Egemen siyaset cephesinin kimi aktörleri AKP karşısında havlu atmış, kimi aktörleri de AKP’nin tarif ettiği 2019 düzlemi sınırlarına razı gelmiş durumda
Egemen siyaset cephesinin kimi aktörleri AKP karşısında havlu atmış, kimi aktörleri de AKP’nin tarif ettiği 2019 düzlemi sınırlarına razı gelmiş durumda. Bu kara tablo karşısında halk işin başa düştüğünü her seferinde daha iyi idrak ediyor
Erdoğan hem konuşuyor hem koşuyor. Son bir ayda 11 il ve 3 ilçe kongresine katıldı, devamı gelecek. Sarayında yaptığı toplantılar cabası. Sazı eline aldı, çıktığı kürsülerden parti teşkilatlarını, artık parti organı gibi çalışan devlet bürokrasisini, medyayı, yandaşlarını doldurduğu yargıyı, yandaş sendikalarını ve elbet tabanını yönlendiriyor, ağızlarına söz veriyor.
“Artık metal yorgunluğu yok. Afrin ile beraber şimdi diriliş hareketi yeniden başladı. Evelallah bu diriliş hamlesiyle 2019 yılındaki yerel seçimlere ve parlamento seçimlerine hazır mıyız?” İşte Samsun İl Kongresi’nde dile getirilen bu söz, 16 Nisan başarısızlığı ile yüzleştikten sonra metal yorgunluğundan şikayet ettiği ve tasfiyeler sonrası şimdi kongrelerle yenilemeye çalıştığı parti teşkilatlarına. Afrin savaşının diktatörlüğü inşa savaşı olduğunun ve seçim sürecinin asıl startını bu savaşla verdiğinin itirafı. Cihatçıların ganimeti, bin yıldır yaşadıkları topraklardan, yurtlarından ettikleri Kürt halkının malı mülkü, toprağı, keçisi, kuzusu; Erdoğan’ın içerideki ganimeti ise savaş ittifakı ve topladığı oylar… Buna işaret ederek “Çalışın” diyor.
Erdoğan’ın kurmak ve 2019 sürecinde üzerinden ilerlemek istediği denklem net. Bir tarafta “yerli ve milli” dedikleri, yani Erdoğan iktidarının etrafında kümelenenler, biat edenler; diğer tarafta ise “vatan hainleri”, düşmanlar, savaş açılacaklar. Sözü Erdoğan’a bırakalım: “Şimdi ittifaklar yavaş yavaş şekilleniyor, bölücüleri destekleyenlerle, ülkenin ve milletin yanında saf tutanlar, her geçen gün biraz daha ayrışıyor.”
Öyle ya madem yeni bir rejim inşa ediliyor, yeni bir “yurttaşlık” tanımı da yapılacak. Erdoğan’ın “Benim milletim” dediği de “yerli ve milli” kabul ettiklerinden teşekkül ettirilecek. Nasıl mı? Devletin zor gücü ve olanakları ile yukarıdan aşağı örgütlenen bir dışlama ve ezme mekaniği devreye sokulup “vatan haini” ilan edilenler yurttaşlıktan fiilen atılarak. “Erdoğan’ın milleti” olmaya ikna edilecek/içerilecek kitlelere ise “vatan hainlerinin” yurttaşlık hakları birer ganimet/ayrıcalık olarak vadedilerek. İşe girmek mi istiyorsun, düzgün bir okulda okumak mı istiyorsun, kamu hizmeti mi istiyorsun, bütçeden pay mı istiyorsun, piyasada iş yapmak mı istiyorsun, mesleğine örneğin gazeteciliğe ya da akademisyenliğe devam etmek mi istiyorsun, gelişi Mehmet Şimşek tarafından bile ilan edilen ekonomik krizde aç kalmamak için “yardım” mı istiyorsun? Belirleyici soru, “Yerli ve milli misin? Erdoğan iktidarına biat ediyor musun?” olacak.
Bu nedenle ne atanmış İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Mevlüt Uysal’ın AKP Arnavutköy İlçe Kongresi’nde “Metroda önceliğimiz bize oy verenler” açıklaması ne de Erdoğan’ın “Beyoğlu marjinalleri”ne edepleri ile durmazlarsa kulaklarından tutup ait oldukları yere fırlatma tehdidi ve Afrin savaşına karşı çıkan Boğaziçililere yönelik “Okuma hakkı vermeyeceğiz” açıklaması tesadüf.
