İngiliz emekçiler arasında, özellikle kuzeydeki eski endüstriyel işçi sınıfı arasında AB karşıtlığı haklı olarak oldukça güçlüdür, üstelik bunda Corbyn gibi İşçi Partisi’nin solundaki politikacıların katkısı çok büyüktür. Corbyn ve diğer arkadaşları lider seçilene kadar AB karşıtı idiler ve AB’den çıkılmasını talep ediyorlardı. Ancak daha sonra izledikleri ikircikli tutum onlara kaybettirdi. İşçi Partisi, Muhafazakârlar oy artırdığı için değil, sol seçmen sandığa gitmediği için kaybetti
Jeremy Corbyn kuzey Londra’da yaşayan sosyalistler tarafından iyi bilinen, demokrat bir politikacıdır. Zamanında Fatsa ve Devrimci Yol ana davalarını izlemek için gelen parlamenterler grubunda yer almış, konu hakkında yazılar yazmış, 12 Eylül faşizmi karşıtı kampanyalarda Türkiyeli sosyalistlerle dayanışmıştı. İngiliz devletinin açtığı tüm savaşlara (buna Kuzey İrlanda da dahil) karşı çıkan, eski bir sendikacı olan Jeremy Corbyn seçimlerde büyük bir hezimet yaşadı. Daha iki yıl önce oyların yüzde 40’ını alan İşçi Partisi, geçen haftaki seçimlerde 2,5 milyon civarında oy kaybı ile oyların ancak yüzde 32sini alabildi.
Bu hezimetin sebebini oy oranlarına bakarak anlayabiliriz. Jeremy Corbyn 2017 yılında oylarını bir ay gibi bir süreden yüzde 26’lardan yüzde 40’lara taşıyarak 13 milyona yakın oy almıştı. İki sene sonra ise oyu 2,5 milyon civarında azaldı. Diğer yandan muhafazakarların aldığı oy sadece 330 bin artmış, yani İşçi partisi seçmeni, muhafazakarlara oy vermemiş ama sandığa gitmeyerek İşçi Partisini de protesto etmiş. Kuzeydeki İşçi Partisi tabanını oluşturan ve Avrupa Birliği (AB) karşıtı olan geleneksel işçi sınıfı Brexit konusunda ikircikli davranan ve ikinci referandumu destekleyen İşçi Partisi yönetimini affetmedi.
Corbyn, İşçi Partisi oylarını 2017 seçimlerinde bir ay gibi bir sürede yüzde 26’lardan yüzde 40 civarına çıkardı. Bu büyük bir başarı idi ancak 2017 seçimleri hemen öncesinde yapılan referandumun gölgesinde kalmıştı. Jeremy Corbyn’in kendisi ve İşçi Partisi’nin diğer sol ağır topları 1970’lerden beri AB’ye karşı idiler. İşçi Partisi içindeki sol kanadın kampanyaları sonucu tabanda bulunan işçiler, özellikle eski sanayi kentlerinde yaşayanlar AB’ye karşıdır. Emperyalist bir kurum olan AB’nin işleyişi demokratik değildir. İngiltere’de parlamento çok önemlidir ama AB’de parlamento boş bir kurumdur, yasa yapma konusunda yetkisi ve fonksiyonu yoktur. AB atanmış memurlardan oluşan bir komisyon ile yönetilir. Daha da vahimi, Mastricht ve Lisbon anlaşmaları, üye devletlerin parlamentolarının ve hükümetlerinin egemenlik haklarını kısıtlıyor. AB daha birkaç ay önce İtalya bütçesini reddetti, ondan önce de İtalya ve Yunanistan’a kayyum atamıştı zaten. Başbakan olarak atanan bu kayyumlar bankerlerden oluşuyordu. Tam aksi bir imaj yaratılsa da AB, parlamenter demokrasiyi hem üye ülkeler özelinde hem de Avrupa düzeyinde kısıtlayan anti-demokratik bir yapı. Bu noktada emekçiler arasında, özellikle kuzeydeki eski endüstriyel işçi sınıfı arasında AB düşmanlığı haklı olarak oldukça güçlüdür, üstelik bunda yukarda da belirttiğim gibi, Corbyn gibi İşçi Partisi’nin solundaki politikacıların katkısı çok büyüktür. Corbyn ve diğer arkadaşları (Tony Benn ve Dennis Skinner başta olmak üzere) lider seçilene kadar AB karşıtı idiler ve AB’den çıkılmasını talep ediyorlardı. Denis Skinner eski bir maden işçisidir ama son seçimlerde 49 yıldır kazandığı seçimleri büyük farkla kaybetti.
