Odaklanılmasını gereken yer, bu müdahalenin nasıl ve hangi araçlarla yapılacağı ve seçim sonrasına bugünden nelerin aktarılacağıdır
Kabul etmek gerekir ki böylesi bir erken seçim sürecinin “baş aktörlerinden biri” sol değildir. Ancak bu durum solun, sürece müdahale edemeyeceği, hatta süreci ters yönde değiştiremeyeceği sonucunu doğurmaz. Odaklanılmasını gereken yer, bu müdahalenin nasıl ve hangi araçlarla yapılacağı ve seçim sonrasına bugünden nelerin aktarılacağıdır
İlk olarak Tayyip Erdoğan’ın aylardır “Erken seçim merken seçim yok” tavrından neden vazgeçtiğini ve hızla “çok erken” bir seçim kararını neden aldığını açıklamak gerek. Aslında bunu zaten Erdoğan ve şürekâsı neredeyse doğrudan ifade ediyorlar zaten. “Suriye’deki gelişmeler, makro ekonomik dengelerden, her konuda kararlar vermemiz gereken dönemdeyiz” diyor Erdoğan. Ve Irak’ı da bu sürece ekliyordu; “Suriye ve Irak merkezli olarak tarihi önemdeki olayların Türkiye’nin bir an önce belirsizlikleri aşmasını zorunlu hale getirdiğini…” Bir diğer nedeni de sahibinin sesi Abdulkadir Selvi ekliyor: “Erdoğan ile Bahçeli’nin yarım saat içinde ülkeyi erken seçimlere götürmelerinde bir numaraya ‘cumhur ittifakının korunmasını’ yerleştiriyorum.”
Kısaca erken seçim üç nedene dayanmaktadır: Ekonomik sorunlar, Ortadoğu’daki olası gelişmeler ve MHP ile ittifakın korunması.
Ekonomik sorunlar: Uluslararası Para Fonu’na (IMF) göre, Türkiye ekonomisi bozuldu ve aşırı ısındı. Türk Lirası (TL) değer kaybediyor; Temmuz 2016’daki başarısız darbeden bu yana TL dolar karşısında yaklaşık yüzde 43 değer kaybetti. Bunun başlıca nedeni, cari işlemler açığının ve çift haneli enflasyonun (Şubat’ta yüzde 10,26) yüzde 5’lik hedeften uzak olmasıdır.
Tahmin etmek zor değil; Erdoğan’a sunulan raporlarda “ekonomik çöküşün hızla devam edeceği ve bunun 2019’a kadar asla düzeltilemeyeceği” vardır.[1] Ayrıca erken seçimim ekonomik sorunları çözeceğini şu koşullarda hiçbir AKP’li de mantıklı bir analizle iddia edemez.
Açıktır ki ekonomik kriz, seçimden sonra da devam edecek ve hatta hızla derinleşecektir. Tayyip Erdoğan, ekonomik krizi engellemek için değil, kriz koşullarında yapılacak bir seçimde kaybedeceğini bildiği için erken seçim yaptırmaktadır.
Ortadoğu’daki olası gelişmeler: Erdoğan’ın “Suriye ve Irak merkezli olarak tarihi önemdeki olaylar” ifadesi açıkça “Afrin ile yetinilmeyeceğini” işaret etmektedir. Afrin operasyonu ile başlayan AKP açısından avantajlı süreç sınırına dayanmış, ABD ve Rusya’nın “Artık safını seç” zorlamasıyla da birlikte, yeni ve riskli süreçlerin kapıları AKP’ye gösterilmiştir. AKP bu riskli kapılardan birinden geçmek zorunda kalacaktır. Her ne kadar OHAL sayesinde tek başına her şeye karar verebiliyor olsa da asıl tercihi OHAL’i sonlandırdığında da aynı tek kişilik yetkiye sahip olma isteğidir (Bu konuda ona Trump, May ve Macron üçlüsünün Suriye’yi bombalamaya tek başlarına karar vermeleri örnek olmaktadır).
