Bir evde iki ‘’hizmetçi’’. Kim olduklarını bilemeyecek hale geldikleri bir oyunu sürdürmeye devam ederken, kaçmak istedikleri kendileri ile yüzleşmek zorunda kalırlar. Tiyatro Hemhal ekibi baştan uyarıyor: “İpek ve Bahar gibi olmayın. ‘Umutlanın ki yenilin sonra hiçbir şey olmamış gibi ayağa kalkın daha çok umutlanın ki daha iyi yenilin…’”
Aynı evde kalan iki hizmetçi, iki kız kardeş. Solange ve Claire’in yılgınlıkla süslü bir hayatları var. Evin hanımı evde yokken kendi aralarında sırayla hanımın yerine geçerek ve onun kıyafet ile mücevherlerini deneyerek oyun oynuyorlar. Zenginlik, güzellik gibi kavramların hepsi evin hanımını temsil ederken; oyunda hanım olma sırası kimdeyse diğerinin, yani hizmetçinin her türlü baskıya boyun eğmesinin ardından taşıdıkları öfkeyi birbirlerine yansıtmaktan geri durmuyorlar.
Oyun ilerledikçe İpek (Claire) ve Bahar’ı (Solange) tanıyoruz. Solange’ın “Hep aynı şey İpek, bir türlü tamamlayamıyoruz” diye bağırması ile oyunun içinde bir oyun daha olduğunu anlıyoruz. Oyun, iki hizmetçinin hikayesinin günümüzde tırnak içinde hangi yaşamlara dokunduğunu gösteriyor.
Kadıköy’deki Boa Sahne’ye gittiğimizde oyun çoktan başlamıştı. Ekip, bu durumu özel olarak tercih etmiş. Bir ev salonuna kurulmuş sahne ve sahnede müzikler eşliğinde dans eden, sıradan bir akşamlarının sıradan bir anlarında alanlarına dahil olduğumuz iki kadınla karşılaştık: Nezaket Erden ve Pınar Güntürkün.
Nasıl bu kadar zor bir şeyi bu kadar başarılı gerçekleştiriyorlar diyerek hayranlıkla izlediğimiz bir oyun. 85 dakika boyunca durmadan, ev arkadaşı iki kadının, iki oyuncunun sıradan bir akşamına alıyorlar bizi. Oyunun fiziksel öğeleriyle birlikte oyunculuğun doğal akışı, gözleyici olduğumuz hissini pekiştiriyor. Sorgulama, çatışma ve kaos; süreğenlik, hareketlilik ve karakterler arası keskin geçişler; oyun içinden oyun, karakter içinden karakter çıkması ilgiyi canlı kılıyor.
Yepyeni düşünceler, sorular ve heyecanla salondan ayrılırken buna, oyunu okuyuculara ulaştıracak olmanın heyecanı ekleniyor. Söyleşi günü, bu kez Sahne Beşiktaş’taki gösterim öncesi buluşuyoruz. Sahne hazırlıkları tamamlanmışken İpek ve Bahar’ın salonunda söyleşimize başlıyoruz.
*
“Tırnak İçinde Hizmetçiler” oyununa dair temel bir soruyla başlamak istiyoruz. Oyunun konusu güncel bir sorunu ele alıyor ama aynı zamanda “Hizmetçiler” oyunundan esinleniyor ve onunla da bir bağ kuruyor. Bu bağı nasıl kurdunuz, nasıl gelişti?
