ABD ile imzalanan Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması’nda Türk savunma sanayiine verilen işlev iki yönlüdür. Birincisi, Türk ordusu için gerekli olan uçak, roket, tank, cephane gibi araç, silah ve mühimmatlar ABD teknolojisi yardımı ile üretilecek. İkincisi ise ABD ve NATO ülkelerindeki silah sanayiinin emek yoğun kalemleri Türkiye’de üretilecektir. Bu antlaşma çerçevesinde TUSAŞ, Aselsan, Roketsan, Havelsan vb. şirketler kurulmuş ya da eskiden servis, tamir vb. için kurulan şirketler yeniden yapılandırılmıştır. SEİA hala yürürlüktedir ve Türk savunma sanayii bir yandan ABD ve NATO ülkeleri lisansları ile ve onların politik denetiminde Türkiye için silah üretirken, Türkiye aynı zamanda ABD ve Avrupa silah sanayiinin en büyük tedarikçi üslerinden birisi haline gelmiştir
Türkiye savunma sanayii, 1980’lerde ABD ile yapılan Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması (SEİA) anlaşması sonrası kurulmuş ve bu anlaşma temelinde biçimlenmiştir. Bu anlaşma ABD’nin Türkiye devletine Ortadoğu’da biçtiği rol temelinde hazırlanmıştır. Türkiye devletinin savunma stratejisi, silahlanma stratejisi, savunma sanayii stratejileri, emperyalizmin Türkiye’ye biçtiği rol temelinde şekillenmiştir. Bunu SEİA ve savunma sanayii arasındaki paralellikte görürüz. Şu an savunma sanayiinde bulunan hemen her şey, SEİA’da ifade edilen politikalar çerçevesinde geliştirilmiştir.
Cumhuriyetin ilk yıllarında kurulan ve teknolojik olarak çok cılız bir temele dayanan silah sanayii 1945’ler sonrası terk edilmiş, ordunun silahlanması ABD yardımları ile karşılanır olmuştu. Bazıları hibe, bazıları ise para ile satın alınan ABD ve NATO silahları ile ordunun silah ihtiyacı karşılanıyordu. Bu yıllarda ABD ordunun sadece teknolojik ihtiyaçlarını değil ama ideolojik yönelimini de belirliyor, dahası devlet içinde general ve bürokrat atamalarında söz sahibi oluyordu.[1] SEİA ile ABD, Türkiye savunma sanayiini (TSS) temelden şekillendirmeye başlamıştır.
SEİA’da TSS’ye verilen işlev iki yönlüdür. Birincisi, Türk ordusu için gerekli olan uçak, roket, tank, cephane gibi araç, silah ve mühimmatlar ABD teknolojisi yardımı ile üretilmeye başlayacak. İkincisi ise ABD ve NATO ülkelerindeki silah sanayiinin emek yoğun kalemleri Türkiye’de üretilecektir.[2] Bu antlaşma çerçevesinde TUSAŞ, Aselsan, Roketsan, Havelsan vb. şirketler kurulmuş ya da eskiden servis, tamir vb. için kurulan şirketler yeniden yapılandırılmıştır. SEİA hala yürürlüktedir ve TSS bir yandan ABD ve NATO ülkeleri lisansları ile ve onların politik denetiminde Türkiye için silah üretirken, Türkiye aynı zamanda ABD ve Avrupa silah sanayiinin en büyük tedarikçi üslerinden birisi haline gelmiştir. Bu noktada Türkiye’de bağımsız bir savunma sanayiinden bahsetmek mümkün değildir. TSS uluslararası silah tekellerinin bir uzantısı durumundadır. Ayrıca, savunma sanayii politik olarak ABD ve NATO ülkelerinin kontrolü altındadır. Ürettiği önemli silahları başkalarına satması bile ancak ABD ve İngiltere gibi ülkelerin izni ile olabilmektedir. ATAK helikopterlerin Pakistan’a satışı meselesinde olduğu gibi birçok durumda bu izin verilmemektedir.
