Tayyip Erdoğan’ın tek bir hedefi vardır, o da koltukta kalmak. Bu halkı, bu ülkeyi, bu bölgeyi (ekonomik, siyasi, toplumsal olarak) ileri taşıyabilecek bir stratejisi, bir politikası yoktur. İktidara bir politik proje için, (kişisel bile olsa) bir politikayı hayata geçirmek için talip olursunuz, yoksa sadece idare etme iddiası, sadece koltuğa oturma hevesi iktidar yapabilir ama iktidarda […]
Tayyip Erdoğan’ın tek bir hedefi vardır, o da koltukta kalmak. Bu halkı, bu ülkeyi, bu bölgeyi (ekonomik, siyasi, toplumsal olarak) ileri taşıyabilecek bir stratejisi, bir politikası yoktur. İktidara bir politik proje için, (kişisel bile olsa) bir politikayı hayata geçirmek için talip olursunuz, yoksa sadece idare etme iddiası, sadece koltuğa oturma hevesi iktidar yapabilir ama iktidarda tutamaz
Politika nedir? Ya da aynı anlamda kullanılan siyaset? Klasik bir başlangıçla konuya girelim ve bu iki sözcüğün etimolojisinden başlayalım. Politika sözcüğünün kökenine ilişkin iki açıklama mevcut. İlki; Latince “Polites”ten yani “halk” sözcüğünden türediği ve “politikos” yani “halkla ilgili, halka dair” anlamına geldiği şeklinde. İkincisi ise yine Latince “Polis”ten yani “devlet” sözcüğünden türediği ve devlet işlerini düzenleme ve yürütme anlamına geldiği şeklinde. Bir diğer iddia da “Politika, poli(çok) ve tika (yüz) sözcüklerinden oluşmuş Latince bir kelimedir. Dolayısıyla politika = çok yüzlülük demektir. ” Siyaset sözcüğünün kökeni biraz daha ilginç; Arapçadan geliyor ve ilk anlamı; seyislikle aynı kökten gelen yani at eğitimi, azgın bir hayvanı idare etme. İkinci(l) anlamı ise devleti yönetme ve idare etme.[1]
İster “halkla ilgili, halka dair” anlamında ister “devleti yönetme sanatı” anlamında kullanılsın (isterse de at eğitmek anlamında) siyaset/politika kavramı, “strateji” kavramıyla hep iç içe geçmek, birlikte kullanılmak zorunda kalıyor. Strateji[2]; neyi amaçladığın, neye ulaşmak istediğinin bütünsel uygulama projesi ise stratejisi olmayanın siyaseti, siyaseti olmayanın stratejisi olamıyor.
Taktik nedir? Stratejiyi (ya da aynı anlamı içermek üzere siyaseti) gerçekleştirmek için uyguladığın yol, yöntem, eylem, söylem, ittifak, ihtilaf… (demagoji, tahkiye, yalan, dolan) dır.
Pekiyi ya örgüt? Taktikleri tercih eden, belirleyen, uygulayan, denetleyen, değiştiren, yeni baştan tercih eden, yeni baştan belirleyen, yeni baştan uygulayan, yeni baştan denetleyen ve yeni baştan değiştiren ve yeniden yeniden aynı süreci tekrarlayan. Ta ki stratejiyi gerçekleştirene dek, ta ki siyaseti mutlak kılana dek. Örgüt, teşkilattır, partidir, yetmediğinde (silahlı) milistir, o da yetmediğinde ordudur.
Erdoğan’ın stratejisi nedir?
Pekiyi, şimdi, soralım; Tayyip Erdoğan’ın Suriyeli Kürtlere açtığı savaşın amacı, taktiği, örgütü nedir, bunların hepsini içinde barındıran stratejisi nedir?
Hükümet Sözcüsü Bekir Bozdağ amacı gayet net biçimde açıklıyor; “Terör örgütleri tamamen yok edilene kadar ve son terörist temizlenene kadar Zeytin Dalı Harekatı devam edecektir. Bitmesi ne zamandır, son teröristin etkisiz hale[3] getirildiği andır.”