Açıktır ki Tayyip Erdoğan, Ortadoğu’da çok daha büyük maceralara girişme planları yapmaktadır ve yine açıktır ki bu planlar büyük riskler taşımaktadır. Eğer bu planların başarılı olacağından emin olsa kesinlikle bunların getireceği maddi ve manevi sonuçları seçime tahvil etmeyi amaçlardı.
Cumhur ittifakının korunması: MHP ile ittifakın zarar görme riski, asıl olarak Bahçeli’nin derdi gibi görünse de gerçekte Erdoğan’ın zararınadır. Bahçeli’nin, erken seçim kararını açıkladığı konuşmasında, “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi üzerinde fitne üreten, dedikodu imal eden, kriz ve kaosa gel gel yapan yerli ve yabancı mihrakların son dönemlerde faaliyetlerine hız verdikleri bellidir, belgelidir” diye tamamlıyordu. Bahçeli’nin gerçek korkusu, özellikle İyi Parti tarafından kendisine yönelecek birtakım “itibarsızlaştırma” atakları ve gittikçe MHP tabanında yaşanacak kaymalardır. Bu durum doğal olarak Bahçeli’nin pazarlık gücünü azaltacaktır. Ancak bu sonuçtan en büyük zararı görecek olan ise kuşkusuz Erdoğan olacaktır. İttifak için olası en iyi sonucu veren anket araştırmaları bile yüzde 49-51 aralığında.
Açıktır ki zaman ilerledikçe cumhur ittifakı kendisini genişletmeyecek, tam tersine eritecektir.
Kuşkusuz bu üç nedene; muhalefeti, yani CHP, HDP ve Saadet Partisi’ni hazırlıksız yakalamak, aday belirleme sürecinin sağlıklı işlemesini engellemek, İyi Parti’ye sürekli sorun çıkararak işlevini baltalamak vb eklenebilir.
Aslında seçimlerin erkene alınacağının işareti “MHP ile ittifak yapıldığında, hatta oy pusulasının örnekleri basına servis edildiğinde” verilmişti. Ancak büyük ihtimalle erken seçimin sonbaharda yaptırılacağı hedefleniyordu. Bunun en belirgin kanıtı ise AKP’nin büyük kongresini henüz yapmaması ve yapma planı olarak da haziran sonunu hedeflemesidir. Açıktır ki erken seçimi 24 Haziran’da yapmayı planlamış bir Erdoğan’ın, AKP Büyük Kongresi’ni daha önceden yapması ve bir seferberlik ilan etmesi beklenirdi.
Erken seçim Tayyip Erdoğan için bile erkendir, AKP teşkilatları için ise çok daha erkendir. Hazırlıklarını tamamlamamış olan sadece muhalefet değil, aynı zamanda AKP-MHP ittifakıdır.
Erken seçim sürecinin nasıl yaşanacağı, hiçbir tartışmaya yer vermeyecek bir biçimde bellidir. Çünkü Erdoğan’ın daha önceki seçimlerde neler yaptığı, neleri göze alabileceğini bu ülke halkları bizzat yaşayarak öğrendi. Bu seçim sürecinde de devlet olanaklarının istisnasız tamamı Erdoğan ile AKP-MHP tarafından kullanılacak. Tüm muhalefet güçleri her türlü yol yöntem ile (yasa maddeleri uydurularak, propaganda malzemeleri ellerinden alınarak, medya olanakları kısıtlanarak, yeni yasaklar konularak ve elbette tehdit, şantaj, baskı, zor araçları sürekli devrede tutularak) engellenmeye çalışılacak. Sandıkta yapılacak eski hilelerin tekrarını ve hatta yenilerinin icat edileceğini eklemeye gerek bile yok.
Sürekli bunlardan şikayet eden bir mağdur edebiyatı ne Erdoğan’ı bunları kullanmaktan vazgeçirmekte ne de AKP kitlesini tercih değişikliğine itmektedir.
Burada alınacak tutum, aktif direnişi ve fiili engellemeyi içermek zorundadır.[2] Hatta daha da ileri gidip aynı yol ve yöntemlerle yanıt üretmek gerekecektir.
