Türkiye ve Rusya orduları birbirlerini bir haftadır bombalıyorlar, olayın şokunu atlatamamış yazarlar yazılarına hala “Rus Türk ortaklığının sonu mu?” gibi başlıklar atıyorlar. Anlamadıkları nokta şudur. Türkiye ve Rusya hiçbir zaman ortak olmadılar. İki taraf her zaman için birisi Suriye devletinin garantörü, diğeri cihatçı örgütlerin garantörü olarak görüştüler
İdlip’teki son gelişmelere, Türk ve Rus ordularının karşı karşıya gelmesine, Türk ve Suriye ordularının savaşa tutuşmasına kimse akıl erdiremiyor. Sağdan soldan herkesin Astana ve Soçi süreçlerinde ortak olarak gördüğü Rusya ve Türkiye yaklaşık bir haftadır, savaş ilanı yapmadan birbirlerini bombalıyorlar. Çatışmalarda birçok Suriyeli savaşçı ve sivilin yanında Rus ve Türk ordusuna ait askerler de hayatını kaybetti. Hükümet yandaşı kalemler ve TV yorumcuları bile olayı kavrayamıyor ve olayları korku ve endişe ile izliyorlar. Hatta hükümet ortağı MHP bile olaylardan endişeli, Başkan Yardımcısı Vahapoğlu İdlip’in yeni bir bela olacağı ve bölgesel dengeleri gözeterek dikkatli adım atmaya çağırırken, AKP’nin Suriye politikasının en büyük destekleyicisi olan Vatan Partisi bile Rusya ile olan çatışmaların mantığını kavrayamıyor. Bahçeli dün verdiği savaş yanlısı demeciyle Erdoğan’ı rahatlatmış olmalı.
Şu an herkesin kafasında “Rusya ile hani ortaktık? Neden birden böyle papaz olduk? Nereye gidiyoruz?” soruları var. “Askerlerimiz ölüyor, biz şu an Suriye ile ve belki Rusya ile de topyekûn bir savaşa doğru gidiyoruz, bu politikada devlet aklı nerde? Türkiye’nin Suriye’de stratejik hedefleri nelerdir? Türkiye’nin politik hedefleri nelerdir?” vb. sorular, konu üzerine yazılan makalelerin, değerlendirme yazılarının, tweet’lerin, TV sohbetlerinin temel konuları.
Şu ana kadar kabul edilen ama temelde yanlış olan paradigmalar şunlardır: Türkiye, Suriye’de bulunan çıkarlarını korumak için ABD ve batılı emperyalist ülkelerle, Rusya arasında bir denge politikası izliyordu. Türkiye’nin çıkarları ise, hesapta ABD tarafından kurulmak istenen bir Kürt devletini engellemekten sınır güvenliğini korumaya, Türkiye’ye yeni bir kitlesel göç dalgasını engellemeye kadar bir dizi hedefi içeriyordu. Bu noktada Türkiye bir Kürt devletini engellemek için ABD ile papaz olmuş ve politik olarak Rusya eksenine kaymıştı. Tamam, belki tam Rusya’cı olmamıştı ama artık ABD’ci de değildi, bağımsız politikalar yürütüyordu ve daha da ötesinde, Rusya ile Türkiye Suriye üzerinde ortaklığa başlamışlardı. Hesapta Suriye politikasını ortaklar olarak geliştiriyorlardı.
Türkiye’deki Suriye politikasına ilişkin hâkim paradigma buydu ve sağda, solda, liberal çevrelerde, Kürt ulusal hareketi cenahında genel kabul gören paradigma bu idi. Böyle tespitler yapmak zor değildi aslında. Çünkü AKP zaten bu şeyleri savunuyor, Suriye politikasını bu gerekçeler üzerinden meşrulaştırıyordu. Sağdan soldan yorumcuların anlamadığı şey şuydu: Eğer şeyler olduğu gibi görünseydi bilime gerek kalmazdı. Bilim, tabii sosyal bilimler de olguların derinliklerinde yatan, yüzeylerinin ötesinde, görünmez derinliklerinde yatan gerçekleri bulmaktır. Bu noktada iktidarın söylediklerini, kendi inancınızı, bakış açınızı meşrulaştırmak için tevil yoluna giderseniz, hiçbir şey anlayamazsınız. Kafa karışıklığınız ve bilgisizliğiniz daha da artar, gerçeklik ve doğru bildikleriniz arasındaki açı giderek büyür.