Yazar- yönetmen Hakan Emre Ünal: Aslında bu metnin ilk fikri üç sene önce Kadir Has Üniversitesi’nde bir bitirme projesi kapsamında ortaya çıktı. Tıpkı Sevgili Arsız Ölüm- Dirmit ve Trom gibi. Jean Genet’in “Hizmetçiler” metni, kült, oyunculukla ilgilenen ilgilenmeyen herkesin bildiği ,duyduğu bir metin ama dönüp bakınca detaylar değil, belirli temel meseleler kalıyor akılda. Oyunda eşit görünen, aynı dertlere sahip iki insanın birbirlerine mahkumiyeti var ve tek çıkışları evin hanımı -iktidar- evden gittikten sonra oyun oynayarak kendilerini rahatlatmak. Günümüzde de, birbirini aynalayan, Claire ve Solange’daki gibi iki insanın, aynı evde birbirlerine maruz kalması, biricik zannettiği kendi sıkıntısını başkasında görünce ona öfke toplamasının nasıl bir şey doğurabileceğini düşündüm. Bir diğer bağlamı da oyun oynama üzerinden kurdum. Orijinal metinde var olan çok temel dinamikleri kullanmış olduk bunları çeşitledik ve bazılarını çoğalttık. Özetle Genet’in metninin verdiği ilhamla bir iskelet, çatı kurdum ve o çatının içinde bir döngüye hapsolmuş iki karakter hayal ettim. Oyuncular ve dramaturgun da dahil olmasıyla uzun bir çalışma süreci sonunda ortaya özgün bir metin ‘Tırnak İçinde Hizmetçiler’ çıktı.
Ayşe Draz ve Hakan Emre Ünal
Oyunda hizmetçi ve oyuncu olmak üzerinden bir bağ kurdunuz mu?
Dramaturg Ayşe Draz: Orijinal “Hizmetçiler” oyununda hizmetçilerin evin hanımı ile kurdukları ilişki bağlamında sınıfsal bir katman var. Genet’nin metni kaleme aldığı dönemdeki kadar keskin olmasa da biz hala, belki de örtük olduğu için daha da tehlikeli bir biçim almış, sınıflı bir toplumda yaşıyoruz. Öte yandan hizmetçi-hanımefendi ilişkisinde bir taraf vermek zorunda olduğundan değil de canı istediği için ve canı istediği kadar veren/verebilen, diğer taraf ise bunu sadaka alırmış gibi kabullenip minnet duyması beklenen taraf oluyor. Biz de tam buradan yola çıkarak böylesine bir minnet ilişkisini bugüne nasıl tercüme edebiliriz, o sınıfsal karşılığı nerede, nasıl bulabiliriz diye sorduk kendimize ve “Tırnak İçinde Hizmetçiler”de bunlara karşılık bulmaya çalıştık.
Orijinal metindeki hizmetçiler ile bizim metnimizdeki oyuncular açışından şunu da söyleyebilirim: Claire ve Solange alelade iki hizmetçi değiller; fantezilerini oyunlar aracılığıyla gerçekleştirerek bundan bir çeşit tatmin duyuyorlar. Dolayısı ile İpek ve Bahar ile aralarında kurduğumuz paralelliklerde, bu iki hizmetçinin sürekli oyunlarla kendilerini var ediyor olmaları önemli bir unsurdu.
Hakan Emre: Günümüzde geçen “Tırnak İçinde Hizmetçiler”de bu iki kadının hanımlaştırdığı şeyleri gördüğümüz bir katman da var. Yıldız karakteri, aileleri, alt komşuları… Bizim metinde “hanım” aslında birçok farklı metafora dağılıyor. Kendileri de bir şeyleri ‘hanımlaştırmak’ istiyorlar. Çünkü şiddetlerini bir şeye, bir yere yöneltemezlerse kendilerini öldürecekler neredeyse. Hakikaten kendi biricik karakterler özelliklerini kaybetmeye başlayan ve ‘aynı’laşan iki kadın İpek ve Bahar. Ezilen sınıflarda hep gördüğümüz bir şey var, biricik karakterler olarak değil mesela “işçiler” diye genelleştirme eğilimimiz vardır onları. Bir süre sonra o kişilerin kendine özgün karakterlerini görmemeye başlarız. Oyunda da onlar İpek ve Bahar değil, sıradan iki kız. İsimleri, ne yaptıkları önemsiz, oyunda bahsedildiği tanımlarla “Yukarıdaki iki kız”lar, “Orospular”. Bir de sektörde var olmak zaten zor ama bununla birlikte etrafımdaki kadınlardan gördüğüm kadarıyla kadın olarak var olmak çok daha zor.
Nezaket Erden ve Pınar Güntürkün
Oyunda keskin geçişler var; hem karakter olarak hem de fiziksel geçişler… Bunu nasıl başarıyorsunuz?
