“Eski biçimde varlığımı devam ettirebilirim” tercihi, her türlü yanlışı göze alarak yeni dönemin arayışı içine girilmesinden çok daha “riskli”dir
Yeni oluşacak siyaset düzleminde “etkin olmayı” hedefleyen her sol siyaset, kendi önüne çıkan ikilemlerle yüzleşecek ya da bağımsız tercihler geliştirmek zorunda kalacaktır. Ancak “eski biçimde varlığımı devam ettirebilirim” tercihi, her türlü yanlışı göze alarak yeni dönemin arayışı içine girilmesinden çok daha “riskli”dir
Tayyip Erdoğan’ın Başkanlık Rejimi zorlaması siyasal alanı çok köklü bir biçimde değişime uğrattı. Bu seçimlerden Erdoğan yenilgiyle çıksa ve galip gelenler yeniden eski sisteme (parlamenter sistem) dönme kararı alsalar bile artık eskiye (birebir haliyle) dönüş imkânsız.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adı konan dönüşüm henüz kurumsal olarak yerleşmedi ve hatta yerleşmesi için uzun bir süreye ihtiyaç duysa da siyasal alanda yarattığı deprem ilk çatlaklarını siyasal aktörlerde gösterdi. AKP, zaten öyleydi ama yeni sürece, tek bir adamın her şeyi belirlediği bir hukuksal ve kurumsal değişimle girdi, Erdoğan cumhurbaşkanı iken aynı zamanda partinin de genel başkanı olma hakkı elde etti. Bu durum AKP’nin, zayıflasa da yeni dönemde tek bir parça olarak kalmasını garanti altına almaya dönüktü.
Tüm siyasal varlığını tek başına iktidar olmaya değil de sadece iktidar ortağı olabilmeye göre inşa eden MHP, başkanlık sisteminde iktidar ortağı olabilmenin tek yolunun Erdoğan’la birlikte davranmaktan geçtiğini gördü ve pozisyon değiştiren ilk aktör oldu. Ancak gerek Bahçeli’nin bu dönüşüm sürecini iyi yönetememesi gerekse de eski dönemin kontrgerilla artıklarının yeni dönemde tamamen dışlanacakları kaygısı “yeni” siyasi aktörlere “yeni” siyasi misyonlar yüklenmesine yol açtı; İYİ Parti hızla siyasal yelpazede oluşan boşluğu doldurdu.
Saadet Partisi bile değişim aşamasındaki siyasal atmosferde karşısına çıkan fırsatları çok iyi değerlendirerek hem kendisine etkili bir siyasal temsiliyet hem de ittifaklarda kilit bir rol edindi. Batı’da AKP’den sıkılan, siyasal açıdan ılımlı, yaşam tarzı açısından kuralcı bireylerin aktif desteğini alabilir hale gelirken Kürt illerinde de AKP’nin güçlü bir alternatifine dönüştü.
Hem cumhuriyetin hem devletin CHP’si bile bu süreçten etkilendi. Yüzde 22-28’lerde dolaşmanın, egemenler için ikinci alternatif (aynı zamanda denetçi ana muhalefet) olarak beklemenin yeni sistemde hiçbir işe yaramayacağını zor da olsa kavradı. Ve yüzde 51’e ulaşmanın yollarını aramaya koyuldu. Sol kitlenin cepte olduğunu varsayarak sağcıların da katılabileceği yeni bir söylem ve bireysel de olsa yeni ittifaklar arayışına girdi. Bu yönelimin CHP açısından hiçbir zaman ortadan kalkmayacağını kabul etmek gerek. Muharrem İnce tercihine bakarak, bu yönelimin ortadan kalktığını söylemek mümkün değil. Çünkü İnce’nin adaylığı ittifak (CHP-İYİ Parti-Saadet) oluştuktan sonra belirlendi, yani sadece CHP’nin tek başına gireceği bir başkanlık seçiminde muhtemeldir ki sağdan bir seçeneğin (İlhan Kesici, Abdüllatif Şener ) CHP yönetiminin kararında daha fazla şansı olurdu.
Yelpazenin solunu kim dolduracak?
Tekrar ifade etmek gerekir ki Türkiye’nin rejiminde yapılacak değişiklik sol kitleler üzerinde büyük etkilerde bulundu, bulunmaya da devam edecek.[1] Bu durum açıktır ki sol öznelerin mücadele hattında da solun temsiliyetini oluşturmada da politik ve örgütsel değişikleri getirecektir.
İlk olarak; CHP’nin buna vereceği yanıt önemli olacaktır.[2] Bu noktada İnce ile girilen yönelimin kalıcı olup olmayacağını, seçimlerin sonucunda (özellikle Erdoğan seçilirse) oluşacak yeni düzleme CHP merkez kadrolarının nasıl “yanıt” oluşturacağını şimdiden kestirmek mümkün değildir. Yine de şimdiden söylenebilir ki dünyadaki sol popülizm örneklerinden birisini bu ülkede de gerçekleştirmek isteyen bir eğilimin CHP içinde güçlü bir dayanak noktası oluştu.