Türkiye ve Rusya orduları birbirlerini bir haftadır bombalıyorlar, olayın şokunu atlatamamış yazarlar yazılarına hala “Rus Türk ortaklığının sonu mu?” gibi başlıklar atıyorlar. Anlamadıkları nokta şudur. Türkiye ve Rusya hiçbir zaman ortak olmadılar. İki taraf her zaman için birisi Suriye devletinin garantörü, diğeri cihatçı örgütlerin garantörü olarak görüştüler. Rusya, Astana ve Soçi ile ifade edilen görüşmelere Suriye devletinin toprak bütünlüğünü korumak için otururken, diğeri tam aksine Esad rejimini yok etmek, yerine İslamcı-ABD’ci bir yönetim getirmek, o da olmazsa Suriye’yi bölmek için oturuyordu. Kürt sorununa ikisi de farklı cepheden ama kendi nihai amaçları açısından bakıyordu; Türkiye tarafı Kürtleri Barzanileştirmek, hatta dincileştirmek ve bu yolla kendi denetimine almak ve Esad karşıtı cepheye katmak için uğraşırken, Rusya ise tam aksine, Kürtlerin Esad cephesinde kalması için çaba veriyordu. Rusya’nın Afrin’de Türk tokadını kullanması tam da bu sebepledir; ABD tarafına kayan YPG’yi Türk darbesi ile kendi taraflarına çekmek. Bu konuda son operasyonda kısmen de olsa başarılı oldu. Ama kısmen.
Bu noktaya nasıl gelindiğini nokta nokta anlayalım. Biz sosyalistler savaş karşıtıyız, pasifist değiliz ama her tür emperyalist savaşa, burjuva savaşa, gerici savaşa karşıyız ve ona karşı mücadele ederiz. Mücadele edebilmek içinse onun nedenlerini anlamak yaşamsal önemdedir. Yoksa geçmişte birçok sosyal demokrat hatta sosyalist harekatın yaptığı gibi gerici savaşların bir parçası olmak kaçınılmaz olur.
Herkes Türkiye’nin İdlip’teki stratejik ve siyasi hedeflerini soruyor. Olayı daha iyi anlamak açısından ben soruları biraz değiştirerek sorayım. Türkiye 1950’lerden bu yana birçok yere asker gönderdi. Tesadüf şu ki gönderdikleri yerlerin hepsi ABD’nin savaş çıkardığı yerlerdir. Türkiye’nin Kore’deki siyasi hedefi neydi? NATO’ya katılmaktı. Ya peki, Bosna’daki siyasi hedefi? Ya da askeri hedefi? Somali’deki? Afganistan? Irak? Türkiye bu ülkelere asker gönderirken, kendi siyasi ve askeri hedefleri yoktu, bu ülkelere askerler emperyalizmin siyasi hedefleri için gönderildi. Ya da şöyle söyleyeyim. Türkiye’nin tüm bu savaşlardaki askeri siyasi hedefleri emperyalizmin genel askeri hedefleri ile uyumludur, bu hedefler ise emperyalizm tarafından çizilir. Türkiye’nin Suriye’de de kendisinin bağımsız olarak çizdiği siyasi, askeri hedefleri yoktur. Türkiye’nin Suriye politikaları tamamı ile emperyalizm tarafından çizilen siyasi ve politik hedefler doğrultusundadır. Türkiye attığı her adımı ABD emperyalizmi ile danışarak atmaktadır. Türkiye ve ABD arasında dönem dönem çıkan kavgalar ise savaşın yükünü paylaşma konusundaki kavgalardır, savaşın stratejik hedefleri konusunda değil.
