “Resimli Eğitim Dizisi”, Yeraltı Maden-İş’in benzer şekilde hazırlanmış yayınları dönemin işçi çalışmasında önemli işlev görür.
Devrimci Yol’un darbe öncesinde işçi çalışması yürüttüğü işkolu ve sendikalardan, kitapta bahsi geçenler şöyledir: Devrimci Metal-İş, Kimsan-İş, Devrimci Kimya-İş, Genel-İş, İlbank-İş, Dev Sağlık-İş, Keramik-İş, DİSK/Gıda-İş, Tek Gıda-İş, Sine-Sen, İlerici Yapı-İş, Yeraltı Maden-İş. Bu sendikalar içinde merkez yönetimde bulunulan sendikalar ise Yeraltı Maden-İş, Devrimci Sağlık-İş, Devrimci Metal-İş, Devrimci Kimya-İş’tir (Kimsan-İş ayrılıkta DS’lilerde kaldıktan sonra). Bu sendikaların dışında da Devrimci Yolcular birçok şehirde ve işkolunda faaliyet göstermektedir. Örneğin Ankara merkezli Tek Eğitim Büro-İş sendikası Kızılay işyerlerinde yetkili sendikadır ve ODTÜ işçileri arasında örgütlenmiştir. Adana ve İzmir gibi şehirlerde tekstil fabrikalarında etkili bir güç halindedir.
İstanbul’da ise sendikal alandaki ilk çalışmalardan birisi Devrimci Metal-İş olur. Bu sendika aslında başlangıçta Tam Metal-İş isminde bir sarı sendikadır. Devrimciler 1977 yılında Genel Kurul’u kazanır ve sendikanın ismi Devrimci Metal-İş olarak değiştirilir. Devrimcilerin kazandığı Genel Kurul’da başkanlığa Sedat Yılmaz gelirken, Genel Sekreter Kamer Teyhani olur. Sonraki yıllarda örgütlenmeye Kavel, Philips, Beldesan, Boronkay, Nevtron, AEG gibi fabrikalar katılır. Bu işyerlerinden Kavel, 1963 yılında, grev hakkının yasalaşmasında tarihi rolü olan ve 1978’e kadar DİSK/Maden-İş’te örgütlü olan, sembolik önemi yüksek bir işyeridir. Devrimci Metal-İş’in üye sayısını Kamil Kartal (s. 227) 6-7 bin, Kılıç ise (s. 266) 12 bin olarak belirtmektedir.
Polis sendikası olarak kurulup sonradan devrimci işçiler tarafından yönetimi kazanılan diğer bir sendika Kimsan-İş’tir. Bu sendika, 12 Mart döneminde İstanbul Birinci Şube Müdürü olan, Ilgız Aykutlu tarafından kurulmuştur. Sendika başkanlığını faşist bir kimya mühendisi yürütmektedir. Örgütlü olduğu işyerleri arasında Bereç Pil Fabrikası ve Mintax deterjan fabrikası bulunmaktadır[24]. Devrimci Sol ayrılığında Kimsan-İş yönetiminin ayrılan tarafta kalması üzerine, Devrimci Yolcular Devrimci Kimya-İş sendikasını kurarlar. Darbe olduğunda Devrimci Kimya-İş’in üye sayısı binin altındadır.
Devrimci Yol 1979 sonlarına kadar işçi çalışmalarını yürütüldüğü ildeki örgütlenmeye bağlı olarak sürdürmüştür. 1979 sonu, 1980 başı civarında Devrimci Yol merkezi bir işçi örgütlenmesine yönelmiştir. Bu çalışmanın kuruluş aşamasında yapılan toplantıya katılanlar arasında Nasuh Mitap, Sedat Şeyhoğlu, Çetin Uygur, Kamer Teyhani, Yasin Nuri Aydınlı bulunmaktadır (Teyhani ve Şeyhoğlu, s. 62-64).
