Kontrgerillanın karnı ağrıyor

Erdoğan elindeki bütün kozları peş peşe masaya sürse de yerel seçim yenilgisinden sonra beliren kriz ve çözülme eğilimlerini durdurabilmiş değil. Erdoğan’ın elinin zayıfladığı görüldükçe de bütün paydaşlar kendilerini hatırlatıp iktidarı yeniden bölüşme çağrısı yapıyor

Kontrgerillanın karnı ağrıyor

Yargı huzursuz, TSK huzursuz, AKP huzursuz, MHP huzursuz… Tayyip Erdoğan görünürde devletin tek hâkimi, o istemezse 3,5 yıl seçim de yok. Ama devletin seçimlerle ve yasalarla belirlenmeyen güç ilişkileri alanında, yani kontrgerilla içinde bir hareketlenme var. An itibariyle bütüne dair doyurucu bir açıklama getiremesek de parça parça gelişmeleri görüyor ve “Yesinler birbirlerini” rahatlığıyla davranamıyoruz. Çünkü bir iç çatışma olarak yaşansa bile, kontrgerilla hareketliliğinin eşitlik, özgürlük ve demokrasi mücadelesi verenler açısından fırsattan çok tehdit anlamına geldiğini biliyoruz.

Yargıya kim hâkim?

Kamuoyuna “Neler oluyor?” sorusunu sordurtan gelişme, 14 Ocak’ta Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Ceza Dairesi’nin eski Korgeneral Metin İyidil hakkındaki ağırlaştırılmış müebbet cezasını kaldırarak verdiği beraat ve tahliye kararı oldu. Kara Kuvvetleri Komutanlığı Eğitim ve Doktrin Komutanlığı Muhabere ve Muharebe Eğitim Destek Komutanı iken 15 Temmuz darbe girişiminden dolayı tutuklanan İyidil, 2018’de ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılmıştı. Ancak İyidil 16 Ocak’ta Bölge Adliye Savcılığı’nın itirazıyla yeniden tutuklandı. Hakimler ve Savcılar Kurulu da İyidil’e beraat veren hakimleri üç ayrı ile atadı. Tüm bunlar üzerine Sözcü’ye konuşan Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü Cirit “Bunların olmaması lazım. HSK’nin tavrı da yanlış. O zaman yargı bağımsızlığına gölge düşüyor” dedi.[1]

Aslında gölge düşen şey yargının bağımsızlığı falan değil bağımlılığı, yani Erdoğan’ın yargıya hakimiyeti. Adli Yıl Açılış Töreni’nin Erdoğan’ın Saray’ında kutlanmasını savunan Yargıtay Başkanı da dahil herkes yargıyı Saray’a bağlı diye biliyor. Ama 3926 hâkim ve savcının “FETÖ” suçlamasıyla ihraç edildiği yargıda, hala darbecilikten müebbet almış askerlere beraat verecek hakimler olduğu görülünce işin rengi değişiyor. Erdoğan gerçekten yargıya hâkim değil mi? Hâkimse, bu kadar büyük tasfiyeye rağmen “FETÖ’cüler” hala nasıl orada etkili hamleler yapabiliyor? Yoksa “FETÖ’nün siyasi ayağı nerede?” diye soranların, bazen örtük bazen açık olarak söylediği gibi AKP-FETÖ ayrıştırması gerçekten imkânsız mı?

Muhalefet de AKP’nin iktidar ortağı MHP de öyle düşünüyor olmalı ki bu soru tekrar tekrar gündeme getiriliyor. CHP 12 Ocak’ta FETÖ’nün siyasi ayağının ortaya çıkarılması için TBMM’de Araştırma Komisyonu kurulmasını talep etti.

İstekleri AKP tarafından karşılanmadıkça “FETÖ’nün siyasi ayağı”nı hatırlayan Devlet Bahçeli de 17 Ocak’ta açtı ağzını: “Ben diyorum ki siyasi ayak kim ise çıkarılsın. … Böyle bir konseyin askeri kanadı belli, Silivri ve Sincan’da. Peki siyasi kanadı nerede? Bunları ‘bulun’ diyoruz. Bulamıyorlarsa bize yetki versinler biz buluruz bunları.”

TSK içinde gerilim

Sadece yargı değil, ordunun içi de huzursuz. TSK’de iki isim arasında yürüyen “sessiz savaş” artık medyada açıktan yazılmaya başladı. Savaş, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ile “FETÖ’ye karşı mücadele” ve “Libya anlaşması” konularında ismi öne çıkarılarak parlatılan Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Kurmay Başkanı Tümamiral Cihat Yaycı arasında. İddia o ki Akar, Yaycı’nın önünü kesiyor.[2]

Manzaranın bir de ABD’nin gözünden görülen kısmı var. ABD’nin resmi görüşünü yansıtan RAND raporunda TSK içinde orta seviyedeki askerlerin mevcut komutadan rahatsız olduğu ve 15 Temmuz sonrasında ordu içinde yaşanan tasfiyeden endişeli olduğu yönünde haberlere yer verilmiş. Hatta bu rahatsızlığın başka bir darbe girişimine dahi neden olabileceği tespiti yapılmış. RAND raporunda ABD ordusu ile TSK arasındaki diyalogda Akar’ın öneminin arttığı belirtilmiş.[3]

