Türkiye ABD onayı olmadan Demokratik Suriye Güçleri kontrolündeki bölgeyi işgal edemez. Ama eğer Demokratik Suriye Güçleri, ABD’nin istediği dönüşümleri kabul etmez ya da yavaştan alırsa bu noktada ABD işgale yeşil ışık yakabilir. Türkiye hızla böyle bir işgal için hazırlanıyor
Liberalizm, zihinlerimizi kapitalizmin çıkarları doğrultusunda şekillendirmek için en uygun araç. Siyahı beyaz göstermek, faşizmi demokrasi, işgali kurtuluş göstermek liberalizmin marifeti. Öyle ki liberal bakış açısını içselleştiren birisi, kendisi anti-faşist, anti-emperyalist demokrat birisi de olsa, faşizme karşı mücadele ettiğini düşünürken faşizmi, emperyalizmi destekleyebilir. “Yetmez ama evet”çi solcular faşist değillerdi ama zihinleri liberal tezler tarafından esir alınmıştı ve bu onları demokrasi adına faşizmi desteklemeye götürmüştü, hala başlarına ne geldiğini anlayamamış durumdalar ve “Erdoğan bize yalan söyledi” deyip duruyorlar. Gözlerine bir perde çeken liberal ideoloji ile hesaplaşmadıkları sürece anlamaları da mümkün değil.
Aynı sorun Suriye hakkındaki tartışmalarda da yaşanıyor. ABD ve Türkiye anlaşmış, Urfa’da beraber özel bir karargâh kurmuşlar, Suriye’nin bir bölgesini “Güvenli Bölge” adı altında işgal ediyorlar. ABD-Türkiye ilişkileri tarihinde olmadığı kadar iyi, öyle ki S-400 yüzünden yasal olarak Türkiye’ye uygulanması gereken ambargonun sözü bile edilmiyor, Halk Bankası skandalından kimse içerde kalmadı. (Benzer durumlarda AB ülkelerinden tutuklanan bankacılar ve bankalar çok daha büyük cezalara çarptırıldılar. Mesela ABD mahkemeleri benzer bir olayda, işlenen suç daha hafif olmasına ve bankanın başından itibaren ABD savcılığı ile işbirliği yapmasına rağmen, Fransız bankası BNP Paribas’ı 9 milyar dolar cezaya çarptırmıştı.) Erdoğan, Trump’ın en iyi kankalarından birisi (bir diğeri de Sisi mesela) ama sırf Erdoğan demagojik bir şekilde “Güvenli Bölge’yi zorla genişleteceğim” dedi diye, ABD Kürtlerin koruması oluyor. Erdoğan anti-emperyalist olmasa da anti-ABD oluyor. Ama kimse Türkiye’nin bu hamlesi arkasında başka bir şeyler olabileceğini düşünmüyor. Hükümetin demagojik söylemleri doğru kabul edilip onun üzerine analizler döktürülüyor.
Yandaş basın, Erdoğan’ı emperyalizmden bağımsız, ona karşı mücadele eden bir lider olarak resmediyor. Suriye politikasında ise, Erdoğan, yandaş basına göre, bir Kürt koridoru oluşturmak isteyen ABD’ye karşı savaşıyor. Bu noktada ABD’yi dengelemek için Rusya’ya yanaştığı iddia ediliyor. Türkiye, hesapta, Suriye arenasında kendi bağımsız politikasını dayatıyor, bunun için Rusya ve ABD arasında denge politikası yürütüyor, ABD’ye karşı Avrasyacılık kartını oynuyor. Benzerini, üç aşağı beş yukarı sol liberal yazarlar da savunuyor. Aralarındaki tek fark, yandaş basın bu politikayı savunurken, sol liberal basın eleştiriyor.
Tabii bu politika doğru kabul edilince, başka kabuller de gelmeye başlıyor. Sadece Erdoğan değil ama mesela ABD’nin argümanları da pek fazla tartışılmadan kabulleniliyor. Erdoğan ile ABD arasında Kürt meselesinde, en azından YPG meselesinde ciddi bir çatışma olduğu kabul edilince, doğal olarak ABD’nin Kürtlerin koruması için orada olduğu fikri sol saflarda da hızla yaygınlaşıyor. Analizlerin temelini bu oluşturuyor.