Devrimci Yol’un sendikal alandaki örgütlenmesi 1980’e doğru belirli bir gelişkinlik düzeyine erişmiş olmakla birlikte yine de, genel olarak sendikaların ve özel olarak DİSK’in genel durumu ile karşılaştırıldığında, cılızdır. Ancak Devrimci Yol’un sendikal hareket içindeki esas etkisi ve uzun vadeli mirası iki noktadadır:
Devrimci Yol’un işçi çalışması, önemli oranda, faşizme ve onun döneme ilişkin öncelikli formu olan sivil faşist saldırılara karşı örgütlenmeyle yakından ilişkili olarak yürütülmektedir. Şeyhoğlu bu durumu şöyle tanımlamaktadır (s. 61-62):
“Dev-Yol’un siyasi etkinliği arttıkça çalışma alanları da yaygınlaştıkça, onun doğal bir sonucu olarak da sınıfa dönük çalışmalar o ölçüde yaygınlaşıyordu. Dev-Yolcu arkadaşlar İstanbul’da diyelim ki Sarıyer’de çalışma yapıyorlar. O çalışma bir süre sonra çeşitli fabrikalarda çalışan işçi arkadaşlarla mahallede siyasi faaliyette ortaklaşma şekline dönüşüyor. Bu, aynı zamanda o fabrikada çalışan işçilerin taleplerinin de o zemine geldiği ve tartışıldığı bir süreci içerdiği için mahalle çalışması doğrudan olarak fabrika çalışmasına yansıyor.”
Devrimci Yol dergilerinde “direniş komiteleri” ifadesi ilk olarak fabrikalar ve işyerlerindeki faşist saldırılara karşı bir öneri olarak gündeme getirilmiştir. Maden-İş’in MESS grevleri hakkında yazılan yazıda bir ara başlıkta “Güvenliğimizi Kendimiz Sağlamalıyız. Faşizme Karşı Direniş Komiteleri Oluşturmalıyız” [25] ifadeleri yer almıştır. Daha sonraki süreçte Direniş Komiteleri ifadesi Devrimci Yol dergilerinde giderek daha fazla yer almış ve zamanla ana politik öneri haline gelmiştir[26].
İşçi sınıfının ve kitlelerin kendini yönetme organlarının nüvelerinin oluşturulması anlayışı, Devrimci Yol’un siyasal çizgisinde zaman içinde gelişmiştir. Örneğin Devrimci Yol bildirgesinde bu konuda bir ipucu bile yoktur. Böyle bir anlayış zaman içinde geliştirilmiştir. Bu anlayışın somutlandığı Direniş Komiteleri de başlangıçta anti-faşist mücadelenin gerektirdiği ve kendiliğinden oluşan örneklerin genelleştirilmesine dayalı bir önermedir. Ancak zaman içinde sosyalizmin nüvelerinin oluşturulması düşüncesi gelişmiştir. DY’nin, bu açıdan, en çok öne çıkan üç pratiği Yeraltı Maden-İş (Yeni Çeltek ve Aşkale), ODTÜ-ÖTK ve Fatsa’dır.
Çetin Uygur kitlelerin karar almasının önemini şöyle belirtmektedir (s. 33):
Kitle yanlış kararlar alabilir ama hayata geçirirken o hatayı gördüklerinde hızla o karardan dönerler. Senin tavrın, “o karar yanlış, dönün o karardan” şeklinde değil, hayata geçirirken o hatayı görmek bile onu eğitmektir ve hızla daha sağlıklı bir karar alınmasına neden olur.”
Bu kavrayış, kitlelere güvenin ve kendi deneyimleriyle öğrenmesinin güzel bir örneğini yansıtmaktadır.
