Bugün AKP’ye kaybettiren, CHP’yi tercih haline getiren neoliberal politikaların ve yolsuzlukların yarattığı çöküştür. CHP belediyeleri ne yapacak? SHP hezimetini yaşarlar mı sorusunun cevabı da izlenecek politikalardadır
CHP’nin İstanbul başta olmak üzere büyükşehirleri AKP’nin elinden almasından sonra siyasetle ilgili herkesin kafasına bu sorunun takıldığını söylemek abartılı olmaz herhalde.
Tezimizi baştan söyleyelim: SHP’nin 1994 seçimlerini kaybetmesinin nedeni, sıkça iddia edildiği gibi solun bölünerek SHP, DSP, CHP olarak üç parti halinde seçime girmiş olması değildir; RP’nin kazanması da sağın birliğini sağlaması değildir. Asıl neden, SHP’nin iktisaden de, siyaseten de, ahlaken de neoliberalizme bulaşmasıdır[1]. RP’nin kazanmasının da asıl nedeni neoliberalizmden, dönemin yaygın kullanımı ile piyasacılıktan mağdur olanlara seslenebilmesidir.
Önce kısa bir hatırlatma yapalım. 1983 genel seçimleri, kendisini %92 ile cumhurbaşkanı seçtiren Kenan Evren’in kimi partileri veto ederek seçim dışı bıraktığı üç parti arasında geçti ve sermayenin adamı (Kenan Evren’in ekonomiden sorumlu başbakan yardımcısı) Turgut Özal tek başına iktidar oldu. 1984 yerel seçimlerine ise vetolu partiler de katılabildiler ve Özal’ın ANAP’ı %41,5, SODEP %23,3, DYP %13,2, HP %8,7, RP %4,4 oy aldılar. İstanbul, Ankara, İzmir’i ANAP aldı.
Dönem 12 Eylül açık faşizmiyle düzlenen zeminde Özal’ın “serbest piyasa” ekonomisini, siyasetini, kültürünü pompaladığı dönemdi. Yolsuzluklar yaygınlaşıyor ve normalleşiyordu. Özal’ın geçim sıkıntısı çeken memurlar eleştirisine verdiği “Benim memurum işini bilir” cevabı meşhurdu. Halk rüşvet ve yolsuzluklardan rahatsızdı. İşçi ücretleri ciddi bir erimeye uğramıştı. Özal bir yandan neoliberal programı hayata geçirmeye çalışırken diğer yandan da toplumu dönüştürmeyi hedefine koymuştu. Tarikat liderlerini toplayıp yayın işine girerlerse kendilerini destekleyeceğini telkin etti ve işbirliği içinde çalıştılar. Piyasacı ahlaki çürümenin temelleri onun döneminde atıldı, sonrasında ise ülkenin normali haline geldi, o dönemlerde bu çürümeyi kimi yazarlar Özalizm olarak adlandıracaklardı.
Bu ortamda 1989 yılına girildi. 1989 baharıyla birlikte kamu işçilerinin etkili eylemleri tüm ülkede yaygınlaştı ve yerel seçimlerde Özal’ı yenilgiye uğrattı. Seçim yenilgisi sonrası Özal, yüzde 140 zammı kabul etmek zorunda kaldı; oysa seçimlerden önce yüzde 40’ta inat ediyordu. Kamu işçilerinin bu başarısı tüm işçileri ve sendikal hareketi olumlu etkileyecekti.
1989 yerel seçimlerinde Türkiye genelinde SHP[2] %28,7; DYP %25,1; ANAP %21,8; RP %9,8; DSP %9 ve MÇP %4,1 oy aldılar. SHP 34 il belediye başkanlığı, DYP 14, RP 4, ANAP 3, MÇP 3 ilde belediye başkanlığı elde ettiler. 8 büyükşehir belediyesinden Adana, Ankara, Gaziantep, İstanbul, İzmir ve Kayseri’yi SHP alırken Bursa’yı DYP, Konya’yı RP aldı. İstanbul’da ise SHP %36 oyla 23 ilçe, 7 belde; ANAP %26 oyla 3 ilçe; RP %10 oyla 1 ilçe; DYP %14 oyla 5 belde belediyesini kazandı (DSP %12,2 ile herhangi bir ilçe veya beldeyi alamadı).