Corbyn’in AB konusunda ikircikli tutum almasının nedeni partinin Blair’ci liberal kanadıdır. Bunlar Blair iktidarda iken, onun tüm savaşlarını, eğitimin paralı olmasını, özelleştirmeleri, baskı yasalarını vb. hep desteklemişlerdi ve Corbyn başa geçince ona büyük bir savaş açtılar. Önce Corbyn’i görevden almaya çalıştılar, beceremeyince parti yönetiminde baskı altına alıp belli politikalarda teslim almaya çalıştılar. Nükleer silahlar, AB gibi konularda başarılı da oldular. Corbyn ömrü boyunca AB karşıtı olduğu halde, referandumda AB’de kalmayı destekledi. Ancak seçim sonrası halkın kararına saygı duyacağını belirtti, bu yüzden referandum sonrası kaotik ortamda yapılan 2017 seçimlerinde oylarını yüzde 40’a çıkarmayı başarmıştı.
Burjuvazi Corbyn’e karşı esas olarak üç koldan saldırıya geçti. Ekonomik programı halk arasında çok popüler olduğu için, muhalifleri, diğer partiler ve burjuva basın bu konulara hemen hemen hiç değinmedi. Corbyn ekibinin açıklamaları basında çok az yer aldı. Basına gizli servisler ve ordu tarafından yüzlerce sahte bilgi sızdırıldı, hatta bu yeterli olmadığı durumlarda bizzat eski MI6 şefi basına giderek demeçler verdi. Türkiye’de liberaller sürekli olarak AB ülkelerinde ordunun ve gizli servislerin sivillerin emrinde olduğunu, siyasi hayata müdahale etmediklerini savunurlar. Bunun ne büyük bir yalan olduğunu, ordunun ve gizli servislerin Corbyn karşıtı kampanyaları gösteriyor. Ben tek tek detaylara girmeyeceğim ama bu konuda yazan Mark Curtis’e göre 2015 sonrası gizli servisler tarafından basına sızdırılan ve ulusal basında yer alan ve Corbyn’i ulusal güvenlik riski olarak ilan eden hikayelerin sayısı 34. Bunlar arasında İçişleri Bakanı’nın demeçleri, MI6 başkanının demeçleri de var. Bu raporların hepsi, onun ülkenin düşmanları ve teröristlerle işbirliği yaptığını, iktidara gelirse ordunun ve gizli servislerin sırlarının teslim edilemeyeceğini vb. ileri sürüyordu. Düşünsenize, gizli servisin başkanı ya da bazı önemli generaller ana muhalefet başkanının ulusal güvenlik tehdidi olduğunu söylüyor. Tarihin en eski demokrasisi olan İngiltere’ye hoş geldiniz!