AKP’de ayrılık tedbirleri

AKP’den ayrılan Ahmet Davutoğlu’nun kendi partisini kurması, Ali Babacan’ın da kurma aşamasına gelmesi karşısında Erdoğan’dan partiden kopuşları engellemeye yönelik hamleler geliyor. Erdoğan, Aralık ayında, Davutoğlu’nun kurucusu olduğu Bilim ve Sanat Vakfı’na yakın Şehir Üniversitesi’ni arazi tahsisi meselesi üzerinden gündeme getirip Davutoğlu ve Babacan’ı dolandırıcılıkla suçlamış ve üniversiteye el koydurmuştu. Davutoğlu’nun “Ben tek adamın yönettiği bir partinin nasıl tükendiğini bizzat yaşayarak gördüm” dediği söyleşinin[4] Karar gazetesinde yayımlandığı gün de İslamcı camiadan tepki alma pahasına Bilim ve Sanat Vakfı’na kayyum atadı. Davutoğluü, partisine katılmak isteyenlerin devlet görevlilerince tehdit edildiğini söylüyor. Eski partisi ise daha da fazlasını yapabileceğini gösteriyor.

Yeni Akit muhabirleri, 18 Ocak geceyarısı Kastamonu Öğretmenevi’nin lokaline baskın düzenleyerek AKP Kastamonu Milletvekili Hakkı Köylü’yü kumar oynarken yakaladıklarını ve bunun üzerine saldırıya uğradıklarını duyurdu.[5] Davutoğlu, Köylü’nün 17-25 Aralık soruşturmasında adı geçen bakanların Yüce Divan’a gönderilmesini savunduğunu söylemişti.

Bu baskın AKP’den ayrılmayı düşünenlere, başlarına gelebilecekleri gösteren bir tür gözdağı gibiydi. İktidar artık kendi üyelerini de en adi yöntemlerle hedef alabileceği bir güvensizlik ve gözü dönmüşlük içerisinde.

Zemin kayıp giderken

Erdoğan elindeki bütün kozları peş peşe masaya sürse de yerel seçim yenilgisinden sonra beliren kriz ve çözülme eğilimlerini durdurabilmiş değil. Halkın ağırlaşan geçim şartlarından dolayı giderek büyüyen hoşnutsuzluğu, sınır ötesinde başarısızlık öykülerinin yazılması çözülme eğilimlerini şiddetlendiriyor. Erdoğan’ın elinin zayıfladığı görüldükçe de bütün paydaşlar kendilerini hatırlatıp iktidarı yeniden bölüşme çağrısı yapıyor. Diğer yandan yüzde 50’yi zar zor geçen AKP-MHP ittifakının daha da zayıflaması ihtimali Cumhur İttifakı’nın sürekliliğini sorgulatıyor. Meral Akşener’in “Sayın Erdoğan’ın iyileştirilmiş ve güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçeceğini düşünüyorum” sözü, yine Akşener ve Davutoğlu’nun Cumhur İttifakı’nın devam edip etmeyeceğinden emin olmadıklarını ifade etmeleri boşuna değil.

Kontrgerilla içi hareketlenme bu kaygan zeminde iktidarda kalabilme ya da iktidardan pay alabilme çabasının yansıması. Ancak onların bu çabası her seferinde ezilen toplumsal kesimleri, aydınları, ilerici muhalefet güçlerini hedef alan saldırıları eşliğinde gelişti. Kontrgerillanın harcı hep halkın kanıyla karıldı. Ocak ayı içinde İstanbul HDP İl Binası’nı ve Sultanbeyli Cemevi’ne yönelen saldırılar bu yönde, çok küçük ama uğursuz işaret olabilir. Toplumsal muhalefet bu dönemde hem sol ile sağ arasındaki fark kalmadığını iddia eden ideolojik saldırılara karşı koymalı hem de olası kontrgerilla saldırılarını hesaba katmalı.

Dipnotlar:

[1] https://www.sozcu.com.tr/2020/gundem/yargitay-baskani-ismail-rustu-cirit-sozcuye-konustu-yargi-bu-kadar-zikzak-yapmamali-5574599/

[2] https://odatv.com/tskdaki-son-savasin-perde-arkasi-22012006.html

[3] https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2020/01/21/abdde-2020-model-turkiye-senaryolari/

[4] https://www.karar.com/guncel-haberler/ahmet-davutoglu-karara-konustu-sahis-partisi-sahisla-gider-1450167

[5] https://www.yeniakit.com.tr/haber/yeniakitcomtr-muhabirlerine-kumar-masasinda-yakalanan-ak-parti-milletvekili-hakki-koyluden-cirkin-saldiri-1016156.html


Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.

Sendika.Org'u destekle

Okurlarından başka destekçisi yoktur