Bu açıklama şu şekilde olsa idi “terör tamamen yok edilene ve son terörist faaliyet temizlenene kadar”, o zaman yorum farkı olabilirdi. Ancak ifade gayet açık ve net “son terörist etkisiz hale getirilene kadar”. Tayyip Erdoğan, YPG ve YPJ’yi bir bütün olarak terör örgütü ilan ettiğine göre bu örgütteki yaklaşık 100 bin “terörist”in, 100 bin Kürdün öldürülmesi (etkisiz hale getirilmesi) ana politik hedef. Hadi 100 bin olmasın da 50 bin olsun. 50 bin insanın öldürülmesi mümkün mü? Bunun mümkün olmasını sağlayacak tek bir şey var; soykırım yapmak! Bunun tartışmaya bile değer olmayan, komik bir hedef olduğu, herhalde aklı (biraz) çalışan herkesin kabulüdür.
Tayyip Erdoğan bir başka hedeften daha söz etti. ‘İstikamet neresi?’ sorusuna ‘Kızıl Elma‘ cevabını veren genci hatırlatarak “Evet, bizim bir kızıl elmamız var” dedi. Neymiş bu “kızıl elma”? Tek bir yanıtı yok. Onlarca açıklama bulunabilir. Bir kaçını sıralayalım: Kızıl Elma, Türk mitolojisinde Türkler ve de özellikle Oğuz Türkleri için üzerinde düşünüldükçe uzaklaşan ancak uzaklaştığı oranda cazibesi artan ülküler veya düşleri simgeleyen bir ifadeymiş. Bunun yanında Türk milliyetçiliğinin önemli sembollerinden birisi olan Kızıl Elma imgesi, Türk devletleri için bir hedefi ve amacı simgeler. Ulaşılması gereken bir yeri, fethedilmesi gereken bir beldeyi ifade ettiği gibi kimi zaman bir devlet kurma idealini, kimi zaman cihan hakimiyeti idealini, kimi zaman da Türk birliği idealini ifade etmişmiş. Bitmedi, Kızıl Elma tabiri, sıklıkla Papalığa ait Hıristiyanlığın en büyük kilisesi olan San Pietro Kilisesi için kullanılmış. İstanbul’un Fethi’nden sonra, Kızıl Elma’nın, Roma’da bulunan bu kilisesinin mihrabındaki “altıntop” olduğu ileri sürülmüştür.
Anlaşılacağı üzere bu “kızıl elma” hikayesi her türlü faşist harekete görülen klasik bir faşist demagojilerden biri. Bunun tartışmaya bile değer olmayan, komik bir hedef olduğu, herhalde aklı (biraz) çalışan herkesin kabulüdür.
Tayyip Erdoğan’da siyasi hedef biter mi? Elbette bitmez! Sık sık söylediği, Kürtlerin Türk toprakları için tehdit olduğu[4] ve Fırat’ın doğusuna çekilmeleri/çektirilmeleri gerektiğidir. Yani Kürt bölgelerini birleştirmesinler, denize ulaşamasınlar. Kürt bölgeleri birleşse (asıl olarak) ne değişir? Ha 900 km sınırın olmuş, ha 1500 km. Senin gerçekçi bir siyasetin yoksa ha 1 km’de komşu olmuşsun ha 1 milyonda. Ayrıca bir de “denize ulaşamasınlar” var. Ortaçağ’dan kalma bir anekdot; deniz ticareti yapamayan ülkeler gelişemez. Böyle bile olsa Kürt komşuların (ki artık bu kaçınılmaz) gelişmesini niye istemez? Ayrıca bir ülkenin denize kıyısı olması elbette bir (sadece) avantajdır ancak gelişmenin başka bir dizi yolu mevcuttur. İsviçre’nin denize kıyısı mı var? Gazze’nin denize kıyısı var da ne oluyor? Ya da Türkiye’nin üç tarafı deniz de niye bu ülke “muasır medeniyetler seviyesine” ulaşamıyor? Bu hedefin de tartışmaya bile değer olmayan, komik bir hedef olduğu, herhalde aklı (biraz) çalışan herkesin kabulüdür.
