Karşı karşıya olduğumuz şey sadece “seçim siyaseti” ile yanıt verilebilecek olağan bir seçim değil, biçimsel olarak seçimi de içeren ve Tayyip Erdoğan’ın, iktidarını korumak üzere başlattığı yeni bir saldırı sürecidir
Karşı karşıya olduğumuz şey sadece “seçim siyaseti” ile yanıt verilebilecek olağan bir seçim değil, biçimsel olarak seçimi de içeren ve Tayyip Erdoğan’ın, iktidarını korumak üzere başlattığı yeni bir saldırı sürecidir. Kendisini, oyunu, geleceğini savunmak üzere plan yapmayanlar; 24 Haziran’da hangi sonuç çıkarsa çıksın gayrimeşru bir biçimde iktidarı elinde tutmaya yeltenebileceğini bildiğimiz Erdoğan karşısında direnme hakkına başvurmayan, buna yönelik bir B planı olmayanlar, AKP’nin aslında oldukça kırılgan ve zayıf girdiği bu raunda da kaybetmeye mahkûmdur
Bu ülkenin çoğunluğunun Tek Adam yönetimini istemediği, Türkiye’de “serbest seçim”[1] olsa Tayyip Erdoğan’ın iktidarda kalamayacağı ortadadır. Öte yandan kendisi sadece hükümeti değil devleti elinde tutan kişi olarak Erdoğan’ın 24 Haziran için ilan ettiği şeyin “serbest seçim” olmadığı, seçimleri kaybetse bile iktidarı kendi rızasıyla bırakmayacağı da ortadadır.
Peki, ne yaparsak yapalım Erdoğan gitmez mi? Gider. Ama 24 Haziran seçim sonuçları açıklandığı gün değil, sonrasında; Erdoğan’ın iktidarı bırakmamak, halkın da kendi iradesine ve demokrasiye sahip çıkmak için girişeceği hesaplaşmada gider. Erdoğan’ın buna yönelik bir B planı (ve C, D, E… planları), olduğu şüphe götürmez. Erdoğan’a direnenlerin de bir B planı olmalıdır (ve C, D, E… planları). A planının, yani seçim siyasetinin bir anlamı varsa, bu B planına bağlı olarak vardır. Somut bir siyasal iktidar stratejisi ile birleştirilmediğinde “Boykot” ilanının siyasetsizlik anlamına geleceği ve halkın seçimlere odaklandığı bir andaki siyaset de buna göre belirlenmelidir.
Evvela gerçekçi olalım. Bildiklerimizi bilmiyormuş gibi, bilmediklerimizi de biliyormuş gibi yapmayalım. Ne sahip olmadığımız bir güce sahipmiş gibi davranalım ne de sahip olduğumuz güç ve yeteneği yok sayıp, kendimizi özne olmaktan çıkartalım. İşi şansa, daha doğrusu sistemin ya da sistem içi muhalefetin “Erdoğan’ı götürecek” görünmeyen eline bırakıp, kendimize tali roller biçerek hareket etmeyelim.
Tayyip Erdoğan, seçimleri 24 Haziran’da yapma kararını ekonomi, Kürt sorunu ve dış siyasetteki olumsuz gidişata ve muhalefetin toparlanma eğilimine karşı panikle almış olsa bile panik yapan kişi aynı zamanda devlet aygıtını elinde tutan kişidir. Vurgulayarak söyleyelim, sadece hükümeti değil devleti elinde tutan kişidir. O nedenle “panik seçim” tanımlamaları sorunludur.
Doğrusu, bu bir baskın seçimdir. Daha doğrusu, muhalefetin seçme ve seçilme hakkının ve propaganda özgürlüğünün kısıtlanmış olduğu yerde, “seçim”den çok bir baskın söz konusudur. Baskını yapan Erdoğan, baskını yiyen de muhalefettir. Partisinin genel kurulları sürecini bir seçim kampanyası gibi örgütlerken, muhalefetin hareket alanını da kısıtlayacak biçimde ittifak yasasını çıkaran, Doğan Medya’yı Demirören eliyle satın alan, muhalif gazete ve matbaalara kayyum atayan, Kürt hareketi ve sosyalistlerden başlayarak yasal muhalefet alanını da terörize ederek operasyonlarını kesintisiz sürdüren, OHAL’i uzatan, YSK, TRT ve TBMM’de yeni düzenlemelere giden Erdoğan, AKP için bile erken görünen seçim tarihini kabul edelim ki kendisinden çok muhalefeti sıkıştıracak biçimde seçmiştir.
