Faşizmin iktidara kimi zaman seçimle geldiğini ama hiçbir seçim sonucunun faşizmi meşrulaştırmayacağını ve faşizme karşı mücadelenin bir sonraki seçim gününü beklemeyeceğini not etmek gerekir. Halkın gayri meşru olana karşı direnme hakkı vardır ve 24 Haziran’da kullanılmayan bu hak saklıdır Gece vakti ofisinizin kapısını kıracak polis var, “Hayırdır?” diye gittiğiniz Adliye’de ifade vereceğiniz savcı yok. İfade […]
Faşizmin iktidara kimi zaman seçimle geldiğini ama hiçbir seçim sonucunun faşizmi meşrulaştırmayacağını ve faşizme karşı mücadelenin bir sonraki seçim gününü beklemeyeceğini not etmek gerekir. Halkın gayri meşru olana karşı direnme hakkı vardır ve 24 Haziran’da kullanılmayan bu hak saklıdır
Gece vakti ofisinizin kapısını kıracak polis var, “Hayırdır?” diye gittiğiniz Adliye’de ifade vereceğiniz savcı yok. İfade özgürlüğünün kısıtlanması böyle bir şey demek ki…
16 Nisan referandumu ile 24 Haziran seçimleri arasında yaşadığımız rejim değiştiren süreçte gayri meşru olana gayri meşru dediğimiz ve direnme hakkını hatırlattığımız için hakkımda dördüncü kez soruşturma açıldı. Tebligat gönderip ifadeye gitmemi beklemek yerine gözaltına almak üzere gece vakti 2.15’te kapımızı kırmışlardı. Düzgün bir tebligat bekleyişiyle geçen üç haftanın ardından avukatlarımla gittiğim adliyede ise ifade verecek muhatap bulamadık. Belli ki gece baskını ve iki haftaya kadar uzayabilecek OHAL gözaltısı ile peşinen cezalandırmaya niyetlenmişler ama yargılama kısmını o kadar dert edinmemişler.
24 Haziran 2018 seçim sonuçlarını meşru kabul etmeyip halkı isyana teşvik etme konusunda üstüme atılı suçu gereğince işleyebilseydim böyle olmazdı elbette. Bana pek suç gibi gelmiyor ama neyse… Savcı bey, suç unsuru oluşmamıştır. Ama önemli olan niyet mi diyorsunuz? Arkadaşlar, maalesef başaramadık. Niyet etmiş olmanın ne önemi var? Her başarısızlığın bir bedeli olmalı. Atı alan Üsküdar’ı geçti. Tam olarak nereye geçildiği meselesini ayrıca tartışırız ama bu tartışmalı geçişi durduramadık.
Bu geçişin demokrasinin epey uzağında ve ancak içinde “faşizm” ve “diktatörlük” geçen tamlamalarla tanımlanabilecek bir düzleme doğru olduğunu idrak edemeyecek kadar sarhoş ya da milyonların diktatörlüğü durdurmak için gösterdiği teveccühü parti içi iktidar mücadelesine tahvil etmeye çalışacak kadar dar ufuklu olsaydık seçim sonuçlarını kabullenebilir, “adam kazandı” deyip geçebilirdik. Ya da 24 Haziran öncesinde ve 24 Haziran günü herkesin gözü önünde yaşananları görmemiş, duymamış, anlatmamış olsaydık…
Bir karşı-darbe süreci olarak işletilen OHAL koşullarında muhalefeti gafil avlayan bir baskın seçimle rejim değişikliği dayatıldığını… 696 sayılı iç savaş KHK’si ile AKP taraftarlarına iktidarı korumak için silah kullanmaları halinde cezasızlık vaat edildiğini… OHAL KHK’leri ve FETÖ operasyonları ile yargının ve ordunun hizada durmaya zorlandığını… Ülkenin en büyük medya grubu Doğan Medya’nın bu seçim kampanyası sürecinde Demirören eliyle satın alınarak etkisiz hale getirildiğini… Cumhurbaşkanı adaylarından Selahattin Demirtaş dahil pek çok milletvekili ve belediye