Güvenli bölgenin asıl amacı çoğunluğun iddia ettiği gibi YPG bölgesini korumak değildir, tam aksine bir kısmını işgal etmek ve tümünü denetlemektir
ABD ve Türkiye, Suriye sınırının Türkiye tarafında bir operasyon üssü kurmaya karar vermiş durumda. Bu üssün kurulma amacının YPG bölgesinde oluşturulacak “güvenli bölge” olduğu söylendi ama bu üssün Suriye’ye yönelik savaşın yönetim merkezlerinden birisi olacağı açık. ABD denetiminde kurulan bu bölgenin sınırları, YPG ile Türkiye arasında tartışılıyor olabilir ama sonuçta burası Suriye toprağı. Yapılan fiilen Suriye toprağının işgali.
Savunma Bakanı Akar ve kuvvet komutanlarının, üssü kurmak için gelen ABD’lilerle buluşmak için bizzat Urfa’ya gitmesi, durumun önemini gösteriyor. Murat Yetkin bir yazısında üssün Türk komutanı olarak Özel Kuvvetler eski komutanı Ahmet Çorbacı’nın getirildiğini duyurmuştu ama Çorbacı istifa etmiş durumda.
Anaakım medyada asıl vurgu ABD’nin YPG’yi “korumasına” verilmiş. Bu konuda liberal, HDP’li ve hükümet destekçisi gazetecilerin bir iki istisna dışında tümü aynı iddiaları tekrarlıyor, aynı yere vurgu yapıyor. Bence bu vurgu yanlış. Bunun YPG’yi korumakla bir alakası yok. Sonuçta YPG’ye çökülüp topraklarının bir kısmı Türkiye’ye veriliyor. Halbuki görülmesi ve vurgulanması gereken nokta şunlar:
1- ABD, Türkiye topraklarında yeni bir askeri üs kuruyor ve bu üssün politik amacı Esad yönetimine olan savaşı derinleştirmek, eğer bu yapılamazsa Suriye’nin bir kısmının işgal altında tutulması. ABD ve Türkiye zaten Suriye’nin önemli bir kısmını işgallerinde bulunduruyorlar. Bu işgal daha kurumsal bir hale getiriliyor.
2- Güvenli bölgenin asıl amacı iddia edildiği gibi YPG bölgesini korumak değildir, tam aksine bir kısmını işgal etmek ve tümünü denetlemektir. ABD, içinde Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı 5-30 km derinlikte ve yüzlerce km uzunlukta bir bölgeyi doğrudan Türkiye’ye veriyor. Ama olayın bununla sınırlı kalmayacağı açık. Ankara mutabakatının üçüncü maddesi bu bölgeye Suriyeli mültecilerin yerleştirilmesini öngörüyor. Bahsedilen Suriyeli mültecilerin kim olduğunu Afrin’den anlayabilirsiniz. Bu bölgeye İdlip operasyonundan kaçan cihatçılar, mülteci görüntüsü altında aileleri ile beraber yerleştirilecektir.
3- ABD, YPG’ye ilişkin sürekli olarak “ortak” olduklarını vurguluyor, ama bu söylem yaptıkları şantajı örtmemeli. Trump’ın Japonya’da “Türkiye saldıracaktı, biz saldırmayın dedik, saldırmadılar” sözünün açık anlamı şudur. İstediğimiz an Türkiye’yi size saldırtabiliriz. Bu sözler ve Türkiye’nin sürekli yaptığı işgal tehditleri aynı politikanın parçaları olarak ele alınmalıdır. Ki YPG de olayı anladığı için, topraklarının bir kısmının Türkiye’ye verilmesini kabul ediyor. Yoksa bunu niye kabul etsin? Ancak Türkiye hala 30 km bir derinlik talep ediyor. ABD ise işi muğlak bırakıyor, bunun anlamı YPG üzerindeki baskının devam edeceğidir.
4- ABD, YPG bölgesini Esad ve müttefiklerine karşı bir saldırı üssü olarak kullanmak istiyor, ABD’nin Türkiye’yi bölgeye getirme sebebi de bu. Ama var olan hali ile bunu yapması mümkün değil. YPG ve ABD şu ana kadar asıl olarak IŞİD’e karşı savaşta işbirliği yaptı. Türkiye Afrin’i işgal ettiğinde, ABD ya başka tarafa baktı ya da verdiği silahları Türkiye’ye karşı kullanmasını yasaklayara, YPG’nin bu savaşta elini kolunu bağladı. Dahası, Türkiye’ye politik destek verdi ve işgali meşrulaştırdı. YPG ise şu ana kadar Esad’a karşı savaşmayı reddetti. Gerçi federasyon ilanından sonra Esad ile araları oldukça bozulmuş durumda ama Esad ile hala görüşüyorlar. IŞİD artık yok ya da tehdit oldukça azalmış durumda ve ABD’nin hedefi artık tekrar Esad. YPG buna uygun bir konum alması için zorlanacak, havuç olarak federasyon, sopa olarak ise Türkiye gösterilecektir.