Türkiye, Suriye savaşına ABD talepleri doğrultusunda katıldı. ABD ve batılı müttefikleri bir iç savaş ile Esad yönetimini değiştirmek için bu savaşı başlattılar. Türkiye başlangıçta savaşa katılmak istemiyordu, Erdoğan bu konuda cılız çıkışlar bile yapmıştı, hatta orduda birçok generalin bu operasyonlara karşı olduğu da biliniyordu ama sonunda katılmak zorunda kaldılar. Savaşın vardığı nokta ise şudur. ABD Esad’ı devirme hayalinden, en azından kısa vadede, vazgeçmiştir. Şimdiki hedefi ülkenin bölünmesidir. Suriye temel olarak üç bölgeye bölünüyor. Bir bölge Esad’ın denetimi altında kalan bölge, ikincisi cihatçıların denetimi altında olan ve Türkiye’nin askeri ve politik koruması altında kalan bölge ve sonuncusu da Demokratik Suriye Güçleri (QSD) yönetimi altındaki ve şimdilik ABD tarafından korunan bölge. ABD, QSD bölgesini Türkiye denetimine vermek, onun korumasına ve denetimine bırakmak istiyor ama Kürtlerin itirazı, savaşması ve hatta Esad’a dönme ihtimali yüzünden bu durum şimdilik beklemede.
Savaş neredeyse on yıldır sürüyor ve bir çıkmaza girmiş durumda. Bu noktada ateşkes görüşmeleri başlatıldı. ABD Türkiye’nin cihatçıların garantörü olmasını zorlamıştı ve Rusya bunu kabul etmiş durumda. Astana ve Soçi görüşmelerinin temeli budur. Bu görüşmelerde Rusya ise Suriye’nin garantörüdür. Yani Astana ve Soçi görüşmeleri iki ortağın değil ama rakip iki askeri bloğun görüşmesidir. Astana ve Soçi görüşmeleri BM’de bizzat ABD tarafından diplomatik olarak sonuna kadar savunulmuştu. Çünkü Türkiye orada ABD’nin Suriye’ye dayattığı bölünmenin pazarlığını yapıyordu. ABD bu süreci destekledi. Çünkü cihatçıların koruyuculuğu gibi pis bir işi Türkiye’nin üzerine yıkmıştı, dahası savaş artık Türkiye üzerinden yürütülecekti.
Astana görüşmelerini her iki taraf da güçlerini konsolide etmek için kullandı. Rusya tarafı, Halep ve Şam civarındaki cihatçıların İdlip’e taşınması karşılığında, Türk ordusunun Suriye’ye girmesine ve IŞİD ve YPG bölgelerini işgal etmesine göz yumdu. Bu bölgeler zaten kendi elinde değildi, dahası Afrin’de Türk tokadını kullanarak Kürtleri hizaya getirmeyi denemişti. Ama bence en önemli sebepleri, bu bölgeleri Türkiye’nin elinden almanın IŞİD ya da YPG’den almaktan politik olarak çok daha kolay olmasıdır. Bu politika sonucu, Şam ve çevresi ile Halep merkezi tamamı ile Suriye denetimine geçmiş ve Suriye ordusu bu durumdan güçlenerek çıkmıştı.
Türkiye tarafı ise, zaten koruma şansının olmadığı bölgelerdeki cihatçıları İdlip’e taşımış, kuzey Suriye topraklarını işgal etmiş, İdlip’te gözlem noktaları kurarak cihatçıları ve İdlip bölgesini daha iyi koruyabilecek bir konuma erişmişti. Afrin işgali ile milliyetçi iç kamuoyu nezdinde büyük prestij kazanmıştı. Artık bu sürecin de sonuna gelinmiş vaziyette. Rusya ve Suriye cephesi artık giderek güçleniyor. ABD’nin YPG bölgesini Türkiye’ye verme hamlesi tam bir fiyasko ile sonuçlandı, Kürtler hızla Esad’a döndü, bu karambolde ABD denetiminde olan birçok bölge hızla Rusya-Suriye ekseninin eline geçti. Öyle ki, Rusya ve Suriye ABD bölgesi sayılan Fırat doğusunda da bulunuyorlar artık. Rusya’nın bir sonraki hedefi İdlip’in tamamen ele geçirilmesidir. Rus hava kuvvetleri desteğindeki Suriye ordusu İdlip’i adım adım ele geçiriyor.