12 Eylül darbesi sonrası için yerleşmiş bazı klişeler vardır. Bunlar doğruların bir bölümünü de yansıtırlar ancak başka bazı önemli gerçekleri de atlarlar. Bu klişelerden birisi de “DİSK ve bağlı sendika yöneticilerinin, darbecilerin çağrısıyla, gözaltına alınmak (darbecilerin ilk bildirilerinde “güvence” olarak geçmektedir) için kuyruğa girmesi” olayıdır. Bu durum 12 Eylül darbesine tam bir teslimiyet olduğunu ifade etmek için sık sık gündeme gelir. Ancak, darbe karşısında teslim olmama ve mücadeleyi sürdürme çabasında bulunanların olduğunu unutmamak ve unutturmamak da bir sorumluluktur. Sendikal alanda da Devrimci Yolcu, Doktorcu (SVP), Acilci ve diğer sol unsurlardan oluşan bir grup işçi önderi direnme kararı alır (Kartal, s. 239). Bu çalışmada Çetin Uygur, Doğan Halis, Kenan Budak, Nusrettin Yılmaz, Kamer Teyhani gibi işçi önderleri yer alır. Ancak 5 Haziran 1981’de Çetin Uygur, Kamer Teyhani, İsmail Hakkı Ortaköy yakalanır. İlerici Deri-İş Genel Başkanı ve Sosyalist Vatan Partisi Merkez Komite üyesi Kenan Budak’ın 25 Temmuz 1981 tarihinde vurulmasıyla bu direniş çabası dağılır. Ancak halen işyerlerinde aktif olan devrimci işçiler bulunmaktadır.
Türkiye işçi sınıfının ilerici ve devrimci sendikal birikiminin büyük kısmının yer aldığı DİSK’in faaliyetleri darbeciler tarafından durdurulmuş, mal varlıkları kayyuma verilmiş, DİSK ve bağlı sendikaların yönetici, temsilci ve uzmanlarından 1.955 kişi gözaltına alınmış, 1.477 kişi yargılanmış, 74 kişiye idam cezası istenmiştir. DİSK’liler 110 güne varan sürelerde gözaltında tutulmuş ve işkence görmüşlerdir[27]. Darbeciler grev ve lokavtları yasaklamışlar, sendikal faaliyetleri ağır kısıtlamalara tabi tutmuşlardır. Süresi biten TİS’ler ise 1983 sonuna kadar YHK tarafından yenilenmiştir. 2821-2822 sayılı yasalar 1983 Mayıs ayında Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
İleri işçiler darbeden sonraki ilk dönemde DİSK yöneticilerinden yönlendirme beklemişlerdir. Abdullah Baştürk “DİSK’i mutlaka açacağız, bekleyin” derken bazı yöneticiler hiçbir şeye karışmamış, Çetin Uygur ise “sendikalarınızı kurun” şeklinde görüş iletmiştir. 1983-84 yıllarında genel hizmetler, petrol-kimya ve lastik, dokuma ve gıda sanayi işkollarında, başını Devrimci Yolcular ve Doktorcuların çektiği, bağımsız sendikalar kurulmuştur. 1984-85’te cezaevinden tahliye olan Çetin Uygur, Hasan Burgaç, İsmail Hakkı Ortaköy de bu sendikalarda görev almışlardır (Kartal, s. 228-230). Sendikal alanda Doktorcularla (SVP) kurulan yakın ilişkiler ve ortak çalışmalar 1990’larda da bir dönem devam etmiştir. Kurulan bağımsız sendikalar içinde en fazla örgütlenebilenler Laspetkim-İş ve Genel Hizmet-İş olmuştur. Ancak Genel Hizmet-İş barajı geçememiş ve sönümlenerek 1990’dan sonra istatistiklerde yer almamıştır. Laspetkim-İş ise %10 barajını geçerek TİS yetkisi kazanmış ve 1985 yılında ilk grevini başlatmıştır. DİSK yeniden faaliyete başladıktan sonra DİSK üyesi olmuş ve 1994’te Lastik-İş ile birleşmiştir. Faaliyetinin ilk dönemlerinde devrimci bir sendikal anlayışa sahip olan sendika giderek bu çizgisinden uzaklaşıp, 1990-1991 yıllarında ise sınıf uzlaşmacı, işletme tipi “Japon Modeli Sendikacılık” çizgisine geçmiştir.
1991 yılında DİSK’in beraat etmesi ve yeniden açılması sonrasında Devrimci Yolcuların yönetimde bulunduğu sendikalardan Yeraltı Maden-İş, Devrimci Sağlık-İş, Sine-Sen kayyumdan teslim alınarak yeniden faaliyete geçmiştir. Bağımsız sendikalardan Devrimci Metal-İş, Devrimci Kimya-İş ise kayyumdan teslim alınmamıştır. Doğan Halis hem kitap için verdiği röportajda, hem de kitap hakkında yazdığı yazıda Devrimci Metal-İş’in kayyumdan teslim alınmamasını eleştirmektedir (s. 184-185).
