Başını ABD’nin çektiği eski emperyalist blok, değişen dünya ilişkilerinden çok rahatsız. Rusya ve Çin’in, bir ölçüde hoş görülen hatta emperyalist/kapitalist dünyaya entegrasyonu için kısmen desteklenen “icraatları” artık sınırları zorlamakta ve üstüne üslük çoğu yerde bu sınırları geçmektedir
Başını ABD’nin çektiği eski emperyalist blok, değişen dünya ilişkilerinden çok rahatsız. Rusya ve Çin’in, bir ölçüde hoş görülen hatta emperyalist/kapitalist dünyaya entegrasyonu için kısmen desteklenen “icraatları” artık sınırları zorlamakta ve üstüne üslük çoğu yerde bu sınırları geçmektedir
ABD, 14 Nisan günü sabaha karşı İngiltere ve Fransa ile birlikte Suriye’nin başkenti Şam’ın Berze semtindeki bilimsel araştırmalar merkezi ile Humus’un Şinşar bölgesindeki askeri depolara saldırı düzenledi.[1]
Operasyon kararı, Suriye ordusunun, 7 Nisan’da Doğu Guta’nın Duma bölgesinde kimyasal silahlarla düzenlendiği iddia edilen saldırıya misilleme olarak gerekçelendirildi.
ABD Başkanı Donald Trump, saldırının amacını “kimyasal silahların üretim, yayılım ve kullanımına karşı güçlü bir caydırıcılık oluşturmak” olarak tanımladı. ABD, saldırıdan Suriye hükümetini sorumlu tutmuştu. Suriye hükümeti ise iddiaları reddediyor.
Son birkaç gündür başta Trump olmak üzere İngiltere Başbakanı Theresa May ve Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un “kimyasal saldırıyı gerekçe gösteren ve Şam yönetimi ile birlikte Rusya’yı ve hatta İran’ı sorumlu tutan” açıklamaları tüm dünyada bir soru/kaygı oluşturmuştu: ABD’nin saldırısı Rusya’yı da hedeflerse yeni bir dünya savaşını tetikler mi?
Anlaşıldı ki böyle olmayacak (en azından şimdilik).
Twitter hesabından açıklama yapan ABD Başkanı “Geçen gece mükemmel bir saldırı gerçekleştirdik. Daha iyi bir sonuç alamazdık. Görev başarıyla tamamlandı” diye yazdı. İngiltere Başbakanı Theresa May de “Bu Suriye’deki iç savaş ya da rejim değişikliğine yönelik bir harekat değil sadece kimyasal silah kullanılmasının engellenmesi için yapılan bir müdahale” dedi.
Saldırı, Ahmet Üzümcü’nün başında olduğu Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü’nün (OPCW) Duma’ya göndereceği inceleme heyetinin 14 Nisan’da çalışmalara başlayacağını duyurmasından saatler sonra yapıldı. Üzümcü’nün açıklamasına göre bölgede 10 kişilik keşif ekibi çalışacaktı. Ancak ilk sonuçları almak bir ayı bulabilirdi. Heyetleri bölgeye Suriye ve Rusya çağırmış, güvenlik garantisi vermişti.
Durum böyle olunca Suriye Dışişleri Bakanlığı, saldırının “OPCW’nin bugün Duma’da kimyasal silah kullanılıp kullanılmadığını belirlemek için yapacağı çalışmaları engellemek için gerçekleştirildiğini” iddia etti.
Saldırı, Rusya’ya üç gün öncesinden haber verilmiş, saldırı noktaları (büyük ölçüde) aktarılmış ve dolayısıyla da saldırı yapılan yerler tamamen boşaltılmış. Suriye ordusunu açıklamasına göre bile “saldırılarda üç sivil yaralandı.” (Yani askerlerin hepsi biliyor sadece sivillerin bilgisi yokmuş.)
ABD, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) daimi üyelerinden biri olmasına rağmen bu konseyden bir karar çıkartmaya çalışmadı, dolayısıyla BM’nin, böyle bir saldırının yapılmasına dair bir kararı bulunmuyor. (Üstelik söz konusu, kimyasal silah kullanımı olmasına rağmen).
