Mesele, Erdoğan hangi provokasyonu yaparsa yapsın, provokasyonun tersine çevrilip çevrilemeyeceği meselesidir
Erdoğan eğer kendisini yüzde 50’nin altında görürse, işte o zaman “ek tedbirler” devreye girecektir, mutlaka. Mesele, hangi provokasyon yapılırsa yapılsın, provokasyonun tersine çevrilip çevrilemeyeceğidir
Tayyip Erdoğan için, 15 Temmuz’u saymazsak, varlık-yokluk sınırına geldiği yer, bu seçimler olacak. Bu kadar seçimden sonra her biri uzman siyaset analizcisi olmuş tüm seçmenlerin bildiği gibi; “Erdoğan iktidarı kaybederse dibe vurur”. Öyleyse Erdoğan cephesinden bakıldığında bu seçim(ler) mutlaka kazanılmalı.
Ne var ki bu defa Meclis ve Cumhurbaşkanlığı olmak üzere iki seçim yapılacak olması, Erdoğan’ı iki seçime dönük ayrı taktikler uygulamaya zorluyor. Şimdiye kadar olan dönemde Erdoğan’ın, AKP’ye Meclis’te çoğunluk kazandırma taktiklerine tanıklık ettik:
1) MHP ile yapılan “Cumhur İttifakı”, Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığını desteklemek üzere yapılmış görünse de asıl olarak yüzde 10 barajını geçmesi imkansız hale gelmiş MHP’yi Meclis’e sokma ve seçim bölgelerinde birinci sırada çıkmanın getireceği ekstra vekillikleri kapma taktiğiydi. (Bu hamle, karşı cephenin “Millet İttifakı” ile bir miktar bertaraf edildi.)
2) Baskın seçim ile aynı zamanda İyi Parti’nin seçime katılamayıp Meclis’e girememesi amaçlandı. Ancak bu da CHP’nin İyi Parti’ye 15 vekilini ödünç vermesiyle bertaraf edildi. Erdoğan, bu durumdan açıkça şikâyet de etti; “YSK kararı cumartesi verseydi belki o zaman bu 15’ler olayı olmayabilirdi.”
3) Erdoğan’ın elinde tek seçenek kalmış durumda: HDP’ye yüzde 10 barajını geçirtmeyerek bölgedeki neredeyse tüm vekillikleri ele geçirmek.[1] Bunda ne kadar kararlı olduğunu “O partiyi sandığa gömün” emri vererek gösterdi. Muhalefetin bu taktik karşısında geliştirdiği bir hamle henüz yok ancak 7 Haziran deneyimi hâlâ hatırlarda. Aynı “solduyu”nun bu seçimlerde de gösterilmesi, yani önemli miktardaki CHP seçmeninin HDP’ye oy vermesi (sosyalistlerin büyük kısmının tercihi bu yönde olacaktır zaten) çok mümkün. HDP, Demirtaş’tan daha çok oy alırsa şaşmamak gerek.
4) Meclis’te çoğunluğu kaybedebileceği kendisine söylenmiş olmalı ki, Erdoğan önlem almaya çalışıyor: “‘Oyumu cumhurbaşkanına vereceğim ama parlamentoda AK Parti’ye vermeyeceğim.’ Böyle bir şey olabilir mi?” Barajın fiilen ortadan kalkması seçmenlerin (Saadetçilerin, HDP’lilerin, hatta MHP’lilerin) gerçek temsiliyetlerine dönmesine yol açmış olmalı!
Tüm bunlar göstermektedir ki, Meclis eski işlevinde olmayacak olsa bile hâlâ Erdoğan’ın başını ağrıtabilecek durumdadır ve Erdoğan orayı da “garanti”ye almayı amaçlamaktadır.
“Şimdiye kadar” izlenen çizginin ana rotası, Erdoğan’ın rakipsiz olduğu üzerine kurulu: O ve diğerleri.[2] Kuşkusuz bu durum, devletin tepesinde oturmanın tüm kişisel avantajlarını kullanan Erdoğan için ekstra bir avantaj sağlamakta.
Erdoğan şimdilik “standart bir seçim dönemi” planlamış durumda. 24 Haziran’a kadar 55 miting yapacak, bol bol kendinden önceki başarısızlıkları hatırlatıp kendi döneminin “atılımları”nı anlatacak. Yalanın dibini görüp sahiplenmenin tepesinde oturacak falan filan. Sandıkta yapılacak hileler zaten planlanmıştır.
