Ekonomik ve askeri ambargoyu ağırlaştırarak molla rejiminin iç dinamiklerini zayıflatmaya çalışan Trump yönetimi, İran’ın Suriye ve Irak merkezli askeri hakimiyetini de kırmaya çalışıyor
Pentagon’un Irak ve Suriye’de İran’a bağlı bazı askeri hedeflerin vurulduğunu açıklamasından hemen sonra binlerce göstericinin ABD’nin Bağdat Büyükelçiliğini işgale kalkışması ve ateşe vermesi, 1979’da ABD’nin Tahran Büyükelçiliğinin bir grup üniversite öğrencisi tarafından işgal edilmesi olayını hatırlattı. Hedef alınan bina ABD’nin dünyadaki en büyük ve en donanımlı elçilik binası olması nedeniyle oldukça dikkat çekiyor. Bu alana yönelik yapılan saldırı esasen ABD’nin karşı karşıya olduğu sorunun boyutu bakımından bize bir fikir veriyor.
İran, bölgede jeopolitik bir güç olmak için birbirini tamamlayan dört hamleyi aşamalı olarak uygulamaya koydu.
Sürekli gündemde olan birinci plan İran’ın Şii nüfusu üzerindeki etkinliğini kullanarak Körfez ülkeleri içerisinde toplumsal bir istikrarsızlığı teşvik etmesi ve yönlendirmesidir. Enerji yatakları/ekonomik bakımından zengin Körfez ülkelerindeki Şii nüfusu, bu devletçiklerin iç politik dengelerini değiştirebilecek potansiyele sahiptir. Bu nedenle Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Umman, Kuveyt gibi aşiret devletleri İran ile ilişkilerinde hep bir denge stratejisi izlemek zorunda kalmışlardır.
İkinci plan geçmişten beri uyguladığı Lübnan’da Hizbullah, Filistin’de Hamas ile kurduğu ilişkilerle İsrail’e karşı jeopolitik bir tehdit olarak varlığını devam ettirmesidir.
Üçüncüsü Yemen’de Husilere verdiği destekle Aden Körfezini kontrol etme planıdır. Kızıl Deniz’e açılan bölgeyi de kontrol altına alarak sadece Mısır üzerinde baskı oluşturmayı hedeflemiyor, aynı zamanda Somali, Etiyopya ve Eritre üzerinden doğrudan Afrika’ya açılmayı hedefliyor. Aden Körfezi ve Basra Körfezi’ni kontrol etmek isteyen İran, böylelikle Körfez ülkeleri üzerinde jeopolitik baskı oluşturmayı amaçlıyor.
Dengeleri değiştirmede en etkili dördüncü hamle ise İran’ın Ortadoğu’daki hâkimiyetini çok daha fazla ön plana çıkartan Irak ve Suriye planı oldu. Bugün IŞİD ve El Kaide gibi radikal İslamcı örgütlerle savaşan ve Irak ordusu içerisinde de önemli bir etki yaratan ve Haşd el-Şaabi denilen askeri grup bütünüyle İran tarafından organize edilen bir güçtür. Aynı şekilde Suriye’de Esad yönetimine bağlı ordu güçlerini aktif olarak destekleyen ve doğrudan savaşa katılan büyük bir İran kökenli milis gücü bulunuyor. İran, Bağdat ve Şam yönetimleri üzerinde muazzam politik bir etki kurmuş bulunuyor. Irak’ta ABD, Suriye’de Rusya’ya rağmen İran’ın iki ülkenin başkentinde ciddi bir etki alanına sahip olduğu herkesçe kabul edilen bir gerçektir.
İran’ın Irak ve Suriye’de artan askeri-politik etkinliği, Ortadoğu bölgesinin üç etkili gücü olan İsrail, Mısır ve Suudi Arabistan’da ciddi kaygıların oluşmasına yol açtı. Geçmişte birbiriyle çatışma halinde olan bu üçlü arasında İran’a karşı ‘yeni’ bir ittifakın oluşması kaçınılmaz hale geldi. İran’ın bölgesel etki alanın artması, sadece jeopolitik bir güç olarak ön plana çıkması değil aynı zamanda bu üçlünün -hatta buna Türkiye de eklenebilir- askeri-politik güvenliği için ciddi risklerin oluşması anlamına gelecektir.