başkanının tutuklu olduğunu… Aday olma ihtimali tartışılırken Abdullah Gül’ün tepesine genelkurmay helikopteri indirildiğini… Devlet kaynaklarının en adaletsiz biçimde Erdoğan ve AKP için seferber edildiğini… Ana akım medyada HDP, İyi Parti ve Saadet Partisi’ni neredeyse hiç göstermeyecek, CHP’yi de AKP’nin istediği gibi gösterecek şekilde ağır bir sansür uygulandığını… Muhalefet partilerinin seçim araçlarına ve stantlarına yer yer silahların da kullanıldığı saldırılar düzenlendiğini… Urfa Suruç’ta AKP’li milletvekili İbrahim Halil Yıldız ve yakınlarının HDP’li bir esnafla tartışmalarının ardından çıkan olaylarda ikisi hastanede yaralı halde yatarken katledilecek şekilde üç HDP’linin öldürüldüğünü, olayların tek mağduru olarak gösterilen vekil Yıldız’ın abisinin öldürülmeden önce cinayet işlediğini… 16 Nisan referandumunda sandıkları silahlı ekiplerle gezdiği kayıtlara geçen Yıldız’ın bu kanlı olayların ardından âdetini bozmayıp 24 Haziran günü de sandıkları silahlı adamlarıyla gezdiğini ve sandık başındaki HDP’lileri darp ettiğini… Urfa’da pek çok sandığa CHP’li ve HDP’li sandık görevlilerinin yanaştırılmadığını… Seçim günü Erzurum’da İyi Parti’nin biri yönetici iki üyesinin silahlı saldırıda öldürüldüğünü… Yasalara aykırı olmasına rağmen AKP ve MHP için açık ve toplu oy kullandırıldığını… Anadolu Ajansı’nın (AA) olası manipülasyonuna karşı alternatif bir veri akışı sağlama vaadiyle muhalefet partilerinin oluşturduğu Adil Seçim Platformu’nun sözünü yerine getiremediğini ve o gece sistemleri çalışmadığı için tüm ülkenin AA’ya mahkûm kaldığını… AA’nın seçimden dört gün önce iktidar yanlısı kanallardan birinde yanlışlıkla yayımlanan simülasyondaki sayıya çok yakın bir oy sayısıyla Tayyip Erdoğan’ı “seçilmiş cumhurbaşkanı” ilan ettiğini… YSK önüne 50 bin avukatla gitmekten ya da jiletle bile kazınamayacak şekilde o kapıya dayanmaktan söz eden Muharrem İnce ve Meral Akşener’in seçim akşamı ortadan kaybolduğunu… Halk, oy kullanılan okulların ve ilçe seçim kurullarının önünde birikirken AKP sözcüsü Mahir Ünal’ın yaşanacak olumsuzluklardan sokağa çağrı yapan muhalefet adaylarının sorumlu olacağını söylediğini ve hiçbir adayın Ünal’ı üzmediğini… Sultangazi Habipler Meydanı’nda olduğu gibi Erdoğan destekçilerinin yer yer kalabalık silahlı gruplar halinde sokağa çıkıp ateş ederek henüz sonuçlar netleşmeden kutlamalara başladığını…
Tüm bunları görmemiş ve haberleştirmemiş olsaydık “adam kazandı” diyebilirdik. Üstüne iki tek atsak adamı tebrik bile edebilirdik. Oysa yaşananlar ancak “adam çaldı” diye özetlenebilir. Bu provokatif ya da propagandif bir ifade değil hakikatin ta kendisidir. Velev ki çalmamış kazanmış olsun, hiçbir seçim sonucunun faşizme meşruiyet kazandırmayacağı da tarihsel bir hakikattir. Şayet bir suçum varsa o da bunları başarısız bir şekilde dile getirmektir. Ezcümle, bir seçim daha göz göre göre çalındı ve rejim değiştiren bu seçimle birlikte, ister oy kullansın ister kullanmasın, ister iktidarı ister muhalefeti desteklemiş olsun, 80 milyonun tamamının bin bir emek ve direniş ile kazanılmış hak ve özgürlükleri de çalındı.