Devrimci bir işçi çalışmasını merkezine alan kitapta, mücadelede emeği geçen, ölmüş veya halen yaşayan, çok sayıda insanın adı geçiyor. Mücadeleye katkı sunan herkesi saygıyla anıyorum. Ancak kaybettiğimiz iki emektarı özel olarak da anmak istiyorum.
1970’lerden 2010’lara kadar işçi sınıfının ve devrimcilerin hukukçusu olan Av. Kemal Keleşoğlu’nu (1946-2012) ve 12 Eylül’ün en sıkıntılı günlerinde işçi sınıfı mücadelesinin zorluklarını göğüsleme iradesini gösteren Nazik Büyükbaş’ı (1956-2005) saygıyla anıyorum.
Kemal Keleşoğlu kitapta sendika kongrelerine müdahalelerden, darbe sonrasında devrimcilere ve devrimci sendikal çalışmalara sunduğu katkılara kadar birçok yerde anılıyor. Bunlardan birisinde de Sine-Sen’in avukatlığını yapmış ve sinema emekçilerinin sosyal sigorta hakkının kazanılmasını sağlamıştır.
“Yine 1978’de10 yıl geriye dönük sigorta borçlanması hakkını kazandık. Bu hakları Sine-Sen kazandı ama avukatımız Kemal Keleşoğlu idi. İstanbul’da yolu hukuktan geçen hiçbir Devrimci Yolcu’nun Kemal Keleşoğlu ile tanışmaması mümkün değildi. Bütün sendikalara yardım etmiş, hatta cebinden para harcamıştır.” (Günlü, s. 441)
Nazik Büyükbaş da, yürüttüğü diğer çalışmalarının yanı sıra, darbe öncesinde ve sonrasında İETT Yardımlaşma Derneği’nde aktif görev almış, 1987 sonrasında Halkevleri’nin örgütlenmesinde yoğun emek harcamış, her dönem işçi çalışmasının destekçisi olmuştur.
Tarık Günlü, Yetiştirme Yurdu’nda yetişmiştir. Daha sonra tiyatroculuk, sinemada yardımcı oyunculuk, yönetmen yardımcılığı yapmıştır. Yılmaz Güney’den etkilenerek devrimcilere sempati duymuştur. Sonraki yıllarda Sine-Sen’in yöneticilerinden olmuştur.
“Devrimci Yol’cu olmamda en büyük etken Mahir Çayan’a olan sevgimdir. … Fikirleri ve bize verdiği mesajları çok doğru olarak nitelendiriyorduk. Benden küçük bir insanın bana öğretmenlik yapmasını çok önemsemiştim. … Yılmaz Güney bizim idolümüzdü. Sol düşünceyi Türk Sinemasına empoze eden ve sürdüren insandır. … Daha önce de sol düşünceye meyilliydim ama siyasete ciddi bir şekilde dahil olmam Mahir Çayan sayesindedir. Ben öksüz büyüdüğüm için ezilmeye tahammül edemez, ezilenin yanında olurdum.” (Günlü, s. 435)
Dipnotlar:
[1] Şehriban Teyhani. 2020. Ateşi Çalan Yolcular 1. Kamer Teyhani Kitabı. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
[2] Bu yazıda, söz konusu kitap “Kamer Teyhani Kitabı” olarak anılacaktır. Kamer Teyhani Kitabı’ndan yapılan alıntılar, konuşulan kişinin soyadı ve sayfa numarası ile gösterilecektir. Sorulara yer verildiğinde ise “Teyhani” yazılacaktır. Kitaptan edinilen genel bilgiler için özel olarak kaynak gösterilmeyecektir. Diğer kaynaklardan yapılan alıntılarda ise kaynaklar dipnot olarak sunulacaktır.
[3] Bu ayrım yazının ilerleyen kısmında açıklanmaktadır.
