Solcu kitlelere yapılan propaganda tam da budur; Erdoğan kötüdür, din iyidir, dini seçin, iyi müminler olun. Erdoğan kötülendikten sonra her şeyi söyleme/eleştirme hakkı mevcuttur, Atatürk’ü eleştir, solu eleştir… Ve mutlaka eklemeyi unutma “Gerçek İslam’da” kötü olan hiçbir şey yoktur Bu yazının asıl amacı Cihangir İslam’a laf yetiştirmek, onunla laf yarıştırmak değildir. Ancak Cihangir Bey hızını […]
Solcu kitlelere yapılan propaganda tam da budur; Erdoğan kötüdür, din iyidir, dini seçin, iyi müminler olun. Erdoğan kötülendikten sonra her şeyi söyleme/eleştirme hakkı mevcuttur, Atatürk’ü eleştir, solu eleştir… Ve mutlaka eklemeyi unutma “Gerçek İslam’da” kötü olan hiçbir şey yoktur
Bu yazının asıl amacı Cihangir İslam’a laf yetiştirmek, onunla laf yarıştırmak değildir.
Ancak Cihangir Bey hızını alamamış sola ders vermeye devam ediyor, 6, 7 diye… Solcuların bunları okuması gerekir mi? Aslında hiç gerekmez, zahmet edip zamanına kıyanlar da görecektir ki Sayın İslam, dünyadaki ve Türkiye’deki ne sol literatüre ne sol içeriğe ne de sol tartışmalara haiz bir şahsiyettir.
Çok uzatmadan birkaç örnekle yetinebiliriz. Sayın İslam, solun temel olarak iki parçadan ibaret olduğunu söylüyor; Aydınlatmacı sol ve Özgürlükçü sol! Buna en ılımlı eleştiri, “cehaletin cüreti” denilebilir. Eğer kendinize solcu diyorsanız, Sayın İslam’a kendinizi, aydınlatmacıyım ya da özgürlükçüyüm diye tanıtmanız gerekecek. Siz böyle yapmasanız bile o, sizi bu kategorilerden biriyle sınıflandıracaktır.
Bu tasnif, jakoben özellikler taşıyan, İslam’ı sorgulatmaktan kaçınarak metafizik bir tutuma evrilmiş, amprik yönteme musallat olmuş, buyurgan özellikleriyle temayüz etmiş mürebbi tavırda sözde ilerici sağcı birine ait olabilir, ancak.[1]
Kısacası Sayın İslam, etrafındaki birkaç eski solcu arkadaşını ve son dönemde CHP üst kadroları ile yakalamış olduğu ilişkileri kabaca gözleyerek ve basit deneyimlemeler yaparak bir çırpıda analiz etmiş, 200 yıllık Marksist geleneği, Mustafa Suphilerden gelen Komünist Parti geleneğini, Mehmet Ali Aybar’ların Behice Boran’ların TİP’ini ve elbette THKP-C’yi hiç görmediği ve elbette hiç bilmediği için. Biraz zorlansa bunların hepsini aydınlatmacı sola dahil edecektir kuşkusuz.
Sayın İslam’ın anlaşıldığı üzere asıl yapmak istediği özgürlükçü solu ön plana çıkarmak, çünkü siyasal ve kişisel tercihleri bu yönde meyil ediyor. Hatta çok da ilginç bir ifade kullanıyor; “Adalet, eşitlik, özgürlük kavramları özgürlükçü sol için başlıca öneme sahip kavramlar. Bu yönüyle ortalama dindar kitlelerin önemli bir bölümüyle ortak bir paydaya sahip.” Tabii burada ilginç bir noktaya geçiş yapmış Sayın İslam; özgürlükçü solun vasıflarını “ortalama dindar kitlelerin” vasıflarıyla eşitlemiş. Öğreniyoruz ki “ortalama dindar kitlelerin önemli bir bölümünün ortak paydası” adalet, eşitlik ve özgürlükmüş. İnsanın sorgulayası geliyor elbette, aynı ülkenin aynı dindar kesimleri ile mi ilişkideyiz? Bizim ortalama dindar kitlemiz, adaleti öbür dünyaya havale eder, en hafif tabirle “Allah’ından bulsun” der. Eşitliğe ne inanır ne uygular, onun için patronla işçi, erkekle kadın, baş ile ayak, hatta sol el ile sağ el bile eşit değildir. Özgürlükse maazallah, insan özgür olursa dini, tanrıyı sorgular, onun için mutlaklık en iyisidir. Hele hele kadın özgür olursa dünya tersine döner.
Bu tarafta hal böyleyken Sayın İslam’ın Kemalizm değerlendirmeleri ise “ortalama dindar kitlelerin önemli bir bölümüyle” tam bir paralellik gösteriyor. İşte bir örnek; “Tarihimizde Aydınlanma’nın pozitivizm anlayışıyla, sekülerliğin de mutlak bir din, özelde İslam karşıtlığı şeklinde vücut bulması başarısız bir Aydınlanma kopyası ile karşı karşıya kalmamızın başlıca nedenidir. Kemalizm olarak özetleyebileceğimiz bu durum...” Kemalizm’i ne güzel özetlemiş. Ayrıca aynı metnin farklı bir yerinde de tespiti yapıştırmış, Sayın İslam’a göre “Kemalizm soldaki sağ” imiş.