Hadi diyelim yeni rejimin ve geçiş sürecinin gayri meşruluğunu göstermek namına görevimizi bir nebze de olsa yerine getirmiş olalım. Şu isyana teşvik “suçlaması” ile devlet sanki bizimle dalga geçiyor. Gelmekte olanı bildirip tehlike altındakileri uyarma görevimizi hakkıyla yerine getirseydik ve halk da gayri meşru olana karşı direnme hakkını kullansaydı… Üzgünüm, “suç” unsuru oluşmadı ve şu an bulunduğumuz yerdeyiz.
Ama daha önce uyarılmadım dersem yalan olur. 16 Nisan 2017 Anayasa Değişikliği Referandumu’ndan dört gün sonra “Evet sonucunu gayri meşru gösterip halkı isyana teşvik etme” suçlaması ile sabaha karşı Sendika.Org ofisine düzenlenen baskınla gözaltına alınmıştım. Gayri meşru sonuçlara tepki gösterip “Hayır, biz kazandık!” diyen kitleler, biraz iktidarın gözdağı operasyonları biraz da ana muhalefet partisinin “Sokaktan çekilin” telkinleri ile eve döndükten sonra serbest bırakıldım. Beş buçuk gün nezarette bekleten savcı ifade almaya bile gerek duymadı. Artık gerek yoktu.
O soruşturma ile ilgili takipsizlik kararı verildi ama bir yıl sonra, 24 Haziran seçimlerine bir ay kala bir başka savcı ele aldı meseleyi. Bu kez polis baskınına başvurmadan, bir tebligatla bildirdiler durumu. Adliyeye gittiğimizde içinde Sendika.Org’dan haber ve makalelerin ve sosyal medya paylaşımlarının yer aldığı kabarıkça bir dosya ile karşıladı savcı. “2017 Anayasa Değişikliği Referandumu sonuçlarını boykot etmek için tüm illere eylem çağrısı yapıp, illerde yapılacak eylemlerle ilgili yer ve saat bilgisi paylaşarak büyük kitleler toplamaya çalıştığını gösteren paylaşımlarda bulunmak”[1] ile suçlanıyordum. Bu kadar kolay mı hakikaten? Yer ve saat bilgisi paylaşmakla isyan yaratmak… Ol deyince oldurmak… Yoktan isyan yaratmak ne haddimize! Var olanın haberini yapıyor, gizleneni görünür kılıyoruz, o kadar. Doğrusu işin bu kısmında fena değiliz. Ama bunun adı da gazetecilik ve bu adda bir suç tanımıyoruz.
Bu ikinci soruşturma için de kısa sürede takipsizlik kararı verilecekti ancak savcı ile görüşmemizden birkaç gün sonra, 28 Mayıs günü yine iki polis dikildi kapımıza. Buyrun? Bir soruşturma için ifadeye gelmeniz lazım. E ben ifade vereli daha bir hafta geçmedi, bir yanlışlık olacak. Yok, bu başka soruşturma. İyi, olsun da, size niye zahmet veriyorlar, gönderin tebligatı, zaten geliyoruz, şükür Adliye’den çıkmıyoruz. Yok, şimdi Emniyet’e gelmeniz lazım. Gittik. İçinde “Diktatörlüğü durdurabiliriz” başlıklı haberimizin de yer aldığı, Afrin savaşı ile ilgili haberler, sosyal medya paylaşımları, hatta Carlos Latuff’un karikatürleri ile beslenmiş daha da kabarık bir dosya. Emniyet’teki ifade kâfi görülmeyince, oracıkta gözaltı işlemi başlatılıp yine Adliye’ye… Hâsılı, diktatörlüğü durdurabilme ihtimalinde de bir sakınca tespit edilmişti. Ama gözaltı haberi sosyal medyada ufak bir yaygara koparınca savcı kızdı. Gözaltı da nereden çıkmış, polis yanlış anlamış, savcılık bizi bilirmiş, çağrılınca gözaltına gerek olmadan ifadeye gidermişiz…
Bir ay sonra, 27 Haziran’ı 28 Haziran’a bağlayan gece 02.15’te, yani yine bir seçimin dört gün sonrasında, Sendika.Org’un kapısına polisler dayandı. Aman ne sürpriz! Beklemiyorduk dersek yalan olur ama “Bu gece geleceğiz, müsait misiniz” diye sormadıkları için o gece gezmelerdeydik, kapıyı biz açamadık, kendileri zahmete girip açtılar.