SEİA’da hangi silahların Türkiye’de üretileceği detaylı olarak yazılmıştır. Anlaşmaya göre savunma üretim projeleri, Türk-ABD ve Türk-diğer NATO ülkeleri bağlamında geliştirilecektir. Türkiye’de üretimine karar verilen silahların başlıcaları; tank, tapa, patlayıcı, çeşitli tipte roketler, fırkateyn (inşası), uçak (tamir ve gövde dahil belli parçalarının yapımı) vb. olarak belirtilmiştir. Bu anlaşma başta gizli idi ve süresi beş yıldı, ancak eğer itiraz olmazsa her yıl otomatik olarak uzatılıyordu. 2005’te anlaşma maddeleri kamuoyuna açıklanmıştır ve halen yürürlüktedir.
SEİA anlaşması çerçevesinde ilk kurulan şirketlerden en önemlisi TUSAŞ’tır. Anlaşma ile ABD’li bir şirket TUSAŞ’a ortak edilmiş ve ABD lisansı ile F-16 yapımına başlanmıştır. TUSAŞ’ın kendi sayfasındaki bilgilere göre, bu proje çerçevesinde Türkiye’de 1987-1995 arasında yapılan 152 F-16 uçağın kanat ve gövdelerinin yüzde 70’i TUSAŞ tarafından yapılmıştır. İlerleyen yıllarda Türk şirketlerinin yedek parça yapma kapasitesi daha da artmış, F-35 projesinde TUSAŞ ile beraber birçok Türk şirketine yedek parçaların üretiminde rol verilmişti. ABD Kongresi’nde konu ile ilgili yürütülen tartışmalardan öğrendiğimize göre, eğer bu parçalar Türkiye’de değil de bir başka ülkede yapılırsa uçak başına maliyet 8 milyon dolar artacak. Bu bile ucuz emek kaynağı olarak TSS’nin emperyalist şirketler için ne kadar önemli olduğunu gösteriyor.
Basından öğrendiğimiz kadarı ile Türk şirketleri hala yedek parça üretimine devam ediyorlar.[3] S-400 kavgası bir yandan Trump yönetimi ile Kongre arasında veriliyor. Trump yönetimi S-400 anlaşmasını Türkiye’nin ABD’den uzaklaşmasından çok günlük politik manevralarla açıklıyor, dahası bizzat Trump, asıl suçlunun Türkiye olmadığını, ona Patriot vermeyi reddeden Obama yönetimi olduğunu belirten konuşmalar yaptı. Bence de yaygın kanının aksine, S-400 alımı ne ABD’den uzaklaşmak için ne de Rusya’ya yakınlaşmak için yapıldı. Bunu en iyi bilen Trump ve Putin’dir. S-400 meselesi ilk ortaya çıktığında bu konuda ABD’den güçlü bir itiraz gelmemişti başlarda. Türkiye’nin hem füze savunma sistemlerine ihtiyacı vardı ve ABD satmıyordu hem de Rusya ile barışması lazımdı. Türkiye bu gelişmelerle bağlantılı olarak bir şekilde bu işe girdi ve şu an gururunu kurtaracak bir çözüm peşinde. Ancak ABD içi dengeler buna pek izin vermiyor. Türkiye parasını verdiği halde, ABD’ye S-400’leri NATO silahları ile kullanmama, onların istediği bir yerde depoda çürütmeye terk etme gibi önerilerle gitti ama F-35 projesinden çıkarılmaktan kurtulamadı. S-400 meselesinin nasıl çözüleceği daha çok ABD’de hükümet ile kongre arasında bir mesele gibi duruyor ve herkes seçimlerin sonucunu bekliyor. Ancak ben Türkiye’nin sonunda F35 projesine yeniden bir şekilde eklemleneceğini düşünüyorum. Bu proje Türkiye’nin çıkarlarından çok ABD’nin çıkarları gereğidir.[4]