Oyuncu Nezaket Erden: Aslında çalışma süreci zor geçti. En çok “Hizmetçiler” kısmı zorladı bizi. Değişimi bulmayı deneyerek zamanla oturttuk diyebilirim. Geçişler ikimizi de şu açıdan zorladı; önce Solange ve Claire’i, sonra İpek ve Bahar’ın Solange ve Claire’e nasıl baktığını anlamamız gerekti. Bir sürü şeyle uğraştık, o yüzden uzun sürdü çalışma süreci. Hâlâ keşfedeceğimiz şeyler var.
Oyuncu Pınar Güntürkün: Hepsinin altında Pınar ve Nezaket vardı. Oyun keşfetmeye çok açık. “Aa bak, bugün de şunu buldum” diye gelişmeye devam ediyor. Oyuncuyu besleyen bir sürü malzemesi olan bir oyun.
Sektöre, dışındakilere, izleyiciye, oyuncuya sözleri olan bir oyun. Siz oyuncu olarak İpek ve Bahar ile özdeşleştiniz mi? Onlardan beslendiniz mi?
Pınar: Olmaz mı? Oyuncu Pınar’ın oyuncu Bahar ile ortak özellikleri var farklı özellikleri olmakla birlikte. Bir taraftan şanslıyız ki bir oyuncuyu oynuyoruz. Cebimizde çok malzeme var, beslenmemek mümkün değil. Bahar’a Pınar çok yardımcı oldu herhalde.
Nezaket: Tabi İpek ve Bahar gibi olsak bu oyunu çıkaramazdık herhalde (Gülüyorlar). Onlardan da farklıyız.
Sorun aynı ama yaklaşım farklı gibi tanımlayabiliriz.
Ayşe: Emre onların sundukları malzemeler ve getirdikleri önerilerden yararlanarak metni oluşturmuş olsa da Nezaket ve Pınar elbette İpek ve Bahar değiller. Hatta birer oyuncu olarak İpek ve Bahar karakterlerinden uzaklar.
Hakan Emre: Çok uzaklar, hatta hiç alakaları yok diyebilirim.
Nezaket: Sanırım karakter eğilimlerimizden çok oyuncu eğilimlerimizin belirlediği bir durum var. Nezaket-Pınar olarak karakterlerimizin değil de oyuncu kişiliklerimizin katkı sağladığı bir süreç.
Oyunda isabetli gerçeklikler ve onun komik sunulduğu yerler var; dizi oyuncuları kısmında. Dizi oyuncularını yeteneksiz gören bir yerde duruyor musunuz? Oyunu bu yönde okuyanlar oldu mu?
Ayşe: Eğer böyle bir okuma yapılacak olursa; dizi oyuncularını böyle gören, görmeye çalışarak kendilerini rahatlatanlar İpek ve Bahar. Onları bu kadar da referans almamak lazım. Aksine biz bu iki karakterin kötü bir tarafını ortaya çıkarmaya çalışıyoruz. Ulaşamadıkları ciğere murdar diyorlar çünkü. Oysa onlara bir dizi teklifi gelse koşarak gidebilirler.
Hakan Emre: Şartlar uygun olursa neden gitmesinler ki. Dizi, sinema, tiyatro… Her biri doğru koşullarda yapıldığında oldukça kuvvetli. Bayıla bayıla izlediğim filmler, diziler, tiyatro oyunları var. Tabii bende aksi hisleri uyandıran film, dizi ve oyunlar olduğu gibi. Buradan soruya dönecek olursak; aslında bir yandan da dizi oyuncusu ya da tiyatro oyuncusu gibi bir kategorizasyon yapma niyetinde değiliz. Bizim tiyatro sektörünü yüceltmek ya da dizi sektörünü yermek gibi bir niyetimiz de yok. Çok basit bir denklem var. Para kazanabilen, mesleki olarak kendini var edebilen, görünür olan, başarıya ulaşmış bir Yıldız karakteri var oyunda. Yıldız karakteri , Bahar ve İpek’in yapamadığı her şeyi yapıyor. Hatta üstüne üstlük Bahar ve İpek’e yardımcı oluyor birçok konuda. Bahar ve İpek de ona imreniyorlar, kıskanıyorlar, minnet duyuyorlar.