Kabul etmek gerekir ki böylesi bir erken seçim sürecinin “baş aktörlerinden biri” sol değildir. Ancak bu durum solun, sürece müdahale edemeyeceği, hatta süreci ters yönde değiştiremeyeceği sonucunu doğurmaz. Odaklanılmasını gereken yer, bu müdahalenin nasıl ve hangi araçlarla yapılacağı ve seçim sonrasına bugünden nelerin aktarılacağıdır.
İlk olarak, müdahale edilmesi gereken yer Tayyip Erdoğan’a bu seçimin kaybettirilmesi, üstelik hezimetle kaybettirilmesidir. Bunun için AKP-MHP seçmeninin Erdoğan’dan vazgeçmesini sağlamak gerekecektir. Solun elinde, hatta Erdoğan karşıtı herkesin elinde çok güçlü argümanlar bulunuyor. Çok fazla başlık bulunsa da asıl olarak ekonomik durum ve savaş çıkarma tercihi Erdoğan’ın asıl “zayıf karnı”nı oluşturuyor.
Tekrar edelim; erken seçim ekonomik krize çare bulmayacak, Tayyip Erdoğan kazandığı takdirde ekonomik kriz çok daha fazla büyüyecektir. Doların 10 liraya, avronun 15 liraya çıkması Erdoğan sayesinde olacaktır.
Ortadoğu’ya müdahale Afrin’le sınırlanmayacak, Suriye’nin farklı yerleriyle birlikte Irak’ın topraklarına yönelik işgal girişimleri de gündeme gelecektir. Bunun sonucu asker kayıplarının 100’leri, 1000’leri ve belki de daha fazlasını bulması olmayacaktır. Çok büyük düşmanlar, düşmanlıklar yaratılacak, o şahıs sarayında binlerce koruması ile güvende yaşarken Türkiye halklarının tamamı çok büyük saldırılar karşısında kalacaktır. Emperyalistlerle girilen kirli pazarlıklar sonucu ülke toprakları belirsiz provokasyonlara açık olacaktır. Tayyip Erdoğan o koltukta kaldığı sürece bu ülkede bir iç savaş çıkartılma olasılığı her zaman çok yüksektir.
Bu ikisine ek olarak hatırlatılmalı ki Erdoğan koltukta kaldığı sürece eğitim sisteminde sürekli yeni krizler üretilecek, sağlığa yoksul halkın erişimi gitgide daha da zorlaşacak, yağma/talan/kayırmacılık düzeni azacak, kadına yönelik şiddetin, çocuk istismarının çok daha sistematik hale gelecek, vb. vb. vb…
Bu eksende çok fazla özneyle, açık, yaygın yürütülecek bir politik faaliyet, kuşkusuz çok zengin ve her türlü propaganda araçlarına da ihtiyaç duyacaktır. Referandum sonuçlarından itibaren solun fazlasıyla gündemini meşgul eden “başkan adayı” çıkarma tercihi de kuşkusuz değerlendirilmek zorunda.
Bilinmektedir ki solun bir kısmı, “başkan adayı çıkarma” önerisini bir siyasal hedef olarak sunmakta ve sürece bir tür siyasal müdahale olarak değerlendirmektedir.[3] Ancak kazanma hedefi olmayan ve seçim sonrasını doğrudan hedeflemeyen sadece adaya odaklı bir faaliyet, sonuç itibariyle zaten propagandayla sınırlıdır. O zaman bu tercihin, propaganda araçlarından sadece biri olarak görülmesi daha doğru olacaktır. 100 bin imzanın toplanması başarılsa bile bu propaganda aracını “sol adaya oy isteme”nin yanı sıra, “Erdoğan’a oy vermeyin” demek için kullanmak daha etkili olacaktır.[4]
Tüm bu süreç, basit bir propaganda etme olarak değil, karşı tarafı en aktif bir biçimde ikna etme, vazgeçirme süreci olarak örgütlenmek zorundadır.
