Muhteşem Danton ve Genç Arthur’un İnanılmaz Hikâyesi üzerine illüzyon ustaları Kıvanç Özkönü, Burak Sanlı, oyuncular Şeyma Gökçe Cengiz, Gürhan Elmalıoğlu ve oyunun hem yazar hem de yönetmenlerinden Volkan Yosunlu ve dans gösterisini hazırlayan koreograf Ammar Adiloğlu ile konuştuk
Muhteşem Danton ve Genç Arthur’un İnanılmaz Hikâyesi; Dasdas sahnede sergilenen bu oyun Türkiye’de ve hatta dünyada bir ilk olma özelliğini taşıyor: İllüzyon, tiyatro ve dans bir arada.
Oyunun prömiyerini seyretmeye gittiğimizde salona girdiğimiz andan itibaren kendimizi oyunun bir parçası olarak buluyoruz. Heyecan başlıyor…
Muhteşem Danton, genç Arthur, Danton güzel asistanı Mathilda ve dönemin en ünlü sihirbazı Houduni… Tabii bir de onlarca dansçı ve sahnede görünmeyen ama büyük emek harcayan koca bir ekip…
Danton, herkesin hayran olduğu, büyük numaraların mucidi. Son zamanlarda ise kariyerini kaybetmekle yüz yüze. Danton, Mathilda’nın çarpıcı sözüyle, adını yavaş yavaş tüm Avrupa’ya duyurmaya başlayan Genç Arthur’la sahnesini paylaşmaya karar verir. İçinde bulunduğu durumdan çıkışın tek yolu budur. Genç Arthur, dönemin yükselen yeteneklerindendir ve adını yavaş yavaş duyurmaya başladığı zamanlarda, karşısına çıkan bu fırsatı kabul eder. Sokağın yolu saraylarda çıkacaktır.
İllüzyon ustaları Kıvanç Özkönü, Burak Sanlı, oyuncular Şeyma Gökçe Cengiz, Gürhan Elmalıoğlu ve oyunun hem yazar hem de yönetmenlerinden Volkan Yosunlu ve dans gösterisini hazırlayan koreograf Ammar Adiloğlu ile gösteriyi, hazırlık sürecini, oyundan çıkan sorular üzerine konuştuk. Yosunlu oyunu seyredecek olanları baştan uyarıyor: “Gelin, aklınızı alacağız!”
Oyun alışıldığın dışında bir gösteri sunuyor bize. Öncelikle buradan başlayalım, nasıl çıktı bu oyunu sahneleme fikri?
Volkan Yosunlu: Geçen yıl mayıs ayında Kıvanç ve Burak, Mert’le (Fırat) görüştüler. Kıvanç ve Burak “Bizim elimizde bir hikâye var” dediler ve bunun bir sahne şovuna dönüştürülebileceği üzerine konuşuldu. Biz de bu yılın programını hazırlarken bu projeyi yapmak üzerine konuştuk ama tam ne yapacağımızı bilmiyorduk. Çünkü önümüzde daha önce yapılan böyle bir örnek yok. Sonra Kıvanç ve Burak’ın ofisinde bir toplantı yaptık. Ellerinde daha önce gösteride kullandıkları hikâyeyi dinledik ve dedik ki: “Bu hikâyeyi farklı bir şeye dönüştürmemiz lazım, karakterler arasına ayrıntılar eklememiz lazım, farklı karakterler sokmamız lazım ve bunun teatral yanını yükseltmemiz lazım.” Çünkü Dasdas’ın içinde bir illüzyon şovun olması için mutlaka tiyatroyla bir bağlantısı olması gerekiyordu.
Oyun tiyatro ve sihirbazlık gösterisinin iç içe geçmiş hali. İzlerken seyircilerin “Oyun mu seyrediyorum yoksa sihirbazlık gösterisi mi?” diye konuştuklarını ben de duydum. Buradan bakınca siz nasıl tarif ediyorsunuz?
Volkan: Bu işin bel kemiği illüzyon şov ama bunun dramatik bir aksı var. Bu hikaye olmasa, sadece bir illüzyon şov olsa bu kadar etkileyici olmazdı. Dansla birlikte hikâyenin dünyasını; zamanını, mekânını kuruyoruz. Yüzde 25’i tiyatro, yüzde 25’i dans yüzde 50’si illüzyon şov, böyle bir dağılım var diyebiliriz. Türkiye’de ve sanırım dünyada örneği olmayan, dramatik aksı olan bir seyirlikle izleyici karşısına çıkıyoruz.
