Eski bir asker olan Bolsonaro tıpkı Trump ve dünyadaki diğer benzerleri gibi ırkçı, homofobik, kadın ve LGBTİ düşmanı ve demokrasi karşıtı aşırı sağcı bir politikacı.
Sosyal demokrat ya da merkez sol iktidarlar neoliberal strateji ve politikalara karşı çıkmadılar, sadece onun daha yumuşak versiyonunu hayata geçirdiler. Bu durum onları bir süreliğine iktidarda tutarken, bu politikaların daha da derinleştirdiği ekonomik sorunlar tabanda aşırı sağcı fikir ve örgütlenmelerin güçlenmesi ile sonuçlandı
Pele ya da Alex’i pek çoğumuz duymuş olsak da Bolsonaro’yu neredeyse hiçbirimiz daha önce hiç duymamıştır. Ancak son günlerde dünyadaki emek ve demokrasi güçleri bu isimle ilgili olarak Brezilya’daki gelişmeleri endişe ile izliyor.
Çünkü iki hafta önce yapılan başkanlık seçimlerinin ilk turunda Sosyal Liberal Parti’nin adayı olan Bolsonaro yüzde 46 oy ile birinci çıktı. İktidar bloğunda yer alan sol popülist İşçi Partisi’nin (İP) adayı olan Haddad ise sadece yüzde 29 oy alabildi.
Eski bir asker olan Bolsonaro tıpkı Trump ve dünyadaki diğer benzerleri gibi ırkçı, homofobik, kadın ve LGBTİ düşmanı ve demokrasi karşıtı aşırı sağcı bir politikacı.
Öyle ki ülkesinde 1985 yılına kadar hüküm süren askeri diktatörlüğe ve bu dönemde yapılmış olan işkencelere methiyeler düzebiliyor. Kadınların erkeklerden daha düşük ücret alması gerektiğini, gay bir çocuğu olsaydı onu reddedeceğini, kürtaja, göçmenlere, mültecilere karşı olduğunu açıkça söylüyor. Aynı zamanda da İP’nin başkan yardımcısı olan bir kadın siyasetçiye “tecavüz etmeye bile değmez” diyebilecek kadar kadın düşmanı, tecavüzcü bir provokatör olarak anılıyor ülkesinde.
Bolsonaro faşist politik gelenekteki dirilişi temsil ediyor. Brezilya halklarının ekonomik ve sosyal kazanımlarını ortadan kaldırmak isteyen, büyük özelleştirmeler yapılmasını talep eden neoliberal ideoloji ile uyumlu hareket ediyor. Bu nedenle de, ülkedeki zengin seçkinlerin eski Başkan Lula’nın içeri atılmasını sağlayarak onun başkanlığının önünü açtığı ileri sürülüyor.[1]
28 Ekim tarihinde yapılacak olan ikinci tur seçimlerinde eğer demokrasi güçleri güç birliği yapıp Bolsonaro’nun seçilmesini önleyemezse bu durum sadece Brezilya ve Latin Amerika’yı etkilemeyecek. Aynı zamanda dünyada finans kapitalin doğrudan emrinde olan faşist iktidarlardan biri daha kurulmuş olacak ki bu dünyadaki demokrasi güçleri için çok kötü bir haber.
Bolsonaro’nun yükselişi gelip geçici bir durum olmadığı gibi, hafife alınacak bir olgu da değil. Çünkü gücü, etkileyebildiği ve ağırlığını yoksulların, orta sınıfların oluşturduğu seçmen tabanının ve burjuvazinin (özellikle de küreselleşmeye entegre olmuş kanadının), 15 yıllık sol popülist koalisyondan ekonomik ve siyasal olarak umudunu kesmeye başlamış olan bir kısım burjuvazinin, müesses nizamın diğer unsurları olan bürokrasinin, asker ve polisin, Neo-Nazi sivil faşist güçlerin, çeteleşmiş yaygın suç örgütlerinin verdikleri destekten kaynaklanıyor.
Keza 52 sandalye ile, Kongre’de 55 sandalyeli birinci parti konumunda olan İşçi Partisi’nin ardından ülkenin en büyük ikinci partisi durumunda. Yani Kongre’de de ciddi bir desteğe sahip.