Buraya kadar anlattıklarımız bile S-400 ve F-35 krizinin doğasını ortaya seriyor. ABD Türkiye’nin F-35 programına dahil olmasını istiyor, çünkü emek yoğun parçalar Türkiye’de üretilecek, dahası F-35 uçakları Türkiye’nin Suriye, Irak, Libya ve gelecekteki askeri operasyonlardaki askeri gücünü artıracak. Peki neden Türkiye’nin S-400 almasına karşı çıkıyor? Çünkü ABD, Türkiye’nin savunma sanayiinin ve askeri gücünün kendi denetiminde, kendi istediği yönde gelişmesini istiyor. ABD, Türkiye’ye ne füze savunma sistemi satıyor ne de onu bir başkasından satın almasına izin veriyor. ABD, Türk ordusunun savunma ve teknoloji düzeyinin kontrolünü elinde tutmak istiyor, izlediğimiz kadarı ile bu konuda oldukça başarılı.[5] ABD, Türkiye’nin elinde gelişmiş füze radar sistemleri olmasını en azından şimdilik istemiyor. S-400 tartışması Türkiye’nin ABD emperyalizmine politik olarak ne kadar bağlı olduğunu gösteren en önemli olaylardan biridir. Türkiye, ABD emperyalizminden izin almadan kendisi için oldukça önemli (üstelik ABD için girdiği maceralar yüzünden ihtiyaç duyduğu) savunma sistemlerini satın alamıyor, alsa bile kullanamıyor. Buradan Türkiye’nin ABD emperyalizminden uzaklaştığı yorumunu yapmak mümkün değildir. ABD’nin Türkiye silah sanayiine ilişkin politikası doğrudan ABD’nin Ortadoğu politikası ile, onun bu politikada Türkiye’ye biçtiği rol ile alakalıdır. ABD bu rolün dışında düşündüğü her adımı engelliyor.
Türkiye savunma sanayiinin doğasını anlamak için, en büyük silah şirketlerinden biri olan TUSAŞ’a daha yakından bakalım. 1973’te uçak tamir ve servisi için kurulan bu şirket, F-16 uçaklarının yapımı için 1984 yılında ABD-Türkiye ortak üretim şirketine dönüştürülmüştü. Daha sonra Mısır ordusu için de ABD ile ortak olarak F-16 üretilmiştir. Aradan geçen 35 yılda ürün yelpazesini oldukça çeşitlendirmiş olan bu firma şu an Türkiye’nin en büyük silah şirketlerinden biridir ve ATAK tarzı savaş helikopterleri, Hürkuş gibi kendi geliştirdiğini iddia ettiği eğitim uçakları, uydu sistemleri ve değişik kalitede silahlı ve silahsız drone’lar ile üretim yelpazesini oldukça çeşitlendirmiştir. TUSAŞ’ın belkemiğini TUSAŞ Motor oluşturmaktadır ve TUSAŞ Motor’un yüzde 46’sı GE adlı ABD’li silah tekelinindir. Üretilen motorların çoğu GE lisansı ile üretilmektedir ama mesela ATAK helikopterleri motorlarında olduğu gibi Lockheed Martin, Rolce Royce gibi tekellerin lisansları da kullanılmaktadır. TUSAŞ motor ayrıca Boeing ve Airbus için bol miktarda yedek parça da üretmektedir. TUSAŞ, dünyadaki her iki uçaktan birinde kendi parçalarının kullanıldığını belirtiyor. TUSAŞ ayrıca, F-35 savaş uçağı projesinin önemli tedarikçilerinden biridir ve orta gövde ve birçok parçanın üretimini kendi taşeronları ile beraber üstlenmiştir. Türkiye’nin F-35 programından çıkarıldığı söyleniyor ama TUSAŞ dahil diğer Türk tedarikçiler F-35 programında çalışmaya devam ediyorlar. En azından 2022’ye kadar çalışmaya devam edecekler.[6]
TUSAŞ’ın önemli projelerinden birisi Atak helikopterleridir. Helikopterlerin motorları Lockheed Martin ve Rolce Royce lisansı ile sağlanıyor. Türk helikopteri olarak tanıtılan Atak helikopterlerini TUSAŞ, ABD izin vermediği için Pakistan’a satamadı. Helikopterin yerlilik ve millilik sınırı ABD’de bitiyor. Keza, genel maksat helikopteri olarak üreteceği Hürkuş’larda yerlilik oranı yüzde altmışlarda idi, yüze seksenlere çıkarılması planlanıyor, her şeyi ile yerli olarak tanıtılan Gökbey helikopterin önemli kısımları şimdilik Rolce Royce lisansı ile