Gerilimler iki ayrı dünya arasındaki bir mücadelenin değil karşılıklı bağımlılık ilişkileri ile bütünleşmiş tek bir kapitalist dünyanın iç gerilimleri biçiminde yaşanıyor
Gerilimler iki ayrı dünya arasındaki bir mücadelenin değil karşılıklı bağımlılık ilişkileri ile bütünleşmiş tek bir kapitalist dünyanın iç gerilimleri biçiminde yaşanıyor
ABD Başkanı Donald Trump’ın alüminyum ve çelik ithalatına getirdiği ek gümrük vergisiyle olası “ticaret savaşları” üzerine tartışmalar başladı. Peki Trump’ı buna iten ne oldu?
ABD, İkinci Dünya Savaşı sonrasında dünya ticaretinin yüzde 50’sini kontrol ederken şu anda bu oran yüzde 20’nin altında. Bu düşüş, kısmen üreticilerin fabrikalarını yurtdışına taşımasından ve endüstriyel ekonomisinin dağılmış olmasından kaynaklanıyor (Trump: Nasyonalist Kapitalizm, küreselleşmeye alternatif mi? – James Petras).
Neoliberalizmin 2008’de başlayarak ağırlaşan krizi sonucunda ise, ABD’nin borç yükü, işsizlik oranlarındaki artış ve üretimde dışa bağımlılığının artması, üretimi yeniden ülkeye taşıma planlarının yapılmasına yol açtı. Hatta Trump göreve gelmeden hemen önce, Meksika’da üretim yapan ABD’li otomobil devi General Motors özelinde dışarıda üretim yapan tüm ABD’li şirketlere “Ya ABD’de üretim yapın ya da büyük bir gümrük vergisi ödeyin” dedi.
“Önce Amerika” sloganıyla seçilen Trump, ABD’ye dünya pazarında kaybettiği üstünlüğü geri kazandıracak hamleleri yürürlüğe koyacağını vaat ediyordu.
Öyle ki Trump bu tutumunu diğer ülkelerin liderleri ile bir araya geldiği G7 ve G20 gibi zirvelerde de sürdürmüş, özellikle dış ticaret fazlası ile dikkat çeken Almanya’yı hedef almış ancak başta Merkel’in resti ile karşılaşmıştı.
Trump’ın mart ayı başında çelik ithalatında yüzde 25, alüminyum ithalatında ise yüzde 10’a kadar ek vergi getireceğini açıklayarak konuyu gündeme getirmesi üzerine ABD’nin müttefikleri karara sert tepki gösterdi.
ABD’nin 6,2 milyar dolarla çelik ithalatının başında gelen AB’nin Komisyon Başkanı Jean-Claude Juncker misilleme geleceğine dikkat çekti. Çin Dışişleri Bakanı Vang Yi de “Bugünün küreselleşen dünyasında ticaret savaşına sarılmak yanlış bir reçete” diyerek ABD’ye gereken cevabı vereceklerini vurguladı.
Nitekim Trump çelik konusunda müttefiklerine kıyak geçti ancak Çin’den ithal edilecek çeşitli ürünlere getirilecek 50 milyar dolarlık ek gümrük vergisini içeren kararnameye imza attı ve bunu yaparken ulusal güvenliği bahane ederek Dünya Ticaret Örgütü’nü konu dışı bıraktı. AB, Arjantin, Avustralya, Brezilya, Güney Kore, Kanada ve Meksika ise ek gümrük vergisinden muaf tutuldu.
Çin ise bu hamleye ABD’den ithal ettiği domuz eti, şarap, meyve ve kabuklu yemişler dahil olmak 128 ürüne yüzde 25’e varan ek gümrük vergisi uygulayacağını açıklamasıyla karşılık verdi. Çin’in 3 milyar dolarlık ithalata etki eden bu hamlesini maddi açıdan değil, etkileyeceği kesim bakımından değerlendirmek gerek. Zira bu ürünlerin yetiştiği yerler, Trump’ın oy aldığı muhafazakar seçmenin bulunduğu yerler.
Karşılıklı tehdit ve hamleler bununla sınırlı değil. Örneğin tüm bunlar olurken ABD, ocak ayında dışarıdan plastik ve kağıt çöp ithal etmeyi durduracağını açıklayan Çin’den Dünya Ticaret Örgütü yükümlülüğünü çiğneyen bu kararını gözden geçirmesini istedi. AB ve ABD yıllardır geridönüşümü ile başa çıkamadıkları atıklarını gemilerle Çin’e yolluyordu. Çin’in bundan böyle bu atıkları kabul etmeyecek olması ise geri dönüşümde daha pahalı işgücü ve daha pahalı hizmet demek olacak ve “doğaya duyarlı” Batı ülkelerini zora sokacak.
ABD’nin 100 milyar dolarlık daha vergi uygulamakla tehdit ettiği Çin ise doğal olarak küresel ekonomiden yana tavrını sürdürüyor. Zira Çin, 2017’de ABD ile ticaret fazlasısında rekor kırarak 275,8 milyar dolara ulaştı.
Çin Devlet Başkanı Şi Jinping ise ticaret savaşlarının ilk adımları atılmışken Çin ekonomisinin belli bir kısmını daha dışa açmayı ve yabancı yatırımcıların Çin’e yatırım yapması için gereken şartları kolaylaştırmayı vaat etti.
ABD’nin çelik ithalatına ek gümrük vergisi getirmesi, Çin’in sınırlı bazı ürünleri ve çöp alımını durdurması ile bir ticaret savaşının başladığını söylemek güç. Ancak 2008 krizi sonrası, yola eskisi gibi devam etmekte zorlanan emperyalist kapitalist dünyanın hammadde, ucuz emek havzaları ve pazar paylaşımı etrafında ciddi bir rekabet içine girdiği ve buna askeri-politik adımların da eşlik ettiği görülüyor. Bir yandan ABD ve AB ekonomileri geleceği görmekte zorlanırken diğer yandan Çin muazzam bir ekonomik gelişme ve yayılma içinde. Çin’in ekonomik büyümesine paralel olarak düşük katma değerli üretimi Güneydoğu Asya’ya kaydırıp bu bölgeleri kendi nüfuz alanına dönüştürmesi, Afrika ve Latin Amerika’da toprak, su ve hammadde kaynakları ve pazar üzerindeki etkinliğini artırması, Ortadoğu’da Rusya-Çin ikilisinin birlikte yürüttüğü enerji projeleri onu küresel rekabette bir tehdit unsuru haline getiriyor. Bu ekonomik gelişmelere Afrika’da ABD, Fransa ve Çin’in artan askeri yarışı; Ortadoğu’daki savaş ve Doğu Asya’da artan askeri-politik gerilim eşlik ediyor.
Öte yandan gerilimler iki ayrı dünya arasındaki bir mücadelenin değil karşılıklı bağımlılık ilişkileri ile bütünleşmiş tek bir kapitalist dünyanın iç gerilimleri biçiminde yaşanıyor. ABD Çin’in en büyük pazarı, Çin de ABD’nin en büyük alacaklısı. Başka pazar ve finansör arayışlarını gündeme getireceği için iki ülke arasındaki bir ticaret savaşının diğer aktörleri de etkilemesi kaçınılmaz. Bu nedenle böylesi bir ticaret savaşının yaşanmaması için fazlasıyla direnç unsuru var. Ancak emperyalistler arası rekabette çelişkilerin geldiği nokta bu direnç unsurlarını da test ediyor.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.