Kıvanç ve Burak, size soracak olursam; daha öncesinde oyunculuk deneyiminiz yoktu. Böyle bir projede yer almak sizin için nasıldı, nasıl hazırlandınız?
Kıvanç Özkönü: Bizim hiç böyle bir tecrübemiz olmamıştı ama en büyük artımız daha evvel de sahne yapıyor olmamızdı. Sahneye yabancı değiliz. Ama tiyatro bambaşka bir şey. Volkan hoca ile tanıştıktan sonra onlardan eğitim aldık. Ben de sonra dedim ki “İnsanları 4 sene boşu boşuna okutmuyorlarmış.” (Kahkahalar) Biz sıkıştırılmış bir şekilde bunu bir parça almaya çalıştık ve neredeyse pes edecektim. Oyunculuk hiç kolay değil. Hala kendimizi geliştirmeye çalışıyoruz. Bu eğitimlerin de gösterinin de kendi hayatımıza, kendi şovlarımıza çok şey kattığını hissediyorum. O yüzden de projeyi kendi içimizde çok benimsedik.
Oyuncular olarak size sorsak; (Gürhan Elmalıoğlu ve Şeyma Gökçe Cengiz) sizin de bir illüzyonistlik deneyiminiz yok. Sizin için nasıldı bu projede yer almak?
Gürhan Elmalıoğlu: Ben illüzyonda bir çırağım. (Gülüyor) Ben oyuncuyum, aynı zamanda öğretim görevlisiyim. Bir öğretici olarak, öğrenebileceğim bir yerde olmak benim için büyük şans. Çok yetenekli, disiplinli, işine sadık insanlarla çalışmak çok öğretici oldu. Çünkü insanın kendisi öğretici olunca, sanki her şeyi biliyormuşsunuz gibi davranıyorlar ama öğrenmek bitmiyor. O yüzden ben çok memnun kaldım. Özellikle Houduni’yi oynamaktan çok zevk aldım çünkü onu da araştırdığımda gerçekten işine aşık, çalışmayı çok seven birisini gördüm. Yeteneğin ötesinde disipline önem veren birisini gördüm. Tüm bunlardan dolayı ben de bu gruba dâhil olduğum için çok şanslı hissediyorum.
Şeyma Gökçe Cengiz: Benim için de benzer aslında. Bir oyuncu şarkı söyleyebilir, dans edebilir, bedenini iyi kullanabilir ama illüzyon yapmalıdır gibi bir disiplin yok. Benim de hiç bildiğim bir şey değildi. Provalarda çok eğlendim. Güzel bir uyum yakaladık Kıvanç ve Burak’la. Onların çalışma disiplinlerine de çok yakın bir yerdeydim. Çok keyifliydi. Çok şey öğrendim.
Volkan: En güzeli üç birbirini bilmez disiplini birbirlerinden alışveriş yaparak bir araya getirmek oldu. Biz metni yazarken de rejiyi yaparken de onlara sürekli sorduk. Dedik ki “Burada ne yapmamız lazım?”, “Bizim ne kadarlık bir hareket alanımız var ki siz numaranızı doğru yapabilin, doğru şekilde işleyebilsin o illüzyon.” Ona göre yazımı ve rejiyi güçlendirdik, Ammar Adiloğlu oyunun danslarını yaparken işin hem teatral kısmını hem de illüzyon kısmını destekleyecek bir koreografi yapmaya özen gösterdi. Hepimiz birbirimize sorarak en iyisinin nasıl olacağını bulduk. Çünkü daha önceden örnek alabileceğimiz bir örnek yoktu önümüzde. Bu öğrenme süreci bence herkes için çok yararlı oldu.
Çok zahmetli de olduğu, çok emek harcadığınız belli oluyor…
Ammar Adiloğlu: Üç disiplini bir arada verebilirsiniz, sonuçta herkes kendi işini yapıyor. Ama bunu harmanlayarak, organik olarak sahneye koyduğumuz zaman; pürüzsüz, göze batmayan bir şey ortaya koyduğumuzda çok güzel. Üç disiplini harmanlamak zordu ama içimize sinen bir şekilde çıkardık. Şimdi bunu nasıl daha öteye taşırız diye düşünüyoruz.
