Kara Kabare’nin yeni oyunu “Zbam!”: “Herkesin hikayesi yanında mı? Başkalarının hikayeleri yanınızda mı? Herkesin hayalleri yanında mı? Herkesin önyargıları yanında mı? Herkes deliliğini getirdi mi? Ayak baş parmaklarınız sağlam mı? Aşklarınız yanınızda mı? Hala hayattayız ve bu bizim hikayemiz”
Armağan ekonomisiyle oyunlarını sergileyen Kara Kabare tiyatro topluluğu, her salı İstanbul Beyoğlu’ndaki Maya Cüneyt Türel Sahnesi’nde izleyicileri ile buluşuyor. Bilet satmayı reddeden topluluk, bunun yerine karakabare.com adresinde yayımladıkları ihtiyaç listesinden birini seçmenizi ya da kendi seçtiğiniz bir armağan ile oyunu izlemenizi istiyor. Listede yumuşatıcı da var, 200 gram fındık da, ikinci el kitap da…
Kara Kabare, ZBAM! adlı oyunda, bir komün kurmaya karar vermiş topluluğun öyküsünü anlatırken, farklılıklarımızla nasıl yaşayabileceğimize mizahi şekilde değiniyor. Yaşanmış hikayelerin bir araya getirildiği oyunda, uyuşturucu kullanıp bırakabilenler, tecavüze maruz bırakılıp bunu aşabilenler, delirmeye karar verenler… Hepsinin daha iyi bir dünya umudu anlatılıyor.
Şirvan Akan’ın yazıp yönettiği, yönetmen yardımcılığını Dilan Erdoğan’ın yaptığı, Defne Koldaş, Furkan Ak, Nihan Şentürk, Selami Üstübi ve Tuba Karabey‘in rol aldığı oyunun besteleri Baki Turanlı’ya, müzik prodüksiyonu ise Aykut Özen’e ait.
ZBAM, “Herkesin hikayesi yanında mı? Başkalarının hikayeleri yanınızda mı? Herkesin hayalleri yanında mı? Herkesin önyargıları yanında mı? Herkes deliliğini getirdi mi? Ayak baş parmaklarınız sağlam mı? Aşklarınız yanınızda mı? Hala hayattayız ve bu bizim hikayemiz” sözleri ile başlıyor.
Ekipteki herkes ayakkabılarını çıkararak baş parmak kısımları yırtık olan çorapları ile sahnedeki yerlerini alıyor.
Kara Kabare topluluğuna nasıl katıldınız, bu ekip nasıl oluştu?
Selami Üstübi: Şirvan benim hocam. Bir süre eğitim almıştım sonra da irtibatı koparmayınca ekibe dahil olmuş bulundum. Kendimi burada buldum. Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde eğitim alıyordum, Şirvan hoca da orada bize ders veriyordu. Sonrasında görüşmeye devam ettim. Bir önceki oyun olan Kamamber’de ışık ve sese yardım ediyordum. Yeni oyunda birlikte çalışma fırsatı bulduk.
Tuba Karabey: Şirvan beni arayıp yeni bir oyun yazdığını söyledi ve armağan ekonomisinden bahsetti. Ben uçarak kabul ettim. Çünkü Şirvan’ın kalemini biliyorum ve çok güveniyorum. Çok etkileyici bir yazı dili olduğunu biliyorum. Bu yüzden severek kabul ettim. Önceden biliyordum geçen sene Şirvan’ın yazıp yönettiği Kamamber oyunu seyretmeye geldiğimde armağan ekonomisini o şekilde öğrenmiştim ve çok hoşuma gitmişti.
Furkan Ak: Tuba beni arayarak oyunu anlattı, “değişik de bir şey” dedi. Şirvan ile konuştuk provaya katıldım. Güzel bir iletişim olduğunu düşünüyorum. Oynamaya başladım. Bu toplulukla ilk oyunum.
Dilan Erdoğan: Ben Dostlar Tiyatrosu tarafından sahneye konan “Göçmenleeeer” projesinde asistanlık yapıyordum, Şirvan da oyuncuydu. Sohbet ederken fikirsel olarak bir sürü ortak nokta bulduk. Nihan Şentürk ile metni okuduk. Metin oluştu, okuma provaları yapıldı. Oyunun yönetmen yardımcısıyım ama bizde tam olarak tanımlar yok. Hepimiz bu oyunda her işi yaptık aslında.
Nihan Şentürk: Ben de Dostlar Tiyatrosu’nda asistanlık yapıyordum. Şirvan da oyun yazdığını ve birlikte çalışıp çalışamayacağımızı sordu. Oyun yazılırken sürece dahil olduk. Bizim hikayelerimiz ve Şirvan’ın getirdiği hikayeler ile oyun yazıldı. Sahnede olmak, burada olmak çok güzel.