Mesela, 15 Ağustos tarihli yazısında Kadri Gürsel, önce YPG’yi ABD’nin yerel gücü olarak niteledikten sonra, Güvenli Bölge’ye ilişkin Türkiye ve ABD’nin tavırları arasındaki açıklığın 180 derece olduğunu belirtip ekliyor. “Türkiye’nin önceliği, … Fırat’ın doğusunda Amerikan koruması altındaki SDG-YPG alanının coğrafi bütünlük ve derinliğini ortadan kaldırarak ileride fiili bir Kürt devletinin oluşmasının önüne geçmek. ABD’nin önceliği ise müttefiki SDG-YPG’yi ve bundan dolayı da PKK’yı Türkiye’ye karşı korumak.” Gürsel ardından ABD’nin Türk ordusu ile PKK arasında tampon bölge kurmayı hedeflediğini iddia ediyor.[1] Üstelik bu iddialar, ABD ve Türkiye tarafından ortak hareket merkezi kurulduğu açıklandıktan sonra yapılıyor. Eğer ABD gerçekten YPG-SDG bölgesini Türkiye’ye karşı korumak ve bunu PKK (YPG’yi PKK olarak adlandıran kişi sayın Gürsel’dir, ben değil) ve Türk ordusu arasında bir tampon bölge oluşturmak istiyorsa, bunu Türk ordusunu YPG topraklarına sokarak yapması oldukça garip bir yöntem. Üstelik herkes biliyor ki, eğer ABD’nin amacı bu olsaydı, Türkiye’ye “Yapma!” demesi yeterdi. Türkiye 2,5 milyar verdiği S-400’leri ABD istemediği için çalıştıramıyor ve depoya koyuyor ama ABD’ye rağmen YPG bölgesine saldıracak.
ABD, YPG bölgesini koruyor ama Türkiye’ye karşı değil, tam tersine Suriye yönetimine karşı koruyor. ABD, YPG bölgesini kullanarak Suriye’de kalıcı bir işgali meşrulaştırmaya çalışıyor. ABD yönetimi elbette Türkiye’nin demagojik saldırıları karşısında Türkiye’nin YPG’ye saldırmasına karşı çıkıyor ama söylemlerindeki asıl vurgu, YPG bölgesinin korunmasına yapılıyor. Söz konusu alanın adı da “güvenlik kuşağı” zaten ve YPG de bu kuşağa ve Türk ordusunun orada olmasına ilke olarak karşı çıkmıyor. YPG kendi güvenliği açısından elzem bazı şartlar ileri sürüyor o kadar. Eğer bu bölge bir tampon bölge ise ve amaç YPG bölgesinin korunması ise, o zaman o bölgede Türk askerinin işi ne? Hadi ABD, Erdoğan’ın şantajlarına dayanamayıp YPG’ye kütük attı diyelim, o zaman neden YPG’nin itirazı sadece toprak derinliği ile sınırlı?
Sadece liberaller değil ama sol ve sol liberaller arasında da benzer görüşler oldukça yaygın. Hediye Levent özellikle Suriye dolayısı ile hepimizin okuduğu iyi bir gazeteci ve sosyalist bir gazete olan Evrensel yazarı. Ona göre “Türk-ABD ortak devriyesi güvenli bölge oluşturulması için ön hazırlıktan çok … sahadaki Türk-ABD güçlerinin karşı karşıya gelmesini engelleme amaçlı ve sadece iki ülke arasındaki koordinasyon görünümünde.”[2] Sayın Levent, Türk ordusunun ABD ordusuna karşı gelebileceğine inanıyor mu gerçekten? Aslında sorulması gereken soru şu: ABD ordusu olmadan Türk ordusunun Suriye topraklarına girmesi mümkün müydü? ABD şu an çekilip gitse, Türk devleti tek başına Suriye topraklarını işgal etmeye cesaret edebilir mi? Hadi cesaret etti diyelim, işgal edebilir mi? ABD’nin kapalı ve açık destekleri olmadan Türkiye mesela Fırat Kalkanı ve Afrin operasyonlarını yapabilir miydi? Türk ordusu bir iç savaş ordusudur. Bu noktada İran, İsrail vb. güçlü devletlere karşı savaş yeteneği sınırlıdır. 1998 krizinde bile Hafiz Esad’ı uzlaşmaya iten şey Türkiye’nin askeri gücünden öte, arkasında olan NATO desteği idi. Türk ordusunun bırakın ABD ordusuna rağmen bir şeyler yapmasını, arkasında ABD’nin askeri ve politik desteği olmadan Suriye’ye saldırması, topraklarını işgal etmesi mümkün değildir. Suriye savaşı ABD liderliğinde başlamıştır, Türkiye başından beri bu savaşa ABD tarafında, ABD çıkarları doğrultusunda katılmıştır. ABD ile arasında çıkan çatışmalar rakip olmadan dolayı değildir, savaş tıkandığı noktada ABD savaşın yükünü Türkiye, Suudi Arabistan vb. müttefiklerine yıkmaktadır, Erdoğan’da buna itiraz etmekte ama biraz gürültü çıkardıktan sonra tekrar ABD yanında hizaya girmektedir.