Volkan: Şu yönden çok iyiydi: İşin teatral kısmını ve illüzyon şov kısmını zaten biliyoruz. Ama bu işi şova dönüştürecek, mekânsal ayrımını, insanlarla bağını kuracak olan şey dans öğesiydi. Biz Ammar hocaya sadece bir hayalden bahsettik, dedik ki; “Şöyle şeyler düşünüyoruz, şu tür mekânlarda geçeceğini düşünüyoruz.” Buraları yaşanır kılmak Ammar hocanın işiydi. Sağolsun fazlaca emeği var. Var olanın dışında ekstralarını yüklenerek bizim de işimizi çok kolaylaştırdı. Zaten Kıvanç ve Burak’la daha önceden çalışıyorlardı. Aramızdaki dili de o sağladı. Ben illüzyona dair hiçbir şey bilmezken, Alper’le (Alper Baytekin/ oyunun diğer yazar ve yönetmeni) birlikte sahnede bunu kurmaya çalışırken hocaya anlatıyorduk, hoca da tercüme ediyordu bizim için. O iki disiplinin ortak dilini oluşturmak çok zordu yoksa.
Ammar: Türkiye’de de illüzyon dendiği zaman Kıvanç ve Burak akla geliyor. Kıvanç ve Burak kendi sahnelerinde çok iyiler, devler. Fakat tiyatroya, farklı bir disipline girdikleri zaman ilk başta biz kendi içimizde de çok tereddütteydik. Daha önceden biz dans çalıştık Burak ve Kıvanç’la. Onları tanıdığım için biliyorum; dansta çok kasılıyorlardı. En ufak hareketleri bile yapamıyorlardı. Ama bu projeyle birlikte hepimiz çok heyecanlandık. Kıvanç’ın dediği gibi, ilk başta pes edeceklerdi.
Soldan sağa: Burak Sanlı, Gürhan Elmalıoğlu, Şeyma Gökçe Cengiz, Kıvanç Özkönü, Volkan Yosunlu
Yatıyorum Arthur’um, kalkıyorum Arthur’um…
Burak Sanlı: Başta benim için şöyleydi: Yatıyorum Arthur’um, kalkıyorum Arthur’um. Hayatımı Arthur olarak devam ettirdim.
Volkan: Daha kendi şovlarında kullanmadıkları çok fazla oyun izleyecek seyirci buraya geldiğinde. Normal Kıvanç ve Burak’ın illüzyon şovunu izledik, burada da aynısı var diye düşünmesin seyirci, bu önemli bir bilgi. Buraya özel pek çok oyun hazırlandı. Tabii ki onlar sahnede Kıvanç ve Burak olarak illüzyon şovun içindeyken, bir tavırları var, seyirciyle kurdukları bir ilişki var. Ama burada artık Kıvanç ve Burak yok; Arthur ve Danton var. Bunu tutmakta da gerçekten çok fazla emek harcıyorlar.
Burak: Arada yolda bile birbirimize Danton, Arthur diyoruz. Gösteri sırasında ağzımdan Kıvanç kaçarsa sıkıntı. (Gülüyor)
Oyunun tanıtımında yazan soruyu size sorsak yanıtınız ne olurdu, “İnsanların çılgınca alkışlarını kaybetmemek için kendinden vazgeçebilir misin?”
Gürhan: Bir insan gerçekten istediğine ulaşmak için, tek kalmak için, en tepede kalmak için kendinden bazı şeyler verir. Bu karakter (Houduni) veriyor. Kötülük yapıyor. Vicdan azabı da çekiyor. O yüzden ilginç bir soru gerçekten. Aldığım tepkiler de bu yönde oyuna dair. İnsanın kendisini sorgulamasına yönelik “Siz yapmadınız mı?” diye seyirciyi kendisiyle yüzleşmeye çağırması… Sanırım hepimizin belli deneyimleri olmuştur ama bu, daha üst seviyede bir meydan okuma gibi geliyor insana.
Bir de “Bunun sınırı nerede başlar, nerede biter?” sorusu var…
Volkan: Sahneye koyduğumuz metin de bunu tartışıyor bir yanıyla. Kendinden vazgeçmek sınırların nereye değdiği ile çok alakalı. Bazen tersten şöyle de okunabilir: Bir şeyle hemhal olmak, kendinden vazgeçip kendini daha büyük bir üretime sokabilmek de kendinden vazgeçmektir. Ama bir yandan da tehlikeli bir ucu vardır. Niyetle alakalı. Sen bunu kötü niyet yoluna sokarsan, kendinden vazgeçip başka bir şeyi yok etmek için elinden geleni yapabilirsin. Sadece tek olmak için, tek kalmak için… Houduni bu oyunda bu yolu seçiyor. Ama mesela Danton böyle bir şey yapmıyor. Danton kendi alkışından vazgeçip daha büyük alkışa sebebiyet verecek yeni bir çıkış noktası yakalıyor. Dünyadaki ilk ikili şovun ortaya çıkmasını sağlıyor. Bu da kendinden vazgeçiş aslında. Başka biriyle ekip olmak, egosundan vazgeçip kolektif akla, kolektif bilince yol açan bir karakter. Ama bunu tersten anlayan bir Arthur karakteri var. Tüm bu zıtlıklar üzerine kurulu oyun.
Bir de oyunun interaktif olması var; salona girdiğimiz andan itibaren izleyici olarak dahil oluyoruz. Karşılaştığınız ilginç, aklınızda kalan bir örnek oldu mu? Ayrıca bu konuda nasıl geri dönüşler alıyorsunuz seyirciden?
Kıvanç: Biz zaten kendi gösterilerimizi interaktif yaptığımız için insanların verebilecekleri reaksiyonları tahmin edebiliyoruz. O yüzden düşüncemiz, oyuncunun da reaksiyonunun pozitif olacağı yönündeydi. Dolayısıyla hiçbir sıkıntı yaşamayacağımızın farkındaydık. Ekibin kalanı açısından biraz tereddüt vardı tabii “Acaba olur mu, nasıl olacak?” diye. Bu konuda bize güvenmelerini istedik. Seyirciden dönüş de çok iyi oldu. Buradan çok da beslendiğimize inanıyoruz.
Volkan: Oyun boyunca en az 4-5 numarada seyircinin katıldığı, seyirle oynayan arasında duvarın olmadığı, hep birlikte bir zamanı yaşadığımız bölüm var. Şu ana kadar da seyircinin böyle bir şeyin parçası olarak kendini hissetmesi çok olumlu geçti. Umarız ki bundan sonrası da öyle olur.
İzleyecek olanlara da iletmiş olalım, bolca sürpriz var…
Gürhan: Siz ilk başta söylemiştiniz “Seyirci ne bekleyeceğini tam olarak bilmiyor” diye. O çok ilginç bir tecrübe ve bunu sahnedeyken de algılıyorsunuz. Seyirci yavaş yavaş oyuna katılmaya, rahatlamaya başlıyor. Gerçekten keyif almaya başlayıp sonra siz bir şey yapıyorsunuz ve “Hadi be, yok artık” gibi şeyler söylendiğini duyuyorsunuz.
Evet, biz de prömiyerde kâğıtları yazarken “Yok canım, gerçek değildir, bize mi çıkacak” demiştik.
Volkan: Ve ilk sana çıktı!
Evet!
Volkan: Gelen herkeste şu düşünce var: “Acaba bildikleri insanları mı yerleştiriyorlar?” Kesinlikle böyle bir şey yok. Bunun da cevabını vermiş olalım. Şahidi olarak da kendini yaz!
Evet, bizzat yaşadım… (Karşılıklı gülüyoruz)
Ammar: Şuna inanıyorum, Dasdas’la beraber, buluşmuş olduğum toplulukla beraber Türkiye’deki illüzyona karşı bakış açısını değiştirdik. Çünkü Türkiye’de yalnızca şapkadan tavşan çıkarma gibi bakılıyor. Hayır, bizim gerçekten şu an Avrupa’da da yapılan prodüksiyonlar gibi prodüksiyonlar yapabildiğimizi, bunu da üçlü birleşimle; dans, tiyatro ve illüzyonla yapabildiğimizi gelen seyircilerimiz çok iyi anlayacaklar.
Volkan: Ben bütün arkadaşlarımı şöyle davet ediyorum: “Gelin, aklınızı alacağız!”
Kıvanç: Benim hocamın söylediği bir şey var, bir istatistik bu: Dünyada 5 bin kişiden sadece 1 kişi illüzyonist ya da sihirbazın yaptığı şeyleri yakından izleme şansı yakalayabiliyor. O 5 bin içindeki geri kalan herkes hayatını sihirbaz görmeden sonlandırıyor. Biz de gösteriyi olabildiğince interaktif yaptık ki, insanlar ellerine kartları alsınlar, yırtsınlar ve yarın illüzyonla alakalı hiçbir şey yapmadan bu dünyadan gitmesinler. Hocamızın söylediği laf bizim kulağımıza küpe oldu.
Söyleşi: Aylin Kaplan