5- ABD ve Türkiye YPG’nin Barzanileşmesini zorlayacaklardır. Kobanê kuşatması sırasında bu politika IŞİD sopası gösterilerek uygulanmış, YPG o zaman Barzanicilerin yönetim ortağı olmasını kabul etmek zorunda kalmıştı. YPG’den Esad’a karşı savaş açması ve Esad’a karşı savaşta kullanılacak ve Türkiye’nin denetiminde olan cihatçılara topraklarını açması dayatılacaktır. Tüm bunlar YPG bölgesinin vesayetinin Türkiye’ye verilmesi anlamına gelir. Barzani bölgesinde son 30 yıldır yaşananlar benzer bir şekilde şu an Suriye’de yaşanıyor.
6- Ama tabii işler Barzani bölgesinde olduğu kadar kolay değil. Birincisi Barzani zaten 1960’ların sonundan beri bir şekilde Türk devleti ile, MİT ile çalışıyordu. Unutmayın devlet Barzani’ye diplomatik pasaport vermişti 1991’de. YPG oldukça farklı, o yüzden ABD iyi polisi kendisi oynarken, kötü polis rolünü Türkiye’ye vermiş durumda. İkinci olarak ise ABD her şeyi muğlak bırakıyor. Mesela güvenli bölgeyi dayatıyor ama sınırlarını muğlak bırakıyor. Önce YPG’nin bir adımı kabul etmesini sağlıyor, ama hemen ardından Türkiye’yi bahane ederek ikinci adım dayatılıyor. Ya da mültecilerin YPG topraklarına dönüşünden bahsediyor ama cihatçılar konusunu muğlak bırakıyor. Bu durum, daha geniş bir bölge talebini Türkiye açısından sürekli olarak mümkün kılıyor. Fehim Taştekin, Türkiye-YPG meselesini liberal bir bakış açısından ele alır, yorumlarını bu temelde yapar, analizlerinde emperyalizm olgusunun fazla yeri yoktur ama iyi bir gazetecidir ve 15 Ağustos’ta yazdığı “Nice koridorlardan geçeriz barıştan uzak!” adlı yazısında bu sürece dair haklı olarak, “Her şeyden önce bu durum dünden daha fazla Suriye’nin kuzeyindeki fiili özerk yapılanmanın geleceğini Türkiye’nin ipoteği altına alıyor” diye yazıyor.
7- ABD’nin bu planlarının uygulanması Ankara’nın Kürtlerle yeni bir süreci başlatması anlamına geliyor. Ama bu süreç demokrasi ve barış süreci olarak algılanmamalı. Zaten hükümet yanlış anlamaları önlemek için üç belediyeye kayyum atadı. Yani Türkiye yeni süreçte sınırlarını söylüyor. Yani demokrasi yok. (Kürt halkını rahatlatır mı bilmiyorum ama bu kayyum atamalarının bir mesajı da Türk-Kürt herkese. Başkanlık sistemi altında kısmen de olsa özerk belediye başkanları olması mümkün değil. Yakında diğer belediyelere de kayyum atandığında herkes bu durumu daha iyi anlayacaktır. Bu noktada kayyumlara karşı mücadele başkanlık sistemine karşı mücadele temelinde örgütlenmelidir ama bu başka bir tartışma.) Bu süreç Kürt siyasi hareketini devlete eklemlemeyi amaçlıyor, demokrasiyi değil. Bu arada şunu belirteyim, kayyum atanması YPG ile olan görüşmeleri derinden etkileyecek bir adımdır ve Türkiye böyle bir adımı ABD onayı olmadan atamaz, atarsa da ABD kıyameti koparır. Şu ana kadar ABD’den ciddi bir ses çıkmadığına göre ABD’nin onayı mevcut.
8- Son olarak, özerk bölge anlaşmasına asıl tepki haklı olarak Rusya-Suriye cephesinden geldi. İdlip’te cihatçılara karşı hareket hızlandırıldı ve yardım gönderen Türk ordusunun konvoyu vurularak biri lider üç cihatçı öldürüldü. Türkiye olaya fazla tepki göstermedi ve Erdoğan hemen bir Rusya gezisi ayarladı. Basına yansıyan genelde magazin kısmı oldu, uçak ve başka silah alımlarının konuşulması, dondurma ısmarlanması vb. Ama bunlar bir gerçeği örtmemeli: Suriye savaşında Rusya, İran ve Suriye Türkiye için düşman cephedir. Türkiye ABD ile bir cephededir. Türkiye Suriye topraklarını ABD ile işgal etmek için Urfa’da üs kuruyor. Rusya ve Türkiye ilişkisi ise bunun tam tersidir. Türkiye, Esad rejimine ve Rusya’ya karşı savaşan cihatçıların hamisidir ve Rusya ile Astana’da Soçi’de onlar adına, onları korumak için görüşmektedir. Nitekim en son gezinin nedeni, Suriye ve Rus hava kuvvetlerinin İdlip bölgesindeki son saldırılarıdır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.