İdlip’in cihatçılardan temizlenmesi demek, ABD’nin Suriye politikasının çökmese bile büyük bir darbe yemesi demektir. İdlip’i kaybeden Türkiye’nin Kuzey Suriye’de kalması çok zordur. Dahası YPG’nin savaşı kazanan Suriye tarafına dönmesi ise, ABD’nin Suriye politikasını tamamı ile çökertir. Bu yüzden Suriye kuvvetleri Serakib’e ilerlerken Türkiye tarafı el yükseltti ve hem Serakib çevresine hem de M5 karayolu üzerine yeni gözlem noktaları kurdu. Ama Suriye ordusu bunu umursamadı ve gözlem noktalarının çevresinden dolanarak bölgeyi ele geçirdi. Bunun üzerine Afrin’de bulunan cihatçılar Rus kuvvetlerine saldırdılar, bazı Rus subayları öldürüldü ve Rus hava kuvvetleri cihatçıları bombaladı. Sonuçta çatışmalar bu noktaya geldi. Bu yazı yazıldığı sırada Türkiye bölgeye son yılların en büyük askeri yığınağını yapmakla meşguldü. Yüzlerce araçlık silah yüklü konvoylar İdlip yolunda. Dahası Türkiye’nin dört bir tarafından askerler İdlip’e sevk ediliyor. Cihatçıların birden ellerinde Stingerlar belirdi ve bir helikopter düşürdüler.
ABD hemen Türkiye’ye desteğini ilan etti ve Pompeo, Suriye’de atılacak adımları (savaşı diye okuyun) koordine etmek için Jefrrey’i Ankara’ya gönderdi. Yani Jeffrey, savaşın ABD ile Ankara arasındaki koordinatörü olarak Ankara’da bulunuyor. Hulusi Akar, NATO yardımı istedi ve NATO bu gündemle toplandı. Rusya tarafı ise geri adım atmıyor, Suriye ordusu hala ilerlemeye devam ediyor. Suriye ordusu M5 karayolunun denetimini tamamen eline geçirmiş durumda.
Peki bundan sonra ne olur? NATO’nun vereceği destek bence politik ve diplomatik bir destek olarak kalacaktır. Doğrudan askeri harekata karışmayacaktır. ABD ile Avrupalı emperyalistler arasında özellikle NATO ve Suriye savaşına ilişkin oldukça derin çatlaklar var ve son NATO toplantısında Macron bunu dile getirmişti sert ve kaba bir şekilde. Ancak ABD onlara büyük tavizler verirse askeri bir harekâta razı olabilirler. Ama bunların hepsi ciddi bir pazarlığa tabii olacaktır.
ABD bu savaşa doğrudan katılacak durumda değil. Trump son iki yılda üç kere İran ile karşı karşıya geldi ve hepsinde geri adım attı. Birincisinde İran bir ABD insansız hava arasını düşürdüğünde, ikincisi Yemen’deki Husi gerillaları Aramco tesislerini bombaladıklarında, üçüncüsü ise Süleymani suikastından sonra İran ABD üslerini doğrudan bombaladığında. ABD’nin geri adım atmasının sebebi askeri olarak daha güçsüz olması değil ama politik olarak böyle bir savaşı kaldıramayacak olması.
ABD, eğer savaşa girerse Türkiye’ye hava savunma garantisi verecektir. Garanti verilir ama savunabilir mi o ayrı mesele. İkincisi gerek Türkiye’ye gerekse cihatçılara çok daha modern ve etkili silahlar verilecektir. Dün ortaya çıkan Stingerlar bunun bir işareti zaten. Türkiye’nin elinde de daha önce olmayan çok güçlü silahlar görebiliriz. Patriot savunma sistemleri tekrar sınıra kurulabilir. Dahası bir savaş durumunda İsrail, hatta Mısır, Suudi Arabistan vb. ülkeler de savaşa değişik şekillerde müdahil olabilirler. Bunun biçimlerini zaman gösterir.
Sosyal medyada dolaşan bir söylenti ise İdlip’in Türkiye’nin kırmızı çizgisi olduğu. Türkiye zaten boşaltmış olduğu M5-M4 karayolunun altında kalan bölgeyi Suriye’ye bırakabilir, onlar da şimdilik bu çizgide kalabilir. Ama bu tür anlaşmalar ancak birkaç ay sürer. Türkiye ve Suriye devletleri hem İdlip hem de ülkenin geri kalanı için sonunda topyekûn savaşacaktır, arkalarında ABD ve Rusya’nın gölgeleri ile.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.