[4] Tarihle Söyleşiler-2. Ed. Cahit Akçam. 2015. Ankara: Açılım Araştırma Belgeleme. s. 287.
[5] Doğan Halis. Ateşi Çalan Yolcular: Kamer Teyhani Kitabının Gündeme Getirdikleri. 10.09.2020. href=”/2020/09/atesi-calan-yolcular-kamer-teyhani-kitabinin-gundeme-getirdikleri-596024/
[6] Oğuzhan Müftüoğlu (Der.). 1991. Devrimci Yol Yazıları. İstanbul: Devrim Yayınevi. s. 235-259.
[7] http://devrimciyolarsivi.org/devrimci-yol/devrimci-yol-38/ daha net bir görüntü ise şu adreste bulunmaktadır: http://devrimciyolarsivi.org/devrimci-yol/devrimci-yol-bildirge-ve-brosurler/12-eylul/
[8] Oğuzhan Müftüoğlu (Der.). 1991. … s. 260-264.
[9] Devrimci Yol. S. 13. 1 Ocak 1978. Devrimci Yol taraftarlarının kampanya değerlendirme çalışmaları. Tunceli. s. 10-11.
[10] Devrimci Yol, söz konusu dönemde Malatya’da da işçi Remzi Arslan’ı bağımsız aday göstermiştir. Malatya’daki ara yerel seçim 10 Şubat 1980 tarihinde gerçekleştirilmiştir. Seçimlere katılım %45 olmuş ve seçimi sağ partilerin (AP, MHP, MSP) ortak desteklediği, öldürülen Hamit Fendoğlu’nun kardeşi İbrahim Fendoğlu 29.900 oyla kazanmıştır. CHP adayı Hüseyin Deniz 2.680, bağımsız aday Remzi Arslan 4.500, TİKP’in desteklediği bağımsız aday Emcet Olcaytu 600 oy almıştır (Cumhuriyet, 11 Şubat 1980).
[11] Devrimci Yol’un Kürt sorununa ilişkin yaklaşımı ve bölgedeki durumu hakkında bazı değerlendirmelerimi daha önce “Kritik Bölgede Mücadele: Yüreğim Sol’madan” ve “Diyarbakır’da Enternasyonalist Bir Devrimci: Orhan Keskin” yazılarında paylaşmıştım.
[12] Dönemin önemli memur örgütlenmelerinden olan Pol-Der’i, devletin siyasal zor aygıtının bir parçası olan polisleri kapsadığı için, “işçi sınıfı” örgütlenmeleri içinde değerlendirmiyorum.
[13] 1980’lerin sonlarında ortaya çıkan memur/kamu çalışanları örgütlenme hareketinin kurduğu bazı örgütlenmelerde “memur” kavramı kullanılmış olmakla birlikte ağırlıklı eğilim “memur” değil “kamu çalışanı” olarak tanımlamak yönünde olmuştur. Ancak bu yazıda üzerinde durulan dönemdeki örgütlenmelerde “memur” kavramı kullanılmaktadır.
[14] 1992 yılında yayımlanan ve işçi sınıfı mücadelesinin yeni döneminin kavranışı açısından bir başlangıç metni olarak değerlendirilebilecek olan “Dinazorların Krizi” isimli çalışmada kamu çalışanlarının 1970-80 dönemi arasındaki değişimleri aktarılırken yapılan değerlendirmede şöyle yazmaktadır: “4. Çalışma koşulları ve emek sürecindeki konumları nesnel olarak işçilere yaklaşan kamu çalışanları ideolojik olarak kendi sınıf konumlarını “küçük-burjuva” ve “ara kademe” olarak tarif ediyorlardı.” (Dinazorların Krizi. Değişim ve Sendikalar. Çetin Uygur (Yay. Haz.). 1992. İstanbul: Alan Yayıncılık. s. 206)
[15] Yıldırım Koç. Ezber Bozalım: 1980’de Sendikalı İşçi Sayısı. http://www.yildirimkoc.com.tr/usrfile/1435153439b.pdf (Erişim Tarihi: 11.09.2020)
[16] DİSK-AR. 2020. 12 Eylül İşçi Haklarını Nasıl Yok Etti?. s. 31. Web: http://arastirma.disk.org.tr/wp-content/uploads/2020/09/D%C4%B0SK-AR-12-Eyl%C3%BCl-RAPOR.pdf (Erişim Tarihi: 13.09.2020)
[17] Oya Baydar. 1998. Türkiye’de Sendikacılık Hareketi. İstanbul: Friedrich Ebert Stiftung. s. 17. Web: http://www.fes-tuerkei.org/media/pdf/Publikationen%20Archiv/Ara%C5%9Ft%C4%B1rma%20Sonu%C3%A7lar %C4%B1/T%C3%BCrkiye’de%20Sendikac%C4%B1l%C4%B1k%20Hareketi.pdf (Erişim Tarihi: 11.09.2020)
[18] Aziz Çelik (Ed.). 2020 (E-Kitap). DİSK Tarihi. Cilt 1. 1967-1975. İstanbul: DİSK Yayınları. s. 489.
