O zaman büyüklü küçüklü kentlerde, biz kadınlar taraf oluyoruz; işe el koyuyoruz; büyüklü küçüklü kentlerimizi, mahallelerimizi, semtlerimizi bu büyük dinci piyasacı doğa ve kadın düşmanı erkek egemenliği çetesinden temizlemek için güzel bir bahar mevsiminde yola koyuluyoruz
“Sonuç olarak, itirazcıları aklın yoluna getirme girişimlerinin hepsinin birbiri ardına, içler acısı şekilde başarısızlığa uğradığını ve bu başarısızlığın nedeninin, benim düşünceme göre, belki de uyguladığımız bastırma yöntemlerinin sertliğiyle açıklanabileceğini, şimdiye kadar uygulanan stratejiyi sürdürüp zorlayıcı önlemleri tırmandıracak olursak, itirazcılar da tepkilerini şimdiye kadar olduğu gibi sürdürecek olursa, yani hiç tepki vermezlerse, sert, diktatörlüğe özgü önlemlere başvurmanın, örneğin başkent halkının, ideolojik kayırmayı önlemek için kendi seçmenlerimiz de dahil olmak üzere yurttaşlık haklarını belirsiz bir süre için ellerinden almanın, hatta bunun bu salgın hastalığın yayılmasını önlemek amacıyla yapıldığını kanıtlamak için örneğin verilen her beyaz oyu sandığa atılmamış sayan ya da aynı kapıya çıkan başka herhangi bir önlem getiren özel bir seçim yasası düzenleyip bunu ülke genelinde uygulamanın kaçınılmaz olacağını kabul etmekle işe başlamamız gerekiyor…”
Jose Saramago, Görmek
Seçimlerin üstünden bir hafta bir gün geçmişken yazılan bu pusula, sanki bir Saramago romanının içindeymişçesine uzun ve bitmek bilmez bir bekleyişin içine hapsedilen İstanbul kentinde yazılıyor. Kavgamızın güzel şehri, parkları, köprüleri, meydanları ve büyük ve sakin Süleymaniye’siyle soluğunu tutmuş bekliyor. Ve onunla birlikte tüm ülke, mücadelenin bu yeni evresinin tam olarak neye benzeyeceğini kestirmeye çalışıyor.
Fakat beklerken şunu bir kez daha vurgulamakta fayda var: Adam kaybetti! “Bu salgın hastalık” yani ülke nüfusunun; ekonomisinin, kültürel-ideolojik üretiminin en büyük merkezlerinin yakasından hiç mi hiç düşürülemeyen o büyük bela, “itaatsizlik”, neredeyse Bursa dâhil tüm büyük kentler üzerindeki iktidar egemenliğine fiilen son vererek, iktidarla halk arasında yeni bir “dehşet dengesi” yarattı. Özellikle iki büyük kentte, Ankara ve İstanbul’da ortaya çıkan manzaranın muhalefet açısından “sağ adaylar” etrafında sağlanmış gibi görünmesi ise, yine tarihin bize bir ironisidir. Çünkü “sağ adaylar” etrafında sağlanmış gibi görünse de, mücadelenin yeni bir evresini simgeleyen bu yeni “dehşet dengesi” veya bu yeni dehşetli denge, buz gibi sol bir durumu ifade etmektedir. Adamın kaybetmesinin arkasında yatan en önemli dinamiklerden birisi; hatta belki de daha birçok dinamiği harekete geçiren tek “gerçek hareket” olan itaatsiz kadın hareketinin gücünün, “sandık zaferleri” temelinde kendisini yerel, küçük ancak göz yaşartıcı güzellikteki zaferciklerle ifade edebildiğini düşünürsek, bu Saramago romanı-vari öyküde önümüzü görmemiz kolaylaşabilir.
Fakat onlara geçmeden önce hatırlayarak hatırlatalım: Adam kaybettiyse, bu birçok başka görünür-görünmez direnişin yanı sıra en çok kadınlar, bundan tam bir ay önce, büyüklü küçüklü bütün kentlerde adamın ve adamların zoruna, provokasyonlarına, dinci-erkekçi yaygaralarına karşı hiç yılmadan sokakları işgal ettiği ve buldukları her fırsatta sokağa çıktığı, itaat etmediği, ifşa ettiği ve tüm muhalefet kesimlerini saran faşist suskunluğa meydan okuduğu için kaybetmiştir. Onlarca genç kadın muhtar adayının büyük kentlerin önemli semtlerinde ve ücra köylerde elde ettiği başarılar; köyüne muhtar seçilen ataması yapılmayan kadın öğretmenler; Giresun Eynesil’in Rabia Naz cinayetine karşı gösterdiği sandık tepkisi; Bilecik Pazaryeri’nde uğradığı mobbing sonrası ülkenin ilk kadın bağımsız belediye başkanı olan Zekiye Tekin; Karabük-Safranbolu’nun ilk kadın belediye başkanı Elif Köse ve 10 Ekim Ankara Katliamı’nda kızını yitirip Suruç’ta belediye başkanı seçilen Hatice Çevik…
3 Nisan 1930’da kadınlara yerel seçimlerde seçme ve seçilme hakkı tanınmış olan bir ülkede kadınların iradesini yok sayan resmi sandık sonuçları ise şöyle biçimlendi: Kadınlar, 30 adet büyük kentin 3’ünde; 51 ilin 1’inde; 919 ilçenin 33’ünde belediye başkanlığına seçilirken, HDP’nin kazandığı 54 il ve ilçede eş belediye başkanı oldular.
Fakat halk iradesinin de tanınmadığı bir ülkede kadınların iradesinin tanınmasını beklemek biraz saflık olabilir. Önemli olan sandığa yansısın yansımasın ve bu Saramago romanında bundan sonra her ne olacaksa olsun, adamı kaybettiren en önemli toplumsal-politik öznelerden birinin kadın hareketi olduğunu bir kez daha bilince çıkarmaktır. Önemli olan; mücadelenin kadınların zaten kurucu unsurlarından birisi olduğu bu yeni evresine müdahale edebilecek, kadınların diktatörlükle halk arasındaki yeni siyasal dehşet dengesinin açık taraflarından biri olduğunu ortaya koyabilecek bir hareket biçimini yaygınlaştırmaktır. Çünkü adam kaybetti ve bu kentler ve bu hayat bizim! Babalarının malı gibi yağmaladıkları büyük ve küçük belediyeler; bu belediyeler eliyle kadın ve çocuk düşmanı vakıflarla, derneklerle, Diyanet ile yaptıkları protokoller; kadın düşmanı “aileci” ideolojilerle oluşturdukları mekanizmalar; bunların hepsi bizim haklarımızı gasp etmek, bizi ikinci sınıf insan, sadaka düşkünü varlıklar haline getirmek için.
O zaman büyüklü küçüklü kentlerde, biz kadınlar taraf oluyoruz; işe el koyuyoruz; büyüklü küçüklü kentlerimizi, mahallelerimizi, semtlerimizi bu büyük dinci piyasacı doğa ve kadın düşmanı erkek egemenliği çetesinden temizlemek için güzel bir bahar mevsiminde yola koyuluyoruz. Adam kaybetti, biz kazanacağız!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.