1994 yerel seçimlerine gelindiğinde iktidarda DYP-SHP koalisyonu vardı. Baykal SHP’den ayrılıp CHP’yi kurmuştu (yasağın kalkması ile yeniden açmıştı). 1994 seçimlerinde SHP başta İstanbul, Ankara ve İzmir’i kaybetmiş, 2 büyükşehir ve 8 il belediyesini ancak elde tutarken, RP 6 büyükşehir ve 22 il belediyesi almıştı. SHP’nin oyu ülke genelinde %28,7’den %13,5’e düşerken İstanbul bazında ise %36’dan %20,3’e düşmüştü[3]. Kayıp oylar diğer sol partilere çok az gitmişti, kaldı ki DSP, SHP ve CHP ile hiçbir zaman ne yakınlaşmış ne de ortaklaşmıştı. 1989 ile 1994 arasındaki fark, Baykal’ın ayrılıp CHP’yi kurmasıydı, onun da aldığı oylar sonuca etki etmemekteydi. DSP’nin ‘94 seçiminin kaybedilmesinden sorumlu tutulması dönemsel hesap açısından doğru değildir çünkü ‘89 seçiminde de ayrı idi ve SHP başarılı olmuştu (Ankara seçimleri ayrı bir değerlendirmeyi gerektiriyor).
1989 ve 1994 yerel seçimlerinin sonucunu toplumun neoliberal politikalara duyduğu tepkiler tayin etmiştir. Bu oy kaymalarında rahatlıkla gözlenebiliyor. İncelememize iktidar mücadelesindeki kritik rolü nedeniyle asıl olarak İstanbul üzerinden devam edeceğiz, böylece veri kalabalığını da bir nebze azaltmış olacağız.
Verilerin de göstereceği gibi SHP’nin seçimleri kaybetmesinin nedeni soldaki bölünme değildir, oy kaybetmesidir. Seçim kaybetmenin gerekçesini bölünmeye bağlamak, gerçek ideolojik-politik nedenleri görünmez kılan bir yaklaşımdır. 1989’da oy artırırken 1994’te oy kaybetmiştir. 1989’da iki sol parti (SHP, DSP) seçime girmiş, İstanbul’da SHP %36, DSP %12 puanlık oy almıştır. 1994’te ise üç sol parti seçime girmiş, İstanbul’da SHP %20,3, DSP %12,4, %CHP 1,4 puan alabilmişlerdir. İSKİ yolsuzluğu SHP’nin halk nezdindeki güvenini sarsmış, sermaye medyası da anlaşamadığı SHP belediyesi aleyhine -bu yolsuzluğu kullanarak- çok güçlü kampanya yürütmüştür. Oysa ANAP belediyelerindeki yolsuzlukların yanında küçüktür İSKİ yolsuzluğu. Sermaye medyasının derdi SHP’de kalan kamuculuğun artıklarının tasfiyesi ve aynı zamanda kamu işçisinin gücünün kırılmasıdır.
Ayrıca Nurettin Sözen, İstanbul sermayesi ve bürokrasisi için “sorunlu” bir kişiliktir. Kendi deyimiyle Başbakan Özal’ın evini yıkmıştır. Sarıyer sırtlarında boğaza nazır “Uyum Villaları”ndan 352 tanesi için yıkım kararını alıp 73’ünü yıkmıştır. Başbakan Çiller’in Kilyos’taki villasının inşaatını mühürlemiştir. Taksim Park Otel’in inşaatını durdurup 15 katını “tıraşlamıştır” (yıkmıştır)[4].
Ancak halk nezdinde SHP hükümet ortağıdır, ekonomi ve siyasetteki kötü gidişatın sorumlusudur. Sivas Katliamı bu koalisyon döneminde gerçekleşmiştir; faili meçhuller, yargısız infazlar, kaybetmeler yoğun biçimde sürmektedir; bu yıllar, karanlık yıllar olarak anılacaktır, suikastlar, gazeteci tutuklamaları devam etmektedir. İnsan hakları bakanlığı kurulmuş ama teşkilat yapılanmasına dair düzenlemeler yapılamamış, en sonunda da vazgeçilmiştir. Çalışma yaşamının düzenlenmesi ve demokratikleştirilmesini sağlamak amacıyla TBMM’ye getirilen ILO sözleşmeleri işçilere iş güvencesi getirecek 158. maddenin geri çevrilmesi ile kadük kalmıştır. Enflasyon DYP-SHP koalisyon hükümeti döneminde rekor düzeye çıkarken 1994 yılında %125’i bulmuştur. DEP milletvekilleri seçimlere 23 gün kala, 4 Mart’ta Meclis’ten gözaltına alınıp tutuklanmışlardır. Kürt illerinde hatırı sayılır belediyeyi almış olan SHP 1994’te bunların çoğunu RP’ye olmak üzere tamamını kaybetmiştir. Buna paralel olarak İstanbul’daki Kürt oylarını da RP’ye kaptırdığını söylemek yanlış olmaz[5].