Dahası aynı dönemde Corbyn’i ulusal güvenliğe tehdit gören en az 440 makale ve yazı yayımlandı ulusal basında. İngiltere hakkında bir şey bilmeyen Türkiyeli okuyucu için bu bilgiler şaşırtıcı gelebilir ama İngiltere’de basın ve gizli servisler ilişkisi çok yakındır. Mesela eski MI6 şefi John Scarlett, MI6’dan ayrılır ayrılmaz Times gazetesinin yönetim kuruluna girmişti. Bir sene kadar önce ordu eğitim tesislerinde askerlerin hedef olarak Corbyn resmi kullanıldığı açığa çıkmıştı. Bu haberler milliyetçi duyguları güçlü olan Muhafazakâr Parti tabanının İşçi Partisi’ne kaymasını önlemek için yapılmıştı, belli oranda da başarılı oldu.[1]
Corbyn’e ikinci saldırı noktası onun ırkçı olduğu suçlamaları idi Corbyn’in kariyeri 70’li yıllara kadar gider ama bu kadar süre içinde hiç kimse Corbyn’in ırkçı tek bir lafını gösteremez. Bu konuda istatistikler var. Lider olana kadar Corbyn ve anti-semitizm konusunu işleyen gazete haberlerinin sayısı (1983-2015 arası toplam 32 yılda) yalnızca 18 ve bu haberlerde Corbyn ırkçı olarak suçlanmıyor. Ama 2015’ten sonra toplam çıkan haber sayısı 12.251 ve Corbyn hemen hepsinde ırkçı olarak suçlanıyor.[2] Öyle bir kampanya başlatıldı ki liberal gazeteler, Blairciler, sağcı ve dinci Yahudi örgütleri, Times, Sun gibi sağcı gazetelerin hepsi Corbyn’in ve arkadaşlarının ırkçı olduğunu, özellikle Yahudilerden nefret ettiğini, iktidara gelirse Yahudiler için hayatın korkunç olacağını iddia eden yazılar ve demeçlerle dolu idi. Corbyn bu suçlamalar karşısında, parti içi liberallerin markajı nedeniyle oldukça pasif, hatta ezik bir tutum sergiledi. Bu cadı avı, AB’ye karşı oy veren parti tabanındaki işçiler ırkçı vb. diye damgalanarak yapılıyor AB karşıtlığı ile ırkçılık eşitleniyordu. Bu şekilde hem parti tabanı yabancılaşt��rılıyor hem de Corbyn AB konusunda teslim olmaya zorlanıyordu. Bu politika sonuçta başarılı oldu, Corbyn uzun süre direndi, ikircikli kaldı ama seçimlerden bir ay kadar önce seçilirse ikinci bir referanduma gitmeyi kabul etti.
Bu arada cadı avının nasıl yürütüldüğünü, onun Göbbelsvari boyutunu göstermek için bazı örnekler vereyim. Londra belediye başkanlığı yapmış olan Ken Livingston, kendisi Yahudi, sosyalist bir yazar olan ve hayatı ırkçılığa karşı mücadele ile geçmiş bulunan Jackie Walker, (Walker siyah bir Yahudi ve tek suçu, online medyada bir arkadaşına yazdığı bir yazıda, Afrika’dan yapılan köle ticaretinde Yahudi işadamlarının da yer aldığını söylemesi. Bundan daha doğal bir şey yok, çünkü kendisi tam da bazı Yahudi tüccarların da dahil olduğu bu köle ticareti nedeni ile hem siyah hem de Yahudi), eski bir duvar ustası ve sosyalist olan, hayatı boyunca ırkçılığa karşı mücadele eden Derby milletvekili Chris Williamson partiden atılan ya da ayrılmak zorunda bırakılan kişilerden sadece birkaçı. Williamson’ın suçu da bu cadı avına karşı partinin daha aktif mücadele etmesi çağrısında bulunmasıydı.
Geçen yıl Jeremy Corbyn evinin yakınında Yahudi festivali kutlayan gençlerin yanına gidiyor, onların bayramlarını kutluyor, hediye olarak kendi bahçesinden bazı sebzeler getiriyor ve 4 saat kadar vakit geçiriyor. Festivaldeki bazı kişiler zaten parti aktivisti ve Corbyn onları kişisel olarak tanıyor. Corbyn bundan dolayı bile ırkçılık ve Yahudi düşmanlığı ile suçlandı. İnanılacak gibi bir şey değil, o yüzden konu ile ilgili linkleri vereyim. Festivale katılan Yahudi gençlerin Corbyn’i savunmak için yazdıkları yazı.[3] Üstelik ırkçılıkla suçlayan kurumların bazıları sağcı Yahudi gruplar.