Ama denklem henüz yerli yerine oturmuyor. Ne kuruluş biçimi ile ne de vaatleri bakımından. Öncelikle herkesin bildiği gerçek; AKP-MHP ittifakının yüzde 65 hesaplarının tutmadığı 16 Nisan’da görüldü. İttifak yasası ve ardından gelecek ince işçilikler bu nedenle el mecbur yapılıyor. İttifak yasasını destekleyecek bir adım da AKP referansı ile atanan hakimlerin ilçe seçim kurullarında yer alacak olması ile atıldı. AKP-MHP ittifak politikasının yerel seçim sürecine etkisi ve yerel çıkar odaklarına dönüşmüş parti ve belediye teşkilatlarında dolayısı ile tabanda yaratacağı kriz ise “çözülmesi gereken” sorun olarak ortada duruyor.
İttifak dışında kalan ve “vatan haini” cephesine kolayca sokulamayan sağ siyasal özneler ise hâlâ yerli yerinde duruyor ve karşı cephede yer alıyor. Henüz ne içerilebildiler ne de hâlâ tuttukları pozisyonları kaybedecekleri bir operasyon işletilmiş durumda. Sağın birliğini sağlamadaki bu zayıflık, AB ve ABD ile ilişkilerdeki gerilim ve kriz dinamiklerinin varlığını sürmesinin etkisiyle birleştiğinde; egemen siyaset düzleminde etkili bir alternatifin parlatılması ya da yaratılan “yerlilik-millilik” illüzyonunun zedelenmesi ihtimaline karşı acil önlemlerin alınmasını gerekli kılıyor.
OHAL’in yetersiz kaldığı aşamada aynı zamanda bu tür bir önlem olarak savaş devreye sokulmuştu. Rusya’nın yol vermesi ve Kürtlerin açık bir askeri yenilgi veya kitlesel bir kıyım riskini göze almayarak çekilmesi ile Afrin ele geçirildi. Ancak bunun ardından savaşın aynı düzeyde ilerletilemeyeceği, Suriye sahasında ve masasında varlık gösterilse bile Fırat’ın doğusuna geçip İran sınırına kadar ilerlemenin konuşulduğu kadar kolay olmadığı görüldü. En azından ABD ve Irak’ın resmi açıklamaları böylesi bir ilerleyişe yeşil ışık yakmıyor. Er ya da geç Afrin’deki Rus kıyağının karşılığı da ödenecek. Tüm dünya AKP’nin planlarına hizmet için seferber olmamış olsa gerek.
Gerçeklerin açığa çıkması, bu gerçekleri egemen siyasette AKP aleyhine yorumlayan siyasal odak ve projelerin kitlelerle iletişime geçmesi de yeni önlemler gerektiren bir risk. Bu önlemlerin bir yüzü Doğan Medya’nın Demirören’e satışında kendini gösteriyor.
Uluslararası sermaye ve yerel tekelci sermaye ile her iki tarafın kazancı üzerine kurulmuş çıkar birliğinin “gerilim” düzeyini azaltacak yeni “sermayeye teşvik” paketleri de hazırda bekliyor. Kısaca sermaye için de bir tür “ganimet” vadediliyor; sınırsız sömürü, kölece çalışma koşulları, grev yasakları, örgütsüz emek, en son şeker fabrikaları örneğinde de gördüğümüz gibi ortak varlıkların ve doğanın yağması, savaşla şişirilen savunma sanayi pastası, “Geçinemiyoruz” uğultuları büyürken silah anlaşmalarına akıtılan milyon dolarlar… Liste uzun.
Tablo egemen sınıfların alternatif üretmesini bekleyenler ve gözünü oradan gelecek işarete dikmiş CHP için pek umutlu görünmüyor. Bu umutsuzluğu ezilenler cephesine tahvil edenler var, var olacaklar da. Ama denkleme diğer taraftan bakanlar için; denklemi bozabilecek yegâne güç ortada. “Vatan hainliği” torbasına sokulmak istenenler kadınlar, Kürtler, Aleviler, gençler, sanatçılar, gazeteciler, bilim insanları… “Hayır” diyen milyonlar. Evet milyonlar, bunu hatırlamak ve hatırlatmak gerek. Bu ülkede, dayatılan rejimi de, “Erdoğan’ın milleti” olarak kodladığımız yeni “yurttaşlık” biçimini de reddedecek, yıkacak ve bir statü ya da ayrıcalık talebi olarak değil kolektif bir siyasal mücadelenin sonucu gerçek bir eşitlik ve özgürlük temeline dayanan yeni bir yurttaşlık biçimini ve yeni bir ülkeyi yaratacak olan milyonlar var.