[19] Canan Koç ve Yıldırım Koç. 2008. DİSK Tarihi. Efsane mi Gerçek mi? 1967-1980. Ankara: Epos Yayınları. s. 217, 335, 420, 605, 613.
[20] Canan Koç ve Yıldırım Koç. 2008. s. 515-516, s. 610-618.
[21] Emin Karaca. 2019. İşçi Sınıfı, “12 Mart Faşizmi”nde N’olmuştu Sana?.. Thkp-C İşçi Kesimi Davası. İstanbul: Emin Karaca Kitaplığı. s. 126.
[22] Devrimci Yol. 1977. Bildirge. Ankara: Devrimci Yol. Web: http://devrimciyolarsivi.org/devrimci-yol/devrimci-yol-bildirge-ve-brosurler/bildirge/ (Erişim Tarihi: 14.09.2020)
[23] Adil Yılmaz. 2006. Bu Tarih Bizim. İstanbul: Devrim Dergisi Yayınları. s. 124-125.
[24] Devrimci Yol. S. 5. 1 Temmuz 1977. “En Geniş Kitle Çalışması İçinde En Dar Kadro Çalışması” Şiarını Sendikalarda Hayata Geçirelim. s. 7.
[25] Devrimci Yol. S. 4. 15 Haziran 1977. Zafer İşçi Sınıfının Olacaktır. s. 7.
[26] O��uzhan Müftüoğlu’yla söyleşiden oluşan “Bitmeyen Yolculuk” kitabında “direniş komiteleri” kavramının ilk kez kullanılması şöyle anlatılmaktadır: “Bu kavramı ilk kez ne zaman kullanmaya başladığımızı tam hatırlamıyorum. Hatırladığım kadarıyla Emek Mahallesi veya Bahçelievler civarındaki kız yurduyla ilgili çalışmalar konusunda Devrimci Yol dergisindeki bir haber yorum metninde geçmişti.” Oğuzhan Müftüoğlu. 2015 (Yedinci Basım). Bitmeyen Yolculuk. Oğuzhan Müftüoğlu Kitabı. Söyleşi: Adnan Bostancıoğlu. İstanbul: Ayrıntı. s. 191)
Ancak Müftüoğlu’nun sözünü ettiği, Emek Mahallesi yazısı DY’nin 10. Sayısında (21 Ekim 1977, s. 10) yer almaktadır. Yukarıda sözü edilen “Zafer İşçi Sınıfının Olacaktır” yazısından sonra 6 ve 7. sayılarda da “direniş komiteleri” önerisinin yer aldığı yazılar çıkmıştır. 6. Sayıda (15 Temmuz 1977) yer alan ve siyasi değerlendirme yazılarından birisi olan “Siyasi Durum ve Görevlerimiz” başlıklı yazıda “O halde faşist saldırılar karşısında devrimci direniş komiteleri ve bu gibi diğer yollarla faşizme kar��ı aktif mücadeleyi örgütleme yolları aranmalıdır.” ifadeleri kullanılmıştır (s. 2).
[27] DİSK-AR. 2020. 12 Eylül İşçi Haklarını Nasıl Yok etti? s. 48-50.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.