Liberal muhalefet Corbyn’i ırkçılıkla suçlayan liberal muhaliflerin bazıları kendileri ırkçı. Bu muhalif milletvekillerinden Angela Smith, ırkçılık sebebi ile partiden ayrılmış ve ayrılış konuşmasında ırkçı sözler sarf etmiş ve ardından özür dilemek zorunda kalmıştı. Basın bunun üzerinde durmadı bile.
Dinci, Yahudi bir din adamı, sağcı bir gazete olan The Times’ta bir yazı yazarak, Yahudileri İşçi Partisi’ne oy vermemeye çağırdı, bunun anlamı muhafazakarlara oy verilmesi idi, Corbyn’in ırkçı tek lafını gösteremediler ama Boris Johnson’un aşağılamadığı azınlık yoktur. Geyler, Müslümanlar, yoksul çocuklu kadınlar, yoksul erkekler, Yahudiler… hepsine değişik zamanlarda saldırmıştı. Muhafazakâr parti en ırkçı partilerden birisidir ama sağcı ve dinci Yahudi örgütleri için bunun bir önemi yoktu.
Bu cadı avı o kadar güçlü idi ki, etkileri Türkiye’ye kadar ulaşmış durumda. Buna iyi bir örnek Nevşin Mengü. Mengü konu hakkında attığı bir tweet’te, Corbyn’in varlık vergisi getirmek istediği ve Hamas’a selam gönderdiği için halk tarafından seçilemediğini söylüyor. Düşünsenize Corbyn azınlıkları vergilendirmeyi düşünüyormuş! Corbyn azınlıkları değil ama bankaları ve uluslararası tekelleri vergilendireceklerini söyledi. Ayrıca Hamas’ın terör eylemlerini değil ama Filistin halkını destekliyor. Ancak Corbyn ve arkadaşları bu kampanyaya karşı sadece savunmada kalarak pasif bir tutum sergilediler. Dahası, AB konusunda liberallerin konumuna geldiler.
Bu ise partinin özellikle kuzeydeki işçilerle bağını iyice kopardı. Bu kesimler sırf AB’ye karşı oldukları için partinin liberal kanadı tarafından sürekli ırkçı olarak yaftalanmaktan nefret ediyorlardı. Üstüne Williamson, Walker gibi demokrat ve anti-faşist parti üyeleri ve vekiller partiden atılırken pasif davranması işi daha da kötüleştirdi. Mesela Williams 2017’de yüzde 48 oyla seçilmişti, İkinci gelen muhafazakâr aday 21.600 kadar oy almıştı, bu seçimlerde muhafazakar aday 500 oy daha az almasına rağmen, İşçi Partisi seçmeni sandığa gitmediği için seçildi.
Dipnotlar:
[1] Bu konuda İçişleri bakanı ve Eski MI6 şefinin demeçleri için https://www.lbc.co.uk/politics/jeremy-corbyn-would-pose-chilling-risk-to-national/
https://www.politicshome.com/news/uk/political-parties/labour-party/jeremy-corbyn/news/108156/former-mi6-boss-labels-jeremy Ayrıca şu makale gizli servislerin, polisin ve ordunun bu kampanyası hakkında oldukça önemli bilgiler veriyor. https://www.politicshome.com/news/uk/political-parties/labour-party/jeremy-corbyn/news/108156/former-mi6-boss-labels-jeremy
[2] https://www.medialens.org/2019/the-fake-news-nazi-corbyn-williamson-and-the-anti-semitism-scandal/
[3] https://www.theguardian.com/commentisfree/2018/apr/03/jeremy-corbyn-passover-jewdas-good-news
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.