“Ortalama dindar kitlelerin önemli bir bölümü” Kemalizm’i her şeyin müsebbibi görür ya Sayın İslam da bundan nasibini almış ve şu değerlendirmeyi yapıyor: “Türkiye’de İslam başlığının dindar kitle tarafından sağlıklı bir şekilde tartışıl(a)maması[nın] dindarların kendisine tehdit olarak gördüğü Kemalizm’in hâlâ tedavülde olmasıyla… yakından ilgisi vardır.” Yani dindarlar yanlış olduğunu bildikleri şeyleri Kemalizm tedavülde olduğu için değiştirmiyorlar, Kemalizm tedavülden bir kalksa İslam kendini güncelleyecek. Bu mantıkla devam edersek Sayın İslam’ın da eklektizminden, yanlış çıkarımlarından daha açıkçası kabul etmediği her türden yanlışının Kemalizm ile yakından ilgisi vardır. Bu noktadan sonra da Sayın İslam muaf olur, bize de eleştirilerin yönünü değiştirmek farz olur.
Şimdi gelelim yazının asıl amacına, buraya kadarki kısmı içgüveysine söylendi.
Kabul edelim ki genel olarak sol kitlelerde, özel olarak da CHP’de dönemin getirdiği baskılanma, yani AKP iktidarı tarafından kuşatılmış olma durumu “birtakım” çıkış arayışlarını tetiklemektedir. Özellikle uzun yıllardan beri yüzde 30’u bile aşamamış CHP açısından yüzde 51’i tutturma hedefi, baskının ne kadar büyük olduğunu kavramaya yeter. CHP üst-aklının buna bulduğu çözüm, tam da Cihangir İslam’ın verdiği akla uygundur; “Her vatandaşa siyaseten açık olmanın yolu sosyal demokrat bir çatı altında bütün kimlikleri bünyesinde toplayabilme hünerini göstermekten geçiyor. CHP siyaseten kısır sıfatları üzerinden atarak ilkelerden müteşekkil bir çatı inşa etmelidir.” CHP yönetimi bu akla uygun olarak davranmaktadır, o yüzdendir ki Cihangir İslam gibileri bünyesine katmaya çalışmakta, kısır sıfatları (laiklik, sosyalizm gibi) üzerinden atarak, ilkelerden (adalet, huzur, gibi) müteşekkil bir çatı inşa etmeye çalışmaktadır. Bu yolun başarılı olup olmayacağı yerel seçimlerde, hadi olmadı başkanlık seçiminde görülür.[2] İyi niyetle çıkış aradıklarını varsaysak bile biliriz ki “cehennemin yolları iyi niyet taşlarıyla döşenmiştir”.
Nedir o iyi niyet taşları?
İlk olarak bilinmelidir ki bu tür şahsiyetler (yani Cihangir İslam, Levent Gültekin gibi) bir nesnellikten ve onun üzerine oturdukları bir öznellikten beslenmektedir.
Nesnellik kısaca şudur; bir dönemin ana siyasal ekseni olarak inşa edilen “Ilımlı İslam” modeli iflas etmiştir.[3] Artık sistemin “ılımlı İslam sonrası” arayışlara girdiği görülüyor; IŞİD’in yerine neyin ikame edileceği, Suudi Arabistan’daki açılımın sınırının ne olacağı, Mısır’da Sisi’nin izleyeceği değişikliklerin kapsamı vs. Türkiye açısından da durum kaotik. Açıktır ki Erdoğan’ı iktidara taşıyan siyasal tercihler de değişmiş durumda. Belki de tam bu yüzden Erdoğan, iktidarını korumak için rejim değişikliğine gitmek, faşizme yaslanmak, uluslararası dengelerin yarattığı fırsatları değerlendirmek zorunda kalıyor. Çünkü iktidara gelmesini sağlayan “beklentileri” karşılayamadığı gibi arkasına aldığı kitlelerin (özellikle kadınların ve geçlerin) desteğini artık aynı siyasal çizgiyle alamayacağının farkında.
Vadedilen modelin çöküşü henüz “iradi arayışları” güçlü bir biçimde başlatmasa da bireysel faaliyetlerde görülebiliyor. Teslim etmek gerekir ki bunun görülen “ilk adımını” İhsan Eliaçık attı. Daha popülist şahsiyetler de görüldüğü üzere ortalıklarda.
Cihangir İslam, Levent Gültekin gibi şahsiyetler ise kendi öznelliklerinden yararlanıyorlar, yani zaten şişkin olan ve de fazlasıyla da şişirilmiş egolarından. Sıradan aydının klasik özelliğidir, aklını çok sever, hele hele “biraz düşük akıllı olduğunu varsaydıklarının” yanında daha çok sever ve akıl vermeyi de daha daha çok sever. Buradaki asıl maharet en uygun atmosferi, en uygun kitleyi bulmaktır. İslamcı kitle içinde kredileri tükenmiş, meczup ve dejenere sıfatları takılmış olduğundan hedef kitleyi değiştirmişlerdir. Üstelik bu yeni kitle, dünya görüşlerine uymasa da yaşam tarzlarına uygundur.