Üçlü ittifakın bölgesel bir zorunluluktan oluşması ve İran faktörü nedeniyle kalıcılaşması, bölgesel rekabeti de ciddi oranda etkileyecektir. Örneğin, Filistin meselesinin artık ikinci plana düşmesi, Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak kabul görmesi ve İsrail’in dahil olduğu, İran’ın dışta kaldığı bölgesel askeri bir kampın oluşturulması için somut adımlar atılabilir. Bu üçlü arasında oluşan ittifakın Trump yönetimi tarafından aktif olarak desteklenmesi, ABD’nin bölgesel çıkarları bakımından da önemlidir. ABD’nin belirlediği İran stratejisi aynı zamanda bu üçlünün hakimiyet alanını korumayı amaçlıyor.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi daimi üyelerinin ve Almanya’nın İran ile yaptığı ‘Nükleer Anlaşma’ Ortadoğu denklemindeki jeopolitik dengeleri önemli oranda yeniden şekillendirmeye başlamıştı. İran’ın Nükleer Silah üretmeme taahhüdünü verdiği anlaşmayı imzalamasından sonra uzun yıllardır uygulanan uluslararası ambargo kalkmıştı. İran, AB başta olmak üzere Çin, ABD ve Rusya ile petrol ve doğalgaz gibi stratejik üretim alanları başta olmak üzere, altyapının inşası ve sanayi kuruluşların yenilenmesini içeren yaklaşık çok büyük ölçekli ticari anlaşmalar yapmıştı.
İran’ın küresel dünyaya açılmasını çok daha ciddi bir tehlike olarak gören Trump yönetimi, Obama tarafından onaylanan anlaşmayı iptal etti ve tersine bu kez İran’a yönelik askeri, ekonomik ve politik ambargo genişletilerek uygulamaya başladı. Böylelikle İran’ın içe kapanmasını sağlayarak artma eğiliminde olan bölgesel hakimiyetini kırmaya yöneldi. İran ile doğrudan savaşmaktan çok bölgede müttefiki konumunda olan askeri güçlere yönelik saldırılara başladı. Ortadoğu’nun bugünkü askeri-politik dengeleri içerisinde İran’a karşı doğrudan bir askeri çatışmaya girmenin çok daha büyük sorunlara yol açacağı bilinen bir durum. Özellikle Rusya, Çin, Almanya ve Fransa’nın, ABD’nin İran’a yönelik doğrudan bir askeri operasyonuna izin vermeyecekleri çok açıktır. Diğer küresel güçlere rağmen Trump yönetiminin İran’a yönelik bir askeri operasyon düzenlemesi ABD’nin bölgedeki stratejik çıkarlarına çok daha fazla zarar verebilir. ABD’nin öncelikli hedefi İran’ın Irak ve Suriye’deki askeri-politik gücünü kırmaktır.
Ekonomik ve askeri ambargoyu ağırlaştırarak molla rejiminin iç dinamiklerini zayıflatmaya çalışan Trump yönetimi, İran’ın Suriye ve Irak merkezli askeri hakimiyetini de kırmaya çalışıyor. ABD’nin birkaç gün önce Irak’ta ve Suriye’de İran tarafından doğrudan yönetilen ve desteklenen askeri milislere yönelik gerçekleştirdiği operasyon, bölgedeki askeri ve politik dengelerin yeniden şekilleneceğini gösteriyor.
Birincisi, Trump yönetimi, bu operasyonla İran’a karşı gerektiğinde çok daha kapsamlı askeri operasyonlara başvuracağı mesajını vermek istedi. Ancak İran da kendisine bağlı olan ve aktif olarak desteklediği silahlı grupları ABD’ye karşı harekete geçirme potansiyeli taşıyor. ABD’nin Bağdat Büyükelçiliği’ne yönelik gerçekleştirilen eylem İran’ın bilgisi ve onayı ile gerçekleşmiştir.
İkincisi, İran, ABD’nin askeri operasyonları devam ederse, kendi ulusal sınırlarındaki güçlerinin yanı sıra, Yemen, Filistin, Lübnan, Suriye ve Irak’taki kendisine bağlı askeri güçlerden hem ABD’nin bölgedeki askeri hedeflerine hem de İsrail’e saldırmalarını isteyebilir.
