Kendisini hukukla sınırlamayan bir kontrgerillacılar ittifakının, Türkiye halkının büyük direnme kapasitesi karşısında açık faşizmi sürdürebilmesi mümkün mü?
Sömürge faşizminin “yeni rejimi” büyük bir hızla somutlaşıyor. Ardı ardına çıkarılan kararnamelerle OHAL’den çok daha hukuk dışı bir rejime geçiliyor. Şu sıralarda yapılan düzenlemeler “OHAL’in süreklileştirilmesi” bile değil; (‘80 öncesi ile benzerlik kurarsak) daha çok sıkıyönetimden 12 Eylül faşizmine geçişe benziyor. Her geçen gün yaşadığımız gelişmeler, 24 Haziran seçimleriyle açık faşizme geçişin kritik eşiğinin aşılmış olduğunu kanıtlıyor.
16 Nisan 2017-24 Haziran 2018’e tarihlenebilecek açık faşizme geçiş süreci bir “aktif hazırlık süreci” olarak yaşandı. Sürecin her sonraki aşaması, bir önceki aşamasında kontrgerillanın krizini aşmaya hizmet eden politikaların derinleştirilmesi ve mekanizmaların güçlendirilmesiyle ilerliyor.
Kontrgerilla, devletin yasalarla sınırlanmamış zor aygıtıdır. Sömürge tipi faşizmde, devletin zor aygıtının yönetici merkezinde kontrgerilla bulunur, sömürge devletine terörist karakterini bu olgu verir. Bugüne dek açık faşizm, kontrgerillanın devletin yönetimini açık ve doğrudan bir biçimde ele alması şeklinde yaşanmıştır. Bugünkü açık faşizm ise, kontrgerillayı onarıp devletin merkezine yerleştirmek için iktidarı gasp eden bir kontrgerillacılar koalisyonuna dayanmaktadır.
İktidardaki kontrgerillacılar koalisyonu, kontrgerillayı kendi komutaları altında onarmayı ve devletin merkezine yerleştirmeyi başarmaları halinde iktidarlarını sağlam bir temele dayandırmayı umuyorlar. Açık faşizmin kaderini, kontrgerillanın onarımı planının başarısına bağlı görüyorlar.
Ordu, polis, yargı ve bunlara bağlı kurumlardaki gelişmeler, bize kontrgerillanın onarım sürecinin dayandırılacağı politik temeli gösteriyor.
Belirlenen Saray Bakanları Kurulu’nda Adalet, İçişleri ve Milli Savunma bakanlıklarının isimlendirilmesi, kontrgerillanın onarım sürecinin nasıl sürdürüleceğini göstermesi açısından önemli verilerdir. Demokratik muhalefetin bütün kanallarını kriminalize etmeleriyle ayırt edilen OHAL’in İçişleri ve Adalet bakanları “demirbaş” niteliği kazandılar. Necip Fazıl Kısakürek’in öğrencisi Hulusi Akar’ın başına konduğu Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanan TSK’de Genelkurmay Başkanlığı’na, Silopi, Bosna-Hersek, Roboski siciliyle temayüz eden Yaşar Güler, Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na ise 15 Temmuz’da Bahçeli’yi referans gösteren Ümit Dündar getirildi. Böylece dinbaz-ırkçı koalisyonu TSK’deki kadrolaşmasının yürütme komitesini oluşturmuş görünüyor.
Daha önceden de kontrgerillanın yönetici ekipleri emperyalist, anti-komünist savaş ve saldırının dönemsel merkezlerinde palazlanırlardı. 12 Mart’ın kontrgerilla kadrosu Kore Savaşı ve Kıbrıs’ın parçalanması mücadelesinde, 12 Eylül’ün kontrgerilla kadrosu Kıbrıs savaşında, 12 Mart devrimcilerinin imhasında, NATO karargahında ve iç savaş operasyonlarında ekipleştiler. Bu nedenle, kontrgerillanın yeniden bütünleştirilmesi ve yeniden devletin düzenleyici merkezi haline getirilmesi için diktatörlüğe zamana yayılan, kapsamlı ve “suç ortaklığı” oluşturacak pis bir savaş/savaşlara ihtiyaç duyulduğunu kestirmek için fazla bir çabaya gerek yok.
Ancak bu açık faşizm kliğinin evdeki hesabı. Kendisini hukukla sınırlamayan bir kontrgerillacılar ittifakının bu ülkede bu kadar uzun bir süre iktidarda kalabilmesi mümkün mü?
Türkiye’de daha önceki bütün açık faşizmler, halkın büyük çoğunluğunun pasif veya hayırhah desteğine dayandı. Bu kez açık faşizm, toplumsal desteği için halkın yarısının kısmi aktif desteğini yeterli buluyor.
Daha önceki iki açık faşizm deneyimi de “açık faşizmi” hem egemen güçler hem de halk nezdinde bir “ara dönem” olarak meşrulaştırdı. Bugünkü açık faşizm ise “normalleşme” olarak, nüfusun yarısından çoğunu (Kürtleri, Alevileri, vasıflı-yüksek vasıflı ücretli işçileri, kadınları) dışlayan bir sürekli baskı rejiminden başka bir şey vaat etmiyor.
Bugünkü açık faşizmin dayandığı kısmi aktif kitle desteği, neoliberalizmin sermaye birikimi modelinin sürdürülebilmesine bağlı. Bütün belirtiler bu modelin artık sürdürülemez hale geldiğini gösteriyor.
Daha önceki açık faşizm deneyimlerinde, iktidarlar, halkın direnme eğilimlerini bir bütün olarak kontrol altına alamadıkları zaman inisiyatifi elden kaçırdılar. 12 Mart devrimci direnişi Türkiye tarihinin en büyük sol dalgasının önünü açınca cuntacılar alelacele sahneyi terk etmek zorunda kaldılar; 12 Eylül’ün başarısı kendisine karşı devrimci direnişi ezebilmesi, düzenin siyasi güçlerini kendi koyduğu kurallar çerçevesine hapsedebilmesi oldu.
Haziran İsyanı’nın ortaya çıkardığı Türkiye halkının büyük direnme kapasitesi, bugünkü açık faşizmin bu amacına ulaşmasının imkansız olduğunu sürekli gösteriyor.
“Faşizm yıkılacak, halk kazanacak!” Bu bir ajitasyon sloganı değil, bir durum tespitidir.
* Bu yazı eşzamanlı olarak Yeni Yaşam gazetesinde yayınlanmaktadır.