Kuşkusuz HDP’nin bu dönemki tercihleri de ona yönelmiş pozitif bakışın 7 Haziran’dan sonra büyük oranda zayıflamış olmasına rağmen, sol kitleler için önemli olacaktır. Erdoğan’ın HDP’ye uyguladığı baskı[3] kabul etmek gerekir ki HDP’nin tamamen nesnel ve bağımsız siyaset oluşturabilmesini engellemektedir. Ancak yine de “görülen işaretler” HDP kadrolarında, sol düzlemin boşluğuna dair “dert edinmenin” ve bu alana birtakım hamleler yapma ihtiyacının hasıl olduğunu göstermekte. Gazeteci Ahmet Şık’ın, Halkevleri’nin önceki dönem genel başkanlığını yapan Oya Ersoy’un, Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Erkan Baş’ın, SYKP Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları’nın, ESP’den Murad Çepni’nin, Özgürlük ve Sosyalizm Partisi (ÖSP) Genel Başkanı Sinan Çiftyürek’in, Devrimci Parti Genel Başkanı Musa Piroğlu’nun ve hatta Özgürlük ve Dayanışma Partisi Genel Başkanı Alper Taş’ın milletvekili yapılmak istenmesi farklı bir yönelime kanıttır. Sol’un tamamını, sol temsilcileri kendi bünyesi içerisinden Meclis’e taşıyarak kapsama tercihi olarak değerlendirilebilecek bu girişim ister iradi ister hissiyattan kaynaklansın hem HDP’de hem diğer solda bir değişikliğe neden olacaktır.
Diğer yandan ister HDP’de isterse HDP dışında, ister Meclis’te ister Meclis dışında, ister silahlı mücadele ekseninde ister reformlar gerçekleştirmek hedefiyle Türkiye’nin yeni oluşacak siyaset düzleminde “etkin olmayı” hedefleyen her sol siyaset, kendi önüne çıkan ikilemlerle yüzleşecek ya da bağımsız tercihler geliştirmek zorunda kalacaktır. Kuşkusuz bu durumda sadece başlangıç tercihini yapmak başarıyı garanti altına alamayacağı gibi başarısızlık “ince bir sınırın” hemen ötesinde olacaktır. Ancak “eski biçimde varlığımı devam ettirebilirim” tercihi, her türlü yanlışı göze alarak yeni dönemin arayışı içine girilmesinden çok daha “riskli”dir.
Açıktır ki kendi “doğasından” kaynaklı Meclis düzleminin baskın karakteri sol üzerinde bir taraftan çekicilik diğer taraftan iticilik oluşturmaktadır. Bunun dengesinin kurulması mutlak bir zorunluluktur. Tek bir alana, tek bir merkeze yığınak yapmanın yetersiz olacağı, sadece Meclis’e (milletvekilliğine) bel bağlamanın, ona büyük misyonlar atfetmenin yanlış olacağı da aşikardır.
Yapılması gereken; bütünlüklü bir siyasal programın oluşturulması, her alanın bu bütün içinde programı yeniden ve yeniden üretmesi/hayata geçirmesi, her temsiliyet pozisyonunun kendi işlevine göre ve temsiliyet pozisyonlarıyla uyumlu bir paylaşımla ilişkilenmesi, statikliğin değil devrimci bir eleştirel yaklaşımın hakim hale getirilmesi ve elbette tarihsel misyona sahip çıkılmasıdır. Kuşkusuz bunlar “yeter değil gerek” şartlardır.[4]
Erdoğan’ın dayattığı siyasal dönüşüm başarıya ulaştığında, sol için “korkutucu” sonlar olabileceği gibi tersi çok daha mümkündür, yani Erdoğan sol tarafından yenilgiye uğratılabilir. Siyasal düzlemin değişmesi devrimcilere hiç kuşkusuz çok büyük fırsatlar sunduğu kadar kendi hedeflerini gerçekleştirme “son”ları da yaratır.
Dipnotlar:
[1] Bu konu üzerinde çok daha fazla durulması, ciddi analizlerin yapılması elzem. Bu dönemin sol bireyler üzerinde yaptığı sosyal, kültürel, siyasal değişimler hepimizin yaptığı kaba gözlemlerle bile çok sarsıcı. Sadece yurt dışında yaşama tercihinin yaygınlığı bile bu kitleler üzerindeki değişimi kavrama ihtiyacını göstermek için yeterli.
[2] İster kabul edelim ister etmeyelim, sözü edilen kitleler için CHP, hala bakılan, beklenti oluşturulan bir merkezi işgal etmektedir.
[3] Demirtaş’ın cezaevinde tutulması, HDP yöneticilerinin büyük çoğunluğunun tutuklanması, dışarıdakilerin hareket alanlarının daraltılması, ‘o partiyi sandığa gömün’ talimatı, v.s. v.s.
[4] Yeni dönemin siyasal yönelimi, yapılması gereken pratik program, kadro profili gibi birçok konuda çok yönlü tartışmaların ve üretimlerin yapılması gerektiği açıktır. Şimdiye kadar olanları başlangıç olarak kabul etmek uygun olacaktır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.