Defne Koldaş: Şirvan ile aynı lisedeydik. Şirvan dans ediyordu ben tanıdığımda. 98’den beri kurtulamadım! Şirvan ne yaparsa içinde bulunmak için elimden geleni yapıyorum.
Biraz armağan ekonomisinden bahsetmenizi istiyorum, bu fikir nasıl ortaya çıktı?
Şirvan: 2012 yılında Kara Kabare’de oynanacak ilk oyunum olan Meymenetsiz Musibet’i yazdım. Kendi dostlarıma çağrı yaptım. Defne’nin de bulunduğu topluluktu. Sahnede bir söz söylüyoruz ve oyunu seyirci ile buluşturma biçimimiz o söz ile hizada değil. Sahnede politik bir bakış açımız var ancak karşı çıktığımız kalıpları yaptığımız işte yeniden üretiyoruz. Nasıl çıkabiliriz o kalıptan diye epey kafa yorduk. Bu sırada Zumbara ile tanıştım, zaman ödemesi yoluyla alış ve verişin sağlandığı bir armağan ekonomisi sitesi. Ben de bu şekilde “armağan ekonomisi” kavramıyla tanışmış oldum. Arkadaşlarıma Kamamber oyunun tamamen armağan ekonomisine geçmesini istediğimi söyledim. “Aradaki kalıpları kaldırmak istiyorum, bilet satmak istemiyorum” dediğimde benim arkadaşlarım -kendileri koca koca oyunlarda oynayan oyuncular- “tamam” dediler. İlk kez Kamamber’de hayata geçmiş oldu. Ve şimdi de bu üçüncü oyun olan ZBAM!
Tuba: Mesela bir saat yoga dersi de yazıyoruz, yumuşatıcı da, 250 gram fındık da, kaktüs de… Mesela ben 1 kilo ceviz yazmıştım, 3 kilo ceviz geldi ve çok mutlu oldum. Seyirci senin için gidip alışveriş yapıyor mesela tealight mum istemiştim, onu anlatayım. Bir izleyici birkaç tane mum koymuş, kuru çiçek koymuş, tüy koymuş kendisi hazırlamış. Uğraşmış, ben bundan çok etkilendim.
Defne: 2015’te Kamamber’i yaparken, ne isteyeceğimi düşündüm. Kendi ihtiyaçlarımızı da isteyelim ama çiğ de durmasın istedik. Saksı çiçeği istedim ilk olarak. Günlük her ihtiyaç olabilir, bazen kendini beslemek için ihtiyaçlar akla geliyor. Kitaplar, sohbet, dersler… Benim oyunumu izlemiş birinden o dersi almak daha kıymetli.
Şirvan: Parayla satın alınamayan şeyler de var listede, atalık tohum gibi. Kitapların ikinci el de olabileceğini söylüyoruz. Bu sene yeni deneyimlediğimiz önemli noktalardan biri nakit parayı da armağan olarak kabul ediyoruz. Ama armağan ekonomisinin özelliği biz belli bir miktar söylemiyoruz. Oyunu izledikten sonra seyirci, kendi gönlünden geçen miktarı ekonomik durumunu da gözeterek bize armağan ediyor. Böylece ekonomik bir ilişkiyi kalpten bir yere getiriyoruz ve başka türlü alış ve veriş deneyimlemeyi ümit ediyoruz.
Furkan: Bir defasında şöyle bir şey oldu, seyirci listeden getireceği armağanı seçmiş gelecek oyun için. Ama o gün gelemiyor öncesinde armağanını yolluyor, sonraki oyuna geliyor.
Ben çizgi roman okuyan biri değildim mesela. “Mutlaka okumalısınız dediğiniz bir kitabı getirin” dedim bir haftasında. Çizgi roman gelmiş. Geçen gün okudum ve çok sevdim. Kalbinden gelen şeyi görüyorsun; ben daha önce hiç okumadığım halde çizgi romanı çok sevebileceğimi fark ettim.
Şirvan, bu oyunda dokunmak istediğin şey neydi? Bu hikayeler nasıl bir araya geldi?
Şirvan: Oyun benim kişisel bir isyanımdan çıktı. Resmi tarihe geçen şeyler benim gerçekliğim değildi. Ve o isyandan şöyle bir fikir çıktı: Ben bizim tarihimizi yazacağım. Bu oyun aslında tarih yazmakla ilgili bir oyun.
Bireylerle ve çeşitli topluluklarla çemberler yapmaya başladım. Bana yaşanmışlıklarını armağan etmelerini rica ettim. “Kendi tarihine neyin geçmesini istiyorsun?” diye sordum. Benim için önemli olan insanların dönüşünü sağlamak ve umudu sahneye taşımaktı.