Ayrıca saldırıya katılan İngiltere Başbakanı May ve Fransa Cumhurbaşkanı Macron da bu saldırı için kendi parlamentolarından bir karar çıkartma ihtiyacı duymadılar. Hatta ABD Kongresi’nin devre dışı bırakılmasının Amerikan iç hukuku bakımından da hukuki sorunlar yarattığını ileri sürenler oldu.[2]
Bu konuda en çarpıcı yorumlardan biri de Soğuk Savaş döneminde Alman ordusunun Genelkurmay Başkanlığı’nı yapan Harald Kujat’tan geldi: “Bir delibozuk, bir acemi ve baskı altındaki bir lider stratejik bir nükleer süper güç olan Rusya’yı tehdit ediyor.” (Delibozuk=Trump, acemi=Macron, baskı altında=May)
Suriye iç savaşında yarım milyon yani 500 bin insan öldü ve bunlardan sadece 1900’ü “kimyasal silah” yüzünden can verdi. Atıldığı yerde ne varsa yok eden karadan karaya, havadan karaya, denizden karaya füzeler vs. çok önemli değil ancak “kimyasal silahsa orası başka”. Kısacası ABD ve müttefiklerinin hassas noktası, katliam ve insan ölümleri değil klor gazı. Hatta Tayyip Erdoğan’ın da öyle: “O kimyasal silahlarla o yavruların düştüğü durumu herhalde tasvip etmemiz mümkün değil.”
Bu “hassasiyetin” en açık iki nedeni mevcut. İlki, her emperyalist müdahale her şeye rağmen kendisi için (özellikle iç kamuoyu) bir meşruluk gerekçesi arar. Bu gerekçe dönemin şartlarına, dünya kamuoyunun hassasiyet noktalarına göre değişkenlik gösterir. Kısacası bu dönemin “modası”; kimyasal, biyolojik ve biraz da nükleer silahlar.
İkincisi, biraz daha teknik neden. Emperyalist ülkeler, özellikle şu dönemde hedef olanlar, kendilerine gelebilecek her türlü saldırıya karşılık verebilecek, önlem alabilecek durumda olmalarına rağmen sadece bu tür silahlara karşı “henüz” bir önlem geliştiremediler. Tam da bu yüzden zayıf olan yanlarını “korumak” istiyorlar.
Çok uzun yıllardan beri ABD (ve İngiltere), Rusya ile askeri açıdan karşı karşıya gelecek hiç bu kadar “sıcak bir temas” yaşamamıştı. Gerekçe kimyasal silah bile olsa böylesi bir risk neden göze alınır? Mantıklı yanıt, “göze alınmaz” olmalı. O zaman ortada bir risk değil, bir tercih vardır! Yani Rusya ile karşı karşıya gelmek tercih edilmektedir.
Hatırlanacak olursa bu karşı karşıya geliş, Eski Rus casusu Sergei Skripal’in İngiltere‘nin Salisbury kentinde zehirlenmesiyle başladı. Olaya en büyük tepki Trump’tan geldi ve elbette İngiltere’den. ABD, 60 Rus diplomatı, İngiltere 23 Rus diplomatı sınır dışı etti. Ukrayna 13, Polonya 4, Litvanya 3, Letonya 1, Hollanda 2, Fransa 4, Danimarka 2, Çekya 3, Estonya 1, Almanya 4, İtalya 2, Finlandiya 1, Romanya 1. Avrupa’da sadece Avusturya, Portekiz ve Yunanistan bu furyaya katılmadı. Bu arada Yeni Zelanda sınır dışı edecek Rus diplomat bulamadığını açıkladı. Bu sürece Rusya’nın yanıtı da aynı sayılarda diplomatı sınır dışı etmek oldu. (Maç resmiyette berabere yani). Bu çapta bir “diplomatların sınır dışı takas edilmesi” tarihte (savaş dönemlerinde bile) görülmese de bir sıcak savaşa dönüşmedi.
Anlaşılmaktadır ki ABD’nin ve İngiltere’nin amacı; Rusya’ya “haddini bildirme” ve “kendi saflarını sıkı tutma” olarak sınırlandı. Ve yine anlaşılmaktadır ki Suriye’deki kimyasal silah gerekçesi (kullanılmış olsun ya da olmasın), bu maçın ikinci raundu.
Başını ABD’nin çektiği eski emperyalist blok, değişen dünya ilişkilerinden çok rahatsız. Rusya ve Çin’in, bir ölçüde hoş görülen hatta emperyalist/kapitalist dünyaya entegrasyonu için kısmen desteklenen “icraatları” artık sınırları zorlamakta ve üstüne üslük çoğu yerde bu sınırları geçmektedir. Rusya’nın Ukrayna “sınırını” aşması yetmezmiş gibi Ortadoğu’yla emperyal ilişkiler kurmaya başlaması, Çin’in dünya kapitalist pazarında (ABD’nin ki dahil) her geçen gün hakimiyet ilişkilerini geliştirmesi “tahammül edilemez” duruma gelmekte.