Daha fazla uzatmadan, siyaset/strateji konusunda son söz; Tayyip Erdoğan’ın tek bir hedefi vardır, o da koltukta kalmak. Bu halkı, bu ülkeyi, bu bölgeyi (ekonomik, siyasi, toplumsal olarak) ileri taşıyabilecek bir stratejisi, bir politikası yoktur. Var olduğunu öne sürdüğü politika gerçekdışı, saçma ve sadece demagojiye dayalıdır. İktidara bir politik proje için, (kişisel bile olsa) bir politikayı hayata geçirmek için talip olursunuz, yoksa sadece idare etme iddiası, sadece koltuğa oturma hevesi iktidar yapabilir ama iktidarda tutamaz.
Tayyip Erdoğan rejimine karşı siyaset oluşturmaya çalışanların ilk yapacaklarından biri, Tayyip Erdoğan’ın yaptıklarının ve söylediklerinin akılsızca olduğunu göstermek, yanlış olduğunu (olması gerekeni göstererek) kanıtlamaktır. Bu adamın tutarlı bir siyaseti, uygulanabilir stratejisi yoktur.
Gelelim şu “zeytin dalı”nın taktiklerine! En belirgin taktik, kullanılan araçta (sözde kurulan ittifakta). Yani ÖSO’da. Tayyip Erdoğan’ın “Suriye’nin gerçek sahipleri” dediği, “Bu operasyonu Allah’ın izniyle ÖSO ile birlikte kazanacağız” dediği ÖSO.
Kim bu ÖSO, kimlerden oluşur? Fehim Taştekin’in anlatımı oldukça açıklayıcı; “Lafın kısası Zeytin Dalı’nın gölgesinde yürüyen milis güçleri eski El Kaideciler, selefi cihatçılar, ‘ılımlı’ selefiler, siyasal İslamcılar, ılımlı İslamcılar, kendilerini hâlâ devrimci diyen ÖSO kalıntıları, savaş ağaları, fırsatçılar, macera arayanlar, paralı askerler ve MİT’in yönlendirdiği çevrelerden oluşuyor. Birinin adı şeriatçıya, diğerinin adı gaspçıya çıkmış birbiriyle uyumsuz, dağınık ve başıbozuk bir koalisyon.
Bu grupların birçoğunun sicili etnik ve mezhebi temizlik, sivil katliamı, işkence, infaz, adam kaçırma, hırsızlık, yağma, kötü muamele ve istismar suçlarıyla dolu. Alevi düşmanlığı hepsinde ortak. PYD-YPG karşıtlığıyla nükseden Kürt düşmanlığı da yaygın. Hıristiyanlar da bu grupların elinden az çekmedi. En son Eli Kino’nun Ezidileri geçen yaz mezhepçi düşmanlığın kurbanı oldu.”
Böyle bir taktiğin siyasal ve sosyal sonuçları ne olacaktır? Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Ordusu ve Tayyip Erdoğan bu gruplar borçlu (gebe) kalacaktır ve elbette bu azgın sürü tahsilatı mutlaka yapacaktır, sadece para olarak değil, siyasal ve sosyal bir pozisyon/etkinlik tahsilatı olarak. Böyle bir taktiğin ülke ve bölge halklarına yararlı sonuçlar getirmeyeceği, sosyal dokuyu bozup parçalayacağı aşikardır. Bunun anlatılması için çok basit bir örnek verilebilir; AKP’ye oy verenlerde dahil, kim bu ÖSO üyelerinden birini oturduğu eve komşu olarak kabul eder?
Tayyip Erdoğan’ın çok önem verdiği ikinci taktik, bu savaşa karşı çıkanlara baskı, şiddet ve yıldırma uygulamalarıdır. Haklı, ikna edici ve doğru bir siyasetiniz yoksa, dolayısıyla yaslanacağınız yer siyasetin gücü değil, zor aygıtlarının gücü olur. Erdoğan’ın siyaseti o kadar zayıf ki orada en ufak bir gedik açıldığında, o gediğin hızla büyüyeceğinin ve kurduğu tezgahın parçalanacağının farkında. TTB’ye (doktorlara) saldırması tam da bu yüzden. Siyasal doğruyu dillendirmek bir yana sadece kendi mesleklerinin zorunlu tercihi olan “savaştan yana olmamayı” dile getirmek bile Saray’ın duvarlarının çatlamasına neden olabilir korkusudur bu. Tayyip’in yaptığının doğru olduğunu savunanlara sorulacak soru şudur; Kim yaşama değil de ölüme değer veren bir doktora tedavi olmak ister?