Mesela bir diğer sosyalist gazete BirGün’ün yazarlarından ve dış haberler editörü olan İbrahim Varlı güvenli bölge hakkındaki bakışını şöyle özetlemiş. “Fırat’ın doğusuna yerleşen ABD bir taraftan Türkiye ile iş tutarken, diğer taraftan da Suriye Kürtleri ile işbirliğini geliştiriyor. NATO müttefiki Türkiye’nin tüm itirazlarına rağmen… ABD emperyalizminin yaptığı esasında çok basit bir strateji. Bütün yumurtaları aynı sepete koymadan her bir aktöre ayrı ayrı ama değişen miktarlarda yatırım yaparak denklemi kontrol altında tutmak.”[3] Sayın Varlı’ya göre ABD hem Türkiye ile iş yapıyor ama bir taraftan da Kürtlerle iş tutuyor, herkese ayrı ayrı yatırım yapıyor, sanırım sonuçta kim kazanırsa kazansın ABD kazançlı çıkacak demeye getiriyor. Tamam da o zaman, ABD neden Türkiye’yi Fırat’ın doğusuna sokuyor? Bu son durum, Trump’ın Erdoğan’a “Biz çekiliyoruz, sen gir IŞİD’in işini bitir” mealinde konuşmasından sonra başladı. Herkes biliyor ki ABD “hayır” dediği sürece Türkiye tehdit dahi edemez. Yandaş basın da ABD’nin Türkiye’nin arkasından iş çevirip orada bir Kürt koridoru kurmak istediğini iddia ediyor. Ama gerçek bunun tam tersi, üstelik gözümüzün önünde oynanıyor. ABD emperyalizmi YPG bölgesini Suriye’deki işgalinin meşrulaşması için kullanıyor. Orada kalıcı olmak istiyor. Ama, ABD askerinin ve ordusunun ilelebet YPG bölgesinde kalması politik ve askeri olarak mümkün değil. YPG bölgesini koruyabilecek tek güç ise Türkiye ordusudur. Bu noktada YPG ile Türkiye arasındaki çelişkileri azaltmak için manevralar çevirmeye başladı. Apo ile görüşmeler, yurt dışında akil insanların emperyalist vakıflar gözetiminde yeniden toplanması, Akil adamlardan Uras’ın açıklamaları, YPG ve Türk devleti arasındaki görüşmeler hep bu manevranın ürünü. YPG’nin güvenlik kuşağına itiraz etmemesi de bu manevraların ürünü. Çünkü, YPG de güvenlik kuşağını nihai olarak kendi güvenliği olarak görüyor. Anlaşılan, yeni açılım süreci onlarda da bir umut yaratmış durumda. Yoksa Türkiye’nin YPG topraklarına girmesini neden kabul etsinler? Unutmayın YPG’nin itirazı bölgenin kendisine değil derinliğine. Ayrıca Türkiye’nin saldırılarına karşı garantiler istiyorlar o kadar.
Türkiye’nin YPG bölgesine tek yanlı saldırı tehditleri demagojiktir ve YPG üzerinde baskıyı artırmaya yöneliktir. Dahası bu tehditlerin ABD’ye yönelik bir tarafı yoktur. ABD, mesela Ankara Antlaşması’nda her şeyi muğlak bırakarak bu tehditlerin önünü açmaktadır zaten. Daha da önemlisi Türkiye’nin bırakın ABD’ye rağmen YPG bölgesine saldırmasını, ABD’nin politik ve askeri yardımı olmadan herhangi bir yere saldırması mümkün değildir. Türkiye PKK’ye karşı mücadelesini bile ABD ve NATO desteği ile sürdürebilmektedir. ABD politikalarının başarıya ulaşabilmesi için, YPG’nin tamamı ile hizaya getirilmesi şarttır ve ABD bunun için Türkiye çekicini kullanıyor.
