CHP ve İmamoğlu’nun sermaye politikalarını ya da devletin çizdiği sınırları yadsımadığını ama sermaye politikalarına yanıt vererek mevcut konumuna yükselen ve devleti büyük ölçüde bir parti aparatı haline getiren AKP’ye karşı mücadele ederken, düzen karşıtı ve/veya emek eksenli muhalefet güçlerinin mücadelelerine de alan açtığını görüyoruz. Faşizme karşı mücadele eden farklı muhalefet güçleri arasındaki denklemin kaybet-kaybet şeklinde kurulmak zorunda olmadığını, kazan-kazan şeklinde de kurulabileceğini 31 Mart’tan biliyoruz
AKP 31 Mart Yerel Seçimleri’nde İstanbul’u kaybettiyse bu sadece Ekrem İmamoğlu’nun çizgisine ve programına verilen oylar sayesinde değil, aynı zamanda, CHP’nin örgütsel ya da İmamoğlu’nun kişisel performansından bağımsız olarak AKP’ye kaybettirmek için kullanılan oylar sayesindeydi.
Örneğin, Selahattin Demirtaş’ın CHP’ye oy vermeye eli gitmeyen HDP’lilere yönelik “Gerekirse bağrınıza taş basın, ama mutlaka sandığa gidip ‘Faşizme hayır’ anlamına gelecek oyunuzu kullanın. Seçim sonuçları, demokrasi ve barışın gelişmesine fırsat sunabilir” çağrısı sonucunda kullanılan oylar olmasaydı sonuç farklı olurdu.
İstanbul’da AKP’nin kaybedip CHP’nin kazanmasını mümkün kılan bu sandık tutumu, belediyenin başına kimin geçeceğini belirlemenin ötesine geçip, siyaset sahnesinin bütününde ilerici toplumsal muhalefetin elini güçlendiren bir sonuç yarattı.
AKP’nin alternatifsiz ve muhalefetin yenilgiye mahkûm olduğu algısı ortadan kalktı. İktidar bloku içindeki çatlaklar harekete geçti. Zayıflığı ortaya çıkan iktidar, saldırganlığı elden bırakmasa da hem egemenler cephesinde hem de muhalefet karşısında kimi geri adımlara, taviz ve pazarlıklara açık hale geldi.
CHP şahsında sistem içi muhalefet ise elde ettiği geniş toplumsal desteği ve meşruiyeti koruyabilmek için genel olarak AKP’nin gerici, şoven, ayrımcı, yağmacı, baskıcı politikalarına karşı gelişen toplumsal talepleri özel olarak da Kürt hareketinin demokrasi ve barış taleplerini dikkate alan bir çizgide ilerlemek zorunda kaldı.
Yeni politik güç dengeleri, Demirtaş’ın oy çağrısındaki gerekçesini doğrulayarak, Kürt hareketine kendi bağımsız politik hattı ve mücadele gündemleri doğrultusunda ilerleme fırsatı sundu.
AKP, Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması için aylardır devam eden açlık grevi direnişinin taleplerine, nihayet seçimleri kaybettiği ve yeni bir seçime hazırlandığı bir ortamda yanıt vermek zorunda kaldı. Tecridin kaldırılması ile açılan diyalog kapısında esas gündem muhtemelen Suriye’ydi ancak AKP’yi Öcalan üzerindeki tecridi kaldırmaya zorlayan ortamı da 31 Mart yenilgisi hazırlamıştı.
Avukatlarıyla yaptığı görüşmede Öcalan’ın ortada bir müzakere olmadığını belirtip “tüm çevrelerden nasıl bir karşılık verileceğini 30-40 gün sonra anlarız” diyerek seçim sonrasını işaret etmesi ve HDP’nin 23 Haziran İstanbul Seçimi’ni 31 Mart öncesinde olduğu gibi AKP ile hesaplaşma günü olarak tarif edip aktif tutum alacaklarını göstermesi; kazan-kazan denkleminin, bazı heveslilerin iddia ettiğinin aksine AKP ile Kürt hareketi arasında değil faşizme karşı mücadele eden muhalefet güçleri arasında kurulu olduğunu gösteriyor. İmamoğlu, Kürtlerin desteği ile kazandı; Kürtler de İmamoğlu’nun kazanıp AKP’nin kaybetmesi sayesinde kazanıyor ve bu denklem en azından harcını Kürtlere karşı savaştan alan mevcut iktidar kompozisyonu dağılana kadar korunacak gibi görünüyor.
Sosyalist hareketin özneleri 31 Mart öncesinde Kürt hareketi gibi bir taktik izlemek yerine çoğunlukla CHP ile belli bir mesafeyi korumayı gözeten, eleştirel ve doğrudan oy çağrısı yapmaktan kaçınan tutum izledi. Bunda CHP’nin sistem içi doğası ve sağa yanaşma politikasına yönelik eleştirilerin yanı sıra, AKP’yi zaten alt edemeyeceği gibi var olan sol muhalefet potansiyelini de sağa transfer edecek bir seçenek karşısında sosyalistlerin dar (kendi içinde anlamlı) örgütsel çıkarlarını önde tutma kaygısının da rolü vardı.