Küreselleşmenin gerilemeye ve ulusal pazarlarda korumacılığın artmaya başladığı bir dönemde, artık dünyanın birçok ülkesinde iktidara ırkçı, aşırı sağcı, faşist partiler gelmeye başladılar. Üstelik bu iktidarlar kısa vadeli olmuyor, en az 10-15 yıl sürebiliyorlar.
Nasıl ki 16. Yüzyıl’da Martin Luther, Katolik Kilisesi’nin bir keşişi olmasına rağmen, Kilisenin sahteciliğine ve yolsuzluklarına ve Tanrı ile insan arasında aracılık rolüne karşı çıkıp Hristiyanlıkta reformizm anlamına da gelen Protestanlığı ortaya atarak kitleleri arkasına alabildiyse, emekçilerin kapitalizme olan tepkisini sömüren günümüzün sağcı popülist hareketleri ve liderleri de Luther’in yaptığına benzer bir şey yapıyorlar.
Söylemlerinde zengin seçkinleri hedef tahtasına koyuyorlar, eşitsizliklere ve yoksulluğa karşı çıkıyorlar, yolsuzlukları eleştiriyorlar. Yani halkın siyasal rejime, seçim sistemine olan kızgınlığından yararlanıyorlar. Özellikle de yolsuzlukları ve skandalları kullanıyorlar.
İktidara geldiklerinde uyguladıkları programlar ise çok somut değil. Bazen bir tür refah devletini savunabiliyorlar ya da Brezilya’da açıkladıkları gibi neoliberal çözümlere yönelebiliyorlar. Ancak bu popülist liderlerin ortak noktası devleti ele geçirerek, hem kendilerini hem de çevresini zenginleştirmek, bir tür “ahbap-çavuş kapitalizmini” yaygınlaştırmak oluyor.[2]
Bu hareketlerin merkezi Doğu Avrupa (özellikle de Polonya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Bulgaristan ve Bosna) olsa da, Merkez Avrupa içinde Avusturya’da, İtalya’da, Almanya, hatta İsveç’te bile ciddi taban oluşturmaya başladılar. Türkiye’de son 15 yıldır sağcı popülist, otoriter Erdoğan iktidarını pekiştirerek sürdürüyor. Putin ise Rusya’da çok güçlü bir konumda. Asya’da Japonya’dan Tayland’a ve Kamboçya’ya kadar benzer gelişmeler söz konusu. Hindistan’da Modi iktidarı sağcı otoriterliğin tipik bir örneğini oluşturuyor. (Bu gidişata sadece Malezya uymadı.) Latin Amerika’da, Kolombiya’da yenilerde başkan seçilen Duque neoliberal ekonomik politikaları ve askeri güvenlikçi politikaları hızla hayata geçirirken, Nikaragua’da Ortega yönetimi militarizme kaymaya başladı. Kısaca Bolsonaro dünyada tek örnek değil.[3]
Dünyadaki bu gelişmenin nedenlerinin başında yıllardır bu ülkelerde iktidarda olan merkez partilerin neoliberal küreselleşmeyi benimsemeleri ve buna uygun ekonomi politikaları uygulayarak, ekonomik sorunların ve eşitsizliklerin artmasına, halklarının yoksullaşmasına neden olmaları olgusu geliyor.
Bu durum bu partilerin taban kaybetmeleri ile sonuçlanırken, hızla değişen dünya koşullarında kapitalizmin geleceğine ait belirsizlikler nedeniyle korkuya kapılan halklar, bu korkularını çok iyi kullanan aşırı sağcı partiler ve hareketlerin eline düşmeye başlıyorlar.
Bu bağlamda örneğin, şu ana kadar sosyal refah toplumunun en parlak örneği olarak sayılan Kuzey Avrupa ülkelerinden biri olan İsveç’teki son gelişmeler hem korkutucu, hem de öğretici nitelikte.