İkinci olarak; adil, demokratik bir seçim talebini dillendirmenin yanı sıra, sandık öncesi ve sandık günü gerçekleştirilecek olan hilelere, tezgâhlara, adaletsizliklere müdahale edilmesidir. Solun elinde, daha önceki seçimlerden kalan çok önemli deneyimler bulunmakta. Bu deneyimlerden elde edilen kazanımlar çok daha efektif olarak mutlaka kullanılmak zorundadır. Özellikle seçim öncesinde açığa çıkartılacak üçkâğıtlar, aynı zamanda karşı propaganda argümanlarına dönüşecektir.
Üçüncü olarak; seçim sonrasını gören ve seçim sonrasına bugünden aktarılacak olanların mücadelesidir. Kuşkusuz bunu gerçekleştirmesi gereken özneler asıl olarak devrimcilerdir. Açıktır ki bırakın sosyalistleri, CHP’lilerden bile nefret eden bir şahsiyetin, her türlü yaptırımı (üstelik hukukuna da sahip olarak) uygulama hakkını eline geçirdiğinde yapacaklarını tahmin etmek için daha önceki “sınırlı” uygulamalarını hatırlamak yeterlidir. Erdoğan’ın başkan olduğu bir sistemde sol, varlık/yokluk sorunuyla karşı karşıya kalacaktır.
Bu ülkenin geleceği “sol” olmadan kurulamaz. Solun olması, basitçe solcu şahsiyetlerin olması anlamına gelmez. Asıl olan solun siyasi ilkelerinin, solun etik değerlerinin, solun alternatif düzen önerisinin/önerilerinin sürekli canlı tutulması ve kendisini yeniden üretecek/yaygınlaştıracak varlığıdır. Bunları mutlaka içeren seçim öncesi mücadele, bu süreci basitçe “Tayyip’i istemezük” içeriğinden çıkaracak, solun varlığını benimsetme ve hatta ülkeyi yeniden kurma hedefine ilerletecektir. Ancak bilinmektedir ki bu durum sadece bir iddia beyanıyla gerçekleştirilemez. Tüm bu süreç boyunca kaçınılmaz olan ise yol/yöntem, araç/gereç konusunda kendisine sınır koymayan, militan, kararlı ve mutlaka örgütlü bir mücadeledir.
*
Dipnotlar:
[1] TÜSİAD Başkanı Erol Bilecik, “2018 yılının yapısal reformlar ve enflasyonla mücadele yılı olmasını bekliyorduk” dedi. Bilecik, “Erken seçim yapmak yapısal reform ve enflasyonla mücadele sürecini tamamen ortadan kaldırır. OHAL sürecinde seçim, Türkiye‘yi dış dünyada zorda bırakır. Bugüne kadar cumhurbaşkanı, başbakan ve diğer siyasi liderlerden seçimlerin zamanında yapılacağına dair aldığımız mesajları tamamen desteklemiştik” diye konuştu.
[2] “Namuslu namusundan korkuyor, namussuz da benden korkuyor” algısını yaratacak tavrı tamamen bir kenara bırakmaktır.
[3] Bu durumun yaratacağı siyasal riskler hiç de azımsanmayacak düzeyde. Olasılık olarak bir sol adayın alacağı oylar, CHP’nin adayını üçüncü sıraya düşürebilir ki bu durum Meral Akşener’i ikinci sıraya taşımasına “yardım etmek” demektir. Bir başka olasılık ise 100 bin imza toplayıp 20-30 bin arası bir oy almaktır. Bu ise sol adayın, dolayısıyla solun inandırıcılığını ortadan kaldırır. Birileri bu konuda şu iddiayı elbette ileri sürebilir; hem 100 bini kat be kat aşan bir oy alınabileceğini hem de ikinci tura CHP’nin adayının kalabileceğini. Ve aynı zamanda bu sonucun sola, daha sonra çok büyük bir ivme katacağını. Bu iddia nesnel midir, acaba öznel mi?
[4] Hatta şu söylem bile tercih edilebilir: “Ben sizden oy istemeye gelmedim, bana oy vermeyin ama bilin ki Tayyip’e vereceğiniz her oy yoksullaşmaya, yozlaşmaya ve savaş çıkarmaya verilecek bir oydur.”
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.