üretiliyor. Yukarda da bahsettiğim gibi, Pakistan Atak helikopterine talip olmuşsa da ABD izin vermediği için şimdilik satış yapılamamıştır. Kamuoyuna büyük gürültülerle tanıtılan Türk savaş uçağı ise, BAE silah sistemleri, Rolce Royce ve Eurejet firmaları lisansları ile geliştiriliyor. Peki her yıl reklamı yapılan ihracat rekorları nasıl kırılıyor? Yukarıda da bahsettiğim gibi TUSAŞ ve diğer savunma firmaları aynı zamanda büyük silah tekellerinin tedarikçisi. Yüzde 46 hissesi ABD devi GE’nin olan TUSAŞ motor, dünyada uçan her iki uçaktan birisinin kendilerinin ürettiği parçalarla uçtuğunu iddia ediyor.
Türk savunma sanayiinde onlarca firma faaliyet göstermektedirler ve bunların hepsi TUSAŞ gibidir. İlk kurulan Aselsan, Roketsan, Havelsan STM gibi devlet firmalarına Otosan, Karsan, BMC gibi yüzlerce büyüklü küçüklü özel firma da katıldı. Bu firmalara baktığımızda batılı tekellerin Türkiye uzantısı olan Koç, Yaşar Holding, BMC gibi firmalar başta olmak üzere birçok firmanın savunma sanayiinde yerlerini aldıklarını görürüz. Bazıları, mesela zırhlı araçlar yapan FNSS Defense Systems şirketi Nurol Holding ile BAE Systems’in yüzde elli ortaklıklarıyla kurulmuştur. Altay Tankını üretecek olan Otokar gibi (bir Koç kuruluşudur) bazıları ise Jaguar, Hyundai, Land Rover, İrlanda ST Engineering vb. firmaların lisansı ile değişik zırhlı araçlar üretmektedir. Otokar, BMC ile beraber Altay Tankı ihalesini almıştır.[7] Sadece F-35 için bine yakın yedek parçanın Türkiye’de üretilecek olması bu sektörün büyüklüğü hakkında bir fikir vermektedir. Türkiye’de ismini bile duymadığımız onlarca firma emperyalist silah şirketleri için tedarikçi olarak çalışmaktadır.
Türkiye gibi ülkelere savunma sanayiinin aktarılmasının bir başa sebebi de uluslararası anlaşmalar, BM kararları vb. nedenlerle silah satışının yasak olduğu bölgelere silah sevkiyatının, Üçüncü Dünya Ülkeleri eli ile yapılmasının daha kolay olmasıdır. Mesela, Yemen, Libya gibi iç savaş olan yerlere sevk edilen silahlar Türkiye, Kore gibi ülkelerde üretilmekte ve sevk edilmektedir. Defense News’de geçen bir habere göre Alman motorları ile üretilecek olan Altay Tankı için alternatif motorlar aranmakta. Alman lisansı bu tankların Suriye, Irak gibi silah sevkiyatının BM’ce yasaklandığı yerlerde kullanılmasını engelleyeceği için, lisans olmadan üretilmesi çareleri aranmaktadır.[8] Bu konudaki en yaygın uygulama olarak ya süresi geçmiş, teknolojik olarak daha düşük patentler kullanılmakta ya da bizim gibi ülkelerin kendi patentleri kullanılmaktadır. Bu noktada çok sık olarak mesela bir Pakistanlı firma Nurol ya da Otosan lisansı ile üretim yapabilmektedir. Keza Türkiye’de üretilen ve sıcak savaşlarda kullanılan zırhlı araçlar, roketler, patlayıcılar vb. emperyalist ülkelerin lisansından çok, G. Kore, Singapur vb. ülkelerin lisansları ya da eski teknolojilerle herhangi bir lisans anlaşması olmadan üretilmektedir. Emperyalist savaş bölgelerine gönderilen TIR’lar, gemiler dolusu silahlar, Üçüncü Dünya Ülkelerinde üretilmekte ve savaş bölgelerine bu ülkeler eli ile aktarılmaktadır. Bazı savaş helikopterlerinde kullanılmak üzere yerli motor geliştirilmesine bir de bu gözle bakmakta yarar vardır.