Duydukları minnet altında eziliyorlar. Aileleri onlara her defasında ‘Yıldız’ı örnek gösteriyor, Aslında Yıldız’ı hem çok seviyorlar hem de nefret ediyorlar. İpek ve Bahar’ın içinde bulundukları durumda Yıldız onların iktidarı. Ve şiddetlerinin ortaklaştığı kişi. Tabii her izleyenin kafasında farklı bir Yıldız imgesi oluşabilir. İpek ve Bahar gri olarak çizdiğimiz iki karakter. Biz onları savunmuyoruz, aksine sahnede seyircileri konumlandırdığımız gibi dışarıdan bir bakış, bir gözetleme durumu yaratma niyetindeyiz.
Ayşe: Arada da birbirlerini frenlemeye çalışıyorlar. Bahar’ın İpek’e “Ya sen bana kızdın şimdi, başkasına kızma” demesi gibi.
Nezaket: Dizi sektörünü ya da oyuncularını değil de kızların bakış açısını eleştiriyoruz. Bu kızların bakış açısı hiç sağlıklı değil. Ve böyle devam ederlerse tembelliklerini meşrulaştırıp, potansiyellerinin altında bir hayat sürüp gidecekler. Bu oyun tiyatro-dizi meselesine indirgenemeyecek kadar çok farklı insan durumları barındırıyor bana göre. Kaldı ki çok farklı mesleklerden insana oyun çıkmadan evvel birçok deneme gösterimi de yaptık.
Hakan Emre: Oyun çıkmadan evvel tam on ön gösterim yaptık. İçlerinde birçok farklı meslek grubundan insanlar vardı. Aldığımız yorumlar bu meselelerin sadece oyunculuk sektörü için değil bütün insanlar için, bütün sektörler için geçerli durumlar olduğu yönündeydi. Tam da niyet ettiğimiz gibi. Bu kızların içinde bir öfke var ve o öfkeyi nereye yönelteceklerini şaşırmış durumdalar. Baktıkları yerden her şey, herkes onlara düşman sanki…
Sistemin insanı sıkıştırdığı alanda dönüşüyor olmak da normal bir şey mi? İşin sorumlularını ya da düzenin kendisini sorgulamak yerine öfkemizi birbirimize yöneltme hali…
Pınar: En azından bizim oyunda niyet ettiğimiz kavramlardan biri de buydu. Oyunun bunu gösteriyor olması mutluluk verici.
Salona girerken oyun çoktan başlamıştı. Genelde tiyatrolarda ışık kapalıdır izleyiciler oturur, oyuncuların gelişi ile sahne aydınlanır. Bu oyunda bunu tercih etmemenizin özel bir tercihi de var.
Nezaket: Evet, özel bir tercih bu. Sanki o evin salonunda seyirciler bir gözlemci gibi düşünüldü. Ve seyirciler salona girmeye başladığında oyun çoktan başlamıştı.
Ayşe: Seyirciyi dört tarafa oturtarak onu gözetleyen biri, hatta bir röntgenci olarak konumlandırdık; seyirci iki tane kızı hazırlanırken izlemeye başlıyor ve her günkü ritüellerini tekrarlarken onların rutinine tanık oluyor.
Tabi bir de dekorlar. Ayna yerine yazı var.
Hakan Emre: Bahar da diyor aslında oyunda “Nereye koyacağız o kadar aynayı?” diye (Gülüyorlar).
Pınar: “‘Hizmetçiler’ oyunu nasıl oynanmalı?” diye bir metin var. Çalışma sürecinde göz atmıştık. Orada “Ya dekoru birebir yapın ya da seyirciye göstermenin bir yolunu bulun” der. Tükürük, ayna vs. yazıyor birkaç yerde. Evin diğer odalarındaki lambaların salona getirilmesi, orta alanın boşaltılması. Minimal işlevsel dekor dediğimiz şeyi yapabilmiş olduk. Dekor aynı zamanda röntgenci duygusunu destekler oldu.