Pekiyi, Tayyip Erdoğan’ın örgütü nasıl bir şeydir; ordu, polis ve AKP teşkilatı. Ordusunun ne olduğunu dünya alem gördü. Ülkelerin askeri akademilerinde ders olarak okutulacak bir orduya sahip. Düşmanını kendi içinde besleyip büyütmüş, hala tam olarak tasfiye edememiş, astına üstüne güvenmeyen, şüphe eden (bir örgütün olmazsa olmaz kuralını ihlal etmiş) bir ordu. Günü kurtarayım derken geleceğe daha büyük sorunlar taşıyorlar. Basit bir örnek; Zeytin Dalı Harekatı’nda 72 uçak kullanılmış[5], neden? Çünkü Fırat Kalkanı’nda hayatını kaybeden 72 askeri temsil ediyormuş. Pekiyi, bu seferki harekatta 400 asker kaybedersen, bir sonrakinde 400 uçak kaldırabilecek misin? Hayır, çünkü o kadar savaş uçağın yok.
Olması gereken; liyakat esasına dayalı, halkı koruma idealini benimsemiş, evrensel savaş hukuku kurallarına uygun, siyasetten ve siyasetçilerden hiçbir beklentisi olmayan, faşist ideolojinin asla barınamayacağı bir anlayışı yani milliyetçiliği değil “yurtseverliği” bayrak edinen bir ordu. Ve elbette “savaş politikanın başka araçlarla devamıdır”[6] lafının yerine, “savaş halkın yararına olan politikanın başka araçlarla devamıdır” diyebilen bir ordu, bu düzen içinde bile “talep edilebilir”.
Polis teşkilatının kendisi vukuat. Bir kere başında Süleyman Soylu gibi hiçbir ideolojik, ahlaki, hukuki omurgası olmayan bir şahsiyet var. İçerisi, yeni kont-gerilla cihazında yer almak için birbirine çelme takan, büyükbaş AKP’lilere yaranmak için yarışan, kadın-erkek eşitliğine hiçbir biçimde inanmayan, vatandaşa hizmeti AKP’li olan ve olmayana göre ayrıştıran, “FETÖ” zamanında camiye gitmek için yarışırken şimdi FETÖ’cü görünmemek için kırk takla atan, kıyaktan ve kazıktan ibaret bir “başıbozuk” teşkilat.
Tayyip Erdoğan’ın bu dönem özellikle önem verdiği örgüt ise hiç kuşkusuz AKP teşkilatı. Diyor ki “Önümüzde 2019, Mart’ta yerel seçimler, Kasım parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimi. Bu bizim için bir dönüm noktasıdır. Her şeyden önce buna hazır olmamız lazım Kimin gençleri daha cevval. Bu defa sandıklar öyle patlamalı ki, bunlar ne olduklarına, ne olacaklarına pişman olsunlar”.
Dünyanın içinde bulunduğumuz tarihsel kesitine özgü belirli bir tür rejimlerin[7] tipik örneklerinden biri AKP iktidarı, daha doğrusu Tayyip Erdoğan rejimi için, nasıl olursa olsun, hangi yol ve yöntem kullanılırsa kullanılsın seçim sonucu başarısı nerdeyse tek meşruiyet kaynağıdır. Tam da bu yüzden AKP teşkilatının başına geçmiş onu dehlemektedir.
Diğer yandan bu teşkilatı bir süredir tetikçi olarak kullanmaya başlamıştır. İlk önce kendisi hedef göstermekte, hemen ardından da AKP teşkilatı örgütlendirilerek bu hedefe doğru eyleme geçmektedir. Kıbrıs’taki Afrika Gazetesi bu denemelerden birini yaşamıştır. Önce Erdoğan “Ben Kuzey Kıbrıslı kardeşlerime sesleniyorum, bir cevap vermeleri lazım” dedi, hemen ardından Kıbrıs’taki bir AKP güruhu Gazete’nin önüne gitti. Aynı durum TTB’de yaşandı, içeridekiler basın açıklaması için dışarı çıkarılmazken, dışarıda Hacamatçılar ısmarlama eylem yapıyordu.