Üçüncüsü, Irak’ta ve Suriye’de İran destekli askeri güçlere yönelik yapılan saldırı öncelikli olarak Irak’taki askeri ve politik dengelerin yeniden dizayn edilmesini sağlamaya yöneliktir. Örneğin Irak’tan askeri güç çekmekte olan ABD’nin, büyükelçiliğe yönelik saldırının ardından ek olarak 750 asker gönderme kararı almış olması önümüzdeki süreçte ABD’nin bölgedeki askeri varlığında bir artışın sürpriz olmayacağına işarettir. Irak’taki ve Suriye’deki askerlerin çok büyük oranda çekeceğini açıklayan Trump, aksine, ABD’nin derin stratejistlerinin yönlendirmesiyle tersi bir planı uygulamaya koyabilir.
Dördüncüsü, Suriye’de İran’a bağlı hedeflerin vurulması Suriye’deki askeri dengeleri de fazlasıyla etkileyebilir. Suriye’deki denklemin merkezinde bulunan Rusya, İran yanlısı askeri güçlerin ABD’ye yönelik saldırılara yönelmesine izin vermek istemez. Ancak İran’a bağlı milislerin, ABD ve İsrail hedeflerine yönelik saldırı yapma olasılığı küçümsenmemelidir. Milislerin böylesi bir saldırıya yönelmeleri dahilinde Pentagon, Şam yönetimine karşı doğrudan askeri operasyonlara yönelebilir.
Beşincisi, ABD’nin özellikle Haşd el-Şaabi’ye yönelik hava operasyonlarının artması, Irak iç savaşını yeniden tetikleyecek gibi görünüyor. Irak’ta Bağdat merkezli bir yönetimin kalıcılaşmasının sosyo-politik koşulları giderek zayıflıyor. Bunun bir başka anlamı, ABD’nin Bağdat’ta beklediği politik ve askeri istikrarı görememesi nedeniyle Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin (IKBY) stratejik konumu öne çıkacaktır. ABD’nin, Bağdat-Erbil arasındaki anlaşmazlıklarda, Erbil yönetimini daha fazla desteklemesi yüksek olasılıktır. Bundan birkaç politik sonuç çıkartabiliriz. Öncelikli olarak Kerkük başta olmak üzere tartışmalı bölgelerin IKBY denetimine verilmesini sağlayabilir. En önemlisi enerji yataklarının önemli bir kısmında Erbil’in denetimini sağlayarak burayı askeri olarak güçlendirebilir. Bağımsızlık referandumu nedeniyle Barzani yönetimini cezalandıran ABD yönetimi, bu kez tersine IKBY’nin bağımsızlık talebini aktif olarak destekleyebilir.
Altıncısı, özellikle Suriye’nin Türkiye sınırındaki askerlerini çeken ABD, Irak’taki ve Suriye’deki gelişmelere bağlı olarak Suriye’ye yeniden asker gönderebilir. Demokratik Suriye Güçleri’ne (QSD) yönelik askeri yardımı yeniden artırabilir. IKBY’nin politik pozisyonunu güçlendirmek ve QSD’nin uluslararası alandaki porsiyonunu meşrulaştırmak için atılacak adımların İran’ın bölgesel hakimiyetini kırmada önemli adımlar olacağı açıktır. İsrail ve Suudi Arabistan tarafından desteklenebilecek olan böylesi bir politik proje İran’ın bölgesel yayılmacılığı karşısında yeni bir dengenin kurulması anlamına gelir. Bu denklemin şekillenmesi ve ABD tarafından fiilen uygulanması esasen Bağdat’taki gelişmelere ve İran müttefiklerinin olası askeri operasyonlarına bağlı olarak gelişecektir.
Yedincisi, Trump yönetiminin, Kasım 2020’deki seçimleri kazanmak için İran’a yönelik doğrudan askeri saldırılara girişmesi zayıf da olsa sürpriz olmayan bir seçenek olarak gündemdedir. Bu bakımdan, İran ile doğrudan ve dolaylı çatışmalar küresel dünyanın gündemine çok daha fazla gelecektir.
Bu operasyonlarda ABD mi İran mı kazanır bilemeyiz ama askeri-jeopolitik denklemin çok yönlü değişeceği ve kartların yeniden karılacağı bir süreç oluşacaktır. Denklemi doğru okuyan bir adım önde olacaktır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.