Seçim tarihi açıklandığı anda durum nedir? HDP’li ve CHP’li milletvekilleri ve belediye başkanları hapiste, dışarıdakiler de güvende değil… CHP’nin partisi var adayı yok… Meral Akşener’in adaylığı var ama partisinin varlığı kendisini aday yapmaya yetmiyor, bağımsız aday olarak gösterilebilir… Selahattin Demirtaş “aday adaylığı”nı açıklamışsa da Kürt hareketinin ne diyeceği ve iktidarın Demirtaş’ın adaylığını engelleyip engellemeyeceği meçhul… Bağımsız aday göstermek çok kısa zamanda çok büyük bir seferberlik gerektiriyor ve Erdoğan’ın iki ay sonra seçim yapılacağını açıkladığı anda nasıl “bağımsız aday” olunacağı belirlenmiş değil…
Kamusal imkânlar gayri meşru bir biçimde Erdoğan ve AKP için seferber ediliyor, muhalefet ise dışlanmanın da ötesine geçilerek hedef gösteriliyor. Ana akım medyadaki iktidar kontrolü nedeniyle muhalefetin haber olma ve halkın haber alma hakkı, sosyal medya üzerindeki baskılar nedeniyle de iletişim hakkı sınırlanıyor.
Propaganda özgürlüğü yok. Erdoğan’ı eleştirmek cumhurbaşkanına hakaret, politikalarını eleştirmek “terör propagandası” sayılabiliyor. Bildiri dağıtımından mitinge pek çok alanda getirilen keyfi engellemeler muhalefetin siyasi faaliyet yürütme hakkını kısıtlıyor.
Seçim kararının açıklandığı gün binlerce askerin daha ihraç edileceğinin açıklanması, Danıştay’ın eski üyelerine yönelik FETÖ operasyonu ve müjdelenen yeni KHK ile devlet içindeki muarızlara da “canımızı sıkmayın” mesajı veriliyor.
Panik mi, erken mi, baskın mı? Muhalefet açısından en doğrusu bu koşullarda yapılacak seçimin bir “serbest seçim” olmadığını söylemektir.
Sürecin saldırı boyutuna dair verileri iç karartmak için sıralamıyoruz. Bu saldırıların teşhir edilmesi, engellenmesi, karşısında bir savunma hareketi geliştirilmesi gerektiğini vurgulamak için sıralıyoruz. Muhalefet seçim kampanyasına hangi taktikle dâhil olursa olsun, ancak böylesi bir savunma hareketi yaratarak süreci göğüsleyebilir.
Koşulları bu iktidar tarafından belirlenen 24 Haziran seçimleri, mevcut haliyle muhalefete yönelik bir kuşatmadır. Muhalefet bu kuşatma içinde taktik geliştirebilir ancak ana strateji iktidarın saldırılarını hesap eden, kırılganlıklarını açığa çıkaran ve muhalefetin siyaset yapma hakkını koruyan bir savunma hareketi ile sandığı kuşatmak olmalıdır.
Bu savunma hareketi, devlet imkânlarının yerellerde AKP için seferber edilmesini engellemekten TRT’deki ve ana akım medyadaki adaletsizliğe itiraz etmeye, sansürü delecek propaganda faaliyetlerinden muhalefetin kendi alternatif iletişim kanallarının oluşturulmasına, oylara sahip çıkmaktan seçim sürecinde belirleyici devlet kurumlarını adil davranmaları yönünde kamuoyu baskısı altına almaya bir dizi pratik görev üstlenebilir. Kazandığımız halde elimizden çalınan 16 Nisan referandumu sonrasında eksikliğini duyduğumuz şey, seçim sürecinde olgunlaşacak böylesi bir savunma hareketi ile var edilebilir.
İktidarın ekonomi, dış politika ve Kürt sorununda sıkıştığı; muhalefet gelişme eğiliminde iken en geniş sınırlarına eriştiği görülen AKP-MHP ittifakının geri dönülmez bir gerileme eğilimine girdiği, erken seçim kararının ardında da bunun olduğu doğrudur. Erdoğan iktidarı gayri meşrudur, çözümsüzdür, liyakatsizdir, ehliyetsizdir, kırılgandır; saldırganlığı da buradan gelmektedir. Erdoğan’ın elde edeceği oy oranı bu gerçeği değiştirmeyecek, onu meşrulaştırmayacaktır.
Erdoğan’ın gitme zamanı çoktan gelmiş ve geçmektedir. Peki, gider mi? Gider ama 24 Haziran seçim sonuçları açıklandığı gün değil, elbette öncesinde ve elbette sonrasında; Erdoğan’ın iktidarı bırakmamak, halkın da kendi iradesine ve demokrasiye sahip çıkmak için girişeceği hesaplaşmada gider. Bu hesaplaşmaya hazır olalım. Buna göre bir B planı yapalım.
Devam edecek…
Dipnot:
[1] Halkın seçme ve seçilme hakkını bir taraf lehine sınırlanmadığı, adil, demokratik bir seçim.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.