Aynı zamanda bir zorunluluk da tabii. Sabit bir mekanınızın olmamasının çözümlerinden biri.
Hakan Emre: Bu bakımdan ciddi engellerle karşılaşıyoruz. Dekorları koyabileceğimiz kendimize ait bir yerimiz yok. Boş bulabildiğimiz alanlara taşıyoruz. Ama engeller yaratıcılığı teşvik eder. Koşullar böyle olmasaydı belki de bu tasarımı tercih etmezdik. O yüzden “İyi ki koşullar böyle” dediğim oyunlardan biri oldu. İmkanımız olsa gene böyle bir dekor ve sahne tasarımı tercih ederdik.
Pınar: Işık tasarımı olarak da tiyatro ışığı olarak nitelendirebileceğimiz az ışık kullanıyoruz. Karanlık olmamasına dikkat ediyoruz sadece.
İşlevsellikle estetiğin dengesi aslında. Biraz da Tiyatro Hemhâl’den bahsetsek?
Ayşe: Hakan Emre ile Nezaket zaten “Sevgili Arsız Ölüm- Dirmit”i çıkarmışlardı. Sonradan “Bir tiyatro topluluğu kuralım” derken ben dahil oldum. Pınar, Hacer, Buse, Can, Güray, Kardelen… Ekibimiz büyüdükçe büyüdü.
Hakan Emre: Tiyatro Hemhâl kurulalı bir yıl oldu. Şu anda “Sevgili Arsız Ölüm Dirmit” ve “Tırnak İçinde Hizmetçiler” oyunu izleyicilerle buluşmaya devam ediyor. Her meslek gibi tiyatro da çok kolay şartlarda yapılmıyor. On senedir tiyatro yapıyorum, iki senedir maddi karşılığını görebiliyorum. Çok yenilgi yaşadık, sahne bulamadık, oynayamadık. Yenile yenile başka işlere de yönelebilirdik, ki zaman zaman bu da oldu. Ama şimdi isteğimizin, arzumuzun peşinden gitmiş olmaktan, kendimizi geliştirerek öğrenerek ilerlemiş olmaktan mutluyum.
Aslında oyunda eleştirdiğiniz oyunculara alternatif bir şey kurmuşsunuz diyebiliriz.
Hakan Emre: İpek ve Bahar’ın konumunda sağlıklı bir şekilde üretim yapmak mümkün değil. Oyunu izleyip “Kendime çok benzettim” diyenlere evet sana benzer yanları olabilir ama senin onlardan kesinlikle çok farklı yanların da var” diyorum. Senin o iki karakterden farkın olmasa bir şey üretemezsin. Bu oyuna üç sene uğraş verdik. Bitirme projemizdi ara verdik sonra tekrar çalıştık uygulamaya geçirdik. İnsanın inandığı bir şeyin, sezgilerine de güvenerek peşinden koşması lazım. Küçük bir ekip gibi görünüyoruz ama çevremizde bizim fikirlerimizi çarpıştırabileceğimiz, bize destek olan öyle çok insan var ki. Oyunlardan öte böyle bir ekiple çalışıyor olmak, oyunlar aracılığıyla yeni insanlar tanıyor olmak tarif edilemez bir mutluluk.
Henüz sezonu kapatmadınız gösterimler devam ediyor sanırım.
Nezaket: En yakın gösterimimiz 12 Haziran’da Moda Sahnesi’nde olacak. 28 Haziran’da Kadıköy Boa Sahne’de Herkesi oyunlarımızın gösterimine bekleriz.
***
Söyleşinin sonunda ekibe oyuna dair ne hissettiklerini sorduğumuzda ortak olarak verdikleri cevap oyunun mottosu da oluyor: Beckett’e çıkarılan bir şapkayla ve İpek’in cümlesiyle; “Umutlanın ki yenilin, sonra hiçbir şey olmamış gibi ayağa kalkın, daha çok umutlanın ki daha iyi yenilin!”
Tiyatro Hemhal’i Instagram ve Twitter’dan takip edebilirsiniz…
Söyleşi: Gül Gündüz – Işgın Renkligül
Fotoğraf: Can Kaya