Burada “merak” edilen durum şudur; Acaba içeridekiler dışarı çıkıp, dışarıdaki hacamatçıları hacamat etse ne olur? Parayla tutulmuş, ayrıcalık vaat edilmiş, inandığı davası çoktan çökmüş bu güruh “pabucun pahalı olduğunu” anlarsa Tayyip’in örgütü ne kadar dayanır?
İdeolojisi eklektik, siyaseti tutarsız, yöntemleri çarpık, örgütü zayıf bir tek adam var ve bu adamın tüm stratejisi koltukta kalmak üzerine. Açıktır ki atı eğitmek yerine attan düşmüştür. Tüm bu gerçekliğin açığa çıkarılması, gösterilmesi ve kaşı tarafın zayıflatılması kuşkusuz ilk adım. Sosyalist bakış, bu rejim içinde kaçınılmaz görünen her icraata karşı farklı bir siyasal çözüm önerebilir ve önermelidir de. Bulunacak yol, yöntem ve örgüt modellerli ise 50 yıllık devrimci mücadelenin içerisinden rahatlıkla süzülebilir.
[1] Bu arada ilginç bir bilgi; “siyaset meydanı” da eskiden ölüm cezalarının uygulandığı yermiş.
[2] Strateji’nin köken bilgisini de vermek yararlı olacaktır. “Strategy” dilimize Fransızca’daki “strategie” kelimesinden geçmiştir. Yunanca “stratos” (ordu) ve “ago” (gütmek) kelimelerinden elde edilmiştir. Belirli bir amaca ulaşmak için izlenen temel yol veya yaklaşım. Politika kelimesinden daha geniş kapsamlı olmakla birlikte, politikalar nitelik yönünden stratejileri uygulamaya koyan araçlar olarak tanımlanabilir.
[3] “Etkisiz hale getirmek”, bu kavram Genelkurmay Basın Dairesi tarafından bir süredir kullanıma sokuldu. “Öldürüldü”, “öldürdük”, “ölü ele geçirildi” ifadeleri kamuoyunda hassasiyet yarattığından, “etkisiz hale getirildi” ifadesi tercih ediliyor artık.
[4] Türkiye’nin Afrin’e yönelik askeri operasyonunun nedeninin tehdit algısı olmadığı çok açıktır. Öyle olsa Münbiç’ten başlayıp Irak-Suriye sınırına kadar olan bölgeyi hedeflenirdi.
[5] Bu arada 100-150 bin nüfuslu bir kasabanın 72 uçakla vurulması nasıl mümkün?
[6] “Savaş politikanın başka araçlarla devamıdır” sözleri Prusyalı General Carl Von Clausewitz’e ait. Savaş Üzerine adlı kitabı, bizimkiler de dahil hemen hemen her Harp Akademisi’nde okutuluyor. Eseri okumuş olmak öyle bir otorite hissi yaratırmış ki, Hitler bu durumu generalleri ile tartışması sırasında “ben Clausewitz’i okudum, sizden öğrenecek bir şeyim yok” diyerek ifade etmiş. Bizimkinin kitabı okumasına gerek yok, ondaki otorite hissi herkesten fazla.
[7] Benzer örnekler Putin’in Rusyası, Modi’nin Hindistan’ı, Widodo’nun Endonezya’sı. Yer yer popülizm kavramı, yer yer seçimli otokrasiler, bazen de yeni tür faşizm kavramı ile adlandırılan bu rejimlerin en temel özelliği, seçimle iş başına bu şahsiyetlerin yine düzenli aralıklarla yaptıkları seçimlerle iktidarlarını sürdürmeleri/pekiştirmeleri. Bu rejimlerle ilgili çok daha fazla analiz yazısına ihtiyaç olduğu açık.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.