Tabii olayın bir de “ABD Kürtleri koruyor, amacı bu” tezi var. Analizlerde, bu savaşın Suriye’yi sömürgeleştirme savaşı olduğu gerçeği yok olmuş ama yerine ABD Kürtleri koruyor, amacı bu tezleri gelmiş durumda. Sendika.Org’da yayımlanan yazısında Vecih Cuzdan, “Saray-AKP iktidarının ‘terör koridorunu parçalamak’ parolasıyla giriştiği bu işin arka planında Kürtlerin Suriye’de statü elde etmesini engelleme hedefine daralan bir politikası varken, ABD bu planla olası bir TSK operasyonunu önlemeyi ve YPG-YPJ öncülüğündeki Demokratik Suriye Güçleri’ni (QSD) korumayı amaçlıyor.”[4] diye iddia ediyor. ABD YPG bölgesini korumayı değil ona el koymayı amaçlıyor. ABD Suriye savaşını ne Kürtleri korumak için ne de diktatör Esad’ın yerine demokrasi getirmek için başlattı. Başarılı olursa Libya’da ne olmuşsa, Irak’ta ne olmuşsa onu yapacak. Aşiretlerin, tarikatların, dini ve etnik grupların üzerinde yükseldiği faşist bir hükümet kurarak orayı sömürgeleştirecek.
Sayın Cuzdan aynı yazısında, Erdoğan’ın ‘“Buralarda kalkıp şöyle 200-250 metrekare kapalı ve bir o kadar da açık alan olmak üzere ailelere bu tür konut inşası yapalım diyoruz (…) Örneğin ben Merkel, Macron ve Suudi veliaht prensiyle bunu görüştüm” dediğini aktarıyor. Zaten Erdoğan daha sonra BM zirvesinde benzer şeyleri tekrarladı. Ve kimseden bir itiraz gelmedi. Merkel’den Trump’a kadar bu konuda destek olduğunu gösterir bu. Yani adamlar YPG bölgesinin Araplaştırılması işini Türkiye’ye vermişler ama biz hala YPG’nin korunmasından bahsediyoruz. DSG (QSD) bölgesini Araplaştırma politikasının arkasında doğrudan bu emperyalist gruplar var zaten. Bu YPG’nin hizaya getirilmesi için geliştirilmiş bir yöntem. Erdoğan’ın tek yaptığı, emperyalistlerin politikalarını sanki kendi politikasıymış gibi sunmak.
Bu işler her zaman ABD ve emperyalist mahfillerde pişirilir, ama ihale yerel aktörlere verilir. Suriye Çalışma Grubu ABD meclisi tarafından, ABD’nin Suriye politikasının oluşturulması ve yürütülmesi amacı ile ABD Barış Enstitüsü altında kurulmuştur. Adında barış olmasına takılmayın, asıl işleri savaş politikaları oluşturmaktır. Eskiden savaş bakanlığı derlerdi, şimdi aynı bakanlığa savunma bakanlığı diyorlar, öyle bir şey. Raporları ABD ordusu ve devletinin sorumlu insanları tarafından hazırlanır ve önerilerinin hemen hepsi politika olarak benimsenir.
Bu grup daha bir iki hafta önce yayımladıkları en son raporlarında, Esad rejimi ve ortaklarının, İran ile Suriye arasında bir kara köprüsü oluşturmak için Fırat’ın doğusuna geçmek isteyebileceklerine dikkat çektikten sonra (güvenlik kuşağının asıl amacının kısa vadede bunu önlemek olduğu anlaşılıyor), DSG bölgesinde Araplara ait toprak miktarının çok fazla olduğu belirtiliyor, DSG yönetiminin kaynak kullanımında Arap nüfusa karşı sert davranmasının bölgede istikrarı bozacağı, bunun da ABD çıkarlarına ters olduğu söyleniyor. Çözüm olarak ise ABD’nin daha kapsayıcı olması için DSG’ye baskı yapması öneriliyor. (Yani Arap aşiretlerle iktidarın paylaşılması.) Rapor aynı şekilde, ABD’nin Türkiye-PKK barış görüşmelerinin yeniden başlatılması için baskı yapmasını, bunun Türkiye ve DSG arasında oluşacak çatışmasızlık ortamı için olası en iyi yöntem olduğu vurgulanıyor. Türkiye’nin işgal altında tuttuğu bölgelerde (Afrin kastediliyor) şartları iyileştirmesi gerektiği vurgulanıyor. (Bu da YPG’ye verilen bir havuç.)