Ne var ki faşizmin 31 Mart’ta kazanamayacağı bir seçime girdiği ve CHP adayının AKP’yi alt ettiği görüldü.
Nihayetinde AKP’nin İstanbul’da yenilmesi ve onun yerine, farkını ayrımcılığa ve şovenizme karşı duruşuyla ortaya koyan, neoliberal politikalar karşısında çeşitli toplumsal mücadelelerin yükselttiği taleplere duyarlı bir adayın kazanması, sosyalistlerin geneli açısından da olumlu bir manzara açığa çıkardı. Kazan-kazan denkleminin potansiyel bir bileşeni de sosyalistlerdi. CHP ve İmamoğlu’nun elbette sermaye politikalarını ya da devletin çizdiği sınırları yadsımadığını ama sermaye politikalarına yanıt vererek mevcut konumuna yükselen ve devleti büyük ölçüde bir parti aparatı haline getiren AKP ile mücadele ederken, düzen karşıtı ve/veya emek eksenli muhalefet güçlerinin mücadelelerine de alan açtığını görüyoruz. Belediye hizmetlerine yapılan indirimlerden sendikal örgütlenme üzerindeki baskının hafiflemesine, katılımcı ve şeffaf yönetim girişimlerinden kentin nimetlerinden yurttaşların eşit faydalanacağı iddiasına… sosyalistler açısından değerlendirilmesi, ilerletilmesi ve CHP’nin sınırlarına takıldığında bu sınırların aşılması için müdahale edilmesi gereken mücadele başlıkları somut birer gündem olarak önümüzde duruyor.
Seçim iptali ile halkın sandığa yansıyan iradesi sistem kurumlarının da inkâr edemeyeceği biçimde gasp edildiği ve sistem içi taşları yerinden oynatan bir siyasi krize kapı aralandığı için 23 Haziran, 31 Mart’ın da ötesinde bir anlam taşıyor. 23 Haziran, devleti kendi içinde dahi meşruiyeti tartışılan hukuksuz bir zor aygıtına dönüştürerek arkasına alan AKP’nin, yalnızca İstanbul seçiminde değil, Kürt illerinde, üniversitelerde, işyerlerinde, yaşamın her alanında hakkını ve iradesini gasp ettiği halkla karşı karşıya geldiği bir referandum niteliğinde.
AKP’ye kaybettirmek, bu referandumda halkın kazanması anlamına gelecek, kurulmak istenen yeni rejimin krizini derinleştirerek ilerici toplumsal muhalefet güçlerinin önünü açacaktır.
Elbette AKP’ye kaybettirmenin sandıktaki karşılığı CHP’nin adayı Ekrem İmamoğlu’nun kazanmasıdır ancak şimdilerde TÜSİAD’ın desteğine de mazhar olan ve sistem güçleri açısından da bir alternatif umudu olarak değerlendirilen İmamoğlu’nun sınırlarının sosyalistlere dar geleceği sır değildir.
Sosyalistler, AKP’ye kaybettirmek için, CHP’nin çağrısı ile ikna olmayan, 31 Mart’ta başka adaylara oy veren ya da sandığa gitmeyen, ancak mevcut durumda sosyalistlerin kendi özgün gerekçeleri ile harekete geçebilecek kitleye erişerek bu sürece kritik bir katkı yapabilir. CHP’nin zaten seslenebildiği değil seslenemeyeceği bu sol kitle ve Kürt hareketinin harekete geçireceği seçmen, her şeyin bıçak sırtı olduğu koşullarda kritik rol oynayacaktır. Bu, AKP’ye kaybettirmek açısından bağımsız bir sosyalist çalışmayı gerektiren iki temel unsurdan biridir.
İkincisi ise AKP’li yıllarda zorlu mücadeleler içinde gelişen ve düzen dışı eğilimleri kuvvetli toplumsal muhalefet potansiyelini yeniden düzene eklemleme ve toplumsal muhalefeti kendine eklemleyerek asimile etme yeteneğinin doruklarında olan CHP ile belli bir mesafeyi koruma zorunluluğudur.
CHP’nin şu an muhalefet adına elde ettiği kazanımların ve attığı ileri adımların korunması da dahil olmak üzere, CHP kendi sınırlarına takıldığında daha ileri mücadelelerin örgütlenebilmesi, AKP karşıtı mücadelenin sürdürülmesi ve 23 Haziran her ne şekilde sonuçlanırsa sonuçlansın, yağmanın ve dışlayıcılığın esas kaynağı sermaye politikaları karşısında kentin ve emeğin savunulması ancak bağımsız bir sosyalist siyasetin varlığı ile mümkündür.
“İstanbul seninle kazanacak” diyerek meydanlara çıkıp halkı seçmen olmanın ötesine geçip özne olmaya çağıran sosyalistlerin meramı da budur.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.