Neoliberalizme, faşizme ve Kürt düşmanlığına bulaşan/yedeklenen SHP oy kaybederken, neoliberalizmin sonuçlarını eleştiren popülist sloganlarla halkın karşısına çıkan RP oylarını katlamıştır.
1994 seçimlerinde İstanbul sermayesi DYP, SHP ve ANAP’ın adaylarını parlatırken RP adayını görünmez kılmaya çalışmıştır[6]. Seçim, daha önce ANAP’tan İstanbul Belediye Başkanlığı yapmış DYP adayı Bedreddin Dalan, daha önce DYP’den milletvekili adayı olmuş ANAP adayı İlhan Kesici, SHP adayı Zülfü Livaneli arasında kafa kafaya geçen bir yarış olarak lanse edilmiş ve adayların programları adeta medya tarafından belirlenmiştir. Zülfü Livaneli sol kimliğini terk etmeye motive edilmiştir. Diğer adayların parti başkanları, ekipleri Livaneli’ye övgüler düzmektedir. ANAP milletvekili, Livaneli’nin Özal’ın görüşlerini İlhan Kesici’den daha iyi savunduğunu söylerken, TİSK başkanı Refik Baydur’un övgülerine mazhar olan ve medya tarafından pohpohlanan Livaneli de sanatçı ve gazeteci dostlarıyla birlikte gecekondulara karşı mücadele ilan eden “İstanbul’u kurtaralım, mafyaya hayır, kaçak yapılara son” başlıklı bir imza kampanyasının startını Taksim Meydanı’nda seçimlere 40 gün kala verir.
Livaneli’nin sol geçmişine adeta sünger çekilmiştir. Sözen dönemi belediyeciliğini medyanın yaklaşımıyla ele alır ve o dönemi çöpler ve grevler dönemi olarak görür.
Oysa neoliberalizmin, tarihte kalmasını istediği kamusal hizmetlerle, güvenceli ve örgütlü işçilikle; başta İstanbul olmak üzere tarihte kalması gerekeni sürdürme niyetinde olan SHP’li belediyelerle sorunu vardır. Kamuda çalışan işçiler örgütlüdür ve bu bütün işçi sınıfının ve sendikal hareketin önemli bir güç kaynağını oluşturmaktadır. Kamudaki toplu sözleşmeler özel sektör işçilerine ilham oluşturmaktadır. Belediye şoförleri kontak kapattığında İstanbul’da adeta genel grev yaşanmakta belediye başkanı en fazla iki gün dayanabilmekte, masaya oturmak zorunda kalmaktadır. Temizlik işçileri için benzer bir şey söz konusudur; çöp yığınları denilen şey, asıl olarak Erdoğan’ın bugün bitirmekle övündüğü işçilerin grevidir. O dönemde merkez medyanın tamamı belediye işçilerine sınıf savaşı ilan etmişti. İşçilerin astronomik zamlar istediği iddialarını manşetlere taşıyor, işçilerin maaş bordrolarını yaktıkları eylemleri ise göstermiyorlardı.
Seçim yaklaşırken, sol geçmişi kendisine dahi unutturulan, kendisine övgüler düzen gazeteler birdenbire Livaneli’nin sol geçmişini hatırlayıverdiler, Denizler için söylediği türkü sözleri ve “vatan hainliği” manşetlere taşınmaya başladı. RP’nin adayına karşı Livaneli değil, ANAP’ın adayı İlhan Kesici tercih edildi, çünkü SHP, sermayenin yeterince güvenmediği bir partiydi.