O zaman özneyi işaret etmek mühim, yalnız bir potansiyel olarak değil, “Memleket biziz” diyerek ve yola çıkarak. O zaman dayatılanı reddetmek mühim, yalnız sözle değil, sözle birlikte itirazın, reddetmenin ve itaatsizliğin türlü biçimlerini, yayılabilir, çoğalabilir, genelleşebilir biçimlerini yaratarak ve örgütleyerek. Örneğin “özgürlük” istemini yazarak dağa taşa, tiyatro sahnesine ya da bir okul sırasına… Durarak, yürüyerek, eyleme geçerek… Geceleri de sokakları da meydanları da terk etmeyerek… İşte, okulda, belediyede ya da sokakta dayatılana “Hayır” diyerek… Şarkı söyleyip sokağa tweet atarak… Fısıltı gazetesinden otobüs konuşmasına yeniden kurulacak gazete dağıtım ağlarından, elden ele dağıtılan bildirilere halkın medyasını ve iletişim ağını yaratarak…
Ve elbette durdurma hedefiyle yürümek gerek. Halkın reddetme ve itaat etmeme eğiliminden, iktidarı ve saldırı programını durduracak bir güç çıkarmanın örgütlenmeden geçtiğini bilerek, örgütlenme kanallarını yaratarak… Ama bunu eyleme geçmemek için bir “erteleme” gerekçesi haline getirmeden, eylemle, hak savunusu ile direnme hakkını kullanarak yakılan çoban ateşlerinin bugün aynı anda tüm halkı ısıttığını bilerek eşitsizliğin, ayrımcılığın, kayırmacılığın, hak gaspının, özgürlük gaspının olduğu yerde harekete geçmek gerek.
Hayatlarımızın, haklarımızın, emeğimizin, bedenimizin, doğamızın ve memleketimizin kimsenin “ganimeti” haline getirilemeyeceğini… Bunu deneyenin de böylesi bir ülke tahayyülüne onay verenin de ne “huzur” bulabileceğini ne de başarılı olabileceğini gösteren bir mücadele çizgisi yaratmak önemli. İşte ancak o zaman 2019 seçim günlerinde her ne yol denenirse denensin bu memleketin diktatörlükle yönetilemeyeceğini gösterecek bir halk iradesinin açığa çıkması hedefi başarıya ulaşabilir. Bu hedeflenmeden seçimlere, sandık siyasetine yönelik boykotu da, aday çalışmasını da, sandık güvenliği ve seferberliği çağrılarını da içeren taktik önerilerinin başarı şansı yoktur.
Egemen siyaset cephesinin kimi aktörleri AKP karşısında havlu atmış, kimi aktörleri de AKP’nin tarif ettiği 2019 düzlemi sınırlarına razı gelmiş durumda. Bu kara tablo karşısında halk işin başa düştüğünü her seferinde daha iyi idrak ediyor. Onun kendi gücünü, memleketin çoğunluğu ve sahibi olduğunu fark etmesi, kendi sesinin ne kadar gür olduğunu duyması, durdurabileceğini görmesi ve adım adım yeniden kurma eylemine girişmesiyle bu yürüyüş kolu hedefine ulaşacak. Sosyal medya kampanyasından sokakta yürütülen propaganda faaliyetine; çocuk istismarına karşı mücadeleden dayanışma faaliyetlerine; sanatla yol almaktan parasız, bilimsel, laik eğitim mücadelesine; ÇED toplantısı basmaktan AKP’nin “yerli-milli” koduyla yürüttüğü ayrımcılığa karşı “eşitlik” talebinin yükseltilmesine; 16 Nisan referandumunun yıldönümünde “Hayır” iradesinin hatırlatılması ve bu iktidarın meşru olmadığının ifade edilmesinden 1 Mayıs’a tüm mücadele gündemleri tek bir ortak politik hedefle anlamlandırılmalı:
Bu memleketin sahibi biziz, çareyi başka yerden beklemeyeceğiz, kendi sesimizi yükselteceğiz, diktatörlüğü durduracağız, ülkemizi yeniden kuracağız.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.