Diğer yandan, ne yazık ki “bizim” solcularımız da uzunca bir süredir içe kapalı, yalıtık bir siyasal yaşam sürdürmenin sonuçlarıyla karşı karşıya. Sadece kendisi gibi düşünenler ve kendisi gibi bir hayat tarzına sahip olanlarla kurulan ilişkiler kapalı devre bir dili, kapalı devre bir ağı yeniden ve yeniden üretiyor. Ancak bir süredir büyük bir topluluk farkında ki Erdoğan’ın yarattığı/yaratacağı sistemde, eski biçimiyle devam etmek neredeyse imkansızlaşacak. Tam da bu yüzden “dışa açılma”, “dışarıyı değiştirme” girişimleri yoğunlaştı. Kuşkusuz alışkanlıklar, dil, tarz kolayca değişmiyor, değiştirme kararı değil, aynı zamanda değiştirme eylemi de gerekli. Hal böyle olunca “kolaycılık” devrede. AKP kitlesini değiştirmek için, o kitlenin içinde olan ama Erdoğan’a muhalif olanların değerlendirilmesi daha doğrusu “kullanımı” en işe yarar yöntem gibi görünüyor. Hatta sol eylem platformlarına, Mazlum-Der gibi siyasal İslamcı yapıların, benzer çizgideki şahsiyetlerin katılması gerektiği, solculuğun, demokratlığın şartı olarak savunulabiliyor. (İyi niyetle yapıldığı varsayılsa bile “katma değer” yaratacağı düşünülen zorlamaların olumsuz siyasal sonuçları göz ardı ediliyor.)
Kim kimi kullanıyor?
Bu sorunun yanıtını bulmak için bu tür şahsiyetlerin etkinlik programına bakmak yeterli olabilir. Mesela Levent Gültekin’in; ODTÜ Medya Günlerinde, CHP Üsküdar etkiliğinde ve sık sık da Halk TV’de vs.[4] Hani AKP kitlesine propaganda yapıp, onları değiştirecekti.
Bir de Sayın İslam’dan bir alıntı daha yapıp noktalayalım; “Erdoğanizm’in kibri siyasi iktidara sahip olmaktan, muktedir hissiyatından kaynaklanan bir kibir. İslam geleneğinin ve ahlakının kibri en büyük cürüm olarak tanımlamasına rağmen bu akım bir hastalık olarak bu yasağı bünyesinde taşıyor. Allah bütün yarattıklarını inansın-inanmasın adil bir şekilde rızıklandırırken, insanın da bu prensibi takip etmesi beklenirken iktidardakiler bu adaleti beğenmiyor, dengeyi kendi lehlerine bozuyor ve kendilerine itaat edenleri para, makam, mevki gibi maddi unsurlarla kayırırken kendilerine muhalefet edenler üzerinde maddi-manevi her türlü baskıyı kurabiliyorlar. Allah’a rağmen rezzaklığa soyunuyorlar.”
Solcu kitlelere yapılan propaganda tam da budur; Erdoğan kötüdür, din iyidir, dini seçin, iyi müminler olun.[5] Erdoğan kötülendikten sonra her şeyi söyleme/eleştirme hakkı mevcuttur, Atatürk’ü eleştir, solu eleştir… Ve mutlaka eklemeyi unutma “Gerçek İslam’da” kötü olan hiçbir şey yoktur.
Pekiyi İslam’da (dinde) kötü olan hiçbir şey yoksa bu kadar kötülük nereden ürüyor, meşruluğunu nereden alıyor?
Dipnotlar:
[1] Hem jakoben hem mürebbi, hem metafizik hem temayüz, hem amprik hem musallat. Aynı cümle içinde içinde kullanılınca hem batı hem da doğu literatürüne hakim bir izlenim veriyor, değil mi? Aynı sayın İslam’ın yazılarında kullandığı gibi.
[2] Bu yazının amacı, tekrar etmekte hayır var, CHP üstaklını değiştirmeye çalışmak, onlara akıl pazarlamak değildir. Hele hele siyasal faaliyetin merkezine CHP’yi dizayn etmeyi koymak hiç değildir. CHP’nin yaptığı yanlışları gören ancak hala CHP’den medet uman solcu kitlelere farklı bir yolun nasıl kurulabileceğine işaret etmektir.
[3] Kuşkusuz bu konu çok daha kapsamlı analize ihtiyaç duymaktadır.
[4] Haksızlık etmemek gerek, arada bir de Saadet Partisi’nin Sakarya Gençlik Kolları söyleşisine katılmış.
[5] Bu şahsiyetler siyasal etkinliklerini şöyle de yapabilirler mi? AKP kitlesine gidip “Erdoğan kötüdür, sol iyidir, solu seçin, sosyalist olun”.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.