Görünen Türkiye ve AB ilişkileri giderek kötüleşecektir. Türkiye ABD’nin Ortadoğu’da dayandığı temel güçlerden birisi olmayı sürdürecektir. ABD’nin YPG ile ilişkisini ve Suriye politikasını düşünürken bu olgu dikkate alınmak zorunda
Londra’daki NATO toplantısına Emanuel Macron’un “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti” sözü damgasını vurdu. Ama bizim için en ilginci, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “Önce sen kendi beyin ölümünü bir kontrol ettir” diyerek en önde ileri atılıp NATO’yu savunması oldu. Erdoğan sağ ve sol basında hala ABD ile çatışan, dönem dönem Rusya ile yakınlaşan bir lider olarak tanımlanıyor. Hatta Ahmet Nesin gibi solcu ve HDP’ye yakın bazı gazeteciler tarafından 15 Temmuz’da NATO’cu subayları tasfiye etmekle suçlanıyordu.[1]
Komedi orada durmadı tabii, Macron gerek Economist’e verdiği demeçte gerekse de daha sonra yaptığı konuşmalar da Türkiye’yi NATO düşmanları ile işbirliği yapmakla suçlamış (El Nusra ve IŞİD’i kastediyor) ama bu düşmanlara karşı savaşan ortaklarına (bu sefer kastetmiyor, doğrudan Demokratik Suriye Güçleri’nin adını veriyor) saldırmakla suçlamış. Dahası NATO üyesi olan Türkiye’nin Rus S400 almasını eleştirmiş. Bu sefer de Trump, Türkiye’yi savunmak için devreye girmiş “Türkiye IŞİD lideri Bağdadi’nin öldürülmesinde işbirliği yaptı” demiş ve eklemiş: “Türkiye IŞİD’e karşı savaşta destek vermek, yardım etmek için elinden geleni yaptı.”
Keşke bütün düşmanlar ve rakipler böyle olsa ve her uluslararası platformda birbirlerini böyle savunsalar. Dünya hippi bahçesine dönerdi. Ne zaman karşılaşsalar aralarından su sızmıyor. Trump’ın bazen sağı solu belli olmuyor, tweet’lerle filan sille tokat dalıyor ama sonunda anlaşıyorlar.
ABD ile Türkiye arasında şu an görünürde iki sorun var, birisi S400 meselesi diğeri ise YPG’nin korunması meselesi. Trump’ın dediği, bu alanlarda oldukça doğrudur, Erdoğan elinden geleni yapmaktadır ama bunlar bir işe yaramıyor. Elinden fazla şeyler gelmiyor, devlet içi güç dengeleri Erdoğan’ın manevra alanını kısıtlamış durumda. Gerçi, son ABD gezisinden sonra Erdoğan, savaşı Suriye devletine doğru yöneltmiş durumda. Hesapta YPG militanlarına saldırıyor ama yalnızca Suriye ordusu ile konuşlananlara. Dolayısı ile Suriye Ordusu ile Türk Ordusu arasında değişik çatışmalar meydana geldi ve her iki taraftan birçok asker hayatını kaybetti. Bu arada bir iki kez Türk ordusu Suriye uçakları tarafından bombalandı, Rusya birkaç kez Türkiye’yi sert bir şekilde uyardı ama Trump durumdan memnun olduğunu birden çok kez belirtti. Yani, istediği hızda olmasa da Erdoğan şimdilik ABD’nin istediği rotada ilerliyor.
S400 meselesinde ise kriz hala sürüyor, Erdoğan ne yaparsa yapsın, ABD S400 meselesini Erdoğan üzerinde baskı unsuru olarak tutmaya devam edecek. Erdoğan, Suriye sahasında elini güçlendirmek için Putin ile iyi geçinmek zorunda. Rusya’nın doğrudan desteklediği bir Suriye ile NATO desteği olmadan savaşması imkânsız, Macron’un demeçleri ise NATO desteğinin hayal olduğunu gösteriyor.
Trump yönetimi Erdoğan yönetimini her platformda savunuyor. Macron gerek demecinde gerek NATO zirvesindeki toplantılarda yaptığı konuşmalarda Trump ve Erdoğan’ı Suriye’de diğer NATO üyelerine danışmadan davranmakla suçluyor. Yani Macron’a göre ABD ve Türkiye ortak davranıyorlar ama ABD, AB üyelerini NATO karar alma mekanizmalarından dışlıyor.
Macron, Economist’e verdiği demeçte yalnızca NATO’nun ölümünü ilan etmekle kalmıyor, bunun yanında 1945 sonrası oluşturulan emperyalist ittifakın artık dağılmaya başladığını, ABD’nin AB projesinden uzaklaştığını, (“ABD, AB projesini öldürmeye çalışıyor” diyememiş, kibarca böyle ifade etmiş; halbuki Trump, Brexit için en candan çaba gösterenlerden birisi) Çin’in yeni bir süper devlet olarak ortaya çıktığını ve iki kutuplu dünyanın olası olduğunu, eğer AB kendisini politik bir proje olarak yeniden üretemezse, askeri bir blok ortaya çıkmazsa bağımsızlığını yitireceğini belirtmiş.[2]
Kısacası, Macron, 1945 sonrası dönemin kapandığını ve emperyalistler arası çatışmanın norm olduğu bir döneme girdiğimizi söylüyor. AB’nin bu çatışmaya göre yapılandırılması ve hazırlanması gerektiğini söylüyor. Bu anlamda aslında dedikleri Trump yönetimi tarafında geçen yıl yayımlanan “Ulusal Savunma Stratejisi”nin Fransa’nın ve AB’nin çıkarları açısından formüle edilmiş hali.[3] İki emperyalist gücün dünyayı nasıl gördüğünü anlamak için Macron’un demecinin ve ABD “Ulusal Savunma Stratejisi” belgesinin okunması gerekir.