Tarafların tüm demagojik demeçlerini, basın açıklamalarını sıyırınca ortaya çıkan resim budur. ABD için DSG’nin değil ama DSG bölgesinin Esad yönetimine karşı korunması zorunludur. Ama ABD askerinin bunu sonsuza kadar yapması politik olarak mümkün değildir, bunun için Türkiye DSG bölgesine sokulmak istenmektedir. Aynı zamanda YPG bölgesinin politik olarak değiştirilmesi, Barzanileştirilmesi gerekmektedir. Bu Suriye özgülünde DSG bölgesinin Araplaştırılması demektir. Yani yönetimde Arap aşiretlerin ve cihatçı grupların da (tabii bunların Türkiye’ye yakın gruplar olduğunu söylemek gereksiz) yer alması demektir bu.
Bu kadar gürültünün sebebi de bu. YPG bölgesi Arap aşiretlerini ve cihatçıları yönetime almayı kabul etmiyor. Bunu kabul etmesi şimdilik politik olarak mümkün değil. O yüzden ABD bir yandan Türkiye-PKK görüşmelerini dayatarak bu olayı aşmaya çalışıyor, ama kullandığı bir diğer silah ise Türkiye çekici. Türkiye ABD onayı olmadan DSG bölgesini işgal edemez, ama eğer DSG ABD’nin istediği dönüşümleri kabul etmez ya da yavaştan alırsa bu noktada ABD işgale yeşil ışık yakabilir. Türkiye hızla böyle bir işgal için hazırlanıyor. Cihatçılar Urfa’da toplanıp ortak bir ordu bile kurdular. Verilen demeçlerden bu hazırlığın DSG bölgesi için olduğu anlaşılıyor.
Eğer işgal olursa bu topyekûn bir işgal olmayacak. Sınır boyunca Arap aşiretlerinin bölgelerinde cepler işgal edilecek ve buralara hızla cihatçılar aileleri ile birlikte yerleştirilecek. Bu olduğunda Kürtleri koruyacağı düşünülen emperyalist devletlerin hiçbirisinin bırakın Türkiye’ye karşı çıkmasını, dahası silah sermaye vb. yardımı yaptıklarını göreceksiniz. YPG, ABD baskısı nedeni ile bu işgale fazla direnmeyecek. (En azından ABD ve Türkiye tarafının planları bu yönde.) Ama Türkiye YPG bölgesini işgal ile tehdit etmeyi sürdürmeye devam edecek. ABD arabulucu rolünü oynayacak, Türkiye bir ikinci safhada yine Arap topraklarına doğru işgali genişletecek. Sonuçta YPG’nin, ABD ve Türkiye’nin tüm taleplerini kabul etmesi sağlanmış olacak ve bölge Esad yönetimine karşı savaşın temel üssü haline getirilecek. Esad gitmese bile bu bölge ABD’nin denetimindeki bölge olarak kalacak.[5]
Dipnotlar:
[1] http://www.diken.com.tr/firatin-dogusu-kim-ne-aldi-ne-verdi-kim-kimi-yendi/
[2] https://www.evrensel.net/yazi/84719/guvenli-bolge-muammasi
Bir başka yazısında Hediye Levent, haklı bir şekilde “Türkiye ve ABD’nin güvenli bölge oluşturma girişimleri Rusya-İran-Şam cephesinde ABD’nin Suriye’de kalmasını sağlama ve varlığını meşrulaştırma girişimleri olarak değerlendiriliyor” tespitini aktarıyor. Güvenli bölgenin amacı tam da budur, ne YPG’nin korunması ne Kürt koridorunun önlenmesi ne de YPG ile Türk ordusu arasına tampon oluşturulmasıdır. Bunlar ancak asıl hedefe bahane hizmeti üretebilecek gerekçeler olabilir. Asıl hedef ABD’nin Suriye’de kalmasının meşrulaştırılmasıdır. https://www.evrensel.net/yazi/84765/3lu-zirvenin-mesaji-cozumun-adresi-sam
[3] https://www.birgun.net/haber/abd-ile-is-tutulmaz-265457
[4] http://sendika63.org/2019/09/akpye-guvenli-bolge-yok-561844/
[5] https://www.usip.org/syria-study-group-final-report
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.