Yine tartışmalı bir seçim sonrası isyana teşvik durumu olacak. Gizlilik kararı olduğundan soruşturma dosyasında ne olduğunu tam olarak bilmiyorum. Ama sır değil. 16 Nisan referandumundan bu yana peş peşe gelen gözaltı ve soruşturmalardan ve her seferinde giderek kalınlaşan dosyalardan anladığım kadarıyla, gayri meşru seçim sonuçlarına itiraz edip halkı isyana teşvik etmek gibi bir huyumuz var.
Gece vakti düzenlenen polis baskınını olağan bir iletişim biçimi olarak kabul etmedik, yukarıda bahsi geçen üçüncü soruşturmayı açan savcının da uygun gördüğü şekilde tebligatlı bir davet bekledik. Gelmedi. Aradan geçen 20 günün ardından artık daha fazla beklemenin de bir anlamı olmadığını düşünerek Adliye’ye gitmeye karar verdik. Orada da ifade verecek savcı bulamadık. Hikâye budur.
Suçlama, seçim sonuçlarını gayri meşru göstermek mi? Biz gayri meşru olanı gösterdik. Seçim sonuçları o gayri meşru yollarla açığa çıktı ise, ki öyle oldu, suçluyu başka yerde aramak gerekir. Faşizmin iktidara kimi zaman seçimle geldiğini ama hiçbir seçim sonucunun faşizmi meşrulaştırmayacağını ve faşizme karşı mücadelenin bir sonraki seçim gününü beklemeyeceğini de ayrıca not etmek gerekir. Suçlama, halkı isyana teşvik mi? Açıkçası halkın gayri meşru olana karşı direnme hakkı vardır ancak 24 Haziran’da kullanılmamıştır. Öte yandan bu hak saklıdır. Bunu da tarihe not düşmek gerekir.
Hak ve hakikat olduğu yerde duruyor. Görülmemiş baskı ve tehditlere rağmen Gezi’den 7 Haziran’a, 16 Nisan’dan 24 Haziran’a, onuruna ve ülkesine sahip çıkmak için sokakta da sandıkta da omuz omuza verenler ne onurlarından ne ülkelerinden vazgeçti. Bu memleketi yüzde 50’nin kul, yüzde 50’nin düşman muamelesi gördüğü bir cehenneme çevirmek isteyenlere karşı eşit ve özgür insanların ülkesi olarak yeniden kurmak isteyen, her biri memleketin en az Erdoğan kadar sahibi olan milyonlar bir yere buharlaşmadı.
Bakmayın zafer ve yenilgi sarhoşlarına, aydınların karamsarlığına, eski elbiseleri içinde debelenen muhalefet örgütlerimizin kifayetsizliğine…
Hakikat, işe yaramaz siyasi stratejilere aldırış etmeden bir yerlerden göz kırpacak.
İsyanın da randevusu olmaz. Direnme hakkını saklı tutan milyonlar gayri meşru iktidara karşı bizim yer ve saat bildirmemize gerek olmadan sokağa çıkacak.
Ve Sendika.Org önüne hangi engel ve baskı çıkartılırsa çıkartılsın o hakikati yazmaya, o direnişin sesi olmaya devam edecek.
Dipnot:
[1] http://sendika62.org/2018/05/sendika-org-editoru-demirhana-bir-hayir-sorusturmasi-daha-evete-karsi-eylemlere-cagirmaktan-494014/
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.