Medya makbul adayları parlatırken RP’nin adayı Erdoğan’ı da aklı sıra yıpratıyordu. Daha önce Livaneli’nin gecekondu karşıtlığını manşetlerine taşıyan medya şimdi de Erdoğan’ın Sultanbeyli’de kaçak villadan aldığı 10 aylık hapis cezasını ve oturduğu evin kaçak olduğunu manşetlere taşıyordu. Erdoğan itiraz etmedi, TV’ye çıkıp, “İstanbul’un %70’i kaçak yapıda oturuyor, ben de o vatandaşlardan biriyim” diyerek halktan biri haline geldi.
RP’nin sloganları da neoliberalizmden zarar gören kitlelere hitap eden popülist sloganlardı. Esnafın fotoğrafının üzerine “Faiz beni batırdı, faizci kapitalist düzen değişecek”; Kürdün fotoğrafının üzerine “Doğulu olmak suç mu, hakkımı versinler”; baretli işçi fotosu üzerine “RP iktidarında herkes hakkını alacak”; “Eşim memur iki yakamız bir araya gelmiyor” diyen kadın fotosu üzerine “RP iktidarında iki yakanız bir araya gelecek”; “Enflasyon büyüyor maaşım küçülüyor, adil düzende enflasyona yer yok”; “Başkalarının hayatının kadınıyım ya kendi hayatım” diyen kadın fotosunun üzerine “RP sizi bu hayata mahkum eden düzeni değiştirecek”; “Rüşvetin kökünden kazındığı bir Türkiye”; “Şehirlerin ve beldelerin yerinden yönetildiği bir Türkiye” gibi sloganlar neoliberalizmin yarattığı mağduriyetlere itirazı dile getiriyordu.
Kısaca SHP’ye İstanbul’u kaybettiren halkçı ve sol programı-söylemi terk etmesi idi. Sosyalizmden aşırılmış boş safsata denilen “Adil Düzen” söylemi, RP’ye kazandırdı.
RP-FP-AKP yerel yönetimlerde sağ popülist bir siyaset izledi. AKP sağ popülist pansuman araçlarıyla neoliberal politikaları çok başarılı bir şekilde sürdürürken yolsuzluklar da Türkiye tarihinin görmediği mevkilere ve boyutlara ulaştı. Bugün AKP’ye kaybettiren, CHP’yi tercih haline getiren neoliberal politikaların ve yolsuzlukların yarattığı çöküştür. CHP belediyeleri ne yapacak? SHP hezimetini yaşarlar mı sorusunun cevabı da izlenecek politikalardadır.
Sağ popülizm, toplumu ayrıştırarak ve bir kesimi pansuman politikaları ile razı ederek bugüne kadar sürekliliğini sağlayabildi. Neoliberal yağma ve birikim rejimi koşullarında sağ popülizmin uygulanabilmesine imkan sağlayan şey bir dönemin ekonomik genişleme süreci idi. Sürdürülemez hale gelmesinin nedeni ise neoliberal genişlemenin sınırlarına dayanması ve elde edilen birikimin bir kısmının pansuman olarak dağıtılmasına imkan vermeyişi ve çöküşü telafi etmeye artık yetmeyişidir.
Sol popülizm, (sağ popülizmin aksine) birikimin, kaynakların toplumun geneline pansuman olarak dağıtılmasını esas alır. Neoliberal genişlemenin bittiği ve ağır bir ekonomik krizin kapıya dayandığı koşullarda sol popülizmin imkanlarının çok sınırlı olacağı ortadadır.
Peki CHP’li belediyeler, başkanlar ne yapmalıdır? SHP olumsuz örnektir, ancak Ovacık, Fatsa, 1973-1977 arası İstanbul, Ankara, İzmit belediyeleri önemli dersler barındırıyor. SHP belediyelerini krize sokan şeyler arasında diktatöryel müdahaleler yoktu, büyükşehir belediyesi meclisinde azınlık değillerdi.
Büyükşehir belediyesi meclisindeki çoğunluğun AKP’de olmasının ve siyasal iktidarın baskı, tehdit ve fren mekanizması olarak kullanıldığı koşullarda neoliberalizme, iktidarın baskılarına teslim mi olunacak, teslim olmanın mazereti mi yapılacak yoksa bir yol mu açılacak? Çözümün geçmişteki deneyimlerden de faydalanan halkçı-demokratik bir yerel yönetim programından geçtiğini iddia ederek tartışmayı bir başka yazıya bırakalım.
Dipnotlar:
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.