Çünkü dünyada tüm zamanların, yurttaşlarına en yüksek refahı sunan ülkelerinin başında gelen ve mültecilere hep kucak açtığı için “dünyanın vicdanı” olarak da anılan İsveç’te aşırı sağ giderek güçleniyor. Eylül başlarında yapılan seçimlerde iktidarın ana ortağı olan Sosyal Demokrat Parti son yüzyılın en kötü sonucunu alırken (yüzde 28), ırkçı, homofobik, mülteci karşıtı, aşırı sağcı popülist parti “İsveç Demokratları” yüzde 20’ye yakın bir oy alarak parlamentoda üçüncü parti konumuna geldi.[4]
Aslında soruyu “dünya bu duruma nasıl geldi” diye sormak daha doğru olacaktır. Zira böyle hareketleri, partileri iktidara taşıyan faktörler birbirine çok benziyor: Neoliberalizmin daha da artırdığı bölüşüm eşitsizliği, derin yoksulluk, yolsuzluklar, müesses nizamın ve merkez partilerin ekonomik ve siyasal sorunlara çözüm üretememesi, küreselleşmenin hızlandırdığı göçler ve mültecilik sorunları ve tüm bu sorunların halkta liberal demokrasiden umudunu kesmesine yol açması gibi birçok faktör söz konusu.
Yani neoliberalizmin egemen olmaya başladığı 1980’li ve 1990’lı yıllarda küreselleşme ve serbest ticaretle sorunu olmayan sosyal demokrat ya da merkez sol iktidarlar neoliberal strateji ve politikalara karşı çıkmadılar, sadece onun daha yumuşak versiyonunu (bir tür sosyal neoliberalizm) hayata geçirdiler. Bu durum onları bir süreliğine iktidarda tutarken, bu politikaların daha da derinleştirdiği ekonomik sorunlar tabanda aşırı sağcı fikir ve örgütlenmelerin güçlenmesi ile sonuçlandı.
Brezilya da bu gelişmelerden nasibini aldı. Son 15 yıldır iktidarda olan sol popülist ağırlıklı koalisyon pragmatik bir yaklaşımla halka dönük küçük iyileştirmeler yaparken, asıl olarak neoliberal politikalar uyguladı. Özellikle de 2011 yılından itibaren uluslararası konjonktür tersine dönmeye başlayıp ekonomik sıkıntılar artınca, bunun sınıfsal ittifaklar üzerinde yarattığı çözücü etkilerin sonucunda hızla taban kaybetti ve bu taban giderek aşırı sağ, ırkçı, faşist hareketlere yöneldi.
Brezilya’daki bu hızlı sağa kayma konusunda kuşkusuz farklı görüşler mevcut. Bazı yazarlar ülkedeki bu gelişmeleri halkın zengin seçkinler tarafından bir tür zehirlenmesi olarak açıklıyor. Örneğin ünlü ekonomist Thomas Palley bu görüşü savunanlardan birisi.
Palley’e göre[5], “Brezilya halkı şeytanca bir politik büyüye kapıldı. Halk uykusunda geziyor, demokrasiyi yok eden bir felakete doğru adım adım yaklaşıyor. Bu seçmenler zehirli bir politik iksir içmiş gibiler. Hem hafıza kaybı (amnezya) yaşıyor hem de giderek biçim değiştiriyorlar. Bu iksiri bunlara ülkenin zengin seçkinleri içirdiler. Bunu da parlamentoda yaptıkları darbe ve satın alınmış medyaları aracılığıyla gerçekleştirdiler. Hafıza kaybı yaşıyorlar çünkü haksız bir şekilde yolsuzlukla suçlanıp içeri atılan Başkan Lula döneminde ücretlerinin nasıl arttığını ve eşitsizliklerin nasıl azaldığını unuttular. Ayrıca İP’in yolsuzluğa ortak olduğu iddiasına inandırılarak seçkinlere destek vermeye başladılar. Oysa İP zenginlerin beslendiği hortumu kesmeye çalışıyordu.”
Dünyada yoksullukla mücadelede çok yaygın bir sosyal politika aracı olarak kullanılan “şartlı nakit destekleri” (Bolsa Familia) gibi popülist destekler söz konusu.