Dipnotlar:
[1] Daha 1951 yılında dönemin Jammat başkanı ABD’li General Cannon, Genelkurmay Başkanlığı’na hangi generallerin hangi görevlere atanacağını dikte ediyordu. Dahası TCDD başkanlığına atanmayı da memnunlukla kaydediyordu. General Cannon tarafından atanması istenen Zihni Ünver döneminde Türkiye’de demiryolları yatırımı fiilen durmuş, karayolları yatırımlarına ağırlık verilmişti. Keza adı geçen generallerin hepsi orduda sürekli olarak yükselmişti.
https://eksisozluk.com/img/o5owwxp4 https://twitter.com/dunyaharptarihi/status/1259180056519356418/photo/1
[2] https://aynahaber.org/yazarlar/abdullah-kokturk/savunma-ve-ekonomik-isbirligi-anlasmasi-seia-tam-metin/256/
[3] https://www.airturkhaber.com/haberler/f-35-projesinde-turkiye-etkisinin-maliyeti/
[4] Bu konuda bkz. https://www.bloomberg.com/news/articles/2019-11-13/trump-says-dispute-with-turkey-over-s-400-will-work-out-fine
[5] Bazı yazarlar, ABD ve Türkiye arasında patlayan bazı tartışmalara çok fazla anlam yüklüyorlar. 1945 sonrası döneme bakarsanız hemen tüm Amerikancı hükümetler ABD ile değişik tartışmalara girmişlerdir. Menderes, Ecevit, Demirel başta olmak üzere herkesin bir şekilde kavgası vardır. Her kavgada Türkiye’nin ABD ve Batı ittifakından uzaklaşıp Sovyetlere/Rusya’ya yaklaştığı tespitleri yazılır. Bu tespitlerin tarihi 1950’lere kadar gider. 1958 sonrası yine benzer nedenlerle Menderes için Sovyetlere yaklaştığı tespitleri yapılmıştı ama CIA o dönemde hazırladığı bir raporda bunun tam aksini savunmuştu. Bu konuda bkz. href=”/2019/07/s-400-meselesi-ve-menderes-hakkinda-bir-cia-analizi-553485/ Benzer tespitler Ecevit hükümeti döneminde, ABD ambargosu döneminde de yapılmıştır ve bu tespitlerin yanlışlığı hayat tarafından gösterilmiştir.
[6] Bu krizin asıl olarak Trump ile Kongre arasında olduğunu gösteren en önemli olgu budur. Trump yönetimi bir yandan kongrede olumsuz bir karar çıkmasını engellemeye çalışırken, diğer yandan Türk silah firmaları F-35 için üretmeye devam ediyorlar. Ne kadar gürleseler de bedava emekten vazgeçmek istemiyorlar. https://www.dailysabah.com/business/defense/turkey-to-continue-manufacturing-f-35-components-through-2022-pentagon-says
[7] https://www.savunmahaber.com/savunma-sektorunden-17-firma-turkiyenin-500-buyuk-sanayi-kurulusu-arasinda-yer-aldi/
[8] https://www.defensenews.com/land/2018/11/13/success-of-turkeys-indigenous-altay-tank-in-question-over-foreign-involvement/
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.