Devletin kasası da seçim rüşveti olarak kullanılmaya başlandı bile. Vergi ve prim borçlarının yapılandırılması, emeklilere bayram ikramiyeleri, imar barışı, yaşlılık aylığının 500 liraya çıkarılması, genç girişimcilere Bağ-Kur desteği, üniversitelerden kaydı silinenlere dönüş imkânı gibi düzenlemeleri de içeren kanun tasarısı TBMM’ye sunuldu. (Sadece emeklilere iki ikramiye, bütçenin yüzde 3’ü demek.)
Bunlar yetecek mi? Bunu, Erdoğan’ın önüne konan kamuoyu araştırmaları belirler. Eğer orada kendisini yüzde 50’nin altında görürse, işte o zaman “ek tedbirler” devreye girecektir, mutlaka. “İktidarı kaybederse dibe vurur.”
Erdoğan karşıtı blok göz önüne getirildiğinde (% 25 civarı CHP, % 10 civarı HDP, % 16-17 civarı İyi Parti/ Saadet Partisi), “ek tedbirlerin” ilk olarak HDP ve İyi Parti/ Saadet Partisi seçmenlerinin sandık tutumlarını değiştirmeyi[3] hedefleyeceği öngörülebilir. Bu konuda yasal-yasadışı, meşru-gayri meşru bir sınırın olmadığı bilinmektedir. Diğer yandan neler yapılabileceğini de öngörmek mümkün değildir. Bunları öngörmek ve bunlara önlem almaya çalışmak da farazidir. Varsayımsal olsa da birkaçını saymak zihin açıcı olabilir; İyi Parti’nin ya da Saadet Partisi’nin içini karıştırmak, büyükbaşlardan birkaçını kendi safına çekmek, Kandil’e operasyon düzenlemek, Suriye’de yeni bir askeri eylem gerçekleştirmek, sahte bir suikast düzenlettirmek vs. vs. (Geleceği inşa edenler karşısında geleceği tahmin edenler her zaman dezavantajlıdır.)
Esas olan, hangi hamle yapılırsa yapılsın, yapılacak hamlenin, (üstelik bu hamle doğrudan provokasyon da olabilir) tersine çevrilip çevrilememesidir. Bu noktada iki örnek, tüm muhalefete yol gösterici olabilir:
İlki; 7 Haziran seçiminden iki gün önce, 5 Haziran’da HDP’nin Diyarbakır Mitingi’nde patlatılan iki bombadır. Kuşkusuz amaç, HDP seçmenlerinin sandık tutumunu değiştirmekti ancak iki gün gibi kısa bir zamana rağmen “örgütlü halk” beklenenin tam tersini başardı.
İkincisi; benzer biçimde 1 Kasım seçiminden yirmi gün önce, 10 Ekim’de Ankara’daki Barış Mitingi’nde patlatılan iki bombadır. Kuşkusuz buradaki amaç da AKP’den uzaklaşmış seçmenleri, “kaosa karşı güven ve istikrar” güdüsüyle tekrar AKP’ye yönlendirmekti. Bu provokasyonu boşa çıkaracak (ne yazık ki) bir yanıt üretilemediği için “AKP başarmıştır”.[4]
Bu iki örnekle verilmek istenen, bu dönemde de benzer bir provokasyonun gerçekleşeceği beklentisi değildir. 500 yıllık devlet olma özelliğiyle övünen Türk kontrgerillasının, en yumuşağından en sertine kadar elinde çok gelişmiş “yönlendirme araçları” mevcuttur. Burada amaç ne tür bir hamle (provokasyon) olursa olsun, ona uygun bir karşı yanıtın (zaman geçirilmeden) üretilebilmek için hazır olunmasıdır!
Dipnotlar:
[1] Ağrı 5, Batman 5, Bingöl 3, Bitlis 3, Diyarbakır 12, Hakkari 3, Mardin 6, Muş 4, Siirt 3, Şırnak 4, Urfa (+)3, Van 8.
[2] Muhalefetin “hakkını” da teslim etmek lazım. Hâlâ Tayyip Erdoğan’ın adını telaffuz etmekten kaçınan ve ona “tek adam, tek adam” diye hitap eden bir muhalefet zaten yarışa bir adım geriden başlar.
[3] Sandık tutumlarını değiştirmek; ya onları sandığa gitmekten vazgeçirmek ya da sandıkta Erdoğan lehine oy kullanmak.
[4] Toplumsal muhalefetin yanıt üretemediği bir kaç örnek daha sıralanabilir; 7 Haziran seçimleri sonuçlarına Erdoğan, hükümet kurdurmayarak ve erken seçime giderek hamle yapmıştı, bu hamleye de bir yanıt verilemedi. 16 Nisan referandumundaki hileli sonuçlara da karşı hamle ne yazık ki yapılamamıştı.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.