Emperyalist sistem, kendi ifadeleri ile sürekli durgunluk (secular stagnation) adını verdikleri ekonomik bunalımdan bir türlü çıkamıyor. 10 yıldan fazladır uyguladıkları hiçbir politika işe yaramadı. 2008 krizinde 20 trilyon dolardan fazla para buharlaşmıştı, o zamandan bu yana para basma yolu ile (onlar buna miktar kolaylaşması -quantitative easing- diyorlar) piyasaya trilyonlarca dolar enjekte edildi ama işe yaramıyor. Yeni politikalar ise emperyalistler-arası çelişkilerin artmasına neden oluyor.
Avrupa’nın yeni gelişmelerden endişelenmek için fazlasıyla nedeni mevcut. Emperyalist kriz ancak yeni pazarların denetim alınması ile mümkün ancak yeni pazar diye bir şey yok, sosyalist sistemin yıkılması ile ortaya çıkan pazarlar savaşla ya da rızayla paylaşılmış durumda. Kuzey Kore, Küba vb. yerler var ama buraları işgal etmenin politik ve askeri faturası oldukça büyük olabilir. Emperyalistlerin pazarlarını artırmanın tek yolu olabilir, kendi pazarlarını korurken başkasının pazarlarına el koymak. Yalnız bu paylaşım savaşı sömürgelerin norm olduğu önceki iki savaşa göre daha farklı şekiller alacaktır. Bunu hep beraber göreceğiz.
Macron bu konuda korkusunu dile getiriyor demecinde zaten. Eğer birleşmezsek, politik bir birlik oluşturmazsak, kendi askeri gücümüzü oluşturmazsak bağımsızlığımızı kaybederiz diyor. Yani ya güçleniriz ya da pazar oluruz.
Yeni savunma stratejisinde ABD asıl düşman olarak Çin ve Rusya’yı koyuyor, yanına Kuzey Kore vb. ülkeleri ekliyor ama ABD’nin Çin ya da Rusya’yı askeri olarak yenmesi oldukça zor. Özellikle Çin ekonomik ve teknolojik olarak çok hızlı büyüyor. Askeri olarak hala Çin’den güçlü olmasına rağmen bu üstünlüğü her an kaybolabilir ve ulusal savunma stratejisinde bu ihtimaller ciddi şekilde belirtilmiş. Bu noktada ABD en azından yakın dönemde Çin ve Rusya’yı çevreleme politikası izleyecek ama sıcak çatışmadan sakınacaktır.
Rusya zayıf bir devlet, milli geliri İspanya civarında, şimdilik sosyalist dönemin mirası üzerine kurulu silah teknolojisi ile kendisini korumayı başarıyor ama bu daha ne kadar sürer meçhul. Ama Çin öyle değil, Çin kapitalizmi önümüzdeki yıllarda hammadde ve mamul mal pazarları için daha saldırgan bir çizgi izleyebilir. Bu noktada Çin sadece ABD için değil ama Rusya ve AB için de endişe kaynağı.
Her iki güç için de en zayıf rakip AB devletleridir. AB şu an için askeri olarak çok zayıf ve İngiltere’nin ayrılmasıyla bu zayıflık daha da büyüyecek. İkincisi AB 30 yıldır bir politik proje olarak dayatılıyor ama hala bir pazar olma özelliğini aşmış değil. Üstelik Avrupa’da bulunan birçok ülkenin ABD ile askeri, siyasi ekonomik ilişkileri oldukça derin. ABD’nin bu ülkeleri kullanıp AB’de istikrarsızlık yaratma potansiyeli çok yüksek. Nitekim Trump açıkça Brexit’i destekliyor. Bu tür düşmanca faaliyetler yarın daha da artacaktır. ABD’nin AB’nin sömürgelerine yönelmesi hiç şaşırtıcı olmayacaktır. Macron’un Suriye üzerinden bağırmasının sebebi de bu zaten. Suriye bir Fransız sömürgesiydi ve Esad’ı devirme projesinde Fransa da vardı ama anlaşılan ABD artık Suriye’de tek başına yürümeye ve Fransa ve AB’ye bir şey koklatmamaya kararlı. Bu tür çatışmalar ileride artacaktır.
Görünen Türkiye ve AB ilişkileri giderek kötüleşecektir. Türkiye ABD’nin Ortadoğu’da dayandığı temel güçlerden birisi olmayı sürdürecektir. ABD’nin YPG ile ilişkisini ve Suriye politikasını düşünürken bu olgu dikkate alınmak zorunda. Yoksa düş kırıklıklarının ardı arkası kesilmez.
Dipnotlar:
[1] Bu arada belirteyim, 15 Temmuz darbesini en iyi yorumlayan birkaç gazeteciden birisi Ahmet Nesin’dir ama tüm komutanlık kademesinin Erdoğan safında yer aldığı bir olaylar silsilesindeki amaçlardan birinin NATO’cu subayların tasfiyesi olduğunu söyleyebiliyor. Sanırım bunun nedeni HDP yanlısı aydınlarda oldukça yaygın olan ve Türkiye’nin Suriye politikasının ABD’den bağımsız olduğu düşüncesi. Halbuki Türkiye’nin Suriye politikasını ABD’den ayrı düşünmek mümkün değildir.
[2] https://www.economist.com/europe/2019/11/07/emmanuel-macron-in-his-own-words-english
[3] https://dod.defense.gov/Portals/1/Documents/pubs/2018-National-Defense-Strategy-Summary.pdf
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.