Peki oyunda canlandırdığınız karakterler, onların hikayeleri hakkında neler düşünüyorsunuz?
Defne: Şirvan, içinde yaşadığımız dünyada gözlemlediğimiz durumların bireylerde ve onların bedenlerinde, zihinlerinde, kalplerindeki çatışmaları kayda değer buluyor. Ben de burada onunla birleşiyorum. Hepimiz ayrı ayrı şeyler yaşıyor gibi gözüksek de aşağı yukarı benzer yerlerden etkileniyoruz, onun acılarını çekiyoruz. Bu oyunda seyircinin her birinin içinde hissedeceği durumlara değen, yaşayan şahıslar, tipler, bedenler var.
Oyunu izlediğimde aklımda binbir türlü sorular ile çıktım oyundan. “Şu an burada tarih yazılıyor olsaydı, neyin tarihe geçmesini isterdiniz?” sorusu bana çok şey düşündürdü ve sorgulattı. Oyun boyunca da sorulan sorulara kendimce yanıtlar üretmeye çalıştım. Siz nasıl tepkiler alıyorsunuz?
Nihan: Mesela bir oyunun sonunda bir kadın “Merhaba ben Asuman, mahvettiniz şu an bizi” dedi, birbirimize sarıldık. Seyircinin bakışını, yaydığı enerjiyi hissetmek yetiyor. Oynarken de ona şahit olabiliyoruz.
Dilan: Mesela benim ailemden gelen insanlar çok amatör, küçük bir sahnede oynanıyor ve armağan ekonomisi de var diye düşük beklentiyle geliyorlardı. Sonra “çok güzel” diyerek gittiler. Olumlu yorumlar alıyoruz. Bir alışkanlığı da kırıyor. Tiyatroya gelen insanlar bir hikaye izleyeceklerini, birbirine bağlı bir bütün olacağını düşünüyor. Şirvan bu oyunu “şiir” olarak tanımlıyor. Bu oyun gerçekten şiir gibi…
Tuba’nın oyunda “lazım” diye başladığı ve kriz geçirdiği tirad var, aslında orada konuşan kafa sesi. Sen gün boyu bunları düşünüp, kendini sorguluyorsun. Sürekli takıntılar içinde boğuluyorsun. Herkesin kendinde bir şey bulduğu bir oyun ortaya çıkıyor.
Defne: Seyretmek üzerine geliyor izleyiciler ama seyirci kalamıyor. Oyundan çıkanlar “Ne yapacağız yani şimdi?” diyerek çıkıyor oyundan. Bir oyuna anneannem gelmişti ve çıktığında “Defnecim ben 90 yaşında bir sürü şeyi çözümlemiş, halletmiş ve bir sonuca ulaşmıştım, böyle düşünüyordum. Şimdi hepsi yine karıştı. Bir sürü soru ile eve gidiyorum hiçbir şeyi çözememişim” dedi. Çok farklı yerlerden gelen seyirciler etkileniyorlar duygusal olarak.
Şirvan: Hollywood filmlerinde de çok gördüğümüz, eyleme gücünün bir kahramana aktarılması ve onun üzerinden katartik etki yaratılması ve sonradan daha da güçsüzleşerek çıkan, her şeyinden arınmış, gücünü de bırakmış bir seyirci yerine – buna çok büyük üstatlar çok güzel öneriler getirdi Brecht gibi Boal gibi…- benim kendi yürüdüğüm yolda deneyimlediğim şöyle bir önerim var: Şahitlik. Birisinin derinleşerek kendi kendisine şifa vermesine şahit olmanın etkisine dair bir deneme bu oyun. Biz sahnede şifalanınca seyircinin de öyle bir alana girmesini sağlayabilir miyiz diye bakıyorum.
Bir sonraki oyunun konusu ne olacak? Aklında bir şeyler varsa belki okuyucularımızla paylaşırsın…
Şirvan: Olmasını çok istediğim şeyler var. Kalbimden geçen konu barışa hizmet etmeye devam etmek ve başka türlü bir adalet duygusunu araştırmak. Henüz iki aya çıkarıyoruz vs. diyemeyeceğim ama bütün niyetim ve enerjim bu konuya odaklı.
Son olarak…
Defne: Umutsuzluğa kapılanlar gelip bizim oyunu izlesin. Bizde de bir cevap yok ama belki burada bir cevap bulunur diye vesile olma çabasındayız.
Soldan sağa: Defne Koldaş, Nihan Şentürk, Dilan Erdoğan, Furkan Ak, Şirvan Akan, Tuba Karabey ve Selami Üstübi
Söyleşi: Gül Gündüz
Fotoğraflar: Vecih Cuzdan