Bu noktada dikkat edilmesi gereken husus, Rusya ve Çin’in iki farklı yöntemle emperyalist/kapitalist sistemi zorlamasıdır. Rusya askeri gücünü ve enerji kaynaklarını kullanarak, merkezinde kendisinin durduğu bir coğrafyada etkinliğini büyütürken Çin, dünyadaki tüm kapitalist pazarlarda kendi ürünlerinin hakimiyetini yaymakta ve bir yandan da hammadde kaynaklarını kendisine bağlamaya çalışmaktadır. Kısacası ABD, İngiltere ve Fransa gibiler açısından tehdit tek bir kanaldan gelmemektedir. Tehdit; askeri, ekonomik ve bölge hakimiyetlerinin el değiştirmesidir.[3]
Kısacası, casus ve kimyasal bahanedir. İster anlaşmalı ister anlaşmasız, emperyalistler arası ilişki; tehdit, şantaj ve askeri güç gösterisiyle ancak bir noktaya kadar hiyerarşi oluşturur, mutlak ve kalıcı bir hiyerarşinin oluşması için ise “bilek güreşi” kaçınılmazdır. O noktaya gelmeden bulunan her çözüm aslında geçicidir ve yeni zorlamaları beklemek gerekir. Suriye’de olan da budur, ancak Rusya’nın bu saldırıdan ders aldığını ve eski sistemi artık zorlamayacağını kim iddia edebilir?
ABD’nin bir süredir Suriye’ye yönelik askeri müdahale seçeneğini dile getirmesi üzerine Tayyip Erdoğan 13 Nisan’da (yani saldırıdan bir gün önce), ABD Başkanı Donald Trump ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile görüştü. Erdoğan görüşmelerin ardından yaptığı açıklamada “Son izlenimlerimize göre bölgede havanın yumuşaması gibi bir durum söz konusu” diyerek operasyon seçeneğini dile getirmedi. Saldırının olduğu gün ise AKP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Mahir Ünal, “Bize operasyondan önce bilgi verildi” dedi.
“Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu” dememek lazım. Rusya ya da ABD’nin bizzat kendileri söz konusu olduğunda Erdoğan iktidarının düştüğü ve bundan sonra da düşeceği durum budur. Sadece süreçten bilgili ve süreçte etkin oldukları izlenimi/yalanı oluştururlar.[4] Ve laf arasında da itiraf ederler; “ABD ve Rusya’nın başını çektiği bir restleşmeye şahit olduk. Bu gece uykusuz geçti, onu takip ettik”. Böylece Tayyip Erdoğan’ın sabah uyuduğu için açıklama yapmakta geç kaldığını öğrenmiş olduk.
Kısacası; filler tepişirken kendisini onlardan biri sanan bir şahsiyetin yönettiği Ortadoğu politikası, fillerin ayakları tarafından ezilmeye mahkum. Hele hele “Ne ABD ile olan müttefikliğimizden ne de Rusya ile geniş alanda kurduğumuz stratejik ilişkilerimizden, ne de İran ile birlikte çalışmaktan vazgeçme niyetimiz yoktur” diyerek, üç filin de kuyruğundan tutmaya çalışıyorsa sonucu tahmin etmek zor değil.
Yerli ve milli politikanın bu olmadığını, bunu kimden öğrendiyse yanlış öğrendiğini (ya da yanlış öğretildiğini) birilerinin bu şahsa göstermesi gerek!
Halkların mücadelesi iyi bir öğreticidir!
Dipnotlar:
[1] Pentagon’un açıklamasına göre; “Berze kimyasal silah araştırma geliştirme merkezine 76 füze, Humus’ta yer alan Hem Şinkar kimyasal silah deposuna 22 füze, aynı bölgede bulunan kimyasal silah sığınak tesisine ise 7 SCALP füzesi atıldı.”
[2] “Tek başıma yaparım, sadece benim gibi düşünenlerle yaparım” mantığını Erdoğan’ın nereden aldığı daha kolay anlaşılmakta.
[3] Bu noktada tek istisna Almanya’dır. Dikkat edilirse Almanya ne casus krizinde en ön safta yer almış ne de Suriye saldırısında. O da bu kargaşada kendisine şimdiye kadar sahip olmadığı yeni fırsatların oluşacağı hesabıyla hareket etmektedir.
[4] Bir de gerçekleri gizlerler; Rusya/Şam ittifakı İslamcı cihatçıları bulundukları topraklardan sürdükçe fatura Türkiye’ye çıkmakta. Rusya ve İran’ın yardımıyla Şam’ı garantiye alarak Doğu Guta’da da Suriye hükümeti hakimiyet kurunca 13 bin cihatçı ve aileleri, otobüslere binip kuzeye, bizim sınıra geldiler. Bir bölümü, şu meşhur El-Bab’a, bir bölümü çadır kamplarına ya da “Fırat Kalkanı” bölgesindeki diğer şehirlere yerleştiriliyor. Artık onlara bakmak Erdoğan’ın “yükümlülüğü”.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.