Bunlar toplumdaki bazı seçilmiş kesimlere sunulan ve vergilerle finanse edilen küçük çaplı, ama şarta bağlı nakit ödemelerini içeriyor. Bu destekler de bir yandan eşitsizliğin azaltılmasını ve yoksulluğun yönetilmesini sağlarken, bir yandan da sisteme olan itirazın ve radikal muhalefetin önlenmesine hizmet ediyor.
Bazı yazarlar Brezilya’daki siyasal gelişmeleri İP’in tek başına iktidar olamamasına, bu nedenle de koalisyon hükümetleri sırasında böyle sosyal politikalarını tam olarak uygulayamamasına bağlıyorlar.
Örneğin siyaset bilimci Cavalcanti’ye göre[6], Brezilya’da irili ufaklı 25 siyasal parti var. Bu nedenle de sol popülist İP hiçbir zaman yüzde 25’ten fazla oy alamıyor. Böylece de İP genelde aralarında küçük sağcı partilerin de bulunduğu partilerle koalisyon yapmak durumunda kalıyor.
Yani İP, bir yandan “Bolsa Familia” gibi sosyal güvenlik ve nakit transferi politikası ile yoksulluğu azaltıcı politikalar uygulayıp, asgari ücreti yükseltip, üniversite eğitimini kitleselleştirmeye çalışmak gibi ilerici politikalar uygulamaya, diğer yandan çok kötü durumdaki kamusal hizmetleri adaletsiz bir vergi sistemi ile finanse etmeye çalıştı. Koalisyondaki diğer partilerin servet zenginlerini vergileyerek buradan sağlanacak finansman ile nitelikli kamu hizmeti verilmesine sıcak bakmaması İP’in yaptığı birçok iyi işin görünür olmasını önledi. Böylece halkın hoşnutsuzluğu giderek arttı. Öyle ki 2013 yılında olduğu gibi, toplu taşıma ücretlerinin artırılması sonucunda ülkede yaygın protestolar ve kitle gösterileri patlak verdi.
Böyle sosyal politikalar (bazı araştırmacılara göre) Bolsonaro’nun yükselişinin asıl nedenini oluşturuyor. Çünkü bunlar yoksulların durumunu kısa dönemde iyileştiriyor, düşük ücretlileri sübvanse ediyor ama yoksulluğun yeniden üretimini de, kalıcı bir hale gelmesini de sağlıyor.
Bu bağlamda bu politikalar en iyisinden neoliberalizm ile uyumlu, ancak yaşam koşullarında iyileştirmek, yurttaşlık haklarını genişletilmek ve neoliberalizm altında yoksulluk ve adaletsiz yeniden bölüşümün yeniden üretimini önlemek gibi konularında son derece yetersiz kalan politikalardı.[7]
Kısaca sağlanan şartlı nakit yardımları, halkın üzerindeki ağır vergilerin ve yüksek ücretli ve kalitesi düşük kamu hizmetlerinin neden olduğu hoşnutsuzluğu ortadan kaldırmaya yetmedi. Bu da halkın tepkisinin artmasına ve giderek yaygın toplu protestoların ortaya çıkmasına neden oldu.
Devam edecek…
Dipnotlar:
[1] Thomas Palley, “Brazil is Falling Under an Evil Political Spell”, http://www.thomaspalley.com (16 October 2018).
[2] John Feffer, “Why Is the Radical Right Still Winning?”,commondreams.org/…/20…/10/11/why-radical-right-still-winning (11 October 2018).
[3] Agm.
[4] https://www.npr.org/2018/09/09/646116493/sweden-election-ruling-party-scrapes-a-win-as-far-right-gains-support?fbclid=IwAR1omZ8nNBFJKeqXuyT1Zl3wux1GOZv77tMSCtSHgO4UptGfY2vd62A7D-Q&t=1540188235105
[5] Palley, agm.
[6] Roxana Pessoa Cavalcanti, “How Brazil’s far right became a dominant political force”, https://theconversation .com (January 25, 2017).
[7] Alfredo Saad-Filho, Social Policy Beyond Neoliberalism: From Conditional Cash Transfers to Pro-